GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:64
Tarih:31.03.2016

MAHMUT CELADET GAYDALI (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; partim ve grubum adına görüşülmekte olan 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 11'inci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu ve bizleri takip eden kamuoyunu saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, öncelikle görüşülmekte olan kanun tasarısıyla ile birlikte uluslararası anlamda eşitliğin ve insan haklarının standart ölçülerini bir kez daha gözden geçirmemiz gerekmektedir. Uluslararası standart diyorum çünkü insan hakları ve eşitlik ilkeleri AKP iktidarıyla birlikte gittikçe evrensel normlardan uzaklaştırılmıştır. Kapalı ve yanlı bir hukuk sistemi adım adım inşa edilmektedir. Eşitliğin, insan hak ve özgürlüklerinin tamamen AKP ve saray tarafından yorumuna dayalı olduğu bir sistemle karşı karşıyayız. İnsan hakları ve eşitlik gibi hayati bir konuyu görüşürken bile sivil toplum örgütlerinin komisyon sürecine dâhil edilmemesi büyük eksikliktir. Ayrımcılık yapılıp yapılmadığına dair çalışma yapılması hususunda karar verecek olan kurumun bağımsız ve özerk bir yapıya sahip olması çok önemlidir.

Değerli milletvekilleri, ayrımcılık, güçlü olan kesimin ona göre daha az güce sahip olan kesime uyguladığı baskı şeklidir. Yani, çoğunluğa ve buna bağlı olarak siyasi güce sahip olan AKP iktidarının ayrımcılığı yine kendinin belirlemesi, ayrımcılığa uğrayan kesime göre değil, siyasi güce güvenerek ayrımcılık yapan yandaşların menfaatine olur. Gerçekten, ayrımcılıkla mücadele öngörülüyorsa, sivil toplum örgütlerinin de eleştiri ve önerilerinin alınacağı bağımsız ve özerk kurumlar tarafından değerlendirmeler yapılmalıdır.

Ortak bir hukuk sisteminin ve adalet anlayışının olmadığı bir yönetim biçiminde nasıl ayrımcılığı önleyebileceğinizi gerçekten bir vatandaş olarak çok merak ediyorum.

Ayrımcılık, kişilerin ırk, renk, dil, din, inanç, cinsiyet, ulusal ve sosyal köken, etnik köken, felsefi ve siyasi görüş gibi aidiyet kavramlarını tanımadan yapılan her türlü engelleme ve baskı yöntemidir. Aslında bizlerin ilk ve öncelikli görevlerinden biri, her alanda ve her anlamda ayrımcılığın önlenmesi ve buna bağlı olarak sağlıklı bir yaşam alanının oluşturulmasıdır. Belki bugün içinde bulunduğumuz siyasi koşullar göz önüne alındığında, hukuktan sağlığa, üniversite ve lise eğitiminden devlet dairelerine, işverenlerden işçiye birçok alanda, özellikle siyasi ayrımcılık kendini belirgin bir şekilde göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, tabii ki ayrımcılıkla mücadele etmek, önlemeye çalışmak, bu yönlü kanun tasarılarını Meclise taşımak önemli fakat muhtarı mahalleliye, işçiyi işçiye, memuru memura düşürerek ispiyonlamayı teşvik ettiren, buna bağlı olarak birçok iş ve toplumsal yaşam alanında bir korku furyası doğuran iktidar, kanun tasarılarıyla etnik köken felsefi ve siyasi görüş üzerinden nasıl ayrımcılığı önleyebilir?

Unutmamamız gereken en önemli özelliklerden biri de bu coğrafyayı güzel yapanın, özel yapanın, yaşanabilir yapanın çok kültürlü, çok inançlı, çok dilli toplumsal ve kültürel yapımız olduğudur; her dinden ve her inançtan insanların yer alıyor olmasıdır; her dilin ve her düşüncenin her türlü siyasi baskıya rağmen hayat bulabilme olasılığıdır. Birçok toplumun sahip olamadığı bu ender yapıyı siyasi menfaatler uğruna kurban etmek doğru değildir.

Sayın Bakanım buradayken bu mevzuyu konuşuyoruz. Vekili bulunduğum Bitlis ilinde 6 tane öğretmenimiz halay çekerken söylenen bir türkü yüzünden suçlanarak sürgüne gönderilmişlerdir. İşin enteresan tarafı, bazı öğretmenler söylenen türkünün anlamını bile bilememektedir, sadece tempo tuttukları için ceza almışlardır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)