GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 11 Nolu Protokol ile Değişik İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmeye Ek 7 Nolu Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:58
Tarih:10.03.2016

HDP GRUBU ADINA AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu Meclisin, galiba, edinmesi gereken en iyi alışkanlıklardan birisi, olumlu düzenlemelerde, ülkenin üzerinde uzlaşılan, ittifak edilen, ülke yararına olduğuna inanılan düzenlemelerde muhalefet-iktidar ayrımı yapmaksızın ortak hareket edebilmesi. Ama nasıl bu yaklaşım, bu olgunluk muhalefetten bekleniyorsa, iktidarın da muhalefetten gelen talep ve beklentileri bu çatı altında konuşmaktan, tartışmaktan kaçınmaması olması gerekiyor.

Biraz önceki hatibin ifade ettiği gibi, görüştüğümüz düzenleme tam otuz yıl öncesinde imzalanmış bir sözleşme. Yani iyi ama birazcık geç kalmış bir düzenleme. Dolayısıyla otuz yıl önce zaten üzerinize düşen mükellefiyeti, sorumluluğu kısmen yerine getirmişsiniz ama iç hukukla uyumuyla ilgili düzenlemeyi yapmak için de otuz yıl beklemişsiniz.

Bu düzenlemenin hangi nedenle yapılıyor olursa olsun insan hakları açısından olumlu boyutu olması elbette bizim açımızdan belirleyici ama bir şeyi de ifade edelim: Biz insan hakları sorunlarını hiçbir ülkenin iç işleri gibi görmüyoruz; insan olmaktan kaynaklı haklarsa söz konusu olan, sınır ötesi, sınıraşan bir yaklaşımla her türlü etnik, inançsal kavramsallaştırmanın, her türlü devlet çıkarının üzerinde bir anlam yüklemeyi başarmamız gerekiyor. Ama bir şeyi de ifade edelim ki bu düzenleme bugün bu kurulun, bu çatının gündemine gelmişse bunun sebebi Avrupa Birliğiyle ilişkilerdir. Hani çok sıkça geçtiğimiz dönemlerde duyduğumuz bir cümle var: Bu düzenlemeleri Avrupa Birliği istediği için değil, bu halk, bu ülkede yaşayanlar, vatandaşlar, yabancılar hak ettiği için gündemimize alsaydık herhâlde hem millî iradeye saygı açısından hem de kendi toplumumuza verdiğimiz değer açısından daha anlamlı, daha saygın bir iş yapmış olurduk. Ama demin ifade ettiğim gibi, sonuçta insan haklarıyla ilgili ve ne yazık ki bu coğrafyada Osmanlı'nın son döneminden bu yana insan haklarıyla ilgili, özgürlüklerle ilgili düzenlemelerin büyük kısmı ancak dışarıdan gelen taleplerle yapılmıştır. Halkın talepleri duyulmamış, halkın beklentisi görülmemiş, ülkede yaşayan farklı kimlikler düşmanlaştırıldığı için onların en doğal, en tabii talepleri kulak ardı edilmiş ama bu talepler dışarıdan geldiğinde çok daha hızlı hareket edilmiştir.

Bu tip düzenlemelerin bir an önce yapılmasına dair insan hakları örgütlerinin bu otuz yıl boyunca defalarca çağrısı oldu. İnsan Hakları Derneği, MAZLUM-DER, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, İnsan Hakları Ortak Platformu gibi birçok kuruluş bu düzenlemelerin geciktirilmemesi, bekletilmemesine dair çalışmalar yürüttüler. Onları dinlemedik, dikkate almadık ama bugün, işte, vize konusu dolayısıyla, mültecilerle ilgili pazarlık ya da başka konular dolayısıyla nihayet buranın gündemine getirmeyi başardık. Peki, getirdiklerimiz, onayladıklarımız, Genel Kuruldan geçenler pratikte ne ifade ediyor, ne kadar anlamlı, ne kadar bağlayıcı, ne kadar belirleyici?

Bu iktidar dönemindeki en değerli düzenlemelerden birisi 90'ıncı maddedir, Anayasa'daki değişiklik. Malumunuz olduğu üzere uluslararası sözleşmelerin, Türkiye'nin taraf olduğu anlaşmaların iç hukukun bir parçası hâline getirilmesiyle ilgili düzenlemedir. Kim yapmış olursa olsun, güzel bir düzenlemedir. Ama pratikte karşılığı nedir? Yani aranızda insan haklarıyla, özgürlüklerle ilgili davaları takip edenler bilirler ki, bu 90'ıncı maddeyle ilgili ne maddenin kendisini -yani anayasal maddeyi- ne de bu maddeden kaynaklı olarak daha alt normları, yasaları, düzenlemeleri hiç yargı kararlarında referans olarak göremezsiniz. Yani özgürlükler lehine verilen bir karar ya da nefret suçlarıyla ilgili, ırkçılıkla ilgili, yabancı düşmanlığıyla ilgili, ayrımcılıkla ilgili bir mahkeme kararında 90'ıncı maddenin esas alındığını, 90'ıncı madde dolayısıyla Türkiye'nin taraf olduğu, imzaladığı sözleşmelerin esas alındığını göremezsiniz. Bu üzücü bir durum, bu kaygılandırıcı bir durum. Bu aslında Avrupa Birliği için yapılan düzenlemelerin içselleştirilmediğini de gösteren bir durum. Buna dair aktarılacak şey var.

Ben defalarca hâkim ve savcıların insan hakları eğitim programlarına katıldım; kaymakamların, valilerin insan hakları eğitim programlarına katıldım. Orada çokça duyduğumuz bir cümle vardır. "Bakmayın bize bu projeler kapsamında bu eğitimlerin verildiğine, aslında bu düzenlemeler konjonktürel düzenlemelerdir; mecburuz, yapmak zorundayız ama bunların uygulanabilirliği yok." Zaten inanmadığımız için de bunları uygulamaya geçirecek ne bir güvenlik bürokrasisi aklı, ne mülki idare sağduyusu ne de yargı vicdanı vardır. Dolayısıyla, galiba bu anlaşmaları burada onayladığımız gibi, bunların uygulanıp uygulanmadığını takip etme konusunda da bu çatının üzerine düşen denetleme görevini daha ciddiyetle, daha samimi, daha kararlı biçimde ortaya koyması gerekiyor.

Bu düzenleme, buranın gündemine neden bu kadar geç geldi? İşte, elimize ulaşan Dışişleri raporunda da değerlendirmesinde de gerekçede de ifade ediliyor. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruyla ilgili düzenlemenin henüz birkaç yıl önce yapılması bu gerekçelerden birisi.

Şimdi, bireysel başvuruyla ilgili düzenleme geç oldu, evet, önemli bir değerli kazanım ama biz henüz daha bu bireysel başvuruyla ilgili durumu içimize sindirmiş değiliz ki. Bir haftadır tartışmaya bakın. Gazeteciler Can Dündar ve Gül'le ilgili kararı -biraz önce de ifade ettim- Cumhurbaşkanı yerindelik nedeniyle tartışıyor. Cumhurbaşkanı her teknik konuyu ayrıntısıyla bilmeyebilir ama Adalet Bakanı da tartışıyor. Bu vahim bir durum. Bir hukukçu, mesleki olarak da bu işlerle uğraşan, adalet bürokrasisinin en başındaki isim, HSYK'nın Başkanı eğer Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruyla ilgili bir karanını böyle tartışmaya açarsa bizim burada böyle güzel düzenlemeleri geçirmemizin de çok bir anlamı yok ne yazık ki.

Bakın, çok açık bir durumla karşı karşıyayız. Bu bireysel başvuru doğrudan uzun tutuklulukla ilgili, bir kez daha çok net biçimde altını çizelim, sadece uzun tutuklulukla ilgili. Anayasa Mahkemesi kendini alt mahkeme yerine falan koymuyor, yerel mahkeme yerine falan koymuyor, diyor ki: "Benim bir kesin hüküm verme imkânım yok ama uzun tutukluluğun kendisi bir cezalandırmaya dönüşebilir. Dolayısıyla da bu..."

BAŞKAN - Sayın Bilgen, bir dakikanızı rica ediyorum, daha sonra bir dakika süre ekleyeceğim size.

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

D) Çeşitli İşler

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Azerbaycan Millî Meclisi Başkanı Oktay Asadov'a Başkanlıkça "Hoş geldiniz." denilmesi

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın İsmail Kahraman'ın davetlisi olarak ülkemizi ziyaret etmekte olan Azerbaycan Millî Meclisi Başkanı Sayın Oktay Asadov, Sayın Meclis Başkanımızla birlikte şu anda Meclisimizi onurlandırmışlardır. Kendilerine Meclisimiz adına "Hoş geldiniz." diyorum. (Alkışlar)

IX.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

2.- 11 Nolu Protokol ile Değişik İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmeye Ek 7 Nolu Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/481) ve Dışişleri Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 123) (Devam)

BAŞKAN - Sayın Bilgen, ekleyeceğim sürenizi.

Devam edebilirsiniz, buyurun.

AYHAN BİLGEN (Devamla) - "Bireysel başvurunun sadece tutukluluk hâlinin uzamasının bir cezalandırmaya dönüşmesiyle ilgili olduğu ve dolayısıyla da bu uzun tutukluluğun bir cezalandırmaya daha fazla dönüşmemesi için bir an önce tutuksuz yargılanmalarıyla ilgili bir karardır." Şimdi, bu karara rağmen, bu kararın bu kadar net olmasına rağmen ve önemli, değerli, Türkiye'yi uluslararası arenada da onore edecek bir durum olmasına rağmen buna tahammülsüzlük göstermek, bunu tepkiyle karşılamak anlaşılabilir bir durum değil. Çok açık bir tablo var, davanın esasıyla ilgili yerel mahkeme bir süre sonra yeniden tutuklama kararı verebilir, tümüyle cezasızlık kararı verebilir, ceza verebilir, bunların hepsi mümkün ama şu anda tutuksuz yargılanmayla ilgili bir karar verilmişse bu kararı herkesin içine sindirmesi, herkesin kabullenmesi ve "İyi ki Ankara'da böyle yargıçlar var." diye sevinmesi gerekiyor. Ama eğer yürütme, idare Anayasa Mahkemesinin kararını böyle karşılarsa, bu durumda ne olur? Mesela, bugün bazı gazetelerin manşetlerine taşıdığı gibi, işte "Zühtü" diye güya aşağılama, hakaret içeren ifadeler Anayasa Mahkemesi Başkanıyla ilgili kullanılır.

Mahkemelerin verdiği kararlar hoşumuza gittiğinde alkışlar ama rahatsız olduğumuzda aşağılarsak, o ülkede vatandaşın hukuka saygı duymasını, vatandaşın bu mahkemelerin verdiği kararlarla ilgili belki de hukuk devletinde olması gereken yaklaşımı sergilemesini beklememiz çok mümkün olmaz.

Biraz önce ifade ettim, biz bu düzenlemenin geç bile kalmış ama insan hakları açısından olumlu bir düzenleme olduğunu düşünüyoruz. Ama yabancılarla ilgili, sadece yabancılarla ilgili olmayan ama yabancılarla ilgili de boyutları önemli olan bu düzenlemeyle ilgili şu anda ülkede ciddi sorunlar yaşanıyor.

Yine, nasıl biraz önce bu iktidar dönemindeki olumlu düzenlemeleri ifade ettiysek olumsuz uygulamaları da ifade edelim. Türkiye, Türkiye'de ceza almış ve aslında idam cezası olduğu için ülkesine iade edilmemesi gereken mahkûmlarla ilgili geçmişte ciddi yanlışlar yaptı. Orta Asya ülkelerine iade edilenler oldu ve Türkiye bundan dolayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde tazminat cezasına çarptırıldı. Şu anda da fiilen gözaltı merkezlerinde şimdi onaylayacağımız düzenlemenin tanıdığı haklar gibi çok olumlu, çok değerli bazı düzenlemelerle ilgili uygulamalar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Biz süre eklemiştik Sayın Bilgen ama sözlerinizi tamamlamanız için bir dakika daha veriyorum.

Buyurun.

AYHAN BİLGEN (Devamla) - Özellikle, Aşkale'de yani yabancıların tutulduğu ve iade edilme ihtimalleri bulunan kişilerle ilgili şu anda da ciddi somut sıkıntılar var. İran'da idam cezası var. Dolayısıyla, bu kişiler hangi suçlardan dolayı mahkûmiyet almış olurlarsa olsunlar İran'a iade edilmemeleri gerekiyor. Bu konuda gereken hassasiyetin gösterilmesi ve sadece şimdiki yasal düzenlemenin değil, bugünkü uygulamanın da bu açıdan dikkatle denetlenmesi gerekiyor.

Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)