GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 9'uncu tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:54
Tarih:06.03.2016

HDP GRUBU ADINA NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Ekonomi Bakanlığı üzerine söz almış bulunuyorum. Öncelikle herkesi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, 2015 yılı Türkiye açısından son derece önemli siyasal, ekonomik ve toplumsal gelişmelerin yaşandığı bir yıl olmuştur. AKP Hükûmetinin iç ve dış politikadaki başarısızlığı Türkiye ekonomisini ciddi bir biçimde 2015 yılında etkilemiştir. 2015 yılında Türkiye ihracatı değer bazında yüzde 8,7 gerileyerek 143,9 milyar dolarla kapanmıştır. İthalatta 14,4'lük gerileme gerçekleşmiştir. Dış ticaret açığı 2015 yılında ne yazık ki 2002 seviyesine tekrar geri gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, Ekonomi Bakanlığı, 2016 vizyonunu, öncelikle ihracatı artırmak, yerli ve yabancı yatırımcıları hem nicelik olarak hem de nitelik olarak iyileştirmek olarak açıklamıştır. Ancak, tabii ki sormak gerekiyor, ülkemizde ihracatın negatife döndüğü bir dönemde bu ibre nasıl pozitife döndürülecek? Tabii, yine gerek yerli gerekse yabancı sermaye hem nicelik olarak hem de nitelik olarak nasıl artırılacaktır? Tabii ki, ihracatın artırılması için pek çok neden var ama iki önemli unsur var: Bunlardan bir tanesi nitelikli ürün, diğeri de doğru bir dış politikanın izlenmesidir.

Şimdi, AKP Hükûmetinin dış politikasındaki karar vericileri ne yazık ki Suriye politikasıyla, ihracatta önemli bir düşüşün yaşanmasına yol açmışlardır. İşte, Türkiye'nin ihracatı en fazla yaptığı hem tekstil alanında hem sebze meyve alanında hem müteahhitlik alanında yüzde 40'lara varan bir azalmanın söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Yine, en yakın ülkelerde, komşu ülkelerimizde olan ihracattaki düşüş de tamamıyla Türkiye'nin dış politikasındaki yanlışlığından kaynaklanmaktadır. Türkiye, Suriye'ye yönelik bu dış politikasını geliştirmediği müddetçe çemberin her geçen gün daralacağını bilmelidir. Kendi ülkesinde Kürt sorununu çözemeyen bu Hükûmet ne yazık ki Suriye'deki Kürt meselesi üzerine de müdahil oluyor. Yani Suriye'de Kürtler -sadece ve sadece- statü elde etmesin diye koskoca bir ülkenin, Türkiye'nin dış politikasını ne hâle getirdi? "Başarıya giden her yol mübahtır." diyerek Makyavelist bir anlayışla, sadece Rojava'daki Kürtler bir statü elde etmesinler diye, El Nusra, El Kaide gibi çetelere bile yardım ve destek sunulmuştur. Bunu inkâr edebilirsiniz ama ben gözüyle görmüş bir kişi olarak bunu burada açık ve net söylüyorum. 2012 yılında, evet, Ceylanpınar'da, akşamın karanlığıyla birlikte, El Nusralar, El Kaideler o Ceylanpınar sınırını komşu kapısı gibi kullanıyorlardı ama şimdi tablo değişti; uluslararası güçler baskı yaptı, şimdi IŞİD terör örgütü oldu şimdi El Kaide, El Nusra terör örgütü oldu. Ne yazık ki izlenen bu yanlış dış politika sonucunda, Katar ve Suudi Arabistan gibi demokratik anlayıştan yoksun devletler hariç neredeyse tüm komşu ülkeler ve çevre ülkelerle ilişkiler bozulmuş, ilişkileri bozmuş bir Hükûmetle, bir iktidarla karşı karşıyayız.

Tabii ki Sayın Cumhurbaşkanı ihracatın geliştirilmesiyle ilgili çok büyük bir çaba içerisinde, gayret içerisinde, öyle ki bizim adını sanını duymadığımız ülkelere bile yanına aldığı iş adamlarıyla çıkarmalar yapıyor, ama mevcut tablo böyleyken, Cumhurbaşkanının çabaları da Türkiye'deki ihracatı, ihracat oranlarını değiştirmeye ve bu konudaki Ekonomi Bakanlığının hedeflerini tutturmaya yetmeyecektir.

Değerli milletvekilleri, gerek yerli gerekse yabancı sermayenin bir ülkede yatırım yapmasının ilk şartı, elbette ki barışçıl bir ortam, güven ve istikrardır. Çatışmanın, savaşın sürdüğü, kaosun olduğu -güven ve istikrarın olmadığı- bir bölgeye, ne yerli ne de yabancı sermaye yatırım yapar.

Örneğin, altı aydan beri, milletvekili seçildiğim Diyarbakır'da resmen bir şehir savaşı yaşanıyor. Kentin her tarafından duyulan, her gün onlarca, yüzlerce bomba atılıyor. Şimdi, böylesi bir coğrafyaya, yine bu tip şehir savaşlarının yaşandığı Mardin'e, Hakkâri'ye hangi aklı başında olan bir iş adamı gelip yatırım yapabilir ki? Tabii ki çözülmeyen Kürt sorunu, yaşananlar sadece bölgeyle sınırlı değil. İstanbul'da artık bombalar patlıyor ve gerçekten bu ülkede bu soruna bir çözüm bulunmazsa yaşananlar bölgeyle sınırlı kalmayacak, kalmıyor zaten. Patlayan bombalar nedeniyle artık bırakın sermayenin gelmesini, yerli ve yabancı yatırımcıların İstanbul'da yatırımlarını giderek artırmasını, mevcut olanların bile önümüzdeki dönemde kaçacağını hepimiz bilmeliyiz. O nedenle, bu tip ortamlarda herkes ama herkes, hepimiz, özellikle iktidar, çözüm ve barış ortamı olmazsa ekonomik gelişmenin de olmayacağını bilmek zorundadır.

Değerli arkadaşlar, Türkiye ekonomisinde turizm ve hizmet sektörü önemli bir yer tutar. Tabii, gönül isterdi ki Türkiye ekonomisi daha sağlam temellere otursun. Sanayinin geliştiği, üretimin olduğu bir ülkede elbette ki sağlam bir ekonomi de olacaktır ama son verilere göre sanayideki gerilemenin ne düzeyde olduğunu hepimiz biliyoruz. Türkiye ekonomisi bu nedenle belini turizm ve hizmet sektörüne bağlamıştır ama turizm ve hizmet sektörünün de biraz önce belirttiğim gibi, çözüm ve barış ortamında gelişeceği, ancak böyle bir ortamda büyüyeceği hepinizin malumudur. Bu gelişmeler yani Türkiye içerisindeki çözüm ve barış sürecinin gelişmemesi, yaşanan bu kaos ortamının, istikrarsızlığın devam etmesi durumunda Türkiye'de turizm ve hizmet sektöründe de çok önemli bir gerileme olacağını şimdiden öngörmek mümkün. Tabii ki iş bununla sınırlı değildir. Bu sektörde on binlerce insan yaşıyor, on binlerce insanın da işsiz kalmasıyla birlikte bunun ekonomiye olan etkisini hepimiz biliyoruz.

Değerli arkadaşlar, tabii ki diğer bir konu da... Yerli ve yabancı sermayenin bu ülkede yatırım yapmasının da ilk şartının barış ve güven ortamı olduğunu, istikrar ortamı olduğunu biraz önce belirtmiştim.

Turizm sektörü, Türkiye'de zor günler yaşıyor. 2015 yılında, turizm gelirlerinde yüzde 9,9, taşımacılık gelirlerinde de yüzde 9,4'lük bir azalma meydana gelmiştir.

İhracatı tabii ki önemli düzeyde etkileyen önemli bir faktörün de Suriye politikası olduğunu söylemiştim. Eğer bu politikada Hükûmet bir değişiklik yapmazsa, bu yanlış politikada ısrar ederse 2016 yılı da 2015 yılını aratmayan bir yıl olacaktır.

Değerli arkadaşlar, AKP Hükûmeti, 1 Kasım seçimlerinde "Bana oy vermezseniz, tek başına iktidar olamazsam bu ülkede savaş çıkacak, kaos çıkacak, ekonomi çökecek, istikrar bozulacak." Demişti; Türkiye halkından bu şekilde oy istemişti. Özellikle seçim döneminde kullanılan bu söylemler, elbette ki sermaye çevreleri için oldukça ürkütücüydü. Nitekim, bu söylemler neticesinde başta sermaye çevreleri olmak üzere toplumun önemli bir kesimi yaşadığı kaygılar nedeniyle oylarını AKP'de topladı. Ama, 1 Kasım seçimlerinde AKP'ye oy verenler, şimdi şaşkınlık içerisindedir. Ülkenin belli bir coğrafyasında çatışma hâli mevcuttur ve bu durumun giderek ülke geneline yayılma durumu herkes tarafından izlenmektedir. İstikrar bozulmaktadır, kaosa doğru da bir gidişat vardır ve ekonomide de tehlike çanları çalmaktadır. Eğer tedbir alınmazsa korkulan başa gelecektir.

Ekonomi Bakanlığının bütün bunları görmeden, 2016 bütçesiyle ilgili yapacağı bütün değerlendirmeler eksik, yetersiz ve gerçeklerden uzak değerlendirmeler olacaktır.

Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmeti, neoliberal politikalar benimseyen ve dünyada bunun en iyi uygulayıcısı olan bir hükûmettir. Bu politika çerçevesinde, özelleştirilmedik kamu kurumu neredeyse kalmamıştır. En kârlı sektörler yandaş işveren kesime satılmıştır. Böylelikle, kendilerine bağlı bir sermaye grubu da oluşturmuşlardır. Biliyorsunuz, buna bazı kesimler "yeşil sermaye" diyor. Ancak, yandaş sermaye de olsa, sermaye grupları para kazanmak ve kâr etmek ister. Giderek bozulan istikrar bu sermaye grubunda da önümüzdeki yıl -bu yıl- büyük bir rahatsızlık yaratacaktır. Ve bu kesimden de, Hükûmet üzerinde, bozulan ekonomi nedeniyle bir baskı oluşmaya başlayacaktır. Şu anda Türkiye'de "yeşil sermaye" dediğimiz bu kesimin önemli oranda Güney Kürdistan'a ve Irak'a ihracat yaptığını biliyoruz. O nedenle, AKP iktidarı, Rojava'da Kürtlerin hak ve özgürlüklerini ve statü kazanmalarını engellemeye çalışırken, hemen yanı başındaki Güney Kürdistan'da da, sırf bu ihracatı garantiye almak, sırf Anadolu sermayesini elinde tutmak için inanılmaz bir çaba sarf etmektedir. Bu da, elbette ki, hiç kimsenin gözünden kaçan bir unsur değildir. Yani, arkadaşlar, neresinden bakarsak bakalım, Türkiye'yi bu yıl ve önümüzdeki yıl zor günler beklemektedir.

Cizre'de, Silopi'de, Sur'da yaşananlardan sonra Sayın Başbakan Silopi'ye gitti, "Silopi Edirne'yle, Keşan'la, Muğla'yla, Rize'yle, Artvin'le, Türkiye'nin her köşesiyle kardeştir." dedi. Tabii ki kardeştir ama bu söylem için ne yazık ki çok geç kalınmıştır. İnsanlar rüyalarında bile göremeyecekleri bir tabloyla karşılaştılar Cizre'de, Silopi'de. Yaşadıkları şehir, kent yerle bir olmuştu. Evleri, o evlerdeki hatıraları, yaşantıları hepsi, hepsi yerle bir olmuştu. Hemen onlar gözünün önündeyken Sayın Başbakanın yaptığı bu söylemlerin ne kadar inandırıcı olduğunu da ben sizlere bırakmak istiyorum.

Yine, Sayın Başbakan "Biz bu topraklarda sadece sevgi tohumları ekmeye geldik. Hep beraber bu tohumları ekeceğiz." cümlelerini kurarken, evet, hemen yanında evi barkı yerle bir edilmiş olan vatandaşın yüzündeki ifadeyi de ben görmesini isterdim. Evet, artık, bölgede yaşayan halkın, özellikle Kürt halkının böyle süslü, güzel cümlelerden etkilenmediğini, yaşamın içinde gerçek olana baktığını belirtmek istiyorum.

Yine Başbakan "Önümüzdeki günlerde birtakım provokasyonlarla karşı karşıya kalabiliriz." dedi Silopi'de. Bir Başbakanın edeceği cümleler değildir bunlar. İktidarın görevi, bu provokasyonları önlemek ve çözüm gücü olmaktır. Zaten çözüm gücü olunmazsa ekonomik istikrarın da olmayacağı aşikârdır.

Değerli arkadaşlar, Türkiye, gayrisafi yurt içi hasıla açısından dünyanın 18'inci büyük ekonomisine sahip ancak ekonomik gelişmişlikte gayrisafi yurt içi hasıla tek başına bir ölçüt değildir. Nüfusun yüksekliğiyle bağlantılı olarak az gelişmiş ülkeler de gayrisafi yurt içi hasılada üst sıralara çıkabilmektedir. 1980'lerden bu yana Türkiye, nüfus ve konjonktürel gelişmelere bağlı olarak ilk 20 sırada yer aldı. 1987-1988'lerde 17'nci sıradaydı, 2002'de 17'nci, 2016'da da 18'inci sırada ama herkesin bildiği bir gerçeklik var tabii ki: bu, bir ekonomik başarı hikâyesi değildir. AKP, bildiğiniz gibi, dünyanın 18'inci büyük ekonomisine sahip olmakla övünen bir iktidar fakat eğer bu durum bir başarı hikâyesi olsaydı, toplumun yaşamı üzerine etkisi olurdu diyorum ben.

OECD'nin en son açıkladığı 2013 Gelir Eşitsizliği Endeksi'nde Türkiye Meksika'dan sonra 2'nci sırada. Yine, Türkiye'de kişi başına düşen hane halkı harcanabilir gelir, OECD ortalamasından çok çok düşük. Türkiye'de 17 milyon insan devletin verdiği yardımlarla geçiniyor. Barınma, eğitim, sendikalaşma oranı OECD ülkeleri arasında son sıralarda. Kısacası, Türkiye, dünyanın diğer ülkeleri arasında kalkınma açısından geri bir düzeydedir denilebilir.

Değerli arkadaşlar, özet olarak AKP Hükûmetinin iç ve dış kamuoyunda kullandığı güçlü ekonomi, kalkınma, özgürlükler, ileri demokrasi, barış gibi söylemleri uluslararası platformlarda test edildiğinde, üçüncü sınıf bir ülke gibi yönetildiğimizi söylemek mümkündür. Tabii ki böylesi olumsuz bir konumdaki Türkiye'nin mevcut durumdan daha ileri bir noktaya gidebilmesi için, dünyadaki demokratikleşme tecrübelerinden faydalanmak gibi bir sorumluluğu ve görevi vardır.

Türkiye'yi şu anda içine girmekte olduğumuz mevcut tablodan çıkaracak olan tek şey, demokrasinin ve demokratikleşmenin geliştirilmesidir, hak ve özgürlüklerin geliştirilmesidir, birlikte eşit, özgür bir yaşamın önünü açacak yeni bir anayasanın derhâl yapılmasıdır. Eğer -büyük bir içtenlikle ve samimiyetle söylüyorum- bu politikalarda ısrar edilecek olursa AKP Hükûmeti kendisiyle birlikte bu ülkeyi de uçuruma sürükleyecektir. Böyle olmamasını gönülden temenni ediyorum.

Sabahın bu saatinde hepinize iyi günler diliyorum, sağ olun. (HDP sıralarından alkışlar)