| Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Tasarısı Maddelerinin görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 56 |
| Tarih: | 08.03.2016 |
HDP GRUBU ADINA ALİCAN ÖNLÜ (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Konuşmama başlamadan önce, Zarifeler, Beseler, Sakineler, Pakizeler, Fatmalar ve Seveler gibi teslim olmayıp da direnen, tüm yüreği özgürlük sevdası için çarpan kadınların 8 Mart Kadınlar Günü'nü kutluyorum.
2016 Yılı Merkezi Bütçe Yasa Tasarısı'nın 15'inci maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki maddede belirtilen kurum ve yürütme faaliyetleri üzerine çokça şey söylenebilinir. Ancak, bu temel kurumların adının geçtiği her yerde teknik bütçe mevzuatı dışında oldukça büyük kitle trajedilerinin göze çarptığını ifade etmek zorundayız.
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Sayıştay, Maliye Bakanlığı ve daha birçok bakanlığın adının geçtiği yerde binlerce şerh koymak bugün insani ve vicdani bir sorumluluk hâline gelmiştir. Zulmün, işkencenin, kadın bedenine yönelik bütün saldırıların zeminini yeniden ve yeniden üreten bu kurumsal işleyişler, sorun çözen değil, bizzat sorunun kendisi olmuştur.
Hukuksuzluğunuza şerh koyuyoruz, hukuk tanımazlığınızı da tanımıyoruz. İnsanlık onuru adına yolsuzluğa, hırsızlığa, emek sömürüsüne, ranta, talana karşı sonuna kadar mücadele edeceğimizi bir kez daha ifade etmek istiyoruz.
Maalesef, artık bu kurumlar ve yürütme faaliyetleri, evrensel standartları ve hukuku geçtik, iç hukuka dahi artık dayanmamaktadır.
Osmanlı'nın son dönemindeki İttihat ve Terakkinin Anadolu'yu halklar mezarlığına çeviren politikaları bugün bu kurumların rehberi olmuştur. Dönemler farklıdır ama kurumlar ve icraatları aynıdır. O gün de devlet derindi, bugün de derin. O dönem Enver Paşa'ya bağlı Teşkilat-ı Mahsusa faaliyet yürütürken bugün saraya bağlı esedullah timleri aynı rolü üstlenmiş durumdadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1915 Ermeni, 1925 Şeyh Sait, 1937-1938 Dersim, Maraş, Çorum, Gazi, Sivas, Gezi, Roboski, Cizre; hepsi aynı aklın ama farklı dönemin icraatlarıdır. Bu benzetmeler farazi değildir. Kürtlere yönelik imha, inkâr ve asimilasyon politikalarının kökeni Osmanlıların son dönemlerine dayanmaktadır. Yeni kurulan devletin kodlarını ise tek dil, tek millet, tek din oluşturuyordu. Bu tekçi zihniyet, bir halklar bahçesi olan Anadolu ve Mezopotamya'yı âdeta bir mezarlığa çevirdi. Türkiye Cumhuriyeti, ilk yıllarında Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe giren 27 maddelik Şark lslahat Planı'yla Kürt sorununu, şiddet, baskı ve asimilasyonla çözme hedefini önüne koymuştu. İşte bu plan, 1925'te Şeyh Sait, 1930'da Ağrı Zilan, 1937-1938'de Dersim başta olmak üzere, birçok katliamı gerçekleşmiştir. Dersim'e yönelik gerçekleştirilen katliamlar bugün iktidar partisi yetkilileri tarafından kınanmış, bizzat şimdiki Cumhurbaşkanı "Dersim'de yaşananlar, Dersim'de devletin işlediği katliamdır." diyerek özür dilemişti. Özür sonuçta bir sözdür, özür dilenir ama katliamın sonuçlarını ortadan kaldıran bir siyaset izlenmeden özür dilemenin hiçbir anlamı ve faydası yoktur. AKP, saray, bırakalım, geçmişte yaşanan katliamların izlerini ortadan kaldıracak adımları atmayı, bugün Şark Islahat Planı'nı rehber alan çökertme ve master planlarıyla yeni katliamlar devreye sokmaktadır. Şimdi sormak gerekiyor, çökertme ve master planlarının yüzyıldır Kürtlere karşı uygulanan inkâr ve imha planlarından farkı nedir? Bugün master planıyla AKP Hükûmeti Şark lslahat Planı'nı güncelleştirip uygulamaya sürmüştür.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biliyorsunuz 2014 Eylül ayında Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı Genelkurmay Başkanlığına bir çöktürme planı hazırlayıp sundu. Bu plan savaş simülasyonuna çevrilerek çöktürme planı olarak Hükûmete sunuldu. Bu plan Sri Lanka'da Tamillere karşı 2009'da uygulanan soykırım harekâtını rehber almıştır. Buna "soykırım" diyen biz değiliz. Bugün Sri Lanka'da katliam yapan yetkililer uluslararası ceza mahkemesinde yargılanmakla karşı karşıyadır.
Görüyoruz ki AKP Hükûmeti Kürt sorunu konusunda tarihte de, günümüzde de kendisini katliamlara kilitlemiş ve bunu kendine rehber almıştır. Mevcut savaş simülasyonlarıyla bu plan 15 bin Kürt'ün katledilmesini, 300 bininin toplama kamplarına toplatılmasını, 7-8 bin arasında tutuklamaların gerçekleştirilmesini hedeflemiştir.
Bu plana göre özel polis kuvvetleri ve özel askerî komandolar eşliğinde ordu güçleri şehirleri kuşatarak mahallelere ve yerleşkelere operasyonlar düzenleyecek. Bugün Cizre, Nusaybin, Silopi, Sur, Dargeçit ve Silvan'da uygulanan yöntemler bunlardır. Ablukaya alınan yerleşkelerde yaşamsal alanlar tahrip edilerek geri dönüş koşulları ortadan kaldırılacak ve kitlesel imhalar, tutuklamalar ve boşaltmalarla yerleşkeler sözde huzura kavuşturulacaktır.
Bu savaş simülasyonunda, imha planında sivil halka yönelik olarak atılacak adımlar tek tek uygulanmıştır. Şark lslahat Planı'ndan çökertme, çöktürme ve master planına gelinmiştir. "Çözüm süreci bozulmasın, analar ağlamasın." diye yola çıkan bir Başbakandan şimdiki saraya nasıl gelindi? Bugün yaşadıklarımızın daha önceden planlanmadığını, reaksiyonel politikalar olduğunu düşünmek bir saflıktır, çokça da "hendekler" diye dile getiriliyor ya. 2014'te planlanıp işte bugün hayata sürülendir.
Başbakan Davutoğlu, 2014 yılında katıldığı bir televizyon programında güvenlik güçlerine "Hazır olun, zamanı geldiğinde emir vereceğim." diyordu, çözüm süreci yürütülürken bugünkü imha saldırılarını hazırlıyor ve karanlık faaliyetler içinde bulunuyordu. Roboski, Cizre, Sur ve daha nice zulüm AKP'nin, sarayın bizatihi sorumluluğunda gerçekleşmiştir.
Bugün, Cizre'de, Sur'da yaşananlar, kadınların, çocukların diri diri yakıldığı korkunç katliamların emrini verenlerin ve yapanların nasıl çığırından ve hukuktan çıktığı şimdi görülmektedir. İnsanlığa karşı suç işliyorsunuz. Hukuk önünde bu halka ve insanlığa siz hesap vereceksiniz.
Dersim 1938 ile Cizre 2016 zulmü aynı zihniyetin ürünüdür, aynı zihniyetli güçlerin icraatıdır. Söz konusu olan Kürtler olunca sarayıyla, Hükûmetiyle, Genelkurmayıyla, medyasıyla, kalemşorlarıyla tek vücut oluyorsunuz. Saray, Başbakan, ordu mensupları, kolluk kuvvetleri, mülki amirler, bürokratlar bu suçun ortağıdır. Bunun üzerinden yüz yıl geçse de yargılanacaksınız, bu suçun utancı kuşaklar boyunca sürecektir.
Katliam politikalarının bir an önce son bulması, operasyonların durdurulması gerekiyor. Ülkemizdeki barışın, çözümün önündeki en büyük engel Cizre'deki bodrumlarda insanları canlı canlı yakanlardır. Bunlarla hesaplaşmadan, bunlara hukuk önünde hesap sormadan barış ve çözümün gelişmesi zordur.
Bakın, 1937'de Dersim önderi Seyit Rıza'nın darağacına çıkarılırken söylediği sözler: "Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun."
Bugün, Cizre'de vahşet bodrumlarında katledilen Cizre Halk Meclisi Eş Başkanı Mehmet Tunç'un da son sözleri: "AKP faşizmine Cizre halkı olarak diz çökmeyeceğiz. Kalan insanlarımız bizimle gurur duysun." demiştir. İnsanlık ve bizler sizinle gurur duyuyoruz. Bu benzerliği görün, bundan ders çıkarın. Çökertme planınız ve imha çabanız boşadır.
Elli beş saniye süre var. Bir önceki konuşmada yanlış bir anlaşılma vardı. Orada AKP'nin bölgeye görevlendirdiği milletvekili arkadaşların bir kayyum olarak nitelendirilmesi... Böyle bir hakkı, böyle bir sorumluluğu yoktur demek istemedim. Biz de milletvekilimizin olmadığı birçok ile gidip çalışma yürütüyoruz. Söylemek istediğim, eğer gittiğimiz illerin inancı, kültürü, değer yargılarının dışında başka bir şey dayatılıyorsa "kayyum" olarak söyledik, yoksa niyetim... Tabii ki her arkadaş, her milletvekili istediği her yerde görev alacaktır, çalışma yürütecektir.
RUHİ ERSOY (Osmaniye) - Sayın Vekilim, Hayati Bey'in tekzibini de hatırlatın!
ALİCAN ÖNLÜ (Devamla) - Bir diğeri, "sapık fetva" dediğim, verilen fetvaların sapıklığı değil, o dönem "Kızılbaşlık sapıklıktır." diye verilen fetvaları ifade etmek istedim.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)