| Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı 5'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 50 |
| Tarih: | 02.03.2016 |
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, çok kıymetli milletvekilleri -bazen "vekiller" diyorlar, ne vekili olduğumuzu da söyleyelim, milletvekili- evet, biliyorum, yorgunsunuz, Sayın Başkanın yorgunluğu da ses tonunun düşmesinden belli.
BAŞKAN - Yo, iyiyim, iyiyim, gayet iyiyim, siz buyurun.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Dolayısıyla, siyasi profili biraz düşük ama sanat ve edebî profili yüksek bir konuşma yapacağım. İnsicam noktasında hassasiyetlerinizi de rica ediyorum, lütfen.
BAŞKAN - Tabii ki, memnuniyetle dinleriz sizi.
Buyurun.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Kapsayıcı bir kavram olan "kültür"ün içeriğini oluşturan sanat, edebiyat ve musiki gibi sözcüklere atıfta bulunan birçok veciz söze rastlamak mümkündür. Ama bir zamanlar iktidarın siyasi terminolojisinde kırmızı çizgi ve tahrik unsuru sayılan fakat bugün yeni siyasi konjonktüre bağlı olarak da yerleşen millîlik ve yerlilikten hareketle, "Sanatı olmayan milletin hayat damarlarından biri kopmuştur." diyerek sözlerime başlamak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, gerek burada yaptığımız konuşmalarda ve gerekse hayatın ve toplumun her kesiminde asırlardır kullanılan, anlatılan, tekrarlanan kıssadan hisselere veya aforizmalara göndermeler yapıyoruz. Yani kürsüye çıkan her hatip Yunus'tan, Mevlâna'dan, Mehmet Akif'ten, Necip Fazıl'dan, Nazım Hikmet'ten, Can Yücel'den, Cenap Şehabettin'den, hatta Chomsky'den, Foucault'dan, Gramsci'den referanslar vermektedir. Doğrudur, sanatçı ve edebiyatçı kutup yıldızıdır. Modern tıbbın dahi resmî tedavi yöntemi olarak kabul ettiği musiki insanlığın en etkileyici yön belirleyicisi ve ortak dili olmuştur. Hangi çevreci kuramcı, Veysel'in şu dizeleriyle doğa sevgisini ifade edip ruh telimize dokunduğu gibi dokunabilir? Ozanımız ne diyor:
"Karnın yardım kazmayınan belinen,
Yüzün yırttım tırnağınan elinen.
Yine beni karşıladı gülünen,
Benim sadık yârim kara topraktır."
Sayın milletvekilleri, kültür, en kolay ve anlaşılır tanımıyla, bir milletin yaşam tarzını ifade eder. Dolayısıyla birçok bilim adamının tanımladığı üzere alt kültür, üst kültür ayrımına girmeden, yerel kültürel değerlerin bir araya gelerek zengin bir millî kültür oluşturması ve bunun da evrensel kültür yapısı içerisinde yerini alması doğal bir süreçtir.
İnsan misali canlılığını muhafaza eden millî kültürümüz tüm yerel zenginlikleriyle kuşaktan kuşağa aktarılmalıdır. Dolayısıyla, bireysel sorumluluklarımızın yanı sıra, bu görevi üstlenen kurumlar, millî kültürümüzün içeride yaşatılması ve kuşaktan kuşağa aktarılması, dışarıda ise evrensele taşınmasında üzerine düşeni yapmalıdır. Bu kurumların başında Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, TİKA ve bunlara bağlı yurt içi ve yurt dışı kurumlar ve enstitüler gelmektedir.
Türk kültürü bütün zenginliğiyle, ata yurt Asya steplerinden başlayarak evladıfatihan sınırları olan Adriyatik'e kadar geniş bir yelpazeye sahiptir. Fakat ne yazık ki şu sıralar Genel Kurul salonunda "Türk Tipi Başkanlık Sistemi" kitabını ellerinden düşürmeyenlerin ya da elden ele taşıyanların Türk kültürünü uluslararası boyuta taşıyamamaları ironik bir durumdur. Bunun yerine, Batı menşeli eğlence programları, kadın ve evlilik programları ve postkapitalist siyasal söylemin tipik sloganı hâline gelen "kazan kazan" ifadesiyle varlık bulan yarışma programları özendirilmektedir. Bunların da, muhafazakâr olduğunu iddia eden hâkim siyasi zihniyetin icraatları sayesinde, yüzyıllardır kuşaktan kuşağa aktarılan millet, devlet varlığımızın kültürel simgelerini yozlaştırdığını görmekteyiz. Bu yozlaşmayı birkaç örnekle açıklamak isterim.
Değerli milletvekilleri, bakın, sanat dedik. Batı'nın filarmonisi, senfonisi, balesi var ve bunlar kuşaktan kuşağa aktarılmış kültürel değerler, sanatsal değerler. Bizim bir mehterimiz var. Gerçekten, ta 18'inci yüzyılda bir Batılı sanatçıyı bile aşka getirip bir marş yazdıran mehterimiz maalesef, ucuzlatılarak, basite indirgenerek stadyumlarda seyirciyi tatmin vasıtası olarak kullanılmaktadır, bunu şiddetle kınıyorum.
Diğer önemli, yozlaşan bir kültürel değerimiz: Her yıl Konya'da Şebiarus törenleri yaparız, sema gösterileri olur; vuslattır, manevi sevgiliyle bir vuslattır. Ama maalesef bugün sema gösterilerimiz, Şebiarusa benzeyen törenlerimiz büyük otel restoranlarında süsleyici unsurlar hâline gelmiştir.
Başörtülü yavrularımıza Millî Piyango biletlerinde çekiliş yaptırıyoruz. Bu, kültürel bir yozlaşmadır ve bunu şiddetle kınıyorum.
Yine aynı şekilde -hiç unutamıyorum, gözlerime de inanamamıştım- Borsa İstanbulun açılışını "Ya Allah, Bismillah!" diye yapan zihniyeti de burada protesto ediyorum, kınıyorum; bu da kültürel bir yozlaşmadır aynı zamanda.
Efendim, tabii, bu tür bir yozlaşma, ülkenin ortak değerlerini içeren millî kültürden uzaklaşma, birliğimizi, dirliğimizi ve kardeşlik hukukumuzu yaralamaktadır ve bunun sonu da Sayın Başbakanın ifade ettiği gibi, zaman zaman beka sorununa kadar varabilmektedir.
Şimdi, yurt dışından da basit bir örnek vermek istiyorum deneyimlerime dayanarak. Birçoğunuz benzer olayları yaşamışsınızdır. 1990'lı yıllarda Bosna'daki bağımsızlık savaşında bir sürü soydaşımız, kardeşimiz, canımız, yandaşımız, yoldaşımız -nasıl tanımlarsanız tanımlayın- insan Avrupa yollarına bugün Suriyelilerin düştüğü gibi düştüler ve gerçekten birkaç aileye ben eşlik ettim Londra'da. Bu insanların arasında bir Süleyman amca vardı, bende çok iz bıraktı. Oğlu, Miloseviç'in Arkan'ın çeteleri tarafından şehit edilmişti. Biz onunla akşamları sohbet ederdik. Bir gün, Türkiye'ye döneceğimi söyledim. Süleyman amca bana da "Çamil" diye hitap ederdi. Doğu Karadeniz'in birçok bölgesinde "ç" ve "k" harflerinin benzeşmesi gibi, Karadenizliler bilir. "Çamil, oğlumun hatırına ben buradayım ama oğlumu öldürürken avucuna bir haç çizdiler. Şimdi Londra sokaklarında dolaşıyorum, gözüm hep göğüslerdeki haçlara takılıyor. Türkiye'ye gidiyorsan bana oradan bir avuç ay yıldızlı kolye getir. Ben onları buradaki soydaşlarıma dağıtayım, belki çocuğuma böyle borcumu ödemiş olurum." diye. (MHP sıralarından alkışlar) İnanın çok duygulandım. Götürdüm ve hakikaten en büyüğünü Süleyman amca taktı. Ve bir gün bize geldiler, yeni doğan bebeğimi annesi sevdi okşadı -aynen Erzurum'daki gibi, Bingöl'deki, Trabzon'daki, Diyarbakır'daki gibi- kundağıyla aldı, "Adı ne?" dedi, "Adıyla yaşasın." dedi, göğsünden bir 20 pound çıkardı, göğsüne koydu. Bu nene, zaten 80 pound aylık geçinme parasıyla duruyordu. Dedim ki: "Olmaz nene, bu para çok büyük para, Allah razı olsun, senin bir duan yeter bize." "Hayır, uşağım, bu bizim âdettir." dedi, "Ben bunu yapamazsam mahcup olurum, rezil olurum." İşte bu âdet on binlerce kilometrelik bu ecdat toprakları üzerinde Allah'a şükür dün de yaşatıldı, bugün de yaşatılıyor, umarım yarın da yaşatılmak zorunda kalır.
Fakat bir başka Bosna resmi daha gördüm 2010'lu yıllarda. Bir akademik etkinlik için gitmiştim ama gördüğüme inanamadım. Ivo Andric'in romanında dahi artık "Türk"ün "Müsülman", "Müsülman"ın "Türk" anlamına geldiğini söylemesine rağmen, maalesef, bizim üst düzey yetkililerimiz niyeyse öyle bir Türk ve cumhuriyetin değerlerini ya da Türkiye'nin millî, manevi değerlerini temsil noktasına gelmişler ki oradaki soydaşlarımız bile şaşırmışlar, dindaşlarımız bile şaşırmışlar. Camiden çıkıyoruz, caminin üzerinde al bayrak. Nereden geliyorsunuz? "Türkiye'den." Siz Boşnak mısınız? Aynen söylediği: "Boşnak yok, Türk yok, var Müsülman, Müsülman!" İşte, orada ah vah ettim. Halbuki, işte, biz oraya Vahabi ve İran Şia kültürünün yerleşmesiyle... Türk'ün Müslüman, Müslüman'ın Türk olduğunu zaten o coğrafya biliyordu kuşaklar önce ama bugün sanki ikisi birbirinden çok uzak kavramlarmış gibi öğretilmeye çalışılıyor.
Sayın Kültür Bakanıma arz ediyorum, geçen yine diğer Bakanıma da söyledim. Aynı gezinin bir parçasında da Belgrad'da Merkez Camisi'ne gittik, oradaki bütün ecdat mezarlarının taşları sökülmüş, bir kenara atılmış. Sordum: "Niye?" Dediler ki: "Bu camiyi Vahabi bir grup satın aldı. Onların da mezara, mezar taşına bakışı belli. Söküp attılar böyle çöp gibi kenara." Benim TİKA'mdan beklediğim bunlar değil. Beni yurt dışında temsil edecek olanlar, Türkiye Cumhuriyeti değerlerine, Türkiye'nin millî, manevi değerlerine sahip çıkmayacaksa Sayın Bakanım, lütfen görevlendirmeyin bu insanları. Kimliğinden utanıyorsa, değerlerinden uzak duruyorsa bunların bizi temsil etme noktasında yapacakları çok fazla bir şey yok.
Efendim, dik duruş gerekir. Eğer kararlılık sergilemeyip dilde, fikirde, işte birlik şiarından vazgeçer ve yeniden bir çözüm süreci tuzağına düşerseniz ve teröre can suyu verirseniz büyük şair Vahabzade'nin dediği gibi oluruz. Öz yurdunda beka sorunu yaşamış büyük şair şöyle diyor: "İndi öz kökünden üzülen menem/ Özge budaglara düzülen menem/ İndi ne sen sensen ne de men menem/ Biz ki biz değiliz, bize elveda." Allah korusun, biz, biz olmaktan çıkarsak bize elveda deriz.
Bakın, benzer beka sorunları, eğer millî, manevi kardeşlik hukukumuza sahip çıkmazsak... Batı'da da bunların örneği çok. Yine, edebî bir şekilde ifade edeceğim: Bertolt Brecht'i duymuşsunuzdur, ünlü Alman şairidir, yazarıdır, tiyatrocudur, modern tiyatronun kurucularındandır. Diyor ki, Almanya'da Nazi öyküsünü anlatıyor: "Naziler önce komünistleri tutukladılar, komünist değilim diye ses çıkarmadım. Sonra Yahudileri tutukladılar, 'Yahudi değilim ki' dedim, sesimi çıkarmadım. Sosyal demokratları tutukladılar, 'Savunmak bana mı kaldı!' dedim, sesimi çıkarmadım. Sıra bana geldiğinde, etrafta tutuklanmama ses çıkaracak kimse kalmamıştı."
İşte, Türk devletinin bekasının, cumhuriyet ilkelerinin, kurucu iradenin, millî değerlerin ayaklar altına alındığı bir süreçte bizim yapacağımız tek şey tekrar bu değerler etrafında kenetlenmek, dik duruş sergilemektir. Allah korusun, bundan da ödün verirsek artık yapılacak bir şey kalmaz, işte o Türkmen hoyratında olduğu gibi oluruz. Ne deriz? Artık bugün yurdundan, ocağından olmuş Türkmen hoyratındaki gibi oluruz ve deriz ki: "Elinde yad elinde/ Öt bülbül yad elinde/ Bir diyar mezar olsun/ Kalmasın yad elinde." Bunu demek zorunda kalırız.
Efendim, geniş bir konu olduğu için çok hızlı bir iki başlığa daha değineceğim, Sayın Kültür Bakanının dikkatine sunmak için.
Efendim, Türk-İslam kültür coğrafyasında, etnik köken ne olursa olsun, soydaş, akraba, kardeş, çevre ülkelerden gelen kardeşlerimize kucak açıp onların lisansüstü eğitimlerine sahip çıkalım. Çok kötü bilgiler geliyor bize.
Bir de Devlet Yazma Eserleri Başkanlığı kuruldu. Sayın Bakan, bu konuda tebrik ediyoruz, güzel bir adımdır. Evet, iyi yapılan şeylere "evet" diyoruz. Devlet Yazma Eserleri Başkanlığı, İstanbul'da, merkezi Süleymaniye'de olmak üzere kuruldu. Ama yetmiyor, bu merkeze bağlı şubelerin açılması lazım, bu çok önemli. Tarihî mirasımızı kuşaktan kuşağa aktarmamız için, iyi bir muhafaza kültürü geliştirmemiz için bu şubelerin açılması lazım. Bir de UNESCO'yla iş birliği hâlinde bir kanun çıktı Sayın Bakanım, bu kanunun bir an önce yürürlüğe konulmasında yarar var. UNESCO'yla olmasında bir espri var, çünkü UNESCO'yla olursa bir kitap hastanesi kurulma projesi olur. Bizim elimizde 80 binin üzerinde çok orijinal, bizim kültür coğrafyamıza ait eser var. Bunların bir an önce kazandırılması, kataloglandırılması gerekir. Bunların kataloglandırılması yapılmalı ve bu hastanenin bir an önce kurulması lazım. Niye UNESCO'yla? Çünkü, koruma teknikleri açısından, tanıtım açısından ve sağlanacak bütçe açısından bizim çok çok lehimize olacaktır.
Evet, şimdi son dakikalarımda da birazcık turizmle ilgili birkaç şey söyleyerek akşamı noktalamak istiyorum.
Efendim, son zamanlarda bölgemizde "sıfır sorun"un "sırf soruna" dönmesiyle, birçok sektörde olduğu gibi turizm sektöründe de olumsuzluklar yaşamaktayız. Bugün, birçok turizm merkezi gibi... Bakın, elimde rakamlar var. Burada Antalyalı, Aydınlı, Balıkesirli, birçok milletvekili arkadaşım var. Onlar gerçekten turizm sektöründe neler yaşadıklarının farkındalar. Yani, basit bir istatistik veriyorum: Geçen yıl şubat ayında Antalya'ya gelen Rus turist sayısı 8.307 ve bu şubat ayımızdaki rakam -korkunç bir rakam- 55. Alman turist sayısı 80.203'ten, 55.730'a düşmüş. Ama ben bu anlamda, birazcık, milletvekili olduğum ilime dönmek istiyorum.
Şimdi, efendim, Erzurum, gerçekten turizm açısından çok önemli bir kent, üç dönemlik bir tarihe sahip. "Erzurum" deyince İlhanlı ve Selçuklu tarihi gelir akla, İpek Yolu üzerinde çok güzel bir geçiş merkezidir. Osmanlı şehri akla gelir eserleriyle; cumhuriyetin de, kurucu iradenin anlam bulduğu yerdir, cumhuriyet tarihine de ev sahipliği yapar. Dolayısıyla, üç boyutlu tarihî bir değeri vardır ama bugün, maalesef, bu üç boyutlu tarihî bir türlü turizmin hizmetine sunamadık. 2004'ten beri yerel yöneticilerin ihmalleri sonucu Erzurum, inanın, bırakın turizm kenti olmayı, yaşanabilir bir kent olmaktan dahi çıkmak üzere.
Bakın, iyi yapılan şeylere iyi diyoruz ama kötüleri de böyle görselleştirip getiriyoruz.
Çifte Minareli Medrese'miz; bakın, geçen hafta şu resim çekildi, geçen hafta çekildi; bu eski bir resim, geçen haftaki hâli, bilginize sunuyorum.
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - İyi de, restore ediliyor Kamil Hocam.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Ben etrafındaki karlığa, pisliğe dikkat çekiyorum, restorasyonuna değil.
Bakın, bir hilkat garibesi. Şu sağdaki resimdeki Truva atı değil ha, Çanakkaleliler yanlış anlamasın; bu, çifte minarelerin güya bir sanat eseri yapılmış minyatürü gibi, demirden, paslanmış.
Bakın, mekân Aziziye Parkı. Aziziye Parkı'nın en eski hâli, şimdiki hâli. Ya, Allah aşkına, dünyanın neresinde gördünüz böyle bir sanat eseri anlayışı? Orijinali orada, orijinaline sahip çık. Niye yapayını yaptırıyorsunuz, niye o paraları bunlara heba ediyorsunuz? Biraz önce gösterdiğim o Çifte Minare'nin etrafındaki bakım onarıma kullansanız ya, niye kullanmıyorsunuz?
MUSA ÇAM (İzmir) - Mahir Bey'e de gösterin, Mahir Bey'e de.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Ama, işte görün, hilkat garibesi bir şey.
Bakın, kentsel dönüşüm birçok ilde hızlandı, gidiyor ama Erzurum'un tarihî mekânlarının etrafındaki kentsel dönüşüm; yanlış anlamayın, geçen hafta çekildi.
MUSA ÇAM (İzmir) - Efkan Bey de Erzurumlu, Efkan Bey de Erzurumlu.
KAMİL AYDIN (Devamla) - 2009'da belediye başkanı adayıyken de söyledim, dedim ki: "Gazze sokakları gibi Erzurum." Bu güruh niye temizlenmiyor? Bu güzel kentimiz, bu tarihî mekânlarımız niye bir an önce yeryüzüne çıkarılmıyor? Böyle bir resim maalesef.
Saat Kulemiz ve kalemizin etrafı, buyurun. Allah aşkına, böyle bir mekânı hangi turist gelip de ziyaret etmek ister? Bunlar suç mekânları hâline gelmiş.
Değerli milletvekilleri, Erzurum'un bir turizm ayağı daha var ki hakikaten göğsümüzü kabartır. İnanç turizmi Erzurum'da çok etkindir. Birçok ilimizde vardır türbeler, yatırlar, efendim, manevi mimarlar. Bizim Abdurrahman Gazi Türbemiz var. Bakın, bunu da en son oradan seçtim, Abdurrahman Gazi Türbesi'nin yolu, buyurun. Milyonlarca lira heba edilirken şimdi bakın.
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Kamil Hocam, biz hiç rastlamıyoruz bu resimlere. Bunlar çok eskiden çekilmiş resimler.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Geçen hafta çektirdim, samimiyetimize inanın. Gidince gezin oraları.
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Şu an orada kentsel dönüşüm çalışmaları yapılıyor Kamil Hocam, yanıltıyorsunuz.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Bakın, orada kentsel dönüşüm... Lanet olsun, on yıldır bu kentsel dönüşüm orada bir türlü dönüşemiyor. Ben de onu söylüyorum işte.
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Tamamı yanıltıcı, Kamil Hocam, bunların tamamı yanıltıcı.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Sen niye savunuyorsun bunu, resimden konuşuyorum.
BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım lütfen.
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Hiçbiri doğru değil.
BAŞKAN - Sayın Konuşmacı, toparlar mısınız, son saniyeler.
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Bu resimlerin hiçbiri doğru değil.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Şerefim, namusum, manevi değerlerim üzerine yemin ederim ki geçen hafta çekildi bu resimler.
BAŞKAN - Sayın milletvekili, lütfen, oturduğunuz yerden müdahale etmeyin, rica ediyorum.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Ya, lütfen insicamımı bozmayın.
Bakın, şimdi, değerler üzerine...
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Yani mukayese çok yanlış, olabilir mi böyle bir şey!
BAŞKAN - Sayın Milletvekili, lütfen.
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Hayır, yaz aylarında çekilmiş bir resimle şimdiki resim bir olabilir mi?
BAŞKAN - Sayın Milletvekili, lütfen. Bakın ne oldu şimdi konuşmacının vaktini almış oldunuz.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Bir dakika rica ediyorum ben.
BAŞKAN - Bir dakika veriyorum size.
Buyurun.
OKTAY VURAL (İzmir) - Kültür tahribatlarıyla ilgili söyledi... Ya tahribatı olunca hemen hopladınız ya!
KAMİL AYDIN (Devamla) - Saygıdeğer milletvekilleri, bakın, şu vesileyle bir şey ifade edeceğim...
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Başkanım, hakikat değil.
BAŞKAN - Sayın Milletvekili, tamam.
İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Hakikat değil, ben orada yaşıyorum, olur mu öyle bir şey!
ERHAN USTA (Samsun) - Sürekli aynı şeyi yapıyorsun kardeşim sen, sürekli aynı şeyi yapıyorsun, ayıp ya! Nasıl adamsın sen!
KAMİL AYDIN (Devamla) - Arkadaşlar, dinleme kültürüne dikkat edin, dayanın. Bakın, sabahtan beri tepki gösterdiğiniz şeylere dikkat çekiyorum, dedim ki: Siyasi profili düşük olsun biraz, sanat, edebiyat çeşnisiyle yapayım ama inanın, insanları kutsadığınız kadar birazcık dinleyin, mekânları kutsadığınız kadar birazcık bizi dinleyin. Kutsiyetlik, değerlilik insanlara ve mekânlara verilmez, onu verme kudreti sadece Yüce Allah'tadır. Sabahtan beri ne olur, bu kutsiyeti, bu itirazı, bu diklenmeyi bir başka arkadaşımıza yapıldığı zaman sahip çıkın.
Şimdi, burada bir şey söyledik, katılırsın ya da katılmazsın, burada bugün gidersin Erzurum'a o parkta oturursun, o demir çifte minarenin...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMİL AYDIN (Devamla) - ...silueti orada duruyor, yazın da oradaydı, şimdi de orada.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)