Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 9'uncu tur görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 54 |
Tarih: | 06.03.2016 |
HDP GRUBU ADINA KADRİ YILDIRIM (Siirt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Hakkında söz aldığım 4'üncü madde, her şeyden önce bütçe düzeni ve bütçe dengesiyle alakalıdır. Bütçenin temeli sosyal adalete dayanmalı, sınıfsal farkları asgariye indirmeli ve mümkünse ortadan kaldırmalıdır. Dinimizin temeli böyle bir sosyal adalete dayanmaktadır. Fakat biz, dinimizin bu temelini bir tarafa bırakmışız, onu birbirimize karşı ayrıştırıcı bir silah olarak kullanmakla meşgulüz. Din üzerinden, cami üzerinden en çok hedefe konulan da maalesef Kürt siyasetidir. Ve bu saldırıyı Sayın Başbakanımız da yapıyor, yeri geldiğinde AK PARTİ'nin öbür yetkilileri de maalesef yapıyorlar. Bu bakımdan, hem bunlara kısa bir cevap hem de bu bütçenin sosyal adalet temeline birkaç noktada değinmek istiyorum.
Şunu söylemek istiyorum ilk soru olarak: Acaba gerek Kürt siyasetinin gerekse genel sol siyasetin dinden soğumasında, bizden önceki sağ ve muhafazakâr iktidarlarla başlayan ve bizimle de son bulmayan yanlış ümmetçilik ve muhafazakârlığın hiç mi payı ve günahı yoktur?
İslam'ın sosyal adalet anlayışı yerine ikame edilen Muaviyevari, yeşil, kapital zihniyetin hiç mi suçu yoktur? Evet, Kur'an çok dillilik diyor ve her dili Allah'ın bir ayeti olarak kabul ediyor. Biz ümmetçiler, tek dil dedik ve diyoruz. Bu bağlamda, Allah'ın ayetlerinden biri olan Kürt dilini hutbelerde kullanmaktan mahrum bıraktık ve bırakıyoruz. Kur'an, farklı kimlikler için tearüfü yani birbirini tanımayı emrediyor. Fakat biz kırk yıldır tek millet dedik ve diyoruz. Ecdadımız olan Selçuklular ve Osmanlılar Kürtlere, Kürdistan eyaletleri ve özel Kürt statüleri verdiler beylik olarak. Biz ise Kürtlerin üniter yapı içerisinde en küçük statü taleplerini bölücülük ve ümmetçiliğe aykırı olarak gördük ve görüyoruz.
Hazreti Ali İslam'ın sosyal adaletini pratize etmek isterken, Kufe ve Basra camilerinin birer bölmesini -tam da bütçeye geliyorum- beytülmal yani hazine olarak istihdam ederken, orada birikmiş olan malı dağıtma konusunda aynen şu talimatı vermiş, okuyorum: "Allah'a yemin ederim ki, kendim ile bir işçim arasında fark gözetmeyeceğim. Hepiniz Allah'ın kullarısınız ve mal da Allah'ın malıdır. Dolayısıyla, Allah onu aranızda eşit bölmemi emretmiştir. Bana da 3 dinar, içinizden her birinize de 3'er dinar dağıtın. Bunun fazlası asla kabul edilemez." Ve bu dağıtım böyle gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, bir bu dağıtıma bakalım bir de Emevilerin kapital zihniyetini devam ettiren ve fakiri daha da fakir, zengini daha da zengin eden, kırk yıllık ve maalesef sözde muhafazakârlık ve ümmetçilik felsefesiyle yürütülen dağıtımlara bakalım.
Cumaya gelince, cuma, cemaat, bunların hepsi sosyal kavramlardır; bunların hepsi bütünleşmeyi, birlik olmayı ve beraber olmayı ifade etmektedir fakat bugün cuma da, cemaat de, din de bir ayrıştırıcı noktaya gelmiştir. "Cuma" dediğimiz zaman akla hutbe geliyor, "hutbe" dediğimiz zaman akla hatibin hutbeyi okurken hedef kitlesinin ana dili neyse o ana dille hitap etmesi gerektiği geliyor. İslam tarihinde bu hak ilk kez Berberilere verildi ve bu hak sonuna kadar da verilmelidir.
Bakın, bunu en iyi anlayanlardan biri olan Atatürk, 7 Şubat 1923 tarihli Balıkesir hutbesinde aynen şöyle söylüyor: "Efendiler, hutbelerin halkın anlayamayacakları bir dille olması padişah sıfatını taşıyan despotların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindir. Camiler ibadetle beraber tartışmak ve danışmak için yapılmıştır. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum, hepinizin düşüncelerini almak istiyorum. Millî irade, millî fertlerin tamamının emellerinin birleşmesinden ibarettir, yalnız bir şahsın düşüncelerinden ibaret değil." Altını çizmiş, "Yalnız bir şahsın düşüncelerinden ibaret değil."
ORHAN DELİGÖZ (Erzurum) - Siz ne yapıyorsunuz? Camileri yakıyorsunuz.
KADRİ YILDIRIM (Devamla) - Emeviler döneminden başlayarak günümüze kadar, maalesef, cumalarda hutbeleri de zalim ve diktayı ön plana çıkaran rejimler kendi rejimlerini devam ettirmenin bir silahı olarak kullanmışlardır. Mazlum halkların adalet, sosyal adalet, eşitlik, en küçük haklarını görmezlikten gelmişlerdir. Bu hakkı isteyen ister Alevi şahsiyetler ister Sünni şahsiyetler en büyük cezalara maruz kalmışlardır ve hakkın haykırılması gereken hutbelerde, minberlerde lanetlenmişler bunlar ve maalesef, lanetin ucu İmam Ali'ye kadar uzanmıştır. Emeviler hatiplere verdikleri talimatla "Sosyal adaleti isteyenler lanetlenmiştir..." Bu emre riayet etmeyen bir hatip dilcilik yönünü kullanarak şöyle demiş: "..."(x) "Emir, komutan, vali bana emrediyor, diyor ki: Hazreti Ali'ye lanet getirin." Ve şunu diyor: "..."(x) "Hepiniz ona lanet edin." derken, ona "..."(x) zamirini tabii ki emire raci ediyor, ona dönük kullanıyor. Ve İmam Süyutî diyor ki: "Bunu bir tek kişi fark etti. Evet, dilcilik yönüyle ancak kendini o da kurtarabildi."
Ve Emeviler döneminde Muaviye, belki de İslam tarihinde ilk kez, yatsıdan sabah namazına kadar sürecek olan bir sokağa çıkma yasağını uygulattı. Sadece gece o serinlikte -çünkü gündüz sıcaktır- gece serinliğinde muhalefetin sokağa çıkmasını önlemektir. Bunu kim kaydediyor? Bir zamanlar Millî Eğitim Bakanlığının Din İşleri Müdürlüğünü yapan ve ilahiyat profesörü olan İrfan Aycan, Muaviye'yle ilgili yaptığı araştırmasında bunu aynen kaydediyor. İlk kez, İslam tarihinde, yatsıdan sabah namazına kadar sokağa çıkma yasağını muhalefetin sesini susturmak için...
Bunun yanında, Enes bin Mâlik, Hazreti Peygamber'in yakın sahabelerinden, sormuşlar kendisine "Niye cemaate ve cumaya gitmiyorsun bu Emeviler döneminde?" Şöyle demiş: "Elimizde bir tek birleştirici unsur olarak cuma ve cemaat namazı kalmıştı, Emeviler onu da maalesef dejenere ettiler." İmamıazam Ebu Hanife'yi zorla, sürükleyerek, meşruiyet kazandırmak için Emeviler ve Abbasiler zihniyetine, cumaya zorlayarak götürmeye çalıştılar. Ve maalesef bugün hem Filistin'de hem Mısır'da, Orta Doğu'nun birçok yerinde cumalar "yevmü-ül gadab" yani öfke günü olarak kılınıyor, hutbeler bu mesafede veriliyor.
Bakın, Orta Doğu'nun düştüğü bu duruma ülkemizin düşmemesi için hep birlikte yapılması gerekenleri yapmalıyız. Şimdiden emareleri görüyorum. Bakın, Silopi'de özel harekât polisi koruculara ve askerlere cuma namazını kıldırdı ve Diyarbakır'da farklı bir cuma namazı kılındı. Orta Doğu'nun, İslam ülkelerinin düştüğü hâle bakın; ülkemizin düştüğü hâle bakın; Silopi'nin, Diyarbakır'ın düştüğü hâllere bakın. Bu hâllerin biraz daha facialara yol açmaması için hep birlikte aklımızı başımıza alalım ve İslam'ın sosyal adaleti çerçevesinde Alivari, Muaviyevari ve Emevivari değil, sosyal adaletin gerçek müessisleri ne demişse o çerçevede üzerimize düşeni yapalım ve o sürece, o bağlamda, o çerçevede hakkımızı, hukukumuzu yeniden gözden geçirelim.
Bu noktada, zamanım doldu, böyle bir ümidin, böyle bir hayalin gerçekleşeceği ümidiyle hepinize saygılarımı sunuyorum, hürmetlerimi sunuyorum. Eğer bir yanlışlık olduysa, içinizde ilahiyatçılar vardır, gelsinler söylesinler.
Tekrar selamlarımı sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)