Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı Tümünün görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 57 |
Tarih: | 09.03.2016 |
HDP GRUBU ADINA GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle bakıyorum, burada Başbakan yardımcıları yok, Başbakan yok ve bize Hükûmet adına cevap verecek Sayın Mehmet Şimşek yok. Hani biz burada konuşacağız, eleştirilerimizi söyleyeceğiz ve Hükûmet cevap verecek. Hani Başbakan yok, Başbakan yardımcısı bize cevap verecek, o da yok.
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Maliye Bakanı orada, dinliyoruz.
GARO PAYLAN (Devamla) - Hayır, Mehmet Şimşek burada dinlemeliydi, en azından Mehmet Şimşek burada bence dinlemeliydi.
VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) - Bizi yoklama yapmak senin yetkinde değil.
GARO PAYLAN (Devamla) - Sayın Başkan ve değerli milletvekilleri; biliyorsunuz, bütçe maratonunun artık sonuna geldik yirmi altı gün -ben bir Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak- Komisyonda çalıştım bütçe üzerinde ve on üç gündür de Genel Kurulda görüşmeleri yapıyoruz. Bürokrasi ne getirdiyse aynen Komisyondan geçti ve Genel Kurulda da zaten bir şey değiştirme yetkisi yok, o şekilde geçecek.
Bakın, bütçeler bir ülkenin vicdanıdır ve biz 78 milyondan parayı nasıl topladığımız, ne şekilde topladığımız ve nasıl harcadığımız; o ülkenin, o devletin vicdanını belirler. Bütçenin gelir kalemlerine bakalım ve gider kalemlerine bakalım. Ne şekilde toplumdan vergi topluyoruz ve nerelere harcıyoruz?
Bakın, bugünlerde kötülük tekrar sıradanlaştı. Ülkemiz tarihinde pek çok dönemde kötülük sıradanlaştı ve bir türlü hayal ettiğimiz demokratik bir cumhuriyete, demokratik bir devlete kavuşamadık. Bugün tekrar insanlarımız ölüyor ve çok katmanlı pek çok gerilim alanı var. Toplum kutuplaştı. Biz bunların bütün emarelerini aslında hem bu Mecliste hem bütçemizde görebiliriz yani bütçe kalemlerinde.
Rakamlar soğuktur ancak o rakamların nereye harcandığına göre insanların can güvenliği, insanlık onuru, değerleri her anlamda risk altına atılabilir veya yok sayılabilir. Biz bütçemizde, pek çok anlamda, yok sayılanları, ötekileştirilenleri görüyoruz. Mesela, önce gelir anlamında başlayalım. Nasıl vergi topluyoruz? Gelir kalemlerine bakalım. Sayın Maliye Bakanı burada, şükür. Mesela, dolaylı vergilerle ağırlıklı olarak topluyoruz, hep eleştirdiğimiz konu Sayın Bakan. Hâlbuki, doğrudan vergilerle büyük oranda vergi toplayan devletler yani gelire oranlı olarak vergi toplayan, gelir ve servete oranlı vergi toplayan devletler, daha adil devletlerdir. Oysa, bizde gelire bakarak vergi toplamak diye bir şey yok. Gelir vergisi kaleminde 98 milyar var, sanıyorum 70 milyarını emekçiden alacaksınız Sayın Bakan. Geri kalan bir bölümünü küçük esnaftan, orta esnaftan alacaksınız; çok küçük bir bölümünü, o da sermayenin belirlediği oranda yani rantı alanların, kolay para kazananların belirlediği oranda. Kendi mali müşavirine gidip soracak, "Kaç para vergi verelim?" diyecek mesela "Sen 50 milyar yaz, 100 milyar yaz, 10 milyar yaz." dediği zaman kalemleri içinde ayarlanan bir vergi. Çünkü, Maliye Bakanının "Nereden buldun, senin vergi levhanda 10 milyar var, sen her ay 100 milyar harcıyorsun." diye sorma yetkisi yok.
VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) - Hiçbir mali müşavir bunu kabul etmez.
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Ya, biz ticaretten geliyoruz bunları bilmiyoruz. Sen nerede öğrendin bunları?
GARO PAYLAN (Devamla) - Dolaylı vergilere baktığımızda ise...
VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) - 100 bin mali müşavire hakaret ediyorsun.
GARO PAYLAN (Devamla) - Sayın Başkan, Sayın Davutoğlu'nun emri bitti mi acaba, laf atıyorlar sürekli AKP'li vekiller oradan.
BAŞKAN - Efendim, devam edin lütfen. Müdahale etmeyiniz! Siz de şahsiyet yapmayınız.
VEDAT DEMİRÖZ (Bitlis) - Mali müşavirleri hakir görüyorsunuz. 100 bin tane çalışan var, onlar da emekçi, yanlış konuşma!
BAŞKAN - Efendim, hatibe müdahale etmeyiniz lütfen!
GARO PAYLAN (Devamla) - Bir benzin istasyonuna gittiğinde çok mütevazı bir arabası olanla 1 milyon TL'lik arabası olan aynı vergiyi ödüyor. Bir buzdolabı aldığında en zengini de en fakiri de özel tüketim vergisi kanalında aynı vergiyi ödüyor. Oysa, biz OECD ülkeleri içinde, doğrudan vergi kaleminde, Avrupa Birliği içinde sonuncuyuz, OECD ülkeleri içinde de sondan 3'üncüyüz, doğrudan vergilerde. Yani, servet ve gelir vergilerinde maalesef son sıralardayız.
2002 yılında Türkiye'nin yüzde 1'i yani en zengin yüzde 1'inin sahip olduğu servet toplam servetin yüzde 36'sıyken bugün 2015 yılında yüzde 54'e çıktı. Bu nasıl oldu? Maliye politikalarıyla oldu. Evet, pasta büyüdü ama pastanın yüzde 36'sını alırken yüzde 1, bugün yüzde 54'üne sahip. Oysa, maliye politikalarımız geliri, serveti ve rantı vergilendiriyor oysaydı, bugün bu adaletsizlik söz konusu olmazdı. O açıdan, bu maliye politikalarını gelir ayağıyla sonuna kadar eleştiriyoruz.
Bakın, Tüketici Güven Endeksi ve Ekonomiye Güven Endeksi uzun yıllar sonra en düşük seviyelerine indi, 2011 yılından beri en düşük seviyelerinde. Oysa, siz ne demiştiniz, ne vadetmiştiniz? "Tek başına iktidar olacağız, istikrar olacak ve ekonomi büyümeye başlayacak, güven gelecek." Oysa, Ekonomi Güven Endeksi diplerde, Tüketici Güven Endeksi diplerde. Niçin bu oluyor? Baktığımızda, iç barışımızı tesis edemedik, hukukun üstünlüğü söz konusu değil, güçlülerin hukuku esas. Sayın Cumhurbaşkanının gözüne girip gözünden düşmekle orantılı olan sermaye gruplarına operasyonlar söz konusu. Böyle bir ortamda ne iç sermaye ne yabancı sermaye yatırım yapmaz.
Bakın, dün bir veri açıklandı, sanayi büyüme endeksi. Tüketim ürünlerinde büyüme var çünkü asgari ücrette bir artış yapıldı ancak yatırımda inanılmaz bir düşüş var. Çünkü, yatırımcı endişeli, yatırımcı yatırım yapmıyor ve bu da istihdam yaratamıyor. Bakın, işsizlik rakamlarında son derece uzun yıllar sonra tekrar yüzde 11 ve üzerine doğru bir trend var.
Oysa bir konu daha var tabii ki bu gerilemede "Güvenli bir ülke miyiz değil miyiz?" meselesi. Güvenli bir ülke maalesef değiliz. Her anlamda ülkemiz iç barışını tesis edememiş bir ülke olarak görülüyor; bombaların patladığı, ölümlerin her gün olduğu, kötülüğün sıradanlaştığı bir ülke. Bu anlamda da maalesef eksikliklerimizi gideremedik, demokrasimizi kurumsallaştıramadık.
Ama en önemli mesele bakın hukukta, hukukun üstünlüğü. Hukukun üstünlüğüne biz Meclis olarak sonuna kadar sahip çıkmalıyız, bütün kurumlar sahip çıkmalı. Bakın, bugünlerde çok tartışılan denge ve denetimi konuşuyoruz yani kuvvetler arası denge ve denetim, Anayasa tartışmaları söz konusu olacak. Oysa, yasama-yürütme-yargı noktasında baktığımızda, bütün bu kuvvetler arası dengeyi savunması gereken Sayın Cumhurbaşkanı çok yakın zamanlarda bakınız ne dedi kaymakamlara: "Mevzuatı bir kenara koyun." Sayın Cumhurbaşkanı hukuku yok saydı. Ya, biz hiç şunu düşünmezdik: Bir darbe hukukunu değiştirmek istiyoruz ancak bunu savunmak zorunda kalmak bile züldür ama Sayın Cumhurbaşkanı attığı adımlarla, söylemleriyle bizi, maalesef, mevcut bürokrasiyi, mevcut hukuku ve mevzuatı savunmak durumunda bırakıyor. Anayasa Mahkemesinin bir kararına karşı "Tanımıyorum, yok sayıyorum, saygı duymuyorum." diyebiliyor. Bakın, eğer ki Sayın Maliye Bakanı, siz, hedeflediğiniz vergileri toplamak istiyorsanız önce, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, hukukun üstünlüğü demelisiniz çünkü ekonominin çarklarının dönmesi buna bağlıdır.
Orta gelir tuzağı ve orta teknoloji tuzağındayız. Ülkemiz maalesef o orta gelir tuzağını çok zor aşacak. Çünkü, özgürlüklerin olmadığı ülkede... O hedeflediğimiz yüksek teknolojili ürünler yapacağız ve satacağız... Pek çok bakan geldi Komisyonda anlattı, burada anlattı ama bir türlü o noktaya varamadık. Çünkü, özgür düşüncenin olmadığı yerde özgün fikirler çıkmaz, yüksek teknolojili ürünler çıkmaz. Demokrasisini kurumsallaştırmış yerlerde, hukukun üstün olduğu yerlerde bu ürünler çıkar, bu zihinler onları üretir. Şu anda beynin, beyin gücünün, özgür düşüncenin, yaratıcı düşüncenin hâkim olduğu yeni dünyadayız ama biz hâlâ eski kalıplarımızda hareket ettiğimiz için orta gelir tuzağındayız ve orta teknoloji tuzağındayız.
Dün -AB Bakanımız da buradaydı ama gitmiş galiba- AB'yle müzakereler söz konusu oldu ve AB Bakanımız, Sayın Başbakan, Dışişleri Bakanımız müzakereler yürüttüler. İşte, mültecileri tutalım, burasını, Türkiye'yi güvenli bir bölge hâline getirelim, size gelen mülteciyi de geri alalım, karşılığında 3 milyar euroyu alalım. Buna indirgenmiş bir pazarlık maalesef. Gerçekten utanç duydum, şu anlamda: Mülteciler tabii ki bizim misafirimiz, hatta başımızın üzerinde yeri var, ne yapsak yeridir ancak bunların bir pazarlık konusu olması ve Sayın Cumhurbaşkanının tabiriyle "Parayı al da gel." noktasına indirgenmesi ve bunun karşılığında AB'den aldığımız cevaplar; basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, gazetelere kayyum atanması, insan hakları, insan can güvenliği, bütün bu çerçevelerde eleştirilerle karşı karşıya kaldık. Sayın Cumhurbaşkanının bir ifadesi vardı "Kopenhag Kriterlerinin yerine Ankara kriterleri koyacağız." Kopenhag Kriterleri zaten artık konuşulmuyor ama biz Ankara kriterlerini sevmedik. Bizim tekrar o vizyona, Kopenhag Kriterleri vizyonuna ivedilikle dönmemiz gerekiyor.
Gelir konusunda ifadelerimi kullandıktan sonra şimdi bir de gider kalemlerine bakalım. Bütçemiz nasıl para harcıyor? Bu noktada vicdanı temsil ediyor mu? Adaleti temsil ediyor mu? Emekten yana mı? Toplumsal cinsiyet eşitlikçi mi? Etnik kimlikler konusunda eşitlikçi mi? İnançlara eşit çerçevede mi bakıyor? Ekolojist bir perspektifi var mı? Merkezî mi yoksa ademimerkeziyetçi mi? Bütün bu çatışma alanları, bakın, toplumumuzun bütün bu saydığım maddeler çatışma alanları. Oysa baktığımızda bütün bu konularda hâlâ o dar kalıptan çıkamamış, tekçi anlayış çerçevesinde yürümeye çalışan ve bu çerçevede toplumu kutuplaştıran, bazı kesimlere hizmet verirken bazı kesimleri yok sayan bir bütçemiz var.
Mesela bütçemiz merkezî bir bütçe. Her gün, bakın, Meclisimize de, bakanlıklara da Türkiye'nin her yerinden heyetler geliyor, taleplerde bulunuyorlar "Okul yapın, hastane yapın, yol yapın." diye. Mesela bu konudaki en çarpıcı örneği Komisyonda Sayın Salih Cora verdi. Hani Tarım Bakanımız geldi, Tarım Bakanına dedi ki: "Ya, Tarım Bakanımız, sağ olun, bize inek gönderiyorsunuz ama gönderdiğiniz inek Karadeniz şartlarına uyumlu değil, düz araziye göre uyumlu ve bu hayvan burada yürüyemiyor, iklim şartlarından dolayı da telef oluyor." Ben de Sayın Salih Cora'ya dedim ki: Sayın Salih Cora, bu konuda demokratik özerkliğe ihtiyacımız var. Merkezî bakarsak ineği alır o merkez bütün Türkiye'ye aynı ineği gönderir. Bir yere uyar o inek, başka yere uymaz. Oysa ademimerkeziyetçi bakarsak her yerin bir değeri olduğunu, her yerin bir iklimi olduğunu, gerçekliği olduğunu bilir ve ona göre talep eder, o yereller o bütçeyi harcarlar. Ama maalesef, Sayın Cora en etkin örneği verdi bence.
Bakın, bir etkin örnek daha var. Çevre Bakanımız geldi, kendisini eleştirdim bir İstanbul Milletvekili olarak. Dedim ki: İstanbul'un şu anda bütün imar planlarını siz yapıyorsunuz. Hâlbuki herkes Kadir Topbaş'a kızıyor. Bakın, İstanbul'da sahil yolları, her yer, o hava kanalları tamamıyla betona gömüldü Çevre Bakanlığının verdiği imarlarla, hem de silüeti yok oldu. Kızdığımız kişi Kadir Topbaş. İstanbul'da anket yapın, bu konuda herkes Kadir Topbaş'a kızar. Seçilmiş Belediye Başkanı. Oysa biz ziyaret ettik Kadir Topbaş'ı. "Sayın Kadir Topbaş, lütfen bu konuda adım atın." dedik ama o da dedi ki: "Hiçbirine ben imza atmıyorum. Çevre Bakanlığı imzalıyor, bizden geçmiyor bile." Sayın Kadir Topbaş da bu konuda çok şikâyetçiydi ve yetkinin kendisinde olmasını istiyordu. Yani Kadir Topbaş da ademimerkeziyetçi, demokratik, özerk bir sistemi savunuyor. Türkiye'nin her yerinde, madem seçtik, belediye başkanlarımız, belediye meclislerimiz imar vermeli. Bunun dışında herhangi bir merci vermemeli. Çevre Bakanımıza da bu konuda eleştirilerimizi sunduk.
Diğer bir nokta, Diyanet İşleri Başkanlığı. Örnek olsun diye birkaç noktadan örnekler veriyorum bütçeyle ilgili. Hepimiz vergi veriyoruz, ben de vergi veriyorum; Hristiyanlar, Müslümanlar, Aleviler, her mezhepteki insan, her dindeki insan vergi veriyor. Oysa Diyanet İşleri Başkanlığımız tek bir dine ve onun tek bir mezhebine hizmet ediyor. Oysa biz, yalnızca devletin bir dini olamayacağını ve bütün dinlere eşitlik çerçevesinde hizmet eden belki bir koordinasyon kurulu olması gerektiğini ve dinin özgürleşmesi gerektiğini savunduk. Pek çok AKP'li de iktidar olmadan önce bunları savunuyordu ancak şu anda baktığımızda, Diyanet İşleri Başkanlığının o tekçi yapısını ve dini, siyasetin hegemonyası altında bırakan o anlayışını devam ettiriyorlar.
Oysa, bakın, Sayın Cumhurbaşkanının bir tabiri vardı "Dindar bir toplum istiyorum." diye. Peki, ben şunu söyleyeceğim: Madem dindar bir toplum istiyorsunuz neden Ruhban Okulunu açmıyorsunuz?
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Sizce neden?
GARO PAYLAN (Devamla) - Yani Hristiyanların da dindar olmaya hakkı yok mu? Neden? Neden mesela Ermeniler Patrikhanesinin Ruhban Okulu var da kapalı? Şu anda Heybeliada Ruhban Okulu kapalı, neden?
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Neden?
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Sizce, sizce...
GARO PAYLAN (Devamla) - Neden kapalı?
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Sizce neden?
GARO PAYLAN (Devamla) - Bilmiyorum işte.
Bakın, cemevlerine siz şu anda bir çerçeve çizmek istiyorsunuz. Bırakın Aleviler kendilerince, kendi özgünlüklerinde cemevlerinin çerçevesini çizsinler. "İrfan merkezi" olarak tanımlamaya kalkıyorsunuz.
Bir devletin dini olmaz. Devlet inançlara arzu ederse hizmet verir. O çerçevede, Diyanet İşleri Başkanlığında harcanan bütçede bizim de vergilerimiz var ve ben bu konuda, açıkça söyleyeyim, hakkımı helal etmiyorum. O çerçevede, eşitlik çerçevesinde bakması, bütün inançlara eğer hizmet ediyorsa eşitçe hizmet etmesi gerekiyor.
Bir örnek daha vereyim, Dışişleri Bakanlığı... Dışişleri Bakanı geldi "İşte, biz, soydaşlarımızla şöyle ilgileniyoruz, şöyle hizmet ediyoruz." dedi. Sayın Tuğrul Türkeş geldi, işte, soydaşlarımızla ilgili pek çok ifadeler kullandı. Yalçın Akdoğan TİKA'yla ilgili "Soydaşlarımıza şu hizmeti veriyoruz." dedi.
Bakın, şunu söyleyeyim: Nasıl bir devletin dini olmazsa bir devletin soyu da olmaz. Evet, kişilerin soyu olur. Benim soydaşlarım var.
GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) - Soysuz muyuz yani biz?
GARO PAYLAN (Devamla) - Hayır, hepimiz soyluyuz.
GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) - E, tamam.
GARO PAYLAN (Devamla) - Hepimizin soydaşları var ama devletin soydaşı olmaz. Çünkü burası çok etnisiteli, çok dilli, çok kimlikli bir yer. Devletin vatandaşları olur.
Bakın, Suriye politikamıza bakalım. Niye biz oradaki yangına şu anda benzin döktük çünkü din ve dinin bir mezhebi ve soy çerçevesinde baktık. Bayır Bucak Türkmenleri ve orada bazı cihadist örgütlere destek verdik.
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) - Yalan!
GARO PAYLAN (Devamla) - Oysa bunun hiçbirine de hayretmediğini gördük. Sınırın, bakın, bu tarafı nasıl çok kimlikli, çok dilli, çok kültürlüyse sınırın karşı tarafı da çok dilli, çok kültürlü.
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) - Ezidiler geldi. Kimse kapısını açmadı biz açtık. Biliyorsunuz değil mi?
GARO PAYLAN (Devamla) - İçerde iç barışını tesis edememiş bir Türkiye, tabii ki, dışarıya da yani Suriye'ye de, aynı şekilde çok kimlikli olan Suriye'ye de bu konuda soydaş bakışıyla, tabii ki, o yangına benzin dökemeyecekti.
İçişleri Bakanıyla ilgili de bir örnek vereyim. Şimdi, kişisel verilerin korunması kanununu tartışacağız arkadaşlar. Ve Sayın Bakana Komisyona geldiğinde "Bakın, bu devlet bana bir soy kodu verdi. Benim soy kodum 2. Sizinki kaç?" diye sordum. Ermenilerin soy kodu 2. Dedi ki: "Benim soy kodumu bilmiyorum." Neyse sonra öğrenmiş...
Ermenilere, Süryanilere, Rumlara, bu devlet soy kodu vermiş ve bu soy kodu üzerinden pek çok suç işlemiş. Varlık vergisi gibi, 6-7 Eylül olayları gibi ve devlet memuru yapmama gibi pek çok suç işlemiş. "Bunları kaldırdık." dediler nüfus müdürlüğünden, ben de teşekkür ettim. Ancak geçen gün bir haber faş oldu. Bir MİT belgesi düştü. Bakın, 2011 yılına ait, AKP dönemine ait bir MİT belgesi, gizli bir belge. Gizli bir belgede ne diyor: "Millî İstihbarat Teşkilatı olarak ekteki belgeyi dikkatinize sunuyorum." Ve şöyle bir şey incelemiş MİT, hâlâ, bakın 2011 yılında ve hâlâ da muhtemelen inceliyor: Ne diyor? "Diğer Etnik Bölücü Faaliyetler." Başlık "2. Diğer Etnik Bölücü Faaliyetler" "2.1.Ermenilik" Etnik ve bölücü faaliyetin adı Ermenilik. Diğer maddelerde bakıyoruz: Alevi, misyonerlik, soya dayalı pek çok, işte, Rumluk faaliyetleri; işte, ruhban okulunun açılma talebi bölücü faaliyetmiş, Hrant Dink'le ilgili adalet talep etmek bölücü faaliyetmiş ve en kötüsü, diyorum ya, faaliyetin ismini Ermenilik koyuyor. Ya, bu feyzi nereden alıyor ama? Bakın, geçen gün Erzurum'da bir tören oldu. Törende...
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) - Garo Bey, bu belge bizde yok, sizde nasıl var?
İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Nereden aldın o belgeyi?
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) - Garo Bey, belgeyi nereden aldınız?
GARO PAYLAN (Devamla) - Belgeyi Hrant Dink dosyasından bulduk.
İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Nasıl girmiş oraya?
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) - Resmî, açık yani?
GARO PAYLAN (Devamla) - Gizli belge faş oldu. Bakın, yıllar sonra faş oluyor.
Geçen gün Erzurum'da bir tören vardı, işte, Ermeni çeteler Müslümanları katlediyorlar. Onlar, işte, şarap içiyorlar böyle, cami yakıyorlar ve sonra ahali gelip o Ermeni çetecileri öldürüyor. Böyle bir hikâye ve belediye başkanının açıklaması nefret suçları dolu. Bu feyzi nereden alıyor? Bakın, İçişleri Bakanına sordum: "Nasıl bir eğitim veriyorsunuz ki Silopi'ye gidip, güvenlik güçleri 'Ermeni p.çleri' duvarlara yazabiliyor?" diye sordum. Oraya giden güvenlik güçleri anonslarında "Sizi gidi Ermeniler." diye anonslar yapabiliyorlar. Böyle ırkçı bir anlayışla karşı karşıyayız. Bu feyzi nereden aldığını ben çok iyi anladım çünkü Sayın Başbakan geçenlerde Bingöl'de yaptığı açıklamada "Ermeni çeteleri Birinci Dünya Savaşı'nda Ruslarla iş birliği yaptılar ve şu anda HDP de aynı şekilde Rusya'da ofis açtı." diyebildi. Yani bu feyzi nereden aldığı açıkça ortada. Her halkın adı o halkın onurudur. Bir halkın yanına bir sıfat konulmaz, kişilerin yanına sıfat konulur. Her milletin içinde de her türlü insan olabilir ama o milletin adı "Ermeni" yanına "çete" konularak anılmaz.
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) - Siz kaç gündür kürsüden "hain devlet, katil devlet" diyorsunuz. Bu hangi sıfata yakışıyor Sayın Vekil? Siz söylemiyor musunuz "hain devlet" diye?
GARO PAYLAN (Devamla) - Bakın, bir örnek daha vereyim Millî Eğitim Bakanıyla ilgili: Ana dili temelli çok dilli eğitimi savunuyoruz biliyorsunuz. Ben de ana dili temelli çok dilli bir eğitim kurumunda okudum ve sonra yöneticilik yaptım. Gördüğünüz gibi, Türkçem fena değil hani, kendimi ifade edebiliyorum ama ana dilimle başladım eğitime anaokulunda. Sonra ilkokulda ana dilim ve ulusal dil Türkçe girdi hayatıma, Türkçeyle beraber yürüttüm, iki dilli oldum. Sonra İngilizce girdi, üç dilli oldum. İngilizceyi de diğerlerine göre daha rahat öğrendim çünkü dil bilmeyi öğrenen bir çocuk yeni dilleri daha kolay öğrenir ve pedagojiktir bu. Oysa, Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi diyor ki: "Ben 110 milyar TL harcayacağım ama ana dilinde eğitim yapmak isteyen insanlara 1 TL'm yok." Bu mudur adalet, bu mudur eşitlik, bu mudur pedagoji?
Eğer ki toplumsal barışa hizmet etmek istiyorsak hayatın her alanında artık bu eski kalıplardan çıkmamız gerekiyor ve Millî Eğitim Bakanlığı bunun başındadır çünkü biz üç kuşak kaybettik, bari dördüncü kuşağı kaybetmeyelim arkadaşlar.
Sonuç olarak, bakın, bize dar bir kalıp ve bir deli gömleği giydirildi yaklaşık yüz yıl önce. O dar kalıptan ve deli gömleğinden bir türlü sıyrılıp çıkamadık ve her seferinde o dar kalıp ve deli gömleği bize bir düşman gösterdi; iç düşman, dış düşman ve o iç düşmana ve dış düşmana inanmamız istendi. "Onlar hain." dediler, "Onlar terörist." dediler. Kendi çözemediği her meseleye "hain" yaftası attılar tıpkı bugünlerde olduğu gibi. Muktedirler anlayamadıkları her konuya, çözüm bulamadıkları her konuya "hain" derler, tıpkı bu konumdaki başka üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi.
Bakın, Henry Thomas Buckle demiş ki: "Suçu toplum hazırlar, suçlu işler." Adalet olmuyorsa barış da olmuyor ve gerilimler oluyor. Benim dedemin bir örneği var, ben de babamdan dinledim bunu. Bir gün hırsız girmiş evlerine, babam ve amcam yakalamış ve hırpalamaya başlamışlar, "Hırsızı yakaladık baba." demişler. Dedem gelmiş yanlarına, zannetmişler ki hırsızı dövecek, babam ve amcamı dövmeye başlamış, "Siz utanmıyor musunuz?" diye. "Bir kendi kıyafetinize bakın, bir o 'hırsız' dediğinizin kıyafetine bakın. O çocuğun ayağında ayakkabısı yok." demiş ve çocuğu almış, giydirmiş, yedirmiş, bir işe koymuş ve ondan sonra da hamisi olmuş, bir yarı baba gibi olmuş kendisine. Yani toplumun her alanında, hayatın her alanında adil değilsek, eşit değilsek suçu hazırlarız, sonra birisi isyan eder ve o isyan edene "hain" deriz, "hırsız" deriz, "terörist" deriz. Buna hakkımız var mı? Biz hazırlamışız o suçu.
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) - Bizim evimize girenlerin elinde silahlar var, silahlar; roketatarlar var.
GARO PAYLAN (Devamla) - Hayatta işlenen her suç da bir sonuçtur. Neden, biziz, Meclis olarak çözüm bulamamamız. Biz eğer ki bu konularda, bütün fay hatları konusunda çözümler bulabilmiş olsaydık şu anda pek çok noktada suçların işlenmediği bir Türkiye'yle karşı karşıya kalabilirdik.
FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Bu ülkede adalet de var, eşitlik de ama hainliğe prim yok!
GARO PAYLAN (Devamla) - Bakın, aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar alamayız, bunu pek çok kez söylüyoruz. 1930'larda da bu devlet "temizlik" dedi, 1938'de de "temizlik" dedi Dersim'de, 1990'larda da "temizlik" dedi, 2016'da da "temizlik" diyor. Oysa aynı şeyleri yaparak asla farklı sonuçlar almadık ve alamayacağız. Einstein'ın lafı: "Ancak ahmaklar bunu yapar, aptallar bunu yapar." Bizse çözüm üretmek için buradayız arkadaşlar, birbirimize hakaret etmek için değil.
Bakın, Rakel Dink, Hrant Dink'in cenazesinde "bebeklerden katil yaratan karanlık" demişti, doğrudur. 16 yaşındaki Ogün Samast gelip Hrant Dink'i "Türk düşmanı" diye öldürmüştür çünkü bu ülkenin yargısı ona öyle söylemiştir, medyası Hrant Dink için "hain" demiştir. Yani suçları maalesef biz hazırlıyoruz ve bebeklerden katil yaratıyoruz.
Ve güvenlik bürokrasisi şu anda ülkeyi yönetiyor, demokrasi bürokrasisi değil, özgürlük bürokrasisi değil. Özgürlükçü bir Meclis anlayışımız yok. Ama bakın arkadaşlar, güvenlik bürokrasisine de biz güvenmeyelim. Savaş maalesef tekrar başladı, gerilim tekrar başladı. Oysaki, güvenlik bürokrasisi Türkiye tarihinde defalarca bize yalan söyledi. Bakın, 2 polis evinde öldürüldü öyle değil mi? Başbakana bir rapor gitti, dedi ki: "Kandil'den telsiz mesajı gelmişti." Hâlâ onun açığa çıkmış noktası yok. O gece uçakları kaldırıp Kandil'i bombalamaya başladı ve o günden beri de tabut taşıyoruz maalesef arkadaşlar. Oysa 6-7 Eylül 1955'te de devlet demişti ki: "Atatürk'ün evi bombalandı Selanik'te." Oysa orayı bombalayanlar MİT elemanlarıydı. Yirmibeşoğlu bunu itiraf etti, "Muhteşem bir organizasyondu." dedi. Biz devlet bürokrasisinin, özellikle güvenlik bürokrasisinin bize söylediği her şeye kuşkuyla bakmalıyız. Sayın Cumhurbaşkanının etrafını dört yıl önce nasıl Fethullahçılar sardıysa bugün de tekrar Ergenekoncular sardı, güvenlik bürokrasisi sardı ve ona risk olduğunu, devletin büyük bir risk altında olduğunu ve içeride de dışarıda da bu riskle savaşmamız gerektiğini söylüyorlar. Meclisimiz devre dışı ve emirler maalesef saraydan geliyor bu anlamda.
Bakın, Sırrı Süreyya Önder bir film çekse mesela Mandela'nın isyanıyla ilgili, Arafat'ın isyanıyla ilgili, İngiltere'deki, İrlanda'daki IRA'nın isyanıyla ilgili veya Bosna'yla ilgili, biz hep mağdur tarafta dururuz, gadre uğrayan tarafta dururuz. Oysa bugün Cizre'de, Silopi'de, Sur'da da filmler çekiliyor arkadaşlar, insanlarımızı kaybediyoruz. Oysa biz, orada insanlarımızı yakan, top atışında bulunan insanlara "hain" diyoruz.
Bizim bu meseleyi çözmek gibi bir sorumluluğumuz var. Birbirimizi tahkir ederek bir yere varamayız. Birbirimizi eleştirmekten korkmayalım ama bu girdaptan, bu saray darbesinden, bu güvenlikçilerin darbesinden bir çıkış bulmalıyız Meclis olarak. Yani, yangına su dökmeliyiz el birliğiyle tekrar, müzakerelere dönmeliyiz, çözüm önerisi sunmalıyız, demokratik bir anayasaya tekrar ulaşmalıyız.
Bakın, basın bugün devre dışı, eleştirilmiyorsunuz. Evet, bazı gazeteler var, yalnızca hakaret ediyorlar, onları saymıyorum ama eleştirebilen köşe yazarı kalmadı. Eleştirilemediğiniz için de hata yapmaya devam ediyorsunuz. O açıdan, eleştirilmekten değil, eleştirilmemekten korkun.
Bizler Meclisin itibarını korumalıyız. Kuvvetler ayrımına "kuvvetler uyumu" diyen Cumhurbaşkanına karşı "Hayır, milletin iradesi buradadır." demeliyiz. "Ben yüzde 52'yle seçildim." diyor Sayın Cumhurbaşkanı. Vallahi, bizim grupta yüzde 85'le, yüzde 90'la seçilen arkadaşlarımız var. Hepimiz millet iradesiyle seçildik ve milletin iradesi buradadır, çözüm önerisi sunacak yer burasıdır ve son söz olarak da şunu söyleyebilirim...
Sayın Başkanım, bir dakika verecek misiniz bana da?
BAŞKAN - Bir dakika daha...
Toparlayın lütfen.
GARO PAYLAN (Devamla) - Orta Çağ filozofu Augustine şunu söylemiştir: "Devletin içinden adaleti çıkarırsanız, devlet bir suç örgütüne dönüşür." Maalesef pek çok noktada suç işliyoruz ve adaletsiz davranıyoruz. Burada çözümse, demokrasi yolunda ve bu darbeci anayasa yolunda çözümler bulmak ve siyaseti tekrar hâkim kılmaktır. Siyaset kurumu pek çok noktada aşınmıştır. Siyaset kurumunu devreye sokmalıyız, çözüm önerilerini Mecliste aramalıyız, birbirimizi tahkir etmekten vazgeçmeliyiz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)