Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 59 |
Tarih: | 22.03.2016 |
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bediüzzaman Saidi Nursi ya da Kürdi, Şeyh Sait ve Seyit Rıza ile arkadaşlarının mezar yerlerinin tespiti ve iade edilmesi amacıyla talep ettiğimiz Meclis araştırması için grubum adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu ve bizi izleyen vatandaşlarımızı saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (Gürültüler)
Sayın Başkan, bu uğultuyla ilgili lütfen ikazda bulunabilir misiniz.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, hatip kürsüde, insicamını bozmayalım, uğultuyu keselim.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Daha önce, farklı vesilelerle de çatışmalarda ölen Kürt vatandaşların cenazelerine yönelik devletin yaptığı uygulamaları bu Meclis kürsüsünde de ifade etmiştik. Bugün spesifik olarak devletin nezdinde hain, şaki, terörist olarak görülen, tehlike olarak görülen ama Kürtler için son derece büyük değer, anlam ifade eden 3 şahsiyetin, tarihsel şahsiyetin mezar yerlerinin bulunması ve cenazelerinin iade edilmesi için Meclis araştırması istiyoruz.
1925 yılında 46 arkadaşıyla birlikte Dağkapı Meydanı'nda asıldıktan sonra şu ana kadar kimsenin bilmediği bir çukurun içerisine gömülen Şeyh Sait'in son vasiyeti şudur: Elinde kalan bir kısım parayla kendisine bir mezar yapılmasını ve geri kalan paranın da çocuklarına verilmesini vasiyet eder, mahkemenin savcısına söylediği budur ancak ne kendisi için bir mezar yapılır ne de o para kendi çocuklarına teslim edilir.
1937-1938 Dersim olaylarında yine... (Gürültüler)
BAŞKAN - Devam edin siz.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Etmeyeceğim Başkan, protesto ediyorum.
BAŞKAN - Siz kesince millet sustu.
Buyurun devam edin şimdi.
Lütfen sayın milletvekilleri, müdahale etmeyelim, uğultuyu keselim.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - 1937-1938 olaylarında Seyit Rıza'nın, biliyorsunuz, durumu son derece hazindir. Yoğunlukla, bir ara, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından da bu sözleri defalarca basına yansımıştı Dersim için özür tartışmalarında, hatırlayın. Seyit Rıza Elâzığ'ın Buğday Meydanı'nda asıldığı zaman son sözleri: "Evladıkerbela'yız, bihatayız; ayıptır, zulümdür, cinayettir." Bunlar kendisinin son sözleri. Ancak, bundan önce bir vasiyeti var Seyit Rıza'nın, oğlu da asılacaktır. "Ne olur önce benim oğlumu asmayın, beni asın; oğlumun idamını görmeyeyim." diye rica eder. Son vasiyetidir, bunu da yerine getirmezler, önce oğlunu gözlerinin önünde asarlar, sonra kendisini. Sonra, kendisiyle arkadaşlarını ya bilinmeyen bir yere gömerler veyahut da yakarlar, hâlâ akıbetini bilmiyoruz, devletin tutanaklarında muhakkak bunlar vardır.
Son olarak, 1960 yılında Urfa'da defnedilen Bediüzzaman Saidi Nursi veyahut da Saidi Kürdi, 1960 darbesinden sonra, Urfa'da, olduğu mezardan çıkarılıp bir askerî uçakla bir taraflara götürülür. Cenaze şu an yok ortada, ya denize atıldığı ya Isparta'da bir yere gömüldüğü söyleniyor, hasılıkelam biz bunu bilmiyoruz.
Şimdi, bu 2 Sait'in yani Şeyh Sait ve Saidi Kürdi'nin ve 1 Seyit'in yani Seyit Rıza'nın; 2 Sait'in, 1 Seyit'in kendi vatanlarında içine girebilecekleri 2 metrekarelik bir toprak parçasını bulamamaları mezhepsel, ideolojik, siyasi eğilimleri ne olursa olsun devletin egemenliğini çelen, devletin tehlike olarak gördüğü Kürtlerin başına neyin geleceğinin son derece somut bir ifadesidir.
Bu 3 mezar aslında bir paradigmadır. 1925'ten 1960 yılına kadar süren bu dönemde, Kürtlerin anlam, değer biçtiği bu tür şahsiyetlere, onların cenazelerine yapılan uygulamalar bir paradigma olarak günümüzde de hâlen alabildiğine pervasız, hayâsız bir şekilde devam etmektedir.
Bakın, şöyle bir harita, İnsan Hakları Derneğinin 2014 yılında yaptığı toplu mezar haritası bu. Şöyle bir bakın haritaya, şu kırmızı olan bölge devletin Kürtleri nasıl yönettiğine dair bir belgedir, bir ibret vesikasıdır. 348 tane toplu mezarda 4.201 ceset.
Barış süreci buzdolabına kaldırıldıktan sonra yaşanan bu savaş ve vahşet ortamında şu ana kadar 1.500'den fazla insanımızın hayatını kaybettiğini biliyoruz. Biz siyaset kurumu olarak, Parlamento olarak maalesef üzerimize düşeni yapamadık. Bu Parlamento meseleyi Hükûmete havale etmiş, Hükûmet Cumhurbaşkanına, Cumhurbaşkanı da orduya, özel savaş yöntemlerine bu meseleyi, maalesef, ihale etmiştir. Ortada olan binlerce ölü; biz, maalesef, bunun önünü alamadık. Ama en azından şunu yapabiliriz Parlamento olarak: Bakın, "Nevroz"dan bir gün önce Diyarbakır'da, Sur'daydım. Orada, çocukları Sur'da öldürülen 2 babayla görüştüm; Aslen Bingöl'lü, Diyarbakır'da oturuyorlar, evleri de Dört Ayaklı Minare'nin arkasında. Çocuklardan biri öğrenci. Babası yemin ediyor, diyor ki: "Gittik cenazeleri teşhis etmeye -ikisi de zaten çocuklarının cenazesini teşhis edememiş- bin tane kurşun sıksan bir cenazeyi o hâle getiremezsin." Fotoğrafları yansıdı, cesetlerin üzerinden ya tanklarla ya panzerlerle geçmişler çünkü tekerlek izleri var. Basına yansıdı, paylaşabiliriz, paylaşabiliriz. 2 baba da teşhis edemedi.
Cizre'de 130'dan fazla cenaze teşhis edilemiyor, mümkün değil, vücut bütünlükleri bozulmuş, aileleri morg morg geziyor, her tarafa kan tahlili veriyor ki belki DNA eşleşmesiyle yapabiliriz. Hâlâ, Urfa'da 11, Malatya'da 5, Silopi'de 33, Şırnak'ta 11, Cizre'de 12, Mardin'de 6, Antep'te 9 teşhis edilemeyen cenazeler var arkadaşlar; edilemiyorlar yani pratik anlamda mümkün değil.
Zamanım azalıyor, toparlamaya çalışayım.
Bu yapılan uygulamalar... Bakın, savaşı biz durduramadık ama savaşın bari bir hukuku olsun, bir ilkesi olsun, bir prensibi olsun ve Kürtlerin ölü bedenlerine yapılan hakaretler bir son bulsun. Son derece net bir talebimizdir bizim; bu mesele çözülene kadar da biz bu talebimizde ısrar edeceğiz.
Yapılan bu uygulamaların İslam hukukunda kesinlikle yeri yoktur; "Vardır." diyen gelsin konuşsun burada. Bu yapılan uygulamaların savaş hukukunda yeri yoktur, bu yapılan uygulamaların insan hakları hukukunda da hiçbir yeri yoktur; daha vahimi, bu yapılanların hiç birinin Türk Ceza Kanunu'nda da bir yeri yoktur çünkü TCK 130'da aynen şöyle söyleniyor; bir kısmını okuyorum: "Bir ölünün ceset veya kemikleri hakkında tahkir edici fiillerde bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." Soruyoruz size, daha önce paylaştık, Varto'da teşhir edilen cenazeler oldu, ciplerin arkasında sürüklenen cenazeler oldu, Taybet Ana'nın yedi gün sokak ortasında kalan cenazesi oldu ve yüzlerce teşhis edilemeyen cenaze. Bütün bunlar bir de canlı yayında yani hepsinin belgesi bulgusu var. Şu ana kadar bu öldürülen insanlara hakaret ettikleri için yargılanan, ceza alan tek bir kamu görevlisi söyleyin bize; yok. Devlet, kendi yasasını uygulamaktan âciz ya da söz konusu Kürt'ün ölüsü olunca kendi yasasına bile riayet etmeyen bir devlet anlayışıyla karşı karşıyayız. Onun için şöyle diyoruz, hemen bitiriyorum: Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içerisinde sadece insanca yaşayamama sorunu yok, Kürtlerin aynı zamanda insanca ölememe sorunu var. Onun için 1925'ten bu yana cenazelerine hakaret reva görülen bütün Kürtlerden, öncelikle, bu devletin özür dilemesi ve bu cenazelerin bulunup, yerlerinin tespit edilip ailelerine verilmesi konusunda sorumluluk alması gerektiğini düşünüyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
VURAL KAVUNCU (Kütahya) - Hocam, bir de Kürt kökenli şehitlerimizden de bahsetsene, sadece Kürt terörist ölmüyor, Kürt şehit de var. Kürt şehitlerimiz var, Kürt güvenlik görevlilerimiz var şehit olan.
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl ) - Konumuz bu, onun için.