| Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 7'nci tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 52 |
| Tarih: | 04.03.2016 |
HDP GRUBU ADINA BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) - Teşekkür ederim Başkan.
Değerli milletvekilleri, saygıdeğer Türkiye halkları, sayın Komisyon ve Hükûmet yetkilileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Millî Savunma Bakanlığına bağlı Savunma Sanayi Müsteşarlığının 2016 yılı bütçesi hakkında Halkların Demokratik Partisi Grubunun görüş ve önerilerini belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım.
Şimdi, Sayın Bostancı, öncelikle, o temmuz olayını biz yaşadık. Adıyamanlı bir genç, Abdurrahman Alagöz tek başına onu yapmadı. Git, sen Hükûmetsin. O Şeyh Abdurrahman Alagöz'ün arkasında kimler vardı, sen bunu çözebildin mi? Adıyaman'da bir astsubay öldürüldü, onun faili öyle terör örgütü falan değildi, derin güçlerdi. Sen onları soruşturabildin mi?
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Sakin, sakin.
BEHÇET YILDIRIM (Devamla) - Ceylânpınar'da 2 polis öldürüldü, onun failini sen bulabildin mi? Hükûmetsin, sen bunları bulacaksın, öyle çamur atmakla olmuyor.
Ve "1 Kasım, 1 Kasım." diyorsunuz, 1 Kasıma nasıl geldiğimizi şimdi sana anlatacağım.
BÜLENT YENER BEKTAŞOĞLU (Giresun) - Barışın, barışın, dövüşmeyin.
BEHÇET YILDIRIM (Devamla) - Bu ülkede 7 Haziran sendromu yaşanmıştır, 7 Haziran sendromu. Demokratik yollarla başkan olamayacağını anlayanlar, hatta demokratik bir ülkede iktidarlarını kaybedeceğini anlayanlar, çok hızlı bir şekilde kirli ittifaklarla savaş konseptine dönmüşlerdir. 7 Haziranda HDP'nin yüzde 13 küsur gibi bir oyla 80 milletvekili çıkarmış olması, AKP'nin iktidarı kaybetmesi bugünkü kaosun temel nedenidir. Bu durum derin devleti derinden incitmiştir. Bu barış...
HALİS DALKILIÇ (İstanbul) - Yanlış okudun.
BEHÇET YILDIRIM (Devamla) - Bu benim ikinci dilim, kusura bakma.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Ana dilinde konuşsa okurdu.
BEHÇET YILDIRIM (Devamla) - Bunları, evet, ben yazdım ama ikinci dilimle yazdım.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...
Sayın Yıldırım, siz Genel Kurula hitap edin.
BEHÇET YILDIRIM (Devamla) - İstersen ben Kürtçe konuşayım. Ana dilimle konuşsam daha güzel kendimi ifade ederdim. Bu benim ikinci dilim.
HALİS DALKILIÇ (İstanbul) - Konuşmanıza bir şey demiyoruz, konuşmanıza saygı duyuyoruz ama yanlış okuyorsun, yanlış.
BEHÇET YILDIRIM (Devamla) - Tamam.
Bu durum derin devleti de derinden incitmiştir. Barış sürecinin HDP'ye yaradığını, Kürtlerin HDP'ye yöneldiğini gören AKP milliyetçiliğe oynamış, 28 Şubat Dolmabahçe mutabakatını tanımadığını söyleyip -ki bu, Cumhurbaşkanının bilgisi dâhilinde yapılmıştır- çözüm masasını devirmiş, topyekûn savaş konseptini devreye koymuştur.
Recep Tayyip Bey'in bu konudaki mahareti -tırnak içerisindeki "mahareti"- inkâr edilemez. 7 Haziranda iktidarı kaybeden AKP'yi dört-dört buçuk ay gibi kısa bir sürede tekrar yüzde 49,5'la iktidara taşıması tam bir başarı hikâyesidir.
HALİS DALKILIÇ (İstanbul) - Siyaset dehası bu.
BEHÇET YILDIRIM (Devamla) - Savaşla, kaosla, korkularla, tehditlerle, şantajlarla, siyasi rüşvetlerle, Ergenekon'la, derin devletle, MİT'iyle, Emniyetiyle, ordusuyla, imamından, muhtarından valisine kadar kamu görevlisiyle, belediyeleriyle, kirli havuz medyası ve kalemşorlarıyla, topyekûn bir savaşla seçimi kazanmış, bu savaşın faturasını bu konuda en masum olan partimiz HDP'ye çıkarmaya çalışmış, kısmen de başarılı olmuştur.
Barış ortamında, herkesin kendisini özgürce ifade edebildiği demokratik ortamlarda fazla barınamayacağını anlayan zihniyetin, iktidarlarını sürdürmek için topyekûn uzun süreli bir savaşa yatırım yapıp bütün politikalarını buna göre şekillendirdikleri, bütçelerini buna göre hazırladıkları anlaşılmaktadır. Savaş politikalarınızı belirleyip hem içeride hem dışarıda bu savaş politikalarınızı uygulamaya kalkarsanız savaş harcamalarınızı ve savaş bütçenizi hazırlamak zorunda kalırsınız. Savaş bütçesi hazırladığınız zaman da işin doğası gereği eğitime, sağlığa, adalete yeterli imkân ve zaman ayıramazsınız.
Savaş harcamalarının emekçilere, işçilere, yurttaşa yeni maliyetler getireceği aşikârdır. Şu an bile uygulanan zam ve artışlardan bunu hissetmekteyiz. Savaş ve savaş araçlarına bu kadar meraklı egemenlerin olduğu bir ülkede ağır vergiler, zamlar, kısıtlamalar, tasarruf paketlerinin çok daha ağırı gelecektir. Bunu söylerken bunun bir altyapısını rakamsal olarak da görüyoruz. Kürt sorunu üzerine savaşa harcanan para 300 milyar dolarken, yine, Suriye'deki iç savaştan kaynaklı mültecilerle ilgili 8-10 milyar doların harcandığından bahsedilmektedir.
Türkiye silaha çok para harcıyor arkadaşlar. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsünün (SIPRI) silah ticareti raporuna göre Türkiye dünyada silah ithalatı sıralamasında 6'ncı sırada yer almaktadır. Savunma ve güvenlik içerikli mal ve hizmet alımlarına ayrılan pay, sağlık için mal ve hizmet alımlarına ayrılan payı katbekat aşmaktadır. Uygulamada hayata geçirilen bazı projeler askerî harcamalardaki bu artışı açıklar niteliktedir. Öyle ki Savunma Sanayi Müsteşarlığının ilgili firmalarca yapılan savunma projeleri haricinde -daha önce belirtildiği gibi- çatışmasızlık süreci ve ardından gelen geri çekilmeden bu yana geçen yıl boyunca resmî açıklamalara ve gazete haberlerine göre sayıları 314 ile 402 arasında yeni kalekol, karakol inşaatı ihalesi yapılmış, keza sınırda, Şırnak hattında 11, Dersim Munzur'da 4 güvenlik barajı yapılmaktadır. Bunların 7'si için hâlihazırda 103,5 milyon TL harcanırken toplam maliyetin 207 milyonu bulması beklenmektedir. Ayrıca 820 kilometrelik bir güvenlik yolu yapılmaktadır. 2 bin civarında yeni korucu kadrosu açılmıştır. Yine, bugün Kandil'e 400 sorti yapmakla övünüyorsunuz, bunun sorunu çözme anlamında bir getirisinin olmadığı gibi bütçeye de ciddi bir maliyet getireceği aşikârdır.
Savaş politikaları aslında bugün bütçesini düzenlediğimiz diğer tüm bakanlıkların da bütçesini etkiliyor. Paylaşım savaşına katılması sonucu bir Rus uçağının düşürülmesi, yine içeride devam eden savaş uygulamaları, DAİŞ'in sınırı hallaç pamuğuna çevirmesinin doğal sonucu olarak turizm gelirleri de etkilenmiştir. Geçen yıl şubat ayında Antalya'ya Rusya'dan 8.300 turist gelmişken bu yıl gelen turist sayısı sadece 55 kişidir. Yine, içte yaşanan Kürt sorununa güvenlikçi, askerî bakış açısı turizm gelirlerini de etkileyecektir. Turizmde patronların kaybını karşılayacağınızı -ki bu bizim cebimizden karşılanacak- vadediyorsunuz. Ya Turuşlu, Palaşlı köylü gencin, orta sınıfın, küçük esnafın zararını nasıl karşılayacaksınız? Turizmde turist sayısı düşünce gençler işsiz kalmaktadır. Her yıl Adıyaman'dan binlerce genç Antalya'ya çalışmak için gider, şu an Antalya'ya giden çocuklar iş yok diye geri dönmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz burada neyi denetleyeceğiz, neyin hesabını soracağız? Canın hesabını vermekten kaçanlar malın hesabını verir mi?
İşte, kısa bir süre önce, biliyorsunuz, 28 Aralık 2011'de, bu Hükûmet zamanında Şırnak'ın Uludere ilçesinin Roboski köyünde çoğu çocuk yaşta, 28'i aynı aileden 34 can savaş uçaklarının bombalarıyla katledildi. Bu nasıl bir hükûmet, nasıl bir devlet ki kendi uçakları kalkıyor, kendi halkını bombalıyor, katlediyor ama tek bir sorumlu yargılanmıyor. Basit yaralanmalı bir trafik kazasında bile mahkemeler, tutanaklar, yargılanmalar bitmezken söz konusu Roboski olunca ne yargılanan var ne sorgulanan. Henüz bu katliamın hesabı verilmemişken bu Hükûmetten maliyet, gelir-gider hesabının sorulmasını beklemek, boş bir hayalden öteye gidemez.
Roboski'de yaşanan katliam nedeniyle dosyada verilen görevsizlik ve sonrasında verilen takipsizlik kararıyla katliamın sorumluları yargıdan kaçırıldı ve hatta bizzat yargı eliyle katliam dosyasını kapatmaya çalıştılar, çalışıyorlar.
Yine, şu anda, aylardır devam eden, hukuksuz, kanunsuz sokağa çıkma yasakları ve bu süre zarfında sistematik şekilde devam eden bir vahşet var. Ölümler yaşanıyor. Sorun gerçek anlamıyla can almaya devam ediyor.
Cizre'ye can ve mal güvenliği sağlayacağım diye girenler ne can bıraktı ne mal bıraktı. Cizre'de ne oldu, kaç kişi öldü, nasıl öldü, Meclisin bile bilgisi yok şu anda. Bizim oralarda kurduğumuz kriz masalarından aldığımız bilgilere göre, 178 cenaze vahşet bodrumlarından çıkarıldı. Bu vahşet bodrumunda yaşamını yitiren siviller için her türlü girişimde bulunduk, yetkililerle defalarca görüştük, açlık grevi dâhil her türlü eylemselliklerde bulunduk; bir ambulans bile gönderilemedi. Sonuçta bir katliam yaşandı, tanınmayacak kadar yakılmış cesetler var ortada. Bu cenazelerin çoğu teşhis edilemez durumda. Bu kadar sivil, masum insanı katlettiğiniz yetmiyormuş gibi her birinin cenazesini farklı illere gönderip ailelere ikinci bir zulüm yaşatılıyor. Ve şu an insanlar morg morg gezip çocuklarının cesedini teşhis etmeye çalışıyorlar, DNA testleriyle cesetlerini tanımaya çalışıyorlar. Cizre'de uygulanan vahşetin aynısı Sur'da devam etmektedir. Yine Sur'da gözler kör, kulaklar sağır, Cizre'de olduğu gibi.
Öyle laf olsun diye söylemiyorum, sürekli bölgedeyiz, her gelen ölüm haberiyle birlikte orada halka, özellikle gençlere barışı anlatmakta zorlanıyorum, barışa dair olan inançlarını yitiriyorlar; "Ortak vatanda birlikte özgürce yaşayacağız." desem de artık bunu önemsemiyorlar. Olası gelişebilecek katliamlardan sonra hiç kimse orada ne kardeşlikten ne barıştan bahsedemez. Artık o halka anlatacak hiçbir şey kalmamıştır. Biz bunu dile getirdiğimizde, "Duygusal kopuşlar var, yarın çok geç olacak." dediğimizde iktidar sıralarından "Tehdit mi ediyorsunuz?" naraları yükseliyor. Yuh yani!
Hiçbir ölümü normalleştirmeyelim. Bunu bütün can kayıplarımız için söylüyorum. Orada gencecik çocuklar ölüyor. Bu, asker olmuş, polis olmuş gerilla olmuş hiç fark etmiyor ve göz göre göre her gün sivil insanlar öldürülüyor, açıkça savaş suçları işleniyor. Bütün bu ölümler her gün biraz daha bu ülkeyi bölüyor ve canımızı yakıyor. Meclisin bu savaşı durdurmak adına rol alması gerekirken Hükûmet baskısıyla ve demokratik olmayan Meclis İçtüzüğü'yle bu ölümlere seyirci kalmaktan öteye gidemiyor.
"Kardeşlik" lafını ağzınızdan düşürmüyorsunuz ancak Hükûmetin ve Cumhurbaşkanın beyanlarına bakıldığında "Kürt koridorunu kabul etmeyiz." deniliyor. Kürtlerin komşuluğunu bile kabul etmeyen bir anlayış bugün Kürtlerin kardeşliğinden bahsediyor. Komşu olarak bile kabul etmediğiniz bir halkla nasıl kardeş olmayı düşünüyorsunuz?
Yine, öyle ben onu muhatap almam, bunu muhatap almam diyerek bu sorunu çözemezsiniz. Hükûmet atamayla muhatap arıyor. Ağzınızdan düşürmediğiniz milletin iradesine ne oldu? Millet size oy vermeyince irade olmuyor mu? Sadece size oy verildiği zaman mı irade oluyor? HDP 6 milyon oy almış bir parti. Halk oy vermiş, bu partiyi iradesi sayıyor. Siz "Ben bu iradeyi tanımıyorum." diyorsunuz. Yıllarca bu halkı tanımadınız, "Kürt yoktur." dediniz, yüz yıldan sonra geldiğiniz nokta da ise "Kürt vardır ama iradesi yoktur." demektesiniz. Sizin "var" ya da "yok" demenizle bunlar olmuyor.
Yine, Cumhurbaşkanının ve Hükûmet medyasının beyanlarına bakılırsa, içte savaş yetmiyor, Suriye'ye girmekten bahsediliyor. Bu olsa olsa stratejik derinlik değil stratejik delilik hâlidir. Türkiye bu bataklığa saplanmaya çalışılmaktadır. Bu savaşı isteyenlere öncelikli önerim: Buyurun siz kendi çocuklarınızı gönderin ama kendi çocuğunuzu gönderemediğiniz bir savaşa yoksul Anadolu çocuklarını alet etmeyin.
Hükûmet ne yaptı? "Bir Arap baharı geliyor, ben buna Orta Doğu'da öncülük edeyim." derken bunun olası sonuçlarını, kendi gücünü, bütçesini, uluslararası ilişkileri dikkate almadan balıklama daldı. Bu politikayı uygularken rasyonel mevcut sahayı, sosyolojik altyapıyı dikkate almadan yaptı. Orta Doğu'da, özellikle Suriye politikasında tamamen mezhepçi ve Kürt karşıtı politikalarla hareket etti. Bu mezhepçi ve Kürt karşıtı politikalar ülkeyi Suriye'de tamamen bir çıkmaza soktu. Tamamen savaşçı bir politika izlerseniz bunun maliyeti var ve bu maliyet sadece ekonomi anlamında değil sosyal, siyasal, kültürel, birçok alanda sorunu ve maliyeti beraberinde getiriyor. Bugün Suriye'de yaşanan savaşın sonuçlarını... En basitinden bir mülteciler sorunu var. 2,5 milyon mültecilerden bahsediliyor ki bu insanlar yaşamın her alanında olmak durumundalar ve hiçbir sosyal güvenceleri olmadan aramızda yaşayacaklar. İleriki yıllara ilişkin bu maliyetin daha da artacağı muhakkak.
Evet, bütün ülkeler Suriye'de ve Suriye'de güç dengeleri çatışıyor. Belki hepsi silah zoruyla bir şeyler yaratabileceğine inanıyor ama Türkiye Suriye'de tek bir kurşun sıkmadan en büyük kazanan olabilirdi, hâlâ da olabilir. Bunun yolu açıktır, savaşa da bu kadar bütçe ayırmamıza gerek kalmazdı. Amerika, Rusya ve diğer Batılı ülkeler buraya sınır ülkeler değil ve güçle orada durmaya çalışıyorlar ama bizim binlerce yıldır orada yaşayan kültürel bağlarımız var, 911 kilometre sınırımız var. İşte tam da bu nedenle bu kadar uzun bir sınırımız olduğu için orada barışçıl bir politika izlememiz gerekir. O sınırda her gün "kardeşimiz" dediğimiz milyonlarca Kürt yaşıyor. Onlarla çatışarak, savaşarak sınır güvenliğinizi sağlayamazsınız.
Bugün bütün dünyayla kim yüzünden karşı karşıyayız? Milyonlarca soydaşı bu ülkenin vatandaşı olan Kürtler yüzünden. Kürt karşıtı politikalar bugün Türkiye'yi bütün dünyadan izole etmiş durumda. Eğer Suriye'de masada olmak istiyorsanız, önce kendi ülkenizde masayı devirmemelisiniz. Kendi masanızı kurtarırsanız, Suriye'de de emin olun masada olacaksınız.
Savunma sanayisi, askerî harcamalar izlediğiniz politikalarla bire bir etkilenen bir durumdur. Bu savaş bütçesinin altyapısı Hükûmetin izlediği politikalardır. "Kürt sorununu savaş ile güvenlik tedbirleriyle çözeceğim." diye bu süre zarfında 300 milyar dolar para harcadınız. Harcadınız da ne oldu? Hem bu ülkenin kaynaklarını harcadınız hem de bu ülkenin gençlerini harcadınız hem de bu ülkenin geleceğini harcıyorsunuz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz bütün bu problemlerden çıkış kaynağı olarak barış projesi önerdik. Savunma Sanayi Müsteşarlığı "Şu projeye şu kadar maliyet, bu projeye bu kadar maliyet; şöyle dünyada sıralamaya girdik, böyle girdik." diyor ya, hâlbuki projelere çok ciddi miktarda para aktarılıyor ve çoğunun israf projesi olmaya aday olabileceği tahmin ediliyor.
Bakın, ben Savunma Sanayi Müsteşarlığına maddi anlamda çok ciddi bir katkı sunmak istiyorum: En maliyetsiz proje nedir? Ciddi ve samimi bir barış projesidir. Siz, hem ülkede hem Orta Doğu'da istikrarlı bir barış projesi yürütemediğiniz müddetçe ülke olarak kaybetmeye mahkûmuz. Şimdi, diyebilirsiniz ki bu savaş politikaları ortamında Suriye'de nasıl barış politikaları izleyelim? Basit bir durum var. Ülkemizde yaşayan ve bu ülkenin vatandaşı milyonlarca Kürt yurttaş var, bunların da ördüğünüz duvarlar arkasında teyzeleri, amcaları, dayıları, kirveleri var. Suriye'de ve tüm Orta Doğu'da nefes almak istiyorsak komşu ülkelerdeki Kürtlerle gelecek vizyonunu da içeren doğru ve barışçıl bir program yürütmeliyiz. Bu ülkenin Suriye'deki barışçıl anlamda en büyük silahı, en büyük gücü Kürtlerdir. Ama ne yapıyorsunuz? Kürtlerle olan sınırınıza duvarlar örüyorsunuz. İnanın, o sınırda ördüğünüz duvarlara boşa para harcıyorsunuz. Çok uzun olmayan bir vadede o duvarları yıkmak durumunda kalacağız. Hem ülkede hem Orta Doğu'da barışçıl bir politika izleseydiniz belki, bugün, bırakın o duvarları, oradaki telleri bile kaldırabilirdik.
Biz bu barış politikalarında ısrarcı oldukça, işte tek adam yönetimi, otokratik savaş hükûmeti burada devreye giriyor. Savaş ortamında akıl, fikir, özgür düşünce, makul çözümler kenara itilir, hamaset kavramları üzerinden siyaset yapılır. Barışçıl ortamda bu Hükûmet tıkandı çünkü barışçıl ortamda hamasetin siyaseti tıkandı.
Bu Hükûmet, ülkeyi kurtarmak için değil, kendini kurtarmak için savaş politikalarını geri sarmıştır ama tecrübeyle sabittir ki bugüne kadar hiçbir hükûmet savaş politikalarıyla ayakta kalamamıştır. Kısa süreli her şeyi örtebilir, saklayabilir, katledebilirsiniz ama çok uzun olmayan bir vadede kaybetmeye mahkûmsunuz.
Savunma Sanayi Müsteşarlığı savunma projelerinden bahsediyor. Bakın, bir Rus uçağını düşürdük, şimdi bütçe yapıyoruz. Bu Rus uçağının düşürülmesinin bize, halka maliyeti ne kadardır? Hükûmete soruyorum: Uçağın düşürülmesinin ülkeye maliyeti, turizme, enerjiye, tekstile, sosyal ve siyasal ilişkilerimize yansıması ne olmuştur? İşte, memleketin ahvali budur arkadaşlar; içte savaş, dışta savaş. Savaşın bedelini hem canıyla hem malıyla yoksullar öder, yarın öbür gün bütün bütçeyi tek kaleme harcamak durumunda kalabiliriz. Yaptığımız şu bütçeler, gelir-gider hesapları hepsi rafa kalkabilir. Bu gidişat çıkmaz sokaktır, bu gidişat savaş çıkmazıdır. Peki, bu savaş çıkmazından nasıl kurtulacağız?
Tüm ülkenin kısa vadeli değil, uzun vadeli bir rahatlaması için Türkiye'nin temel paradigmasını değiştirmesi gerekir. Kürt sorunu artık sadece ulusal ölçekte Türkiye'nin sorunu değil, bölge bazında dört ülkeyi ve genelde Orta Doğu'nun güncel durumuyla birlikte değerlendirildiğinde uluslararası bir sorundur ve bu anlamda artık bir dünya sorunudur. Bu nedenle, kendi Kürt sorununu bir an önce çözmüş Türkiye uluslararası ilişkilerinde de bir sıkışmaya, daralmaya girmeyecektir. Bu anlamda, Türkiye'nin temel bir paradigma değişikliğine gitmesi gerekiyor. Dünyanın neresinde olursa olsun Kürtlerin kazanımlarını Türkiye'nin kaybı olarak görmemelidir. Orta Doğu'nun kan gölüne döndüğü bir ortamda bu ülkede Suriyelileşmeyi önleyecek, bu halkları kan gölünden, bu kaostan çıkaracak anlayışın AKP'nin savaş beyanları değil, Sayın Abdullah Öcalan'ın tabiriyle, barışa olan inancını barındıran Eşme ruhunda olduğunu belirtmek istiyorum.
Konuşmanın başında belirtmiştim, canın hesabını vermeyenler malın hesabını nasıl verecekler? Biliyorsunuz -basında- yeni güvenlik yasaları çıkıyor, ki bunların hepsi "Vur, kır, ben seni kollarım." mantığıyla yapılıyor. Bu bir korumadır, hukukta bunun hiçbir yeri yoktur, ben bunları atlıyorum ve son olarak şunu söylüyorum:
Biliyorsunuz, bugün Meclise sayın eş genel başkanlarımız ve bazı milletvekili arkadaşlarımız için fezlekeler gelmesi emredilmiş, tavsiye değil emredilmiştir, gelecektir. Ben şuradan bütün halkıma, bütün Meclise sesleniyorum: Eş başkanlarıma ve diğer arkadaşlara gelen fezlekelerin... Daha fazlasını ben yaptım, onların yaptığı her şeyin arkasındayım, onların söylediği her sözün altına imza atıyorum; hiçbir zaman o fezlekelerden, şunlardan, bunlardan korkmuyoruz.
Sayın Ahmet Hakan da bizimle ilgili, "Parlamentoda ballı maaşlar alıp gel keyfim gel..." demiş. Sayın Hakan bilsin ki, hiçbir HDP vekili bir maaş için vekil olmaz; hepsi, parayla karşılığı ödenmeyecek, bütün dünyayı verseniz bedelini karşılamayacak bir durumun, bir geleneğin ve bir siyasi duruşun emekçileri, emektarları olarak buradalar. Eğer çok istiyorsa tüm milletvekillerimizin şu andaki değil, geçmişteki mal varlığını araştırsın, milletvekili olmadan önceki mal varlığı ile şu andaki durumlarını bir karşılaştırsın, kim allı ballı maaşlarla, rüşvetlerle, yolsuzluklarla bütçesini genişletmiş ortaya çıkarsın. Varsa böyle bir durum "Eyvallah!" deriz ve bunlar ortaya gelmişken gelin yolsuzluk, hırsızlık, savaş suçlarını da bir araştıralım diyorum.
Adıyaman'da hendek mi vardı, çukur mu vardı? 250 kişi gözaltına alındı, 30-40 tanesi tutuklandı; bugün bile 11 kişi gözaltına alınmış.
Özet olarak "Savunma Sanayii Müsteşarlığınca kara, deniz ve havacılık alanında yürütülen çok önemli savunma projeleri var." diyorsunuz. Bütün bu ülke için en güvenilir politika nedir biliyor musunuz? Barış projesidir. Bu projeyi hayata geçirmeden hiçbir şeyin projesi, bütçesi uygulanmaz bu ülkede. Uygulansa bile bu ülkeye, bu halka bir hayrı olmayacaktır.
Herkesi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)