GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı 8'inci tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:53
Tarih:05.03.2016

HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli Hükûmet temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, Dışişleri Bakanlığı Bütçesi hakkında partim adına söz almış bulunuyorum. Ancak bütçenin teknik detaylarına çok fazla girmeyeceğim, bütçenin dağılımına vesair. Türkiye'nin dış politikasına dair daha önce burada değişik vesilelerle paylaştığımız görüşlerimizi, biraz daha farklı bir çerçeveden, bir daha sizinle paylaşmak istiyorum. Onun için, öncelikle şöyle biraz geriye gitme zorunluluğu hissediyorum.

AKP, 2002 yılında iktidara geldiği zaman birtakım sözler ve vaatlerle gelmişti. Bunun içerisinde ciddi dış politika vaatleri de söz konusuydu. 2002-2009 yılları arasındaki dış politikaya baktığımız zaman, bir taraftan içerde hızlı bir ekonomik büyüme, öte yandan Avrupa Birliğine giriş sürecinde demokratikleşmeye dair birtakım reformlar, bir adım ileri iki adım geri de olsa belli bir demokratikleşme, en azından vaadi, diğer taraftan da askerî vesayetin kontrol altına alınmasına dair çok yoğun bir mücadele dönemi yaşamıştı AK PARTİ. 2009 yılına geldiğimiz zaman ilişkilerin, dış ilişkiler boyutuyla ciddi anlamda zorlanmaya başladığını tespit ediyoruz. Bakın, Türkiye'ye 2000'li yıllarda bir rol biçilmişti. AKP eliyle Türkiye küresel sermayeye entegre edildi bir şekilde. Tabii, güzel bir ifadeyle bunu söylüyoruz ama bazıları bunu, işte, "Türkiye'de kapitalizme abdest aldırma" şeklinde de kavramsallaştırıyor. Türkiye küresel sermayeye eklemlenirken, Batı'da, özellikle AKP projesinin İslam ve demokrasiyi bir arada tutabileceği, bu anlamda da bölgeye bir model olabileceği öngörülüyordu yani ılımlı İslam olarak kavramsallaştırılan süreçten bahsediyorum. Bu ılımlı İslam projesinin, doğrusu, Batı'da zemin bulmasının çok önemli bir sebebi de, şu an AKP'nin ihtilaf içerisinde olduğu cemaatin ve liberallerin yoğun çabaları da söz konusuydu. Bir şekilde Türkiye'de ılımlı bir İslam olacak, bu, bölgeye bir alternatif model olabilir, radikal İslam'a karşı -radikal, tırnak içinde söylüyorum- ve aynı zamanda Türkiye'nin Batı'yla, küresel sermayeyle ilişkilerini düzenleyecek, küresel kapitalizmle uyum içerisinde bir İslami oluşum olarak görüyorlardı.

2009'dan sonra bu algıda çok ciddi değişiklikler olduğunu biz görüyoruz. Bakın, 2010 yılına kadar dünyayla, küresel sermayeyle eklemlenmiş bir Türkiye, aynı zamanda yumuşak güç sahibiydi de. Hatırlayın, yumuşak güçten kastımız, özellikle Orta Doğu'da ve Balkanlarda Türkiye, Batı'daki konumunu kullanarak İsrail-Suriye, İsrail-Lübnan, İran-Batı hatta Bosna'yla Sırbistan arasında ara buluculuk rolü oynuyordu. Yani yumuşak gücünü kullanıp bu tür etnik, mezhepsel, dinsel çatışmaların çözümü için yumuşatıcı rolünü de oynuyordu. 2016 yılına geldiğimiz zaman gördüğümüz şu: Türkiye sadece yumuşak gücünü yitirmiş değil, stratejik derinlik olarak kavramsallaştırılan süreç yerini sadece değerli yalnızlığa bırakmış değil, aynı zamanda Türkiye'nin, işin doğrusu, Kürtlere karşı kullandığı gücün dışında sert bir gücünün de olmadığı iyice açığa çıkıyor. Bakın, yumuşak güç gitti ama sert güç sadece Cizre'de, Silopi'de, Sur'da ve öbüslerle, işte, PYD'ye karşı yapılan müdahalelerde kendisini gösteriyor. Tabii, Rusya'nın düşen uçağını saymazsak ki, o da, sanırım, bir yanlışlık, bir hata olarak, olmaması gereken bir durum olarak şu an Hükûmet tarafından telakki ediliyor.

Türkiye'nin mevcut dış politikasına dair şöyle bir dünyadaki siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler dergilerine baktığınız zaman en fazla karşınıza çıkan üç kavram var, onları biraz irdelemek istiyorum: Dış politika için "enkaz" kavramı kullanılıyor, "yıkıntı" kavramı kullanılıyor, "fiyasko" kavramı kullanılıyor.

HASAN TURAN (İstanbul) - Kim kullanıyor bunları?

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Uluslararası hakemli dergiler, arada sayısız Türk akademisyenlerin de olduğu, yazdığı dergilerde, yazılarda Türkiye'nin dış politikasının gerçekten artık bir fiyasko olduğunu söylüyorlar.

Şimdi, bakın, bunu öyle basit bir suçlama üzerinden konuşmuyoruz, burada başka bir şey konuşacağız; lütfen, rica ediyorum, müdahale etmeyin. Cevabınız varsa, çıkar gelir konuşursunuz burada.

HASAN TURAN (İstanbul) - Kime hizmet ediyor?

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Şimdi, "stratejik derinlik" dediğimiz kavram Türkiye'nin dış politikasını uzun bir dönem şekillendirdi arkadaşlar. Bakın, stratejik derinlik, kendi içerisinde düşünülmüş, belli bir araştırmaya dayalı, kendi içinde bütünlüklü bir tezdi. Bu tez ne kadar gerçekçiydi, ne kadar uygulandı, başarılı mı oldu, başarısız mı oldu, ayrı tartışırız ama bir dış politika teziydi. Şimdi, bunun yerine ikame edilen değerli yalnızlık bir dış politika tezi değildir. Değerli yalnızlıktan kasıt, işte "Biz AKP Hükûmeti olarak ilkeli, vicdanlı, insani bir yaklaşımla dış politikayı yürütüyoruz, ancak bütün dünya, çevremizdeki ülkeler, hepsi, ahlaksız, ilkesiz oldukları için biz de yalnızlığa sürüklenmiş olduk." gibi bir savunma anlatısıdır aslında bu. İşin doğrusu, "değerli yalnızlık" dediğiniz şey, stratejik derinlik politikalarının başarısızlığının meşrulaştırılması için kullanılan ahlaki bir söylemdir.

Tabii, biz, işin doğrusu, AKP Hükûmetinin dış politikasının çok da ilkeli, onların kastettiği şekliyle ahlaklı, insani, vicdani bir şekilde gitmediğini düşünüyoruz. Sadece bir iki küçük örnek vermek gerekirse, mülteciler krizinin bir kart olarak kullanılmasını biz çok ahlaki bulmuyoruz; insani, vicdani bulmuyoruz. Suudi Arabistan'la geliştirilen ilişkilerde çok da öyle, ilke, prensip falan söz konusu değil; daha önce defalarca söyledik burada. Özellikle Suudi Arabistan'ın Müslüman Kardeşler'e yönelik olan tasarrufları çerçevesinde bakıldığında, o kadar vahşi ve Orta Doğu'da her türlü çirkinliğin bir şekilde arkasında, önünde, yanında bulunan bir rejimle bu kadar ilişkilerin kurulmasını çok ahlaki bir çerçevede biz ele alamıyoruz. Şu an İran'la geliştirilmeye çalışılan yeni taktik ilişkiler söz konusu. Belli ki Türkiye ciddi anlamda sıkışmış ve yol almaya çalışıyor, yol bulmaya çalışıyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, az önce Sayın Grup Başkan Vekilimiz İdris Baluken Zaman gazetesiyle ilgili konuşurken AKP'nin Grup Başkan Vekili de cevaben şöyle bir şey söyledi, dedi ki: "Eşyanın tabiatında değişim vardır." Sonuna kadar katılıyoruz; eşyanın da tabiatında vardır, toplumun da tabiatında vardır. Türkiye'nin dış ilişkilerinde de bu olmak zorundadır, değişim olmak zorundadır. Şu an Türkiye dış politika itibarıyla son derece sıkışmış durumda. Ancak, stratejik derinliğin, aslında o siyasetin çöktüğünün birçok insan farkında ama bunun alternatifini oluşturmakta son derece zorlanıyor. Derli toplu, iç tutarlılığı olan yeni bir kavrama, yeni bir konsepte ve yeni bir dış ilişkiler politikasına Türkiye'nin ihtiyacı vardır. Ancak, bu mevcut durumu, stratejik birtakım kararlar almadan, taktik birtakım girişimlerle, işte, "İsrail'le ilişkilerimizi bir toparlamaya çalışalım.", işte, "Suudi'yle toparlamaya çalışalım.", "İran'la toparlamaya çalışalım." gibi taktik birtakım girişimlerle gerçekten hem zaman kaybediyorsunuz hem de bu ülkeyi daha ciddi darboğazların eşiğine götüreceksiniz diye düşünüyoruz.

Türkiye -AKP Hükûmetinin büyük sorumluluğu var- bir an önce derli toplu ve stratejik kararlar almak zorunda dış politika konusunda. Konuşmamın sonunda buna da değineceğim, buna dair önerimizi de ben paylaşacağım sizinle.

Şimdi, Orta Doğu'daki krizi Türkiye çıkarmadı, Suriye'deki krizi de Türkiye çıkarmadı arkadaşlar. Şu an Orta Doğu'da olan şey şu: Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkmış olan ulus devlet formasyonları, ulusal modernleşme, kolonyal modernleşme projelerinin hepsi çökmüş durumda yani 20'nci yüzyılın siyasetinin paradigmasının yıkılışını biz şu an görüyoruz Orta Doğu'da. Bu, Suriye'ye sirayet etmiş ve biz de tabii, bu bölgesel gelişmelerin, değişimlerin, şiddetli dönüşümlerin etkilerini şu an Türkiye coğrafyasında, Kürdistan coğrafyasında çok sert bir şekilde yaşıyoruz.

Altını çizerek söylüyorum, bunun müsebbibi Türkiye değil, kabul. Zaten Türkiye'ye bu kadar büyük bir rol de biçmeyelim arkadaşlar. Sanki her şeyin ya kurtarıcısı ya sebebi Türkiye filan değil. Türkiye bölgede bölgesel güç olmaya çalışan bir aktördür ancak yaptığı yanlış hesaplamalar yüzünden biz şu an bölge denkleminin iyice dışına çıkmış olduğunu da görüyoruz. Bu konuda da kimseyi çok fazla eleştirmeye hakları olduğunu ben düşünmüyorum. Türkiye'nin dış politikasını bu hâle getiren ne MHP'dir ne CHP'dir ne HDP'dir. Aldığınız kararları tek başınıza yürüttünüz, çok fazla da dinlemediniz, gelen eleştirileri de "Ya, işte, siz hainsiniz, siz anlamıyorsunuz, bize düşmansınız." üzerinden bir şekilde enterne ederek, şu ana kadar hiç kimseyi de dinlemeyerek bir dış politika götürdünüz. Maalesef sonuç da ortada, hiç de iyi değil.

Şimdi, Türkiye bölgeyi bu duruma getirmedi ama Türkiye'nin çok büyük bir hatası var. Bakın, Ankara'nın hatası Suriye'de yanlış hesaplar yapmak değildi. Hep söylenir, işte diyordunuz: "Biz bir haftada gideriz, Emevi Camisi'nde namaz kılarız." İşte, diyordunuz: "Esad iki ay, üç ay sonra düşecek."

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Silopi'ye!

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Tabii, şimdi Silopi'de namaz var, değil mi?

"Esad kesin gidecek, biz de Türkiye olarak..."

HASAN TURAN (İstanbul) - Yalnız Diyarbakır'da da var. Diyarbakır'da da var, biliyorsun!

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - "...Müslüman Kardeşler üzerinden orada belki bir zemin tutabiliriz."

HASAN TURAN (İstanbul) - Cuma gösterilerine başlamışlar.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Herkes hesaplar yaptı arkadaşlar.

Bir dinler misiniz, bir dinler misiniz.

HASAN TURAN (İstanbul) - Cuma gösterilerine başladılar.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Herkes hesaplar yaptı, işin doğrusu Suriye'de hiç kimsenin hesabı tutmadı. Esad bile beş yıl orada kalacağını tahmin etmiyordu. Amerika yanlış hesap yaptı, Rusya yaptı, İran yaptı, Türkiye de yaptı; herkes yaptı, Suriye'de yanlış hesap yapmayan yok. Ancak Türkiye'nin hatası yanlış hesap yapmak değil, Türkiye'nin hatası yaptığı hatada ısrar etmektir. Bundan kastım şudur: Rusya pozisyon değiştirdi, Amerika pozisyon değiştirdi, Esad pozisyon değiştirdi, herkes pozisyon değiştiriyor ama Türkiye o esnekliği gösterip yeni duruma göre yeni bir pozisyon alamıyor.

Nedir Türkiye'nin Suriye'de yapmak istediği? "Esad gidecekti." diyor. Keşke gitse diyoruz. "Kürtler orada bölgesel bir statü sahibi olmasınlar." Bu 2 temel paradigmada gidiyor tartışmalar. Bir de, mümkün olsaydı eğer, Müslüman Kardeşler üzerinden Suriye'de bir rejim değişikliği ve o anlamda Suriye'den Mısır'a kadar uzanan havzada, Türkiye'nin orada önemli bir bölgesel rol kapması, tamam.

Şimdi, arkadaşlar, Mısır, Tunus, Suriye, Irak, İsrail, Rusya, İran; bunların hiçbirisiyle tam da bu hırslı politika yüzünden Türkiye'nin ilişki zemini kalmadı. Bakın, Suriye meselesini şöyle değerlendirmek lazım: Basit bir ülke değildir Suriye. Suriye'de 4-5 tane önemli denklem var: Suriye'de israil'in güvenliği söz konusu, bir; Suriye'de Şii-Sünni dengesi kuruluyor, bölgesel Şii-Sünni dengesi iki; Suriye'de enerji hatları, petrol hatları var, bu üç; Suriye'de Türk-Kürt-Arap çelişkisi var, size dört; Suriye soğuk savaşın bitmediği ülkelerden bir tanesiydi, şu an iyice açığa çıkıyor, bu etti size beş. Şimdi, siz bunları hesaba kattığınız zaman, Suriye'de yeni bir denklem, yeni bir siyasal formülün oluşması için küresel, bölgesel, yerel; bütün güçler ilk günden beri zaten içindeydi. İran, Suudi Arabistan, İsrail, Mısır, Türkiye, büyük bölgesel güçler ve Körfez ülkeleri, Katar, Rusya, Amerika, Avrupa, Çin; böyle çok aktörlü bir yerde Türkiye'nin kendi gücünün ve kapasitesinin üzerinde hırslı birtakım amaçlara savrulmuş olması bütün bu güçlerle ilişkilerini dönüştürdü, Suudi Arabistan ve bir de Kürdistan Bölgesel Yönetimi dışında bütün bu küresel ve bölgesel güçlerle ilişkilerini neredeyse koparma aşamasına getirdi. Sebep? Sebep: Kürtler orada hak sahibi olmasın.

Bakın, Türkiye'de bir politika değişikliği oldu, şu an Türkiye Suriye'de siyasal çözümü istiyor, ürkek de olsa, çok açık bir şekilde deklare etmese de Türkiye'de belli bir dönüşüm olduğunu görüyoruz. Siz Suriye'yi Suud'un uçaklarını İncirlik'e getirerek dizayn edemezsiniz; akıl var, mantık var. Orada Amerika var, Rusya var, Avrupa Birliği var, Çin var, İran var, bunlarla müzakere ederek belki Suriye'de yapıcı, pozitif bir şekilde bir pozisyon alabilirsiniz. Bakın, dış politika iç politika gibi değildir, çok esnek olmayı gerektirir, özellikle de Orta Doğu'da. Daha önce AKP'li hatipler burada defalarca söyledi, çok faktörlü, çok aktörlü, sürekli dinamik, değişen Orta Doğu siyasasında Türkiye'nin şu an -Sayın Bakanım- uyguladığı politika "Ya biz ya onlar. Ya benimsin ya kara toprağın." Böyle ak-kara bir şekilde siz dış politikayı idare edemezsiniz.

Mesele sadece sizin Hükûmet olarak politikanız değil, bakın, işin ekonomik boyutunu biz hiç tartışmıyoruz. Bu sene eski parayla 2 katrilyon 700 trilyon, yeni parayla 2 milyar 700 milyon bir bütçe istiyor değil mi Bakanlığımız? Dış ilişkilerin külfeti bizim bütçemize bu değil; sadece İran'la olan ilişkilerin gerilmesi yüzünden dış ticaret 25 küsur milyar dolardan 9 milyar dolara inmiş, Rusya'yla ticaret hacmi daralmış, Avrupa'yla daralmış, bütün bölge ülkeleriyle daralmış. Dış politikanın bize ülke olarak maliyetinin ne kadar olduğunu hesap bile edemiyoruz ama yüz milyarlarca dolardır bu. Sadece Dışişleri Bakanlığına ayırdığımız 2 milyar bütçe değil.

Şimdi, biz şunu söylüyoruz, başa dönelim: Türkiye dış politikada değerli yalnızlığa savruldukça iç tarafta da gerilimlerin arttığını görüyoruz. Ekonomik kaygılar yükseliyor, Türkiye'de Kürt sorunu yeniden inanılmaz şiddetli bir evreye girdi ve eğer bu mantıkla devam ederse bu şiddetin biz daha ne kadar artacağını kestiremiyoruz bile, emareler bu açıdan çok iyimser değil. Bunu da burada tekrar altını çizerek söyleyelim. Şu an -zamanım azalıyor toparlayayım- dışarıda yalnızlaşan Türkiye'nin içeride inanılmaz saldırgan, otoriter bir tarzda ilerlediğini biz görüyoruz arkadaşlar.

Dış politikadan iç politikaya gelmek istiyorum. Çünkü, maalesef AKP Hükûmeti döneminde iç ve dış politika tamamen iç içe girmiş durumda. Yoğunlukla dış politika argümanlarını maalesef biz en fazla seçim dönemlerinde, seçim kampanyalarında izliyoruz, orada görüyoruz. Bu Kürt karşıtlığı meselesini de daha önce gündeme getirmiştik, Suriye politikasına dair. Arkadaşlar, İran'a giderek, İsrail'e giderek, Suudi Arabistan uçaklarını İncirlik'e getirerek ne yeni Orta Doğu'yu dizayn edebilirsiniz ne de Orta Doğu'da yükselen Kürt gerçekliğinin önüne geçebilirsiniz. Bu mantıklı bir şey değil arkadaşlar.

Orta Doğu yeniden şekilleniyor, başta konuştuk. Bölge altüst ve Kürtler bir güç olarak oraya çıkıyor. Çıkacaklar, bu gerçeklikle bir noktada yüzleşmek zorundasınız. Onun için diyoruz ki: "Orta Doğu politikasını yeniden oluştururken birtakım bölgesel güçlerle taktik anlamda yakınlaşmaların dışında, stratejik olarak Kürtlerle bir barış, bir ittifak yapın." Bakın, bu ittifak taktik bir ittifak değil stratejik bir ittifak olacak. Bu stratejik ittifakı yapmak yerine "Biz şimdi acaba İsrail'le, acaba Suudi'yle, acaba İran'la Suriye'deki PYD oluşumunun önüne nasıl geçebiliriz?" diye birtakım müzakereler yürütüyorsunuz. İşin ahlak, ilke boyutlarını bir tarafa bırakıyorum. Arkadaşlar, göreceksiniz, beş yıl sonra dizinize vuracaksınız "Keşke biz zamanında bunu yapmamış olsaydık." diye.

Aklın yolu bu. Taktik birtakım girişimlerden ziyade, Kürtlerle stratejik bir ittifaka bir an önce girmeniz gerekiyor. Siz bunu yapmıyorsunuz. Sadece dışarıda sert gücünüzü Suriye'de obüs toplarıyla PYD'ye yönlendirmiyorsunuz, içeride de şunu yapıyorsunuz: Belediye başkanları içeride. Takibata uğrayan 60'a yakın belediye başkanı var, 25'i hapiste, her gün yenisi ekleniyor. Şimdi, HDP'ye yönelik dokunulmazlıklar bu Meclise gelecek. Gerçekten komiksiniz, güleceğiz ama ortalıkta çok fazla kan var, gülemiyoruz. 94'lere bir daha geri döneceğiz gibi bir durum söz konusu, milliyetçi hezeyanlar almış başını yürümüş. 2 binden fazla yöneticimizi, il başkanımızı tutuklamış, hapse atmışsınız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - İçte dışta gerilimi bu şekilde artırırken "Türkiye'yi selamete çıkaracağız." diyorsunuz. Biz onun için şunu diyoruz.

Hemen kapatıyorum, hiç zamanım yok değil mi Başkanım?

BAŞKAN - Mikrofonunuzu açıyorum, selamlayın.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Biz onun için şöyle diyoruz arkadaşlar: Türkiye'nin içinde ve dışında bu kadar gerilim arttığı için ve yoğunlukla dış politikayla endeksli bir gerilim olduğu için eğer Dışişleri Bakanlığımız Hükûmetin politikalarını değiştirmezse biz de Dışişleri Bakanlığına ayrılan bütçenin artması değil, azalması gerektiğini düşünüyoruz çünkü bütçe ne kadar artıyorsa -2010 yılından beri sürekli artıyor- dış ilişkilerde bizim başımız belaya giriyor. Belli ki para arttıkça, ters korelasyon var, Türkiye dış ilişkiler açısından daha fazla krize giriyor. O açıdan, eğer Dışişleri Bakanlığı bu değişiklikleri, stratejik değişiklikleri yapmazsa, gündemine almazsa biz bu Dışişleri Bakanlığının bütçesinin en az 600 trilyon kesilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)