GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı 6'ncı tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:51
Tarih:03.03.2016

HDP GRUBU ADINA SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Ankara) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli üyeler; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ayhan Bilgen arkadaşımız Hazreti Ali'nin (RA) bir sözüyle bitirmişti, onun devamıyla başlamak istiyorum. O sözün devamı, o komutana telkin ve tavsiyesi şöyle devam eder, savaşacağı insanlara dair, o savaş, savaşın ahlakı, kendi içinde savaşın hukuku bahsinde "Unutma ki karşındaki ya hilkaten eşin ya dinen kardeşindir." der. Yani dini bile tek bir şey olarak almaz, bir insan olarak halk edilmiş olmanın bir hukuku olduğundan bahseder.

Sayın Başkanın son konuşmasına katılmamak mümkün değil, o öneri ve tespitleri yerindedir. Kendisi Anayasa ve İç Tüzük'ten aldığı yetkiyle buradaki müdahalelerini yaptığını söyledi fakat keşke Sayın Cumhurbaşkanı da Anayasa'ya ve anayasal kurumlara en az Sayın Meclis Başkan Vekilimiz kadar bağlı olsaydı. Malumunuz "Saygı da duymuyorum, uymayı da düşünmüyorum." diye bir değerlendirmesi oldu.

MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) - Öyle demedi kardeşim ya!

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Şimdi, sevgili arkadaşlar, Orman ve Su İşleri Bakanlığının bütçesi hakkında konuşmaya, partim adına görüşlerimizi aktarmaya çalışacağım. Fakat, bunun için 2002'den bu yana AK PARTİ'nin gerek kuruluş bildirgesi gerek seçim beyannameleri gerek Hükûmet eylem programları ve Hükûmet programları bakımından kapsamlı bir araştırma yaptım bu konuşmaya hazırlanmadan önce.

Sürdürülebilir çevre ve ekoloji duyarlılığı bu partinin sadece kuruluş bildirgesinde var. Hemen onu takip eden Hükûmet programında izi tozu siliniyor, bir daha da ağza alınmıyor, bir pratik tutum olarak da herhangi bir Hükûmet icraatına sindiğini ya da onu etkilediğini görmüyoruz. Burada, malum, Orman Yasası, Mera Yasası ve Büyükşehir Yasası 24'üncü Dönemde görüşüldü. Biraz buradan ele almak istiyorum.

Şu anki Hükûmetin ve onun temsil ettiği siyasi çizginin, tutumunun özeti, kendilerinin "modern muhafazakârlık" olarak tanımladıkları şey neoliberal politikalarla, piyasacı neoliberal politikalar ile AB gerekleri, Avrupa Birliği mevzuatı arasına sıkışmış durumda. Bu on yıldan fazla süren Hükûmet serencamına baktığımızda insanlığın, sürdürülebilir bir çevrenin, ekolojik hakların ve diğer kültürel ve sosyal varlıklarımızın korunmasına dönük iyiymiş gibi gözüken tüm çabaların Avrupa Birliği mevzuatına uyum zorunluluğuyla getirildiğini görüyoruz ama pratik bir tutum söz konusu olduğunda süratle serbest piyasacı, neoliberal bir anlayışa kaydıklarını görüyoruz. İzlediğimizin, gördüğümüzün özeti bu.

Şimdi, Orman Yasası, Kıyı Yasası -kıyı ve sahilleri koruma yasası- limanlara dair yapılan düzenlemeler, Büyükşehir Yasası... Özellikle Büyükşehir Yasası görüşülürken muhalefet hep bir ağızdan bunun bir bölünme ve özerkliğe giden bir kapı açma hazırlığı olduğunu söylemişti. Halkımızın bir deyişi vardır: "Yârimin düşündüğü, dostlar başına." denir. Ah, keşke öyle olaydı. Ne oldu? Büyükşehir Yasası'yla özellikle çevre ve büyükşehir kapsamı içerisine alınan meralar ve varsa ormanlık alanlar önemli bir mevzuat işleyişi bakımından belediyelere bağlandılar. Ama yine çevre açısından ele alacak olursak kamu, bu konudaki yükümlülüğünü belediyelere devretti fakat kaynak aktarımı konusunda sadece kendisine yakın belediyelere ve kendi makro politikasına uygun politikaları finanse etti, diğerlerini olduğu gibi ortada bıraktı.

Burada orman, ağaç, çevre söz konusu olduğunda sayın Hükûmet yetkililerinde, bunlarda travma oluşturan 2 tane büyük olay yaşandı: Birisi Gezi hareketeydi, diğeri de son, malum, Artvin Cerattepe'deki gelişimdi. Bu, Sayın Bakanı o kadar telaşlandırdı ki Sayın Başbakan ilk defa ve olumlu olarak "Ben oradaki sivil toplumu ve itiraz edenleri dinleyeyim." dediğinde bu görüşmeyi sabote edecek geri adım atılmayacağını söyleyecek bir ön alma konuşması yaptı. Bu, en başta Sayın Başbakana dönük bir haksızlıktı ve aynı zamanda hadsizlikti çünkü siyasi sorumlu bu ülkede Başbakandır ama Bakan kendi kırmızı çizgilerini hatırlatan bir ön alma içerisine girdi. Bu kırmızı çizgilerin en başta geleni ne? Zannettiğiniz gibi maneviyat ya da muhafazakârlık değil, piyasacılık.

Millî Görüş hareketi, Millî Görüş hareketinden buraya kadar evrilen hareket... AK PARTİ öncüleri tarafından "Millî Görüş gömleğini biz çıkardık." dendiğinde muhalefet hep onları riyakârlıkla suçlamıştı: "Hayır, siz aslında zihnen, bilinçaltı olarak Millî Görüşçüsünüz." Hükûmet doğru söylüyordu. Gerçekten Millî Görüş ve millîliğe dair her şeylerinden soyunarak neoliberal bir politik hat üzerine oturdular.

Artvin'de ne oldu, oradan başlayalım. Sonra Gezi hareketinde ne oldu, ona bağlayacağız ve Millî Görüş hareketinden nasıl bütün bağlarını kopardıklarını, ideolojik olarak da pratik olarak da, bir birlikte görmeye çalışacağız.

Daha önce Millî Görüş... Benim yaş grubumda olan herkesin hatırlayacağı gibi, okullara giderken, böyle, nal gibi tablolarla karşılaşılırdı ve hepimizin çevre, orman, ağaç duyarlılığını artıran bir levhaydı. Ne diyordu o levhada, Fatih Sultan Mehmet Han'ın bir fermanı asılıydı, diyordu ki: "Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim."

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - İyi ki bu Bakan o dönem yaşamamış.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Sayın Bakanla muhtemelen aynı yaş kuşağındayız, belki bizden birkaç yaş büyüktür. Allah uzun ömür versin.

Şimdi, AK PARTİ bu Fatih Sultan fermanıyla bütün ilgisini kesti, Millî Görüş buna çok hassastı. Şimdi söyledikleri türkü "Baltalar elimizde, uzun ip belimizde, biz gideriz ormana hey, ormana." Çünkü burada "Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim." fermanını unuttuk. "Onlara bir kötü söz söylerim." dense, kriter olarak bu belirlense bu kötü sözden bile mahvolacak bu ülkede bir sürü bu neoliberal anlayışın yeşerttiği köksüz, yeni, hoyrat bir sermaye sınıfı var.

Cerattepe için savunma kabîlinden söyledikleri şeyler şunlar... Şimdi, Artvin halkının ve demokratik güçlerin başlattığı direniş Hükûmeti Gezi hafızasına döndürünce büyük bir vesvese peyda oldu ve yirmi beş yıldır altın madeni olarak kodlanan yeri bir anda bakır madeni yaptılar; gören, bilen gözlerin hiçbirinden kaçmadı bu. Peki, niye o altın madeni bakır madeni oldu? Hassasiyet siyanür konusundaydı, altın yerin altındaysa siyanür kullanılmadan çıkarılmaz, bakır için öyle bir zorunluluk gerekli değildir. Bir anda altını bakır ettiler "Con Ahmet"in devridaim makinesi gibi; bir şeyi sokuyorlar, başka bir şeye dönüştürüyorlar, bu konuda çok mahirler, haklarını teslim etmek lazım. Bundan dolayı bu yirmi beş yıllık ruhsat bir anda çevrildi. Tamamen gerçeğe aykırı bir beyan, Sayın Bakan biliyor, aslında biraz önce belki biraz günahını aldım, Başbakana diyorlar ki: "Ya, bu mızrak bu çuvala sığmaz, boşuna bunlarla görüşme çünkü kapalı galeri yapacağız." Kapalı olamayacağını ilkokul düzeyinde matematik bilgisine sahip herkes bilir. 17 milyon ton bir rezervden söz ediliyor; hepsi altın değil, boşuna sevinmeyin, rezerv olarak böyle. Şimdi, 2 tonu...

AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) - Demek ki bakır da varmış.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - Tabii ki bakır var. Arkadaşlar, altın çıkarılırken bir sürü yan ürün çıkar ama bir maden adlandırılırken oradaki kullanılacak yöntem ve hâkim, hedef maden adıyla anılır yani yoksa, kömür de çıkar bu yapılırken, belki nasipliyseniz petrol de çıkar ama bütün çalışma esasları, ekipmanlar, altyapı altın madeni dediğinizde ona göre kurulur.

Şimdi, 2 tonu kabaca 1 metreküp olarak hesaplarsak ve 17 milyon tonluk bir rezervden bahsedersek, yer altında aşağı yukarı 8,5 milyon metreküplük bir alan oluşacak. Sayın Bakan, icrada çok çalıştığı için yani pratik olarak sahayı bildiği için Sayın Başbakana belki de bunu demeye çalıştı: "8,5 milyon metreküp biz orayı oyarsak yerin altından, hiçbir şey kalmaz. Dolayısıyla, sen, aman ha, bu çevrecilere 'Kapalı yapacağız.' falan deme." Cengiz İnşaat da, adı geçen firma da bu duyuruyu aldı ve şöyle bir şey söyledi: "Buradan çıkacak boşluk ne olacak?" Artvin'i görenler bilirler, Artvin öyle düzlük bir yer değildir, topoğrafyası, coğrafyası çok inişli çıkışlı, bu yeryüzünün en cennet tasvir edilen bölgelerinden birisidir. Şimdi, "Ağaç kesimi yapmayacağız kapalı galeri olursa ve niyet olarak siyanür kullanmayabiliriz." diyor ama "Kullanmayacağız." diye ne bir taahhüde giriyor ne de sözleşmeyle bunun güvenceye alınmasını talep ediyor.

Peki, yalnız şöyle bir -adı üstünde- Ali Cengiz oyunu yapıyor Cengiz İnşaat: "Ağaç kesimi yapmayacağız ama heyelana neden olabilecek toprak 5 metreye kadar sıyrılacak." Lütfen, tasavvur etmenizi istirham ediyorum hepinizden. Bu 5 metre toprak nasıl sıyrılacak? Sayın Bakana şöyle anlatayım: Yani, mesela, sizin başınızı tıraş edecekler. O zaman bu telleri de ağaç kabul edersek yani "Orayı kelleştireceğiz." diyorlar, o da ayrı bir şey. 5 metreye kadar sıyırdın, buradan doğacak toprak -kaba bir hesapla- 385 bin metreküp. Bilmiyorum, Sayın Bakana bu rakamlar getirildi mi? Ben bu rakamları oradaki çevre örgütlerinin, çevreye duyarlı örgütlerin ve meslek odalarının dokümanlarından aldım. 77 bin metrekare, kabaca 378 bin metreküp, böyle bir şey. "Ülke ekonomisine katkısı yüzde 2." diye iddia ediyorlar. Yani muhayyel hesap çünkü altın çıkacak mı, o kadar çıkacak mı? Ama bir an için kendilerinin maksimize ettikleri rakamda olduğunu düşünelim, yüzde 2. İşte, Millî Görüş'ten ayrılan en önemli bir nokta da burası.

Sayın Bakan zannetmem ki çevre ve orman konusunda... Biz o pratiklerini görmedik, görmediğimiz kadarıylasını söylüyorum yani aşağı yukarı beş yıldır beraber teşrikimesai yapıyoruz, iki günlük düşündüğüne hiç şahit olmadık biz, iki günlük. Bugün önümüze bu gelmiş, buna söz verilmiş. Adı geçen firmaya bakıyoruz, madencilik konusunda bir müktesebatı var mı? "..."(x) Hiç, eser yok. Madenden ben ne kadar anlıyorsam -getirin altın ile bakırı, ben birbirinden ayırt edemem- bu firma da o kadar anlıyor. İftira etmiyoruz. Firmaların kendileri ve iştigal alanlarıyla ilgili değerlendirmeleri vardır. Onlara baktığımızda bu firmanın madenle maden suyu içmek dışında bir alakalarına ben rastlamadım. Dolayısıyla, ne kadar hoyrat yaklaşacaklarını bu yüzde 2'lik hesapta görmüyoruz.

Çok basit bir şey söyleyeyim: "Çevreye zarar vermeyecek." diyorlar. Dikkatinizi üçüncü havalimanı konusunda sayın Hükûmet sözcülerinin ve Sayın Cumhurbaşkanının yaptıkları değerlendirmelere çekmek istiyorum. Diyor ki: "Efendim, orası madenciler tarafından kelleştirilmiş, çoraklaştırılmış." Öyle demedi mi Sayın Cumhurbaşkanı? Üçüncü havalimanının yapılma gerekçesi olarak, her birimiz onlarca defa bu değerlendirmeyi duymadık mı? Artvin'in geleceğini merak edenler, bu üçüncü havalimanı yerinin, daha önce, Artvin'i bile kıskandıracak yeşillikte bir orman vasfına sahip olduğunu sadece küçük bir Google taramasıyla görebilirler. Artvinliler sizde olmayan bu hassasiyetin sahibi oldukları için, kendi yurtlarının gelecekte ne hâl alacağını öngörebiliyorlar. Yaptıklarınız yapacaklarınızın teminatı çünkü.

Şimdi, hesap edilmeyen ne? Bunun toplumsal maliyeti. Bu kafa merkantilist bir kafa, tecirliği iyi biliyorlar: "Yüzde 2 ulusal ekonomiye katkısı, işte, şu kadar milyar dolar eder..." "Oo, haydi hurra!"

Şimdi, üstelik bu firmanın sahibinin, hepimizin muhterem ve müberra annelerimiz hakkındaki fikrini de bir vesileyle öğrenmiş olduk. Annelerimize bu rikkati göstermeyenin toprağa nasıl yaklaşacağını tahmin etmek güç değil.

Sayın Cumhurbaşkanı kalktı dedi ki: "Yavru Geziciler bunlar." Pek sinirlendi. Hâlinden, beden dilinden, söylediğinin tınısından anlıyoruz ki Sayın Başbakanın görüşmesinden pek sinirlenmiş. Eğer Millî Görüş'le ufak bir ünsiyeti kalmış olsaydı, kurdun, kuşun, karıncanın hakkı da bu yüzde 2'lik değerlendirmenin içerisine dâhil edilirdi. "Millîlik" gibi görüşten vazgeçtim, eğer, sık sık atıf yaptığınız "yerlilik ve millîlik" gibi bir kaygınız olsaydı, siz, bunun ülkeyi nasıl çoraklaştırdığını, bu yılın ya da on iki yılın bütçesine böyle bir katkı yapacağını ama ileride bunun onulmaz ve yerine konulmaz zararlar getireceğini görebilirdiniz. Bugünü yaşayan, günlük yaşayan, kendinden emin olamayan... Niye bir insan kendinden emin olamaz? Yüzde 50 oy almışsınız. Hiç yüzde 50 oy almış bir partinin öz güveni var mı? Artvin'de ağacına, kuşuna, karıncasına sahip çıkan insanlardan bile bir darbe vesvesesi çıkaracak kadar sizi hassas olmaya iten şey, yaptığınız politikanın matah bir şey olmadığını, piyasacı, neoliberal bir yaklaşım olduğunu, bunun da gayriinsani bir şey olduğunu biliyor olmanızdan kaynaklanıyor.

Gezi'yi başka bir vesileyle konuşuruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ederim.