Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 7'nci tur görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 52 |
Tarih: | 04.03.2016 |
HDP GRUBU ADINA MAHMUT CELADET GAYDALI (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının 2016 yılı bütçesi hakkında Halkların Demokratik Partisi Grubunun görüş ve önerilerini belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı İnternet sitesinde ithalat ve ihracatla ilgili ayrıntılı bilgiler sunmamaktadır. Birçok bilgide kaynak olarak TÜİK gösterilmekte, TÜİK tam bir saha çalışması yapmamakta, sadece Bakanlık sitesine göre bir rapor hazırlamaktadır. Bu bağlamda, birçok bağımsız kuruluş rapor hazırlayamamaktadır. Onun için, verilen rakamların ne kadarının güvenilir olduğu şüphelidir. Gerçi, dün akşam genç bakanımız, konuşmalarında "Rakamlar yalan söylemez." demişti, son derece doğru bir tespit. Rakamlar değil, insanlar yalan söyler, yanlış rakamlar vererek.
Tarımın durumu, Sayın Başbakanın, bakan ve AKP'li milletvekillerinin çizdikleri gibi pembe bir tablo değildir. Türkiye, 1970'li yıllarda dünyada kendi kendisine yetebilen 7 ülkeden biriyken bugün gıda kalemlerinden birçoğunu ithal eder durumdadır. Tarımın Türkiye ekonomisi içindeki payı giderek azalmaktadır.
Tarım alanları, AKP iktidarının on iki yılık döneminde yüzde 10,7 azalmıştır. 81 ilden 62'sinde tarım topraklarında azalma olmuştur. 2013 verilerine göre toplam 29 milyon 555 bin 704 dekar tarım alanı yok olmuştur. Bakanlık, her ne kadar kamu spotlarında verimli tarım arazilerinde tarım dışı faaliyetlere izin verilmeyeceğini belirtmekteyse de tarımda her alanda gelişmelerden bahseden Hükûmet, 2004-2014 yılları arasındaki on yıllık bir periyotta 27 milyon 825 bin 64 dekar tarım arazisini imara açmıştır. En çok kayıp da Türkiye'nin tahıl deposu olarak bilinen Konya'dadır. Konya'da yüzde 27,35'le 7 milyon 161 bin dekar arazi kaybolmuştur. Bunu Yozgat, Diyarbakır, Kars, Adana, Afyon, Maraş, Malatya, Edirne, Tekirdağ gibi illerimiz takip etmektedir.
Gerek Hükûmetin savaş politikaları gerekse neoliberal politikalarla tarımın istihdamdaki payı yüzde 34,9'dan yüzde 24,6'ya gerilemiştir. Siyasi, ekonomik veya toplumsal birçok alanda olumlu tablolar çizen AKP Hükûmeti, aslında, var olan krizi sistematik ve bilinçli bir şekilde örtbas etmektedir.
Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı, Türkiye'nin Hükûmet yetkilileri tarafından dünyanın en üretken ülkesi olarak sürekli dile getirildiğini, oysa gerçeğin bunun tam tersi olduğunu, Türkiye'de üretilen birçok ürünün Türkiye halklarına yetmediğini dile getirerek, bunun içinde buğday, arpa, nohut ve mercimek gibi ürünlerin de yer aldığını bildirmiştir. Belki de en çarpıcı yaklaşım, samanın bile Ukrayna'dan ithal ediliyor olmasıdır.
Biz, her şeyden önce, toprağın değerini bilmiyoruz. 2 milyondan fazla insan tarımdan koparılmıştır. Oluşumu binlerce yılı alan "topsoil" denen nebati üst toprağın altın değerinde olduğunu henüz tam anlamıyla farkına varmış bir toplum değiliz maalesef. Yaklaşık iki yüz yılda 1 santim oluşabilen ve ziraat için bunun en az 20 santim bir kalınlıkta olması gereken bu serveti heba etmekteyiz. İnşaat faaliyetlerine açılan alanlarda en az 20 santimlik üst toprağın sıyrılarak rezerv olarak kaldırılması gerekir. Tabii -AKP'nin miladı 2002'yle başlıyor- sadece AKP döneminde yapılan yol, baraj ve göletlerin kapsadığı alanları, sadece 20 santimle çarparsanız çarpıcı bir volüm ortaya çıkacaktır. Düşünün, Hollanda, denizden toprak kazanarak ülkesini büyütmüştür, biz ise maalesef hem kaybediyoruz hem de katlediyoruz toprağımızı.
Ülkemizin sahip olduğu hayvan popülasyonu, dünyada ilk sırada yer almasına rağmen gerek verim gerekse üretim açısından istenilen düzeyde değildir. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde hayvan yetiştiriciliği ilk sıralardayken 1990'lı yıllardan itibaren boşaltılan kırsal alanlar, mayınlanan araziler, yasaklanan mera ve yaylalar nedeniyle hayvancılık üretimi büyük oranda azalmıştır.
Türkiye'nin hayvan varlığı gün geçtikçe azalıyor, canlı hayvan ihracatı düşüyor. Hayvancılık politikasının geldiği son nokta sınırsız ithalat olmuştur. 1960 yılından beri Avrupa'nın değişik ülkelerinden damızlık kültür ırkı hayvan ithal edilmektedir. Yerli ırk olan Doğu Anadolu Kırmızısı ırkı kaybolmak üzeredir. Bunun yerine Montofon, Holştayn, Simental, Jersey ve en sonunda da ne olduğu bilinmeyen Angus denen bir ırkı bu ülkeye monte ettiniz. Sınama ve yanılma metotlarıyla bu seçimler yapıldığından, her dönemde gelen kültür ırkı damızlık hayvanların yüzde 50'si iklim ve yem şartlarına uyum sağlayamadığından telef olmuştur.
Türkiye'de tür ve ırklarına göre koyun sayılarının 2000 ile 2014 yılları arasındaki dağılımına baktığımızda, koyun sayısının 2010 yılında bir artış trendine girdiği gözükmektedir ancak 1991 yılına göre 2014 yılını mukayese edersek yüzde 22,98 oranında bir azalma olduğunu görürüz. 1991 yılına göre, 2014 yılında kesilen koyun sayısında yüzde 34,43 oranında bir azalma ve et üretim miktarında da yüzde 23,05 oranında bir azalma vardır. Günün şartlarında, yem fiyatları başta olmak üzere diğer giderler göz önüne alınınca hayvan yetiştirmenin hiçbir cazip tarafı kalmamıştır.
Sayın Bakana sormak istiyorum: Besicilerin piyasaya sürdüğü büyükbaş hayvanlarda hormon kontrolü yapılıyor mu? Hormon dozajında bir kısıtlama söz konusu mudur? Çünkü bunlar, insan sağlığıyla doğrudan orantılı olaylardır.
Ne yazık ki şap ve şarbon hastalıkları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde olmasına rağmen gizli tutulmuştur.
Avrupa Birliği uyum çerçevesinde üreticiye teşvik verilmektedir. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı birçok birlik bulunmaktadır. Bu teşvikin üreticiye ulaştırılması da kurulan birlikler aracılığıyla yapılmaktadır. Birlikler, Avrupa uyum yasasının Türk tipi versiyonudur. Birlikler, sadece teşviklerden nemalanan kuruluşlardır. Mavi vurgun operasyonunu hatırlayacaksınız Sayın Bakan. İl tarım müdürlüğü ve birlikler marifetiyle 200 bin hayalî hayvan üzerinden 10 milyon liralık destekleme ve sıfır faizli kredi alınarak yolsuzluk yapılmıştı.
Hayvanlara takılan küpeler, envanter çalışması açısından uygun olabilir fakat meralarda gezen hayvanlar için seçilen malzeme uygun değildir. Küpeler, maliyeti kuruşlar mertebesinde olan ucuz ve basit plastik parçalardır. Bunlar üreticiye büyükbaşlarda 3, küçükbaş her bir hayvan için de 1,5 liraya mal olmaktadır. Meralarda gezdiğiniz zaman da binlerce küpenin yerlerde gezdiğini fark edersiniz.
Gıda güvencesi ve gıda güvenliğine ilişkin yaşanan sorunlar, dünyada olduğu gibi ülkemizde de artarak sürmektedir. Uygulanan neoliberal politikaların sonucu olarak 1 milyar insan açlık sınırının altında yaşam savaşı verirken 1,3 milyar insan da aşırı ve yanlış beslenmenin getirdiği obeziteye bağlı sağlık sorunlarıyla uğraşmaktadır.
Ulusal Biyogüvenlik Yasası yürürlüğe girdiğinden bu yana, genetiği değiştirilmiş organizma, GDO'yla ilgili tartışmalar yoğunlaşmakta, Bakanlık tarafından ne yazık ki kamuoyuna gerekli bir şekilde açıklama yapılmamaktadır. Tokluk hissi vermeyen ve kanserden kalp hastalıklarına ve karaciğer yetmezliğine kadar birçok kronik hastalığa yol açtığı ileri sürülen nişasta bazlı şeker, daha doğrusu, mısır şurubu Fransa, Hollanda ve İngiltere'de yasaklandı, Türkiye'de ise tüketim rekoru kırıyor. Amerika Birleşik Devletleri'nde bilim adamları obezite ve obeziteye bağlı hastalıkların artışını mısır şurubuna bağlayınca, üretim yüzde 10'dan yüzde 2'lere düşürülmesine rağmen, Türkiye'de olan yüzde 10'luk üretim kotası yüzde 15'e çıkmıştır. Bunun tek nedeni ise nişasta bazlı şekerin pancara göre ton başına 250-300 dolar daha ucuz olmasıdır. Her ne kadar daha ucuz görünse bile neticede sağlık sorunlarıyla bunun birkaç mislini ödemekteyiz. Avrupa ülkelerinde kişi başına nişasta bazlı şeker tüketimi 1-1,5 kilo olmasına karşılık, Türkiye'de bu, 6 kilodur.
Türkiye'de mısır üretimine ilaveten mısır ithalatı da yapılmaktadır. Bu, mısır şurubu üretimi için ithal ediliyor. İthal mısır da mutlaka GDO'lu mısırdır. Sadece 2008 yılında, 1 milyon 151 bin 490 ton mısır ithal edilmiştir.
Sayın Yalçın Akdoğan geçen günkü konuşmasında "Siyasi ve ekonomik istikrarsızlık, çatışmalarla, savaşlarla, insani krizlerle çalkalanıyor. Bu çalkantının içinde unutulan şey, insandır yani insan ıskalanmaktadır ve çok büyük insani krizler yaşanmaktadır." demişti. Sayın Akdoğan'ın bu itiraflarına tamamen katılıyorum. Aylardır yaşanan Sur, Cizre, Nusaybin, Şırnak olaylarını çok güzel ifade etmiştir.
Uzun yıllardır uygulanan güvenlikçi politikalarla köy ve mezralar boşaltılmış, yaşam alanları kısıtlanmış, meralar ve yaylalar yasaklanarak insanlar ekmeklerinden, topraklarından ve hayvanlarından koparılmıştır. Bu yasaklar sonrası, tarımsal ve hayvansal anlamda üretim düşünce de "haydi köyümüze geri dönelim projesi" yaratılmaya çalışılmıştır.
Başbakan Davutoğlu, bu kürsüden yaptığı açıklamada gençlere 30 bin TL'ye kadar destek vereceğini açıklamıştır. Sayın Başbakan, insanlara kısa süreli ekonomik yardımlar yaparak tarım ve hayvancılık alanındaki sıkıntıları aşamazsınız. Ekonominin düze çıkması için insanları üretken ve üreticiyi de para kazanır bir duruma getirmemiz gerekiyor. Aksi takdirde, aracı ve tüccarla çalışan bir üretim politikasıyla üreticinin de, tüketicinin de mağdur olacağı aşikârdır. Bu sorunu da ancak bilinçli ve programlı bir tarım politikasıyla aşmayı başarabiliriz.
Diğer bir husus da, tütün ve alkol üzerindeki vergi anlayışıdır. 2016 bütçesinde gelirlerin dağılımına göre bütçe gelirlerinin yüzde 84,8'i vergilerden, kalanı ise harçlar, elektrik, doğal gaz fiyatlarına yapılan yüksek zamlar, cezalar ve diğer devlet gelirlerinden oluşmaktadır. Özel tüketim vergisi gelirlerinin yüzde 33'ü alkollü içkiler ve tütün mamullerinden sağlanmaktadır.
Bütçedeki açığı kapamak adına tütün, tütün ürünleri ve alkollü içeceklere yapılan zamlarla birlikte sahtecilik ve kaçakçılık tetiklenmiştir. Her yıl insanlar sahte alkol yüzünden yaşamını yitirmektedir. Bu anlamsız vergi, anlamlı bir noktaya çekilmelidir.
Tütün üreticiliğini bitirdiniz ama tütün üzerinden kâr etmeye devam ediyorsunuz. Bugün "batıyor" dediğiniz ve emsal gösterdiğiniz Yunanistan bile Philip Morris şirketiyle üç yıllık anlaşarak tütün üretimini destekleyip üreticinin yüzünü güldürmüştür. Biz ise Philip Morris gibi şirketler yüzünden üreticiyi ve emekçiyi bu işe kurban ettik.
Soma, AKP iktidarı tütün sektörünü bitirinceye kadar Ege Bölgesi'nin önemli tütün üretim merkezlerinden biriydi. Sizler, insanları önce ekmeklerinden ettiniz, sonra da madenciliğe mahkûm edip katlettiniz
Vekilliğini yaptığım Bitlis iliyle ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Coğrafi konum nedeniyle Bitlis'in ekonomisini, tarım ve hayvancılık teşkil ediyor. Gerek özel sektör gerekse devlet eliyle işsizliğin ortadan kaldırılması için herhangi bir iş kolu, fabrika türü istihdam alanları açılmamış, var olanlar da kapanmış. İnsanlar, geçimlerini tarım ve hayvancılıktan sağlıyor. 342 köyümüzün 100'den fazlasının ekonomisi tütün üreticiliğine dayanıyordu. Bitlis'te daha önce yaklaşık 1.500 kişinin çalıştığı sigara fabrikası AKP Hükûmeti döneminde kapatıldı, buna karşı herhangi bir alternatif sunulmadı. Dolayısıyla her biri bir fabrika gibi istihdam sağlayan tütün üreten köyler, tütün üretimini bıraktı. Bundan dolayı da gençler, Batı illerine göç etmek zorunda kaldı. Kapatılan fabrikalarla Bitlis'te ekonomik ve sosyal sistem allak bullak oldu.
Dünya sigara kartellerinin dayatması sonucu, tütün üreten sahalar ve sigara fabrikaları kapatıldı. Sigarada kâr marjı yüzde 200 ile yüzde 300 arasında değişmektedir. Tabii ki emperyalist güçlerin kâr marjı bu kadar yüksek bir malı, hem de alışkanlık ve bağımlılık yapan, katkı maddeleri ile karıştırılarak piyasayı kontrolleri altına alma hevesinde olmaları bunun neticesidir.
Biraz da su konusuna değinmek istiyorum: Bilindiği gibi, tarımın ve yaşamın ana kaynağı sudur.
Sayın Yalçın Akdoğan, bu konuyu çok iyi bilecek ki buradan yaptığı konuşmada Somali'de 1.046 su kuyusu açtığını ve Kırım'ın 14 köyünde 25 binden fazla insanın temiz suya kavuşması için su sağlama projeleri ürettiklerini ve binlerce bina yaptıklarını söyledi.
Ben size olaylara bire bir şahit olduğum için iki olayı anlatmak istiyorum. Bir tanesi: Seçim sırasında Ahlat'ın Cemalettin Köyü'ne gittiğimiz zaman köyde hiç kimseyi göremedik. Bir de baktık, dağın yamacında çoluk çocuk bir sürü insan kaynaşıyor. Gittik yanlarına, bir baktık ki bunlar çamur ve mille dolu olan su depolarını çoluk çocuk hep beraber temizlemeye çalışıyorlardı. Su deposu tamamen doluydu mille. Tabii, acemi siyasetçi olduğum için -ben yeni siyasetçiyim- fotoğrafını çekip size bunu gösteremedim, hakikaten manzara korkunçtu. Yani "Bunu senede iki defa temizliyoruz." diyorlardı. Peki buralara bir filtre sistemi yapmak çok mu zor? Sayın Akdoğan'a bunu soruyorum. Benzer durum, mutlaka çevre köylerde de vardır. Bu, Güroymak, Hizan, Adilcevaz, Tatvan'da da vardır, yalnız, ben buraları gezdiğim için sadece bunu aktarıyorum.
Yine Mutki'nin köylerinde yol, su ve elektrik sorunları devam etmekte. Kış aylarında haftada ortalama bir gün elektrik veriliyor bu köylere. Size sorarım: Hanginiz böyle bir ortamda yaşamak ister? Altyapısı tamamlanan bir ortamda ancak üretim yapılır ve geliştirilebilir.
Küçük gölet projeleriyle, su sorunu olan onlarca köyün problemini çözebiliriz. Herhâlde rant olmadığı için küçük projeler itibar görmüyor.
Evet, bir de Sayın Davutoğlu'nun AR-GE'ler üzerindeki ifadesine değinmek istiyorum. Sayın Başbakan, iktidara geldiklerinde "Toplam teknoloji geliştirme bölgesi sadece 2'ydi şimdi 63." dedi. Keşke bu ikisi ekip ve ekipman tarafından güzel donatılmış olsaydı ve bir şeyler üretmiş olsaydı da "Şu iki üretim merkezinde şunları ürettik." diyebilseydi. Kantite değil, kalite mühimdir. Bu teknoloji merkezinde hangi teknoloji gelişti, ben bunları merak ediyorum. Geçen gün, gazetede güzel bir havadis vardı; Hindistan'da birisi, bir saat pedal çevirerek köyde evinin bir günlük elektrik ihtiyacını karşılayan bir sistem geliştirmiş. Keşke, bizim de böyle küçük projelerimiz olsa. Ne yazık ki bugüne kadar böyle bir şeye hiç değinilmedi. Ancak, bizde, işte, doğal gaza karşı tezek savunuluyor. Onu da bilmiyorum, tezekler için santraller falan düşünülüyor mu, tezek santrallerinin yapılması?
Değerli milletvekilleri, bütçe, adil, hesap verebilir, şeffaf ve denetlenebilir olmalıdır. Harcamaların ciddi olarak kayıt altına alınmadığı, gereksiz program ve kayıt sistemleriyle, Sayıştayın bile yorumlayamadığı durumların ortaya çıktığı, usulsüzlüklerin örtbas edildiği ve açıklanamadığı bir bütçenin profesyonellikten ve ciddiyetten uzak olduğu inancındayız. Dolayısıyla, "bismillah" ile başlayıp, yıl sonunda "elhamdülillah" deyip bitireceğiniz bu bütçeye "hayır" oyu kullanacağımızı belirtmek isterim.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)