Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı 2'nci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 47 |
Tarih: | 28.02.2016 |
HDP GRUBU ADINA KADRİ YILDIRIM (Siirt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu hakkında söz almış bulunuyorum.
Öncelikle şunu söyleyeyim: Tarihten ders alınmadığı takdirde iyisiyle de kötüsüyle de tarih tekerrür ederek karşımıza her an çıkabilmektedir.
Türk Dil Kurumu, ilk olarak Türk Dili Tetkik Cemiyeti adıyla 12 Temmuz 1932 yılında Atatürk'ün talimatıyla kurulmuş, yani seksen dört yıl önce. Adı, 1934 yılında Türk Dili Araştırma Kurumu, 1936 yılında da Türk Dil Kurumu olmuş ve bugün bu isim devam ediyor. Bugün, 40 asıl üyeden oluşuyor ve çoğunluğu üniversitelerdeki Türkolog hocalardan meydana geliyor. Tabii 3 kez isim değişikliği yaşandığına göre, benim önerim, 4'üncü kez değiştirilip bunun adı "Türkiye dilleri kurumu" olsun ve bu 40 kişilik Türkolog kadrosunun içerisine Türkiye'de değişik dilleri konuşan, değişik inançlara sahip olan kimliklerin ve inançların mensupları da -başta Kürtologlar olmak üzere- orada yer alsınlar. Çünkü, Türkçe bilmeyen bir Kürtoloğun nasıl ki Türkçe hakkında ahkam kesmeye hakkı yoksa, Kürtçe bilmeyen Türkologların da Kürt dili hakkında ahkam kesmeye hakları yoktur. Niye bunu söylüyorum? Örneğin, Türk Dil Kurumunun ve Türk Dil Kurumu adına çalışanların "Kürt" kelimesine verdikleri anlam üzerinde biraz düşünecek olursak bu söylediklerimin doğruluğu ortaya çıkıyor. Bakın, Profesör Doktor Tuncer Gülensoy "Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü" adıyla bir kitap yazıyor ve Türk Dil Kurumu da bu kitabı kendi yayınları arasında çıkarıyor. Orada geçen "Kürt" kelimesinin karşılığı olarak verilen anlamlara bakın. Bir: "Kayın ağacı; bundan yay, kamçı ve değnek yapılır." İki: "Kerestelik ağaç." İşte, arkadaşlar, bu zihniyet Kürt'ü hep ağaç olarak, maalesef, görmüştür ve seksen dört yıl sonra Türk Dil Kurumunun son baskısında "Kürt" kelimesinin anlamı olarak, karşılığı olarak bakıyoruz: "Ön Asya'da yaşayan bir topluluk." Allah'a şükür bir ağaç topluluğu olmaktan bir insan topluluğu olmaya terfi ettirdiler nihayet seksen dört yıl sonra da olsa.
Şimdi, bakın, evvela, eğer bu Türk Dil Kurumunda çalışanlar, Türkler hakkında da bayağı eser yazan Cahiz'inin -ki kendisi Abbasiler döneminde yaşamış bir ediptir, dilcidir ve Türklerle ilgili risaleleri de vardır- eserlerine baksalardı "Kürt" kelimesinin karşılığını belki insafa gelip Türk Dil Kurumu sözlüğüne kaydederlerdi. Gerek Cahiz gerek ondan sonra gelen âlimler, başta da Şerefhan Bitlisi olmak üzere ve en son da Hacı Halife "Cihannüma" adlı eserinde "Kürt" kelimesinin "cesur, kahraman" anlamına geldiğini kaydediyorlar.
Şu anda size bir kitap göstereyim. Kitabın adı "El-Hediyyetü'l Hamidiyye fil-Lügatil-Kurdiye" Yusuf Ziyaeddin Paşa tarafından yazılmış ve Sultan Abdülhamit'e hediye edilmiş. Bu kitapta da Yusuf Ziya Paşa, "Kürt" kelimesinin karşılığına "..."(x) yani, "cesur" ve "gayretli" anlamlarını vermiş, dolayısıyla bu ahkâm kesilmeden önce bu eserlere bakılsaydı daha iyi olmuş olurdu.
Şimdi, Türk Dil Kurumunun görevlerine baktığımızda birincisinde deniliyor ki: "Türkçenin söz ve anlam yapısını korumak." Sonra, başka, ikinci bir maddede "Türkçenin ticari hayatta, kitle iletişim araçlarında, eğitim ve öğretim kurumlarında ve sosyal hayatın diğer alanlarında kullanılmasını sağlamak. Hani bazen söyleniyor "Ey Kürtler, siz ne istiyorsunuz?" İşte bu iki maddede Türk dili için söylenenleri biz de Kürt dili için istiyoruz, fazla da istediğimiz bir şey yok. Eğer bin yıllık kardeşlikten bahsediyorsak bu kardeşlik bunu gerektiriyor. Eğer Ahmed-i Hani'nin ruhundan, anlayışından bahsediyorsak, tıpkı Başbakanımızın Mardin'de bahsettiği gibi, Ahmed-i Hani'nin ruhu ve anlayışı da bunu gerektiriyor. Zira, Ahmed-i Hani Mem û Zîn'de mutlaka ama mutlaka bu dile bir resmî mührün vurulması gerektiğini ısrarla vurguluyor. Dolayısıyla, evet, etrafında bir araya gelelim Ahmed-i Hani'nin ruhu ama Kültür Bakanlığı yayınları arasında çıkan Mem û Zîn'in içeriğinden de haberimiz olsun, onun içeriğiyle de amel edelim. Sonra, Sultan Selahaddin Eyyubi'nin ruhundan bahsedildi yine aynı konuşmada ve aynı yerde. Bakın, Sultan Selahaddin Eyyubi Şam'da ve Mısır'da kurmuş olduğu medreselerde Kürtçe'nin Sorani lehçesiyle eğitim vermiştir. Selahaddin Eyyubi'nin ana lehçesi Sorani'dir. O zaman madem bu ruh etrafında bir araya gelmemizi istiyorsunuz o zaman gelin Selahaddin Eyyubi'nin vermiş olduğu bu ana dilli eğitim hakkını siz de verin. Aksi takdirde, inanın, öbür dünyada Hani de Selahaddin Eyyubi de yakanıza yapışacak, bu dünyada onların torunları olarak biz de yapışmaya devam edeceğiz bu hak verilinceye kadar. Sonra, Birleşmiş Milletler Barcelona Dil Hakları Bildirgesi var, yani oraya sunulan ve Chomsky, Mandela gibi ünlülerin de imzaladığı, 1996. Bakın, bunun 10'uncu maddesinde deniliyor ki: "Bütün halklar eşit dil haklarına sahiptir." 24'üncü maddede deniliyor ki: "Bütün halklar yaşadıkları bölgelerde okul öncesinden üniversiteye kadarki tüm eğitim kademelerinde kendi ana dillerinde eğitim alma hakkına sahiptir." Yatıralım masaya isterseniz Barcelona Dil Bildirgesini isterseniz Mem û Zin'i isterseniz Selahaddin Eyyubi'yi isterseniz Medine Sözleşmesi'ni. Zira Medine Sözleşmesi'nde de Hazreti Peygamber (ASV) Yahudilere de, müşriklere de ve bunların dışında kalan etnik ve inanç mensuplarına da ana dille eğitim hakkını verdi ve bu hakka dayanarak Yahudiler, kendi kiliselerinin bitişiğinde Beytü'l Midras, yani "ders evi", yani "eğitim evi" adı altında medreseler, dershaneler kurdular ve orada İbraniceyi ana dille eğitim olarak kullandılar. O zaman yatıralım masaya onu da. Hangisini kabul ediyorsanız onu yatıralım. Barcelona Dil Bildirgesi diyorsanız onu, Mem û Zin'i diyorsanız onu, Selahaddin Eyyubi'yi diyorsanız onu ve Medine Sözleşmesi'ni diyorsanız onu. E peki, bunun dışında ne kaldı? Eyn-el-meferr? Nereye kaçılacak yani? Nereye kadar ve nereye kadar? Evet, şimdi, Saidi Nursi'yi de masaya yatıralım. İsterseniz onu hakem kabul edelim artılarıyla eksileriyle. Kendisi, kendi ifadesiyle "Ben Kürdistan'da Medrese't-üz Zehra adıyla bir üniversite kurmayı düşünüyorum. Bu üniversite Kahire'deki Ezher Üniversitesinin kız kardeşi olsun. Ve burada 3 tane dili eğitim dili yapacağım. -Kendi formülasyonuyla söylüyorum- Lisan-ı Arabi vacip, lisan-ı Türki lazım, lisan-ı Kürdi caiz kılmak gerekir." diyor. Yani üniversitede bu 3 dil birlikte olacak. Hadi onu hakem kabul edelim.
Ama ne yaptılar? "Saidi Nursi delirmiş." dediler, İstanbul'da tımarhaneye tıkadılar, 3 doktor ayarladılar, 1 tane de reis başlarına diktiler bu 3 doktorun. "Saidi Kürdi hakkında deli raporu çıkarın." dediler ki başta Kürtler olmak üzere kimse ne dediğine aldırmasın. 3 doktor insafsızca imzaladılar raporu, delilik raporu. Heyet reisi gitti, biraz sohbet etti ve çıktığında şunu itiraf etmek zorunda kaldı: "Eğer Saidi Kürdi de deli ise bu memlekette akıllı bir tane adam kalmamış." dedi. Bunu itiraf etmek zorunda kaldı. Onu yatıralım hakem olarak masaya.
AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Abdülhamit döneminde.
KADRİ YILDIRIM (Devamla) - Evet, Abdülhamit döneminde. Onu da söyleyelim.
Sonra, Türk Dil Kurumunun ötesinde Türk Tarih Kurumuna bakıyorum, zaman az. Arkadaşlar, Türk Tarih Kurumunun görevi, sadece resmî ideolojinin kendisine dikte ettiği ve şunları yazacaksın söyleyeceksin, şunları yazmayacaksın, söylemeyeceksin dediklerini yazmaktan veya yazmamaktan, söylemekten veya söylememekten ibaret bir kurum değil Türk Tarih Kurumu.
Bakın, 1071 yılında, Kürt Türk kardeşliğinin dönüm noktalarından birisi, Malazgirt Savaşı'nda... Ki bunu niye söylüyorum? Daha evvelki Türk Tarih Kurumunun Başkanı "Tarihte Kürtler ve Türkler" başlığıyla bir sempozyum düzenledi -yarım yamalak kaldı çünkü kulağı çekildi- ve orada şunu söyledi basın açıklamasında: "Biz, 1071 yılında Anadolu'ya geldiğimizde Kürtler vardı Anadolu'da"
RUHİ ERSOY (Osmaniye) - Bizans da vardı.
KADRİ YILDIRIM (Devamla) - Vardı, Bizans da vardı. Kürtler de vardı. Zaten Alparslan ve güçlerinin mücadele ettiği kesim Bizanslılardı. Ve ne oldu? "O sırada Kürtler vardı." dediği kesim o günkü isimleriyle, resmî isimleriyle Amid yani Diyarbakır ve Meyafarakini yani Silvan'da hüküm süren Mervani hanedanı vardı, Kürt hanedanı. Bir konuşmamda daha söylemiştim, 10 bin seçkin asker sundu Alparslan güçlerine Mervani hanedanı. Bu askerlerin hepsi de Diyarbakır'ın surlarını ve Silvan'ın etrafını koruyan seçkin Kürt askerleriydi ve Malazgirt Savaşı bu sayede kazanıldı.
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Kafatasını mı ölçtün, nereden biliyorsun hepsinin Kürt olduğunu?
KADRİ YILDIRIM (Devamla) - Kaynaklarda yazıyor. Size kaynakların adını söyleyeyim...
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Söyleme biliyoruz kaynakları.
İZZET ULVİ YÖNTER (İstanbul) - Hangi kaynak o, hangi kaynak?
KADRİ YILDIRIM (Devamla) - Tarihîqu İbni ebu'l Heyca, Kürt yazar. İkincisi Türk yazar, Sıbt İbnü'l Cevzî, eserinin adı "Miratüz Zaman". Size havale ediyorum. Türkmen yazar, Türk yazar. Biri Türk yazar, biri Kürt yazar. Orada açık ve net olarak yazılıyor. Ben asla ve asla bir akademisyen olarak indi konuşmam; belgeli, vesikalı olmadığı sürece ağzımdan tek laf duyamazsınız.
RUHİ ERSOY (Osmaniye) - Kürtçe biliyor musunuz?
BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) - Hocam, Selahaddin Eyyubi'nin kardeşlerini sayar mısınız?
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, konuşmacıyı dinliyoruz.
KADRİ YILDIRIM (Devamla) - Ve ikinci dönüm noktası, Yavuz Sultan Selim zamanında, artılarıyla eksileriyle, Yavuz'un eksileri de var, artıları da var. Alevilerle ilgili ve o zamanki tabirle Kızılbaşlarla ilgili kabul edilmesi mümkün olmayan eksileri var.
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Tarihi niye yargılıyorsun ya? Sen kim bizi yargılamak kim ya? Hayret bir şey!
KADRİ YILDIRIM (Devamla) - Ama artıları da inkâr ve ihmal edilmemeli. Bu artılarından bir tanesi de İdrisi Bitlisi'nin -ki Başbakanımız onun ruhuna da atıfta bulundu- girişimiyle Kürt aşiretlerine neredeyse bağımsız sayılabilecek bir statü hakkını verdi Kürt beylikleri olarak ve bu Kürt beylikleri medreselerini kurdular, camilerini kurdular, talebe yetiştirdiler, ana dilleriyle eğitim yaptılar. Gelin, onu da masaya koyalım hakem olarak.
RUHİ ERSOY (Osmaniye) - Profesör Ahmet Burhan Hocanın da kitabını koyun, Sınır Dilleri Teorisini de koyun.
KADRİ YILDIRIM (Devamla) - Evet, bunları da masaya yatıralım. Yani bilmiyorum bunların dışında hakem olarak kimi kabul edeceksiniz?
Ve biz yeri geldiğinde iftihar ettiğimizi bas bas, bağıra bağıra söylediğimiz Selçukluları söyledim size, Osmanlıları söyledim; bunları örnek alıyorsanız yatıralım.
Ha, şu da var: Tarih kitaplarında Türklerin atalarının üçüncü kategorisi olarak geçen Moğollar da vardır ama onları masaya yatırmayalım; onların ne size faydası olmuş tarihte ne bize faydası olmuş. Dolayısıyla onları müşterek olarak bir tarafa bırakalım.
Ve maalesef ne zaman, hangi tarihte ana dilde eğitim veya cüzi bir statü talebinde bulunmuşsak Kürt uleması ve meşâyihi dâhil, idamdan kurtulmamışlar. Alın size Şeyh Abdusselam Barzani. 1907 yılında Duhok'ta Şeyh Nur Muhammed Birifkâni'nin evinde toplanılıyor. 7 maddelik bir vesika yayınlıyor ve bu vesikanın bir nüshasını da Babıali'ye gönderiyor. Ne var? 7 madde var onun içerisinde. Hepsini okumayacağım, zamanım yok. Bunlardan bir tanesi ana dille eğitimle alakalıdır, bir tanesi de "Valiler, hâkimler, savcılar, kaymakamlar Kürtçe bilen, mümkünse mahallî olarak Kürtlerin içinde oturanlardan olsun." dedi. Fakat Şeyh Abdusselam Barzani'yi o zamanki zihniyet -yani 1907 zihniyeti- 1914 yılına kadar takip etti ve dirisini veya ölüsünü getirene büyük ödüller vadetti. En sonunda Şeyh Abdusselam Barzani o günkü Musul Valisi ve Diyarbakırlı bir Kürt olan Süleyman Nazif'in emriyle idam ediliyor. Ondan sonra aynı zindana atılan Şeyh Nur Muhammed Birifkâni de ölüyor, cenazesini bile Duhok'a göndermeyi engelliyor. Niye? Çünkü orada eğer Duhok'a cenazesi götürülürse Kürtler bu cenazeyi ziyaret edecekler, orada toplanacaklar, başımıza başka işler açacaklar gibi... Evet, bakın, Şeyh Muhammed Nur'un cenazesi bu endişeyle Musul'da kimsesizler mezarlığına defnedildi. Saidi Nursi'nin Urfa Balıklıgöl'de gömülü olan cenazesi -mezarı en fazla 1,5 metre- çok görüldü ve onun da korsanvari bir şekilde cenazesi oradan çıkarılarak, hâlâ da bilemediğimiz bir yerlerdedir.
Evet, arkadaşlar, mesele demek ki Müslüman olup olmamakta değil. Müslüman olan Kürtler, şeyhler, ulema da bu taleplerde bulundu, idam edildi, cenazeleri korsanvari götürüldü; İslami davayı birinci sıraya koymayan, seküler yapıyı ön plana çıkaranlara da aynı şey uygun görülüyor. E, size ne İslami kimliği olanlar yarıyor ne seküler kimliği olanlar yarıyor. E, size üçüncü bir kişilik nereden götürelim ve nereden getirelim karşınıza dikelim?
Sözümü son olarak, Selahaddin Eyyubi'nin sözüyle bitirelim. Bakın, Kudüs fethedildiğinde ve ilk cuma namazı kılındığında hatip çıkıyor hutbeye ve şöyle başlıyor: "..."(x)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KADRİ YILDIRIM (Devamla) - "Hamdolsun O Allah'a ki, İslam'ı Kürtlerle aziz kıldı." Ve Selahaddin Eyyubi ona şöyle dedi: "Keşke şu cümleyi de ekleseydin: '...'(x)" Yani "Hamdolsun O Allah'a ki Kürtleri de İslam'la aziz kıldı."
Dolayısıyla, arkadaşlar, Kürtleri, İslamiyet'i, öbür inançları falan bir tarafa bırakalım; verilmesi gereken haklar neyse onları verelim; biz sağ siz selamet, öyle diyelim ve öyle Allah'a ısmarladık diyelim. (HDP sıralarından alkışlar)