Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Tasarısı Maddelerinin görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 55 |
Tarih: | 07.03.2016 |
HDP GRUBU ADINA SAADET BECEREKLİ (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün görüşülmekte olan 2016 bütçe tasarısı üzerine partimiz adına görüşlerimizi ifade edeceğim.
Kurumlara ayrılan bütçeler, yasayla ve mevzuatla belirlenen kalemlerin yanında, toplumsal hayattaki denkliklerin, toplumsal hiyerarşinin nasıl oluştuğuna dair izler de taşır. Bütçe kullanımının adil olmaması, kurumsal demokratikleşmenin sağlanmaması, adil bölüşüm çıtasını yükseltecek ve köklü demokratikleşmeyi sağlayacak yargı düzenlemelerinin yapılmaması, her geçen gün denetimi zorlaşan yasama faaliyetleri, kuvvetler ayrılığının silikleştirilmesi, bir bütün olarak halklar aleyhine ve egemenler lehine toplumsal bir düzen şekillendirmektedir. İnsanlarımızın her geçen gün daha da yoksullaştığına ve adaletsizliğin her geçen gün toplumu daha fazla çürüttüğüne şahitlik etmekteyiz.
Orta Doğu'da yaşanan savaşlar nedeniyle, büyük çoğunluğu Suriye'den gelen milyonlarca insan, Türkiye üzerinden bulabildikleri bütün yollardan Avrupa'ya geçmek istemektedirler. Bu zorlu göç yolculuklarında yüzlerce insan Avrupa'ya gitmeye çalışırken yaşamını yitirmiş ve yitirmeye devam etmektedir. Bunun yanında, Avrupa'ya geçmek isterken yakalanan göçmen sayısı, Suriye'deki iç savaş ve devamında gerçekleşen vekâlet savaşından sonra yıllara göre artış göstermiştir. 2011 yılında göç yollarında yakalandığı belirtilen kişi sayısı 549'ken 2012 yılına geldiğimizde bu sayı yaklaşık 5 kat, 2013'te 16 kat, 2014'te ise yaklaşık 30 kat artmıştır. Rakamların soğukluğu, göç yollarında içine düşülen suyun soğukluğuna yaklaşmasa da bir insanlık trajedisi, tarihin bu kesitinde, gözümüzün tam da önünde yaşanmaktadır. Bu trajedilere bir de devletlerin kendi sistemlerini ve yaşam standartlarını korumak adına giriştikleri kirli pazarlıklar da eklenince göç yollarında yaşamlar, tarihin karanlığına itilen hayatlar hepimizin hafızasına işlenmektedir. Aylan Kurdi şahsında, yaşamını yitiren bütün göçmenleri, zorla göç ettirilen bütün insanları saygıyla anıyorum.
İnsanların göç yollarında olması, sadece bir Avrupa hayalî olarak ifade edilemeyecek kadar önemlidir. Bu nedenle, göç ve göçmen politikaları mutlaka evrensel insani değerlere göre gözden geçirilip revize edilmelidir. Barınma, sağlık ve eğitim hakkı şeklî düzenlemelerle değil, gerçek evrensel hukuk bağlamında düzenlenmek durumundadır. Bu bağlamda, belki de yapılması gereken en önemli şey barışçıl bir dış politikanın hayata geçirilmesidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kürt coğrafyasını 4 ayrı parçaya bölen ve coğrafyada tarihî savaş çizgisini oluşturan Sykes-Picot Anlaşması'nın 100'üncü yılındayız. Coğrafyamızdaki halkların iradesi dışında çizilen sınırlar halklarımız arasında hükmü olmayan ancak sistemsel ayrılığı yaratan bir sonuç doğurmuştur. Halklar arasında çizilen bu yapay sınırların yaratacağı etkiler 1921 Anayasası'nda öngörülmüş ve Kürt halkının Osmanlı'dan bu yana var olan özerk yapısı anayasal güvenceye kavuşturulmuştu ancak 1924 Anayasası coğrafyanın çoğulcu yapısını yok sayan ve bu yapay sınırları tanımayan bir bakış açısıyla oluşturulmuştur. İşte içeride ve dışarıda savaş politikasının ortaya çıkışı coğrafyamızdaki çoğulculuğun reddiyle başlamaktadır. Bugün, Kutülamare'deki birlikteliği örnek verenlerin Kutülamare'den sadece on altı gün sonra imzalanan Sykes-Picot Anlaşması ve devamında ortaya çıkan tarihsel savaş çizgisine sahip çıkmaları barışçıl politika sahibi olmak değildir.
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kronikleşen sorunların çözülmemesinin faturası bugün Türkiye halklarının tamamına kesilmiş durumdadır. Başta Kürt sorunu olmak üzere sistemsel hataların devamında ortaya çıkan sonuçlar hâlen neden ve gerekçe olarak kullanılmaya devam edilmektedir. Kürt halkının varlığının inkârı 29 isyanın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Son kırk yıldır yaşanan çatışmalı süreçte 50 binden fazla insan yaşamını yitirmiştir. Tüm bu çatışmalı sürecin sonlandırılması ve Kürt sorununun Türkiye'nin demokratikleştirilmesi bağlamında çözümü için Sayın Abdullah Öcalan ile devlet heyeti arasında başlayan görüşmeler doksan üç yıllık cumhuriyetin köklü demokratikleşmesi için şimdiye kadarki en büyük fırsattı. Yaklaşık üç yıl boyunca devam eden görüşmelerin oturduğu temel eksen, sorunların Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde çözümüdür. Bu bağlamda, etkisi tüm halklarımızı etkileyecek olan bu sürecin heba edilmemesi için Hükûmete defalarca uyarılarda bulunduk. Ancak, tüm uyarılarımıza rağmen, Sayın Öcalan'la yapılan görüşmelerin müzakere aşamasına geçmeden kesilmesi, Dolmabahçe mutabakatının yok sayılması ve halka yönelik katliam girişimleri bir sonuç olarak hendek ve barikatları karşımıza çıkarmıştır. Varto'da, Silvan'da, Derik'te, Silopi'de, Cizre'de, Sur'da ağır vahşet uygulanmış ve şehirler yakılmış. Cizre'de yaralı ve sivillerin isim isim bilgileri Hükûmete ve kamuoyuyla paylaşılmasına rağmen, vahşi şekilde katledilerek cenazeleri tanınmaz hâle getirilmiştir. Yürürlükteki bu katliam ve savaş politikalarını uygulayanlar karşısında her zaman barış çağrımız devam edecektir. Gelinen aşamada, var olan sorunların çözümü, hendek ve barikatların kaldırılması, kamu güvenliğinin tesisi ancak anlamlı bir müzakere sürecinin gerçekleşmesinden geçmektedir.
Kamu güvenliğinin en maliyetsiz yolu barıştır. Hükûmetin savaş çizgisindeki ısrarı, onu ardılı olduğu hükûmetlerle aynı noktaya getirmiştir. Hükûmet bugün artık, 1984'ten itibaren kendisinden önceki 5 Cumhurbaşkanı, 10 Başbakan, 10 Genelkurmay Başkanı, 7 MİT Müsteşarı, 15 Emniyet Genel Müdürü ve 6 olağanüstü hâl valisiyle aynı noktaya gelmiştir. Bu, açıkçası çözümsüzlüğün kısa bir özeti gibidir. 26 sınır ötesi kara, yüzlerce hava operasyonları, 1987-2003 arasında bölgede on altı yıl boyunca uygulanan OHAL, JİTEM, Hizbullah gibi özel savaş araçları, sayısı 85 bini bulan korucu ordusu ve sayısı 10 bini aşan bir özel harekât timiyle kimler gelmiş kimler geçmiştir ancak Kürt sorununu bu savaş çizgisiyle çözememiştir ve eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un 5 kez "Bitirdik." dediği bu savaşta 50 binden fazla kişi hayatını kaybetmiş ve ülke ekonomisi ise 500 milyar dolarlık bir kayba uğramıştır. Kürt sorununun kansız ve maliyetsiz olan diyalog ve müzakere yoluyla çözülmesi, 2013'te, Amed "Nevroz"unda Sayın Öcalan'ın mektubunun okunmasıyla başlayan sürece kadar denenmemişti. Tarihsel bir fırsat olarak karşımıza çıkan bu sürecin bir anda rafa kaldırılması, Dolmabahçe mutabakatının reddedilmesi ve Kürt sorununun çözümünde geçmişin iflas etmiş güvenlikçi politikalarının hayata geçirilmesi, her yeni gün ölüm haberleriyle karşılaştığımız bir ülke gerçekliğini beraberinde getirdi. Komşumuz Suriye'nin içerisinde bulunduğu durumu iyi analiz ederek itildiğimiz iç savaş tehlikesinden sıyrılmanın yolunun bulmalıyız.
Bugün bu Meclis çatısı altında olan bizlerin, hamasi söz ve yersiz sataşmalar, gerçek sorunların tarihselliğine ve derinliğine denk gelmeyen tutum içerisinde olması halk iradesinin etkisizleştirilmesine neden olmaktadır. Siyasi kurumun itibar yitirmesi, siyasi elit yaratan mekanizmaları ortaya çıkarmaktadır. Rasyonel olması gereken yapıların siyasi elitleşmesi, nerede kesişeceği belli olmayan çizgilerin ilkesiz birlikteliği ve daha birçok şey, 12 Eylül darbe anayasasının yarattığı yozlaşma ve demokratikleşmeme sorunudur. Yeni anayasa iddiası taşıyan siyasi iktidarın, bugün darbe anayasasını 12 Eylülden bile daha fazla sahiplenmesi siyasi iktidar şahsında bir araya gelen İslami mücadele geleneğine de vurulmuş en büyük darbedir. Tarih önümüze koymuştur ki Türkiye'nin sorunu bir demokratikleşme sorunudur. Tamamıyla demokratikleşmeyen bir Türkiye Kürt sorununu çözemez, tamamıyla demokratikleşmeyen bir Türkiye Alevi sorununu çözemez, demokratikleşmeyen bir Türkiye'de adalet tesis edilemez.
Bir bütün olarak halklarımızın özgürlüğü ve eşit birlikteliğinin sağlanması, örülen yapay sınırların ve duvarların anlamsızlaşması köklü bir demokratikleşmeyle mümkündür. Bunun sağlayıcısı da demokratik bir anayasadır. Esasen, kamu güvenliğini sağlayacak olan tek şey özgürlüklerin ve hakların anayasal güvenceye alınmasıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle, Parlamentoda bulunan siz değerli milletvekillerini şahsım ve partim adına bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)