| Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı 5'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 50 |
| Tarih: | 02.03.2016 |
HDP GRUBU ADINA HÜDA KAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün HDP Grubu adına 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı'nın İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerine grubumuzun görüş ve önerilerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konu İçişleri Bakanlığı mevzusu olunca, tabii ki içinde yaşadığımız ülkenin gerçekleri de göz önünde olunca pek iç açıcı bir konuşma bekleyemiyoruz, yapamıyoruz istesek de.
Değerli milletvekilleri, bugün 2 Mart. On iki yıl önce bugün, yine bu Meclisin çatısı altında yaşanan bir utanç sahnesini anarak konuşmama başlamak istiyorum. 2 Mart 1994'te yapılan Meclis oylamasıyla DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karar verildiği bir gün ve bu vekiller 17 Mart 1994'te tutuklanarak cezaevine konuldular. 16 Haziran 1994 tarihinde ise Anayasa Mahkemesi tarafından bu parti kapatılmış oldu. Şimdi yıl 2016 ve Anayasa ve Adalet Karma Komisyonunda bekleyen 500'e yakın fezleke dosyası var ve bunun yarısından fazlası da HDP vekillerine ait. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili ve HDP İstanbul Milletvekili Sayın Pervin Buldan; eş genel başkanlarımız Sayın Selahattin Demirtaş ve Sayın Figen Yüksekdağ; Batman Milletvekilimiz Ayşe Acar Başaran; Van vekillerimiz Tuğba Hezer, Lezgin Botan, Nadir Yıldırım, Adem Geveri; HDP Şırnak vekillerimiz Ferhat Encu, Leyla Birlik; Diyarbakır vekillerimiz Altan Tan, İmam Taşçıer, Nursel Aydoğan; Mardin Vekilimiz Gülser Yıldırım; CHP Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün; İstanbul Vekili Eren Erdem'in yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkereleri TBMM Anayasa ve Adalet Karma Komisyonuna sevk edilmiş bulunmaktadır. Aradan geçen bunca yıl içerisinde 2016 Türkiyesi'ndeki manzara hâlâ budur.
"Türkiye asla 1990'lara dönmez." diyenlerin ve "28 Şubat bin yıl sürmedi." diyenlerin vicdanına bir kez daha seslenmek istiyorum. Ne kadar vahim ve ne kadar yasakçı bir politika içinde olduğumuz çok aşikâr. Evet, "28 Şubat bin yıl sürdü mü, sürmedi mi?" derken, bu vesileyle 28 Şubatın o kanlı vahşet sürecinde acımasızca katledilenlerden biri olan sevgili dostum, arkadaşım Konca Kuriş'i rahmetle anıyorum, fotoğrafta gördüğünüz kadın arkadaşımız. Yine o dönemlerin gadrine uğramış, on beş yirmi yıldan fazladır hapislerde unutulan Müslüman ve siyasi bütün mahkûmları da burada saygıyla hatırlıyorum, anıyorum.
Bu ülkenin yöneticileri bir gecede kararnameler çıkartarak, binlerce memuru, savcıyı, gazeteciyi işinden ederek kendi evlatlarını kurtarmaya devam ederken on dört yıllık iktidarları sürecinde gariban halkın evlatları için parmaklarını bile kıpırdatmadılar. Bilakis, şu an hapishaneler yoksul, gariban halkın evlatlarıyla rekor derecede dolmuş durumda.
Darbeler ve zulümler döneminin izleri her boyutuyla temizlenmeden "28 Şubatlar bitti." diyemez kimse. Dün de yasaklar, baskılar, zulümler, vahşetler ve tehditler yine bu sistem tarafından yapılıyordu ve yine onun beslemesi yandaş medyayla da, yaptıkları zulümler, hakikatler çarpıtılarak ve inanılmaz yalanlarla gerçekler halktan saklanıyordu; dün de gerçekleri topluma ulaştırmaya, haykırmaya çalışanlar yalanlarla hapsediliyor, tehdit ediliyor, katlediliyordu; bugün de zulümler, katliamlar, infazlar dünden daha şiddetli bir şekilde devam etmektedir.
Bu gerçekleri söylüyorum diye, yanlışları, yalanları, zulümleri buradan her fırsatta ortaya koymaya devam ediyorum diye, yıllardır, ağza alınmayacak şekilde, troller, köşeleri kapmış tetikçiler hâlâ şahsıma saldırmaya devam ediyorlar. Bu hakaret ve tehdit, hedef göstermelerden bazıları şurada. Burada sadece yalanları ifşa ediyoruz, zulümleri ortaya koyuyoruz, belgelendiriyoruz, açıklıyoruz diye gösterilen, yapılan manşetlerden "Utanmaz Kadın" manşetleriyle yandaş medya, tetikçi medya hâlâ şahsımı hedef göstermeye devam ediyor.
Sayın milletvekilleri, yıllar içerisinde Bakanlığın, Emniyet Genel Müdürlüğünün ve Jandarma Genel Komutanlığının bütçelerinin sürekli arttırıldığı ve yanı sıra, gerçekleşen bütçelerinin de ayrılan bütçelerini aştığı görülmektedir. İçişleri Bakanlığı ve bağlı 5 kuruluşun 2016 yılı toplam ödeneği 35 milyardır. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü dışında tutulacak olursa, Bakanlık ve bağlı kuruluşların kamu düzeni ve güvenlik hizmetleri ödeneği 29 milyardır. Bu rakam, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Millî Eğitim ve Maliye Bakanlığı hariç, ayrı ayrı 46 genel bütçeli kurumun bütçesinden daha fazladır. 2016 Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin millî gelire oranı yüzde 3,46'dır. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü ülkelerinde ise eğitim bütçesinin millî gelir içindeki payı ortalama olarak yüzde 6 civarındadır. Ayrıca, Millî Eğitimin geçmiş yıllarda gerçekleşen bütçesi ayrılan bütçelerin altında kalmıştır. Bu durumu daha iyi mukayese etmek için öğretmen atamalarına bakmak bile yeterlidir. TÜRK EĞİTİM-SEN verisine göre, 2015 yılında 16 ilin verilerinde ücretli öğretmen sayısının 71.960 olduğu bir ülkede 52 bin öğretmen atanıyorsa artık sosyal devlet değil, polis devleti olduğumuzun bir göstergesidir.
Gençlik potansiyeli en güçlü olan bir ülke olarak öğretmenden fazla güvenlik elemanları ve polis alımı yaparsanız, bu gençlik potansiyeliyle, hiç kusura bakmayın, "Dindar gençlik istiyoruz." derken mafya bozuntuları cennetine dönüştürürsünüz ülkeyi. Aslına bu, iddiadan da öte, dönüştürülmüş durumdadır. Öyle bir ülkeye dönüştük ki barış için, yaşam için iki kelime açıklama yapmaya çalışanlara gazla, bombalarla müdahale edilirken, iki kelime açıklama yaptırılmazken, hapislere gönderilip işlerinden atılıyorken "Size kan banyosu yaptıracağız." diye ortalıkta vahşet naraları atanlara meydanlar açılıyor, mitingler yaptırılıyor ve bu ülkenin Cumhurbaşkanı, bir kahramanmışçasına, birlikte bu mafya bozuntusuyla davetlere katılıyor ve pozlar veriyor.
Bunu neden söylüyorum? Devletin en az 2023 yılına kadar güvenlikçi, polis gücüne dayanan bir politika hedeflediğini Emniyet Genel Müdürlüğünün 2023 yılına kadarki stratejik planına bakınca anlıyoruz. Buna göre, 2023 yılına kadar alınacak polis sayısının her yıl 11.550 ile 16.600 arasında olması öngörülmektedir. Emniyet Genel Müdürlüğünün bütçesinin yüzde 69,6'sı yani 14 milyar Türk lirası personel giderlerine gidiyor yani bu oranın tekabül ettiği rakam polis maaşlarına ödenen payı ifade etmektedir. Polis maaşları, Orman ve Su İşleri, Adalet, Gençlik ve Spor, İçişleri; Bilim, Sanayi ve Teknoloji, Sağlık, Kültür ve Turizm, Dışişleri, Kalkınma, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Ekonomi, Çevre ve Şehircilik, Gümrük ve Ticaret, Avrupa Birliği olmak üzere 14 bakanlığın bütçesinden daha fazladır. Ağırlıklı olarak şimdilerde 4,5 milyona varan mültecilerle ilgili çalışma yürüten Göç İdaresi Genel Müdürlüğü bütçesinin 52 katıdır. Küresel depresyon içinde 2015'te Brezilya reali ve Güney Afrika randından sonra dolar karşısında en çok değer kaybeden üçüncü ulusal para birimi Türk lirasını korumak için yatırımları destekleyecek, sanayideki maliyeti düşürebilecek, kadın ve genç işsizliğini istihdama çevirebilecek Kalkınma Bakanlığının bütçesinin ise 7 katıdır, Sağlık Bakanlığının ise 3,5 katı bir bütçedir. Bakanlığın güvenlikle ilgili faaliyet alanlarının diğer faaliyet alanlarının önüne geçtiğini ben de herkes de biliyor ama İçişleri Bakanlığının 2014 Faaliyet Raporu da bunu teyit ediyor. Bunun kıyasını artırmak mümkün arkadaşlar.
Dolmabahçe mutabakatının bizzat Hükûmet tarafından yok sayılması, gelinen aşamada çok ağır sonuçlar doğurmuş bulunmaktadır. Kürt meselesinin çözümü için sivil bir perspektiften bakan ve Hükûmetin akıldaneliğini yapan kurum, İspanya, İrlanda, İsveç gibi işleyen demokrasi modelleriyle yönetilen ülkeleri değil de Sri Lanka, Endonezya, Filipinler, Güney Afrika Cumhuriyeti, Kolombiya gibi kusurlu demokrasi örnekleri mevcut ülkelerin raporlarından yola çıkarak rapor hazırlamıştır. Sürecin samimiyetsizliği bu topluma tarihsel bir tekerrürü, acıyı tekrar ettirmektedir.
Burada 1990'lar ve günümüz verileriyle ilgili çok ciddi örnekler ve kıyaslamalar var. Mesela bir tanesi, 1990'lar denilince akla ilk gelen kelimelerden biri olan faili meçhullerin sayısı 1995'te 908'di. Bunlara sadece doğudaki cinayetler değil, Türkiye'yi sarsan Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Çetin Emeç gibi batıda işlenmiş cinayetler de dâhildi. Türkiye'yi, başta "Yaşam hakkının ihlali" başlığında olmak üzere AİHM suçlu buldu. Türkiye'yi, başvurularda, yüksek miktarda tazminat ödemeye mahkûm etmişti.
2015'te ise Suruç katliamında 33, Zergele'de 8, Ankara katliamında 100 olmak üzere 141 kişi yaşamını yitirdi, 116 kişi protesto gösterilerinde asker ve polis infazlarıyla yaşamını yitirdi. 1990'larda rastgele ateş açarak gerçekleşen sivil ölümleri... 3 Nisan 2015'te iç güvenlik yasasının onaylanmasından bu yana polis ve askerlerin, bilerek, isteyerek, yasanın zırhına bürünerek adam öldürmesini meşru kılmıştır. 1990'ların zorla köy boşaltmaları, Meclis araştırma komisyonu raporlarına göre mücavir alanda ve mücavir alan dışı bölgede boşaltılan yerleşim birimi sayısı 3.428 olarak yansımış, yaklaşık 500 bin insan zorla yerinden ettirilmiştir.
Şimdi ise 7 kentin 21 ilçesinde en az 1 milyon 377 bin insanın doğrudan olumsuz etkilendiği, sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği tüm bu il ve ilçelerde, en ağır insanlık ve savaş suçlarının yanında, kentler yüzde 80-90 oranında zorla boşalttırılmış, yüz binlerce insan yaşam alanlarını terk ederek göçmek zorunda kalmıştır. 1990'lı yıllarda, neredeyse çevresindeki tüm köylerin yakılması sonucu göç etmek zorunda kalan yurttaşların yerleşmesiyle birlikte nüfusu 120 bini bulan Cizre'de, son iki aylık süreçte yaklaşık 100 bin insan yeniden yaşadığı mahalleleri terk etmek zorunda kaldı. Önemli bir kısmı yerle bir edilerek yakılmış, yıkılmış ve sağlam, kullanılabilir tek bir yapının kalmadığı, tüm alt ve üst yapısının çöktüğü Cizre, insanların bir daha dönüp yaşayamayacağı, hayalet bir kente dönüştü. Yine, benzer şekilde, Sur, Silvan, İdil, Silopi, Nusaybin, Derik ve birçok ilçede, insanlara, yarım saat içerisinde evlerini, kentlerini terk etmedikleri takdirde, evlerin, içinde yaşayan insanlarla birlikte yıkılıp yakılacağı tehditleri yapılmıştır, yapılmaya devam ediyor.
Özellikle nüfusu 65-75 bin arasında değişen ve aynı zamanda Diyarbakır'ın ticaret ve turizm merkezi olan Sur'da üç ayı aşkın bir zamandır devam eden sokağa çıkma yasağı ve ağır bombardıman sonucu 60 binin üzerinde insan buradan göç etmek zorunda kalmıştır.
2016 yılında, yine dünya tarihine vahşet bodrumları olarak geçecek bir zulme soyundu bu devlet. Cizre'de, sokağa çıkma yasağının kırk birinci gününden itibaren ilçede toplu katliamlar gerçekleşti. Sokağa çıkma yasaklarında, yüzleri kapalı, Türkçe ve Kürtçe konuşanların dışında, Arapça ve farklı dilde konuşan, tekbir getiren, duvarların üzerine "Kurtun dişine kan değdi.", "Korkun.", "Türk'sen övün, değilsen itaat et.", "Kanımız aksa da zafer İslam'ın." "Esedullah timleri burada." yazan esedullah timleri, JÖH'ler, PÖH'ler eliyle gerçekleştirilmeye devam ediliyor ve bu vahşet operasyonlarına katılanlara yirmi dört maaş ikramiye veriliyor.
Bu bölgelerde, bazı komutan ve polislerin bizzat ifade ettiği gibi, güvenlik güçlerinden bile üstün yetkilerle donatılan, askerî ve Emniyet mekanizmalarına değil de, paralel bir yapı olduğu çok aşikâr olan ve direkt saraya bağlı olduğu görülen bu şaibeli birliklerin ödenekleri İçişleri Bakanlığı bütçesine dâhil midir veya Cumhurbaşkanlığı örtülü ödenekleri kapsamında mıdır?
Halkın seçilmişleri olan belediye başkanları, meclis üyeleri, tutuklanıp görevlerinden alınmışlar ve hâlâ bu operasyon, dün de dâhil olmak üzere devam ediyor. Türkiye'nin ilk başörtülü HDP Erciş Belediye Eş Başkanı Diba Keskin... "28 Şubat bitti." diyenlere bir kez daha gösteriyorum. İlk başörtülü Belediye Eş Başkanımızdır Erciş Belediye Başkanı, şu anda Sincan'da hapiste, görevden alınmış durumdadır, "28 Şubat bitti." diyenlerin elleriyle gerçekleştirilmiştir.
Yerel yönetimlere ilişkin yasalar ve Siyasi Partiler Kanunu yerel yönetimlerde kadın-erkek eşit temsiliyeti olan belediye eş başkanlığını tanımadığı hâlde, Batman, Edremit, Erciş, Hakkâri, İkiköprü, Karaçoban, Silvan, Sur, Yenişehir, Derik, Şırnak, Yüksekova Belediyelerinde eş başkanlardan her ikisi de siyasi operasyonlara hedef olmuş, 17 belediye eş başkanı tutuklanmış, 16'sı kadın olmak üzere 26 belediye eş başkanı görevden alınmıştır.
Kanal kanal dolaşıp, "millî irade" deyip konuşmaya her akşam devam ediyorlar. "Yüzde 50 oy aldık." diye öyle bir hâle getirildi ki ülke artık, yüzde 50'ye sebep olduğu düşünülen lider, söz edilemez, eleştirilemez ve kutsanır bir hâle getirildi. Millî iradeye gerçekten saygı duysaydınız, 7 Haziran sürecini dinamitlemezdiniz ve 1 Kasıma bu halkı mecbur bırakmazdınız. Millî iradeye saygı duysaydınız, yüzde 80, yüzde 90'larda sizi değil de bir başka partiyi tercih eden bir halkın yuvalarını başlarına yıkmazdınız; büyük küçük demeden bir halkı sizi seçmedi diye katletme, çökertme planları yapmazdınız; özgür iradeleriyle sizleri seçmediler diye 3 aylık bebeklerini bile "terörist" diye itham etmezdiniz.
Yine çağrıda bulunuyorum arkadaşlar: Gerçekten millî iradeye saygımız varsa, şehirlerini harabeye çevirdiğimiz halklara soralım ve cevabını alalım, ne diyorlarsa hepimiz kabul edelim ama ne mümkün. "Ya istikrar ya kaos." dediniz ve ülkeyi bu hâle getirdiniz. Yok efendim, önce silahlar betona gömülecekmiş! Allah'tan korkmaya davet ediyorum. En doğal hakları gasbedilen, zulmedilen, hayatları zindana döndürülen bir halkla konuşabilmek için önce zayıf ve ezilen taraf değil, güçlü ve zalim olan taraf adım atmalıdır ki ezilen taraf bir zerre kendini güvende hissedebilsin.
Bu arada, MAZLUMDER'in Filistinli Siyasi Tutsaklar Raporu'nu okudum fakat onunla ilgili bölümlere giremiyorum vakit probleminden dolayı. Merak edenler ona bir göz atabilirler. Türkiye'de bugün, başta Cizre ve Sur olmak üzere, orada uygulanan, işte "'Teslim ol' çağrıları yapıyoruz, teslim olmanın şartlarını ortaya koyuyoruz." diye bir vahşet politikası yürütülürken yapılan bu politikanın İsrail'in Filistin halkına yaptığı zulümlerle motamot, nasıl da aynıştığını görebilirsiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜDA KAYA (Devamla) - Bir dakika rica ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Kaya, teşekkür ederim.
HÜDA KAYA (Devamla) - Hemen toparlamak üzere, rica ediyorum.
BAŞKAN - Ek süre veremeyeceğim Sayın Kaya.
GARO PAYLAN (İstanbul) - Ben bir dakikamı veriyorum.
HÜDA KAYA (Devamla) - Bir dakika, tamamlayayım.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Garo Bey'in süresinden bir dakika verebilirsiniz.
BAŞKAN - Garo Bey'den... Peki, tamam, bir dakika.
HÜDA KAYA (Devamla) - Evet, tekrar soruyorum size Sayın Bakan ve sayın milletvekilleri: Halkının sağ olanına da ölü olanına da zulmeden bir devlete bu halk nasıl güvenecek?
Gördüğünüz üzere, nasıl ki geçtiğimiz senelerin bütçesi savaşa ayrılmışsa Hükûmetin yıl içindeki açıklamalarından ve savunma ile güvenliğe ayrılan paylardan hareketle denilebilir ki 2016 bütçesi de bir savaş bütçesidir.
Sayın vekiller, toplumsal barış kalemleri yani eğitim, sağlık, ulaşım gibi alanlara, topluma, barışa ayırmadığınız bütçenin 10 kat fazlasını savaşa, güvenlik politikalarına, askere, polise, orduya lütfen harcamayın. Çatışmasız, kansız ve ölümsüz, eşit ve onurlu, hak ve adalet çerçevesinde bir çözüm istiyoruz. Tekrar ediyorum, bu hiç zor değil. Barışın yolu, her zaman en kolay ve en masrafsız olandır. Sözlerin en güzeli barışla olandır. En güzel eylem barış için olandır. Biz barışı yaşamak ve barışı yaşatmak için, barışa yakışan her türlü eylemle direnmeye, mücadeleye ve konuşmaya devam edeceğiz.
Saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)