GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:64
Tarih:31.03.2016

CELAL DOĞAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; turizmle ilgili Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu önerge üzerinde partimizin aslında söz talebi yoktu. Ben bugün 3 bakanımızın Sur'da yaptığı toplantı nedeniyle söz almak istediğimi bildirdim. Onun üzerine grup başkan vekilimiz AK PARTİ'den rica etti. Bana kendi on dakikalık söz hakkınızı verdiğiniz için teşekkür ediyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Değiştik, değiştik. Sadece değişmiş olduk.

CELAL DOĞAN (Devamla) - Aleyhe verilen sözün içeriğinde ne var ne yok biraz sonraki konuşmamda anlarsınız, ne bakacaksanız.

Mesele şu, burada söz almamın nedeni şu: Bir defa "Sur" dediğiniz zaman mutlaka akla Tahir Elçi gelir. Tahir Elçi'nin öldürüldüğü vakadan kaç ay geçti? Bugün 3 bakan oraya imar ve inşaya gittiklerini söylediler, takdir edilecek bir olaydır, mutlaka gidecekler ama Tahir Elçi'nin katilinin hâlâ bulunmaması nedeniyle Sur'da yükselecek bütün binaların hiçbiri o yarayı kapatacak yükseklikte, değerde, ağırlıkta değildir. Onun için, keşke, Sur'da öldürülen, barış için öldürülen, huzur için öldürülen, hoşgörü için öldürülen Tahir Elçi cinayetinin katilleri bulunmuş olsaydı, oraya gitselerdi çok daha büyük mutluluk duyacaktım.

Turizm açısından Milliyetçi Hareket Partisinin vermiş olduğu önerge konusunda, içeriği konusunda diyeceğim fazla bir şey yok ama turizm ancak huzurun olduğu ülkelerde, barışın olduğu ülkelerde, güvenliğin olduğu ülkelerde çok daha kendiliğinden değer kaybeder veya kazanır veyahut da bir anlam ifade eder. Bugün, bizim bütün çabamız... Ülkemizdeki huzursuzluğun minimum noktasında olduğunu kamuoyuna ve dünya kamuoyuna anlatmaya çalışıyoruz; yoksa teknik tedbirlerin, başka tedbirlerin kolay kolay bu turizm dalgasını Türkiye'ye taşıma konusunda yeterli olmayacağı kanaatindeyim. "Evet." deriz, "Hayır." deriz, bunlar önemli değil ama keşke Türkiye'de, Türkiye'nin her zerresinde, Antalya'da, Milas'ta, İzmir'de, Gaziantep'te, Muğla'da huzur olsa ve dün akın akın gelmiş olan turistler bugün Türkiye'ye tekrar gelebilse.

Ben 1977'de Turizm Bakanlığı bütçe sözcülüğü yapmıştım. Bir rakam vermek istiyorum size: Türkiye'de, İtfaiye Meydanı'ndaki pansiyonlar dâhil, 30 bin yatağımız vardı, 30 bin, tamamı 30 bindi. Bugün sadece -inanarak söylüyorum- Belek'te ve Kemer bölgesinde belki 500 binin üzerinde yatağımız var. Bu yatakların olması güzel bir şeydir, turizmde alınan mesafeler saygıdeğerdir ama insanları getirecek huzuru ve demokrasiyi getiremezsek bunların hepsi nafile ve boştur.

Bugün Sur'daki bakanları dinledim. Dünkü buradaki polemiklerden de üzüntülerimi belirtmek istiyorum açıkçası. Keşke o polemikler ve sertleşmeler olmasaydı ama meseleyi bakanlara getirmek istiyorum.

Ben on beş sene büyükşehir belediye başkanlığı yaptım. Yasa gereği, daha doğrusu gelenekler gereği belediye başkanları cumhurbaşkanlarını havaalanında karşılarlar, şehir girişinde karşılarlar. Hatta başbakan konusunda bile zaruret yoktur ama on beş yıl boyunca hiçbir bakanı ve hiçbir başbakanı, cumhurbaşkanını havalananında karşılamazlık yapmadım. Ama her bakan, mutlaka, gelmeden önce belediyeye bilgi verirdi. Şimdi, Sur'da şiddet oldu, hendek oldu, cinayet oldu, katletti, katledildi, amacını aştı, bir tarafa bırakıyorum. Şunun için bırakıyorum: Çünkü olmuş ile ölmüşe çare bulamayız, olmaması gereken şeylerdi, oldu.

Ama 3 bakanın topluma sunduğu projeye baktım, içinde yüzde 65-70 oy almış ne Sur Belediye Başkanı var ne Büyükşehir Belediye Başkanı var. Şimdi, siz, yüzde 65-70 oy almış bir belediye başkanını o toplantıda muhatap almayacaksınız, şehrin imar ve inşasında almayacaksınız, o belediye başkanının yüzde 49 oy almış partiye bakışını nasıl değerlendirirsiniz? Sayın Bakanım burada galiba. Sayın Bakanın seçilmiş belediye başkanlarının meşruiyeti konusunda bir rahatsızlık duyacağını zannetmiyorum. Ama o 3 bakanın, en azından, şartlar ne olursa olsun, o belediye başkanlarını ya ziyareti veyahut da orada bulundurması yahut da bu projenin işleminde ve inşasında söz sahibi olmaları -en azından katmaları- bir devlet adabı gereğiydi. Devlet adabı, devlet terbiyesi bunu gerektirir.

Buradan şuna gelmek istiyorum müsaade ederseniz: On üç-on dört yıldan beri devleti yönetiyorsunuz; iyidir kötüdür, eksik aksak var ama şu eksikleri mutlaka gidermek zorundasınız: Genellikle muhalefetin hiçbir dediğine kulaklarınızı açmak istemiyorsunuz, kapatıyorsunuz. Çünkü şundan rahatsızım açıkçası: Hükmetmek istiyorsunuz ve devlet hükmederek yönetilmez. Devlet istişare edilerek yönetilirse çok daha iyi bir noktaya gelirsiniz.

Belediye Başkanı olduğum gün belediyenin merdivenlerinden yukarıya çıktığımda partinin rozetini il başkanıma teslim ettim. Dedim ki: "Bu emaneti alınız, seçimde getirirsiniz." Belediye Başkanlığımın bittiği gün de şu ilanda bulundum Antep'te, dedim ki: "Ey Gaziantep halkı, içinizde 'Ben MHP'liydim, AK PARTİ'liydim, CHP'liydim, başka partiliydim. Kapına geldim, bana partizanlık yaptın.' diyen tek kişi -iftira etme hakkına dahi sahiptir- dese aday olmayacağım." Bunu ilan ettim. Ama görüyorum ki bürokrasideki egemenliğiniz, devlete bakışınız, siyasi partiyle ilişkiniz maalesef bu noktada değil.

Urfa milletvekili vardır, Maraş milletvekili var, yanılmıyorsam Adıyaman milletvekilleri var. Belediye Başkanı olarak hizmette çevremde hiçbir ile en ufak bir farklılık gözetmedim ama bütün buna rağmen yaptıklarım, objektif hizmete rağmen... Bir derdimi de şikâyet olarak söylüyorum: Gaziantep'te "Yalçın Nane" diye bir astsubay çavuş IŞİD tarafından öldürüldü, faturasını bana çıkardınız, ismimi bir caddeden sildiniz. Besni'de yaptığım bir köprüden Halkların Demokratik Partisine geçtim diye ismimi sildiniz. Pazarcık'ta Pazarcık halkına yaptığım parkın üzerindeki ismimi sildiniz adını Atatürk Parkı yaptınız.

Şimdi, tahammülsüzlük doğru değildir, tahammülsüzlüğün sonu Türkiye'de gerçekten tahayyül etmeyeceğiniz noktalara götürür bizi. Bu nedenle, değerli dostlarıma şunu özellikle sunmak istiyorum: Bugünlerde basında çok konuşulan darbe meseleleri var. Darbelerin olduğu yerde demokrasiden filan bahsedemeyiz, zaten neler olduğunu da hep birlikte yaşadık. 60 ihtilali, 12 Eylül, 12 Martlar Türkiye'de insanların kemiklerinin ve iliklerinin üzerinden geçti, demokrasiyi de otuz yıl geriletti. Bu konuda Hükûmetten tek ses çıkmıyor. Birtakım köşe yazarları, birtakım sorumsuz insanlar darbe çığırtkanlıkları yaparak Türkiye'de demokrasinin askıya alınması konusundaki birtakım meseleleri dürtüklemektedirler. O nedenle, grup başkan vekilime rica ettim, kısa zamanda bu konuyla ilgili bir araştırma getirmek gerekir. Sebebi de şu: Darbeler geldikten sonra "Tankın önüne yatarım." lafı, palavralarından çok bizim darbelerin nasıl olmaması gerektiği konusunda kendimizi hazırlamamız gerekir. Ben her türlü sivil siyaseti -açıkça net olarak söylüyorum- darbelere tercih eden bir siyasetçiyim. Ne zaman darbe olursa biz hapse gireriz, ne zaman demokrasi olursa biz bir yere geliriz. Demokrasi bizim Kâbe'mizdir, bizim vazgeçmeyeceğimiz şeydir. O nedenle de bu konudaki çığırtkanların ortaya koydukları meselelerin nereye varacağı konusunda da duyarlı olmak zorundasınız.

25 Aralık 1979 yılında verilen bir muhtırayı ne Sayın Demirel ne Ecevit ne diğer siyasi partiler üzerine almadılar. Sanki çaycı Necmettin Bey vardı ona verilmiş gibi es geçtiler ama bugün es geçme zamanı değildir, meselenin ciddiye alınması gerekir. Bu konuda da bütün siyasi partilerin duyarlılığını Parlamentoda ortaya koyması gerekir.

Bir başka şey arz etmek istiyorum size. Biraz önce, değerli arkadaşlarımız sözlerini sarf ederken... Özellikle de içinde bulunduğumuz bu durumun gerçekten farkında olmanızı istiyorum yani şu açıdan olmanızı istiyorum: "Muhalefetten gelen her şey yanlıştır." değil. Çok kısa tarihte şunu gördünüz: Burada, yargıçların halletmesi gereken meseleyi, Zarraf meselesinde oyları kaldırarak... Belki mahkeme kararına, takipsizliğe itibar ederek kaldırdınız ama o orada bitmedi, gitti Amerika'da patladı. Mesele şu: Keşke kendi yargıçlarımızla, keşke kendi Parlamentomuzla, kendi duyarlılıklarımızla bu meseleyi çözseydik de bugün Amerika'dan gelecek sese kulak verecek durumda olmasaydık diye düşünüyorum.

Bu duygularla yüce Meclise saygılarımı sunuyorum.

Mümkün olduğu kadar iktidarın hoşgörülü olması, iktidarın çok daha toleranslı olması görevidir. Muhalefetteki sertlikleri de doğru bulmam ama muhalefet genellikle sert laflar söylese bile hoşgörünün sahibi iktidar olması gerekir çünkü yöneten sizlersiniz. Yönetimde de başarılı olmanın bir yolu da istişareden geçiyor. Bu konuyu da esirgememeniz dileğiyle yüce Meclise saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)