GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı 2'nci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:47
Tarih:28.02.2016

HDP GRUBU ADINA ZİYA PİR (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bir yıl önce bugün Kürt yazarı Yaşar Kemal'i kaybettik. Buradan vefatının 1'inci yıl dönümünde kendisini saygıyla ve rahmetle anıyoruz.

Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin sahip olduğu coğrafi konum, jeopolitik açıdan avantajlar sağlamaktadır fakat aynı şekilde riskler de barındırmaktadır. Söz konusu riskleri okumadan hem içte hem de dışta geliştirdiği politik tutum sonucu "komşularla sıfır sorun" politikasının "sıfır komşu" politikasına evrilmesi, ihracatta ve ekonomide tıkanmayı beraberinde getirmiştir. Her ne kadar Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Şimşek -burada olmasını arzu ederdik ama yok- ihracattaki tıkanmayı Türkiye'nin ticaret ortaklarındaki siyasal belirsizliklere bağlasa da esas sorun, Türkiye'nin dış politikasının en dibi görmesinden kaynaklanmaktadır. Eğer Sayın Şimşek'in ifade ettiği gibi olsaydı Ruslar bugün domates de yemezdi, tavuk da yemezdi; oysa hem tavuk hem domatesi ve diğer gıda maddelerini Türkiye'den değil, başka alternatif ülkelerden ithal ediyorlar, bizim de ihracatımız böylelikle biraz daha düşmüş oluyor.

Jeopolitiği ve komplike bir biçimde küreselleşen dış politikayı okuyamayan ya da bize göre yanlış değerlendiren iktidar, iç politikada kendi oluşturduğu uzun vadeli ekonomik hedeflerden de sapmıştır. Şimdi dış politikadan hızlı bir şekilde iç politika konularımıza geçelim.

2013'te oluşturdukları kalkınma planında 2018 için 1,3 trilyon dolar millî gelir hedeflenmiş ve seçmene de, bizlere de bu şekilde bu açıklanmıştı; biz de sevinmiştik, ne güzel. E, ne oldu? Açıkladığınız en son orta vadeli programda millî gelir hedefini 854 milyara revize etmiş durumdasınız. Hayırlı olsun. Bu da bize göre iyi bir rakamdır, tutturabilirsek ne âlâ. Yine, 2018 için, burada, eksi 450 milyar dolarlık bir revize var, onu da belirtmek gerekiyor.

Yine, kişi başı gelir 16 bin dolar olarak belirlenmişti fakat, şimdi, aradan iki buçuk üç sene geçmeden 16 bin rakamının 6'sını bir basamak sağa tarafa kaydırmak suretiyle, sıfırı da bir basamak sola kaydırmak suretiyle 16 bini 10.600 yaptınız. Hayırlı olsun(!)

İhracat hedefinden hiç bahsetmeye gerek yok. 277 milyarlardan 192 milyara kadar düşürdünüz. Devam etmek de istemiyorum o konularla ilgili, o rakamlarla zaten her şey ortada. Doğrusu, yüzde 40'lara varan revizyonlar sonrası yeni rakamları neye göre belirlediniz, bunu da bilmek isterdim ya da iki üç sene önce o rakamları belirlerken hangi fantezilere uydunuz da o rakamları elde ettiniz, bunu da bilemiyoruz. Ama velhasıl, bunu açıkladınız ve şimdi bu eksi yüzde 40'lara varan revizyonlarla birlikte halkı ve seçmeni ne kadar yanılttığınızı bir kere daha görmüş olduk. Bunlara rağmen çıkıp da "Türkiye'yi ekonomik alanda en iyi biz yönetiriz." diyorsunuz hâlâ, bu da hayırlı olsun(!)

Maliye politikamız: "Mali disiplin uyguluyoruz." diye her fırsatta bunu söylüyorsunuz. Kemal Derviş'in 2000'lerde, 2001'lerde, 2002'lerde Türkiye'ye getirmiş olduğu bu uygulama sizler tarafından da 2007'lere kadar -gerekliydi- doğru bir şekilde uygulandı; biz de sizleri alkışladık o zamanlar, bugün de geriye bakınca yine alkışlıyoruz. Büyük bir başarıydı gerçekten, hakkınızı vermek lazım ama 2008'den itibaren değişen makroparametrelerle birlikte belki de o mali disiplinden birazcık vazgeçmek gerekiyordu, belki farklı kurallı maliye politikalarına geçmek gerekiyordu. Ben biliyorum ki, bürokratlar arasında bunu o zamanlar dillendiren vardı ama onların bazıları şu anda, maalesef, gerekli yerlerde değiller artık. Bu benim düşüncem ama tabii ki Hükûmetin karar vermesi gereken bir konu. Onlar ister o şekilde devam eder ister öbür şekilde, ya başarılı olurlar ya da başarısız olurlar, bunun da hesabını elbette ileride seçmene verirler.

Şimdi, çok fazla teoriye de girmek istemiyorum, her zaman sizler de istatistiklerle konuşmalarınızın altını çiziyorsunuz, ben de bazı istatistikleri vermek istiyorum. Fakat, sizin gibi her zaman AK PARTİ dönemini 2002'den bugüne kadar bir dönem olarak görmek istemiyorum, doğru da olmaz, AK PARTİ dönemini 2'ye ayırmak lazım: Bir, 2002-2007 arası; bir de 2008'den bugüne kadar gelen süreç. Niye? Çünkü makroparametreler değişmiştir, her değişimde de yeni bir dönem başlar.

Bu bağlamda, elimde bir tablo var, bu tablodaki veriler TÜİK, IMF ve TEPAV vakfının hesaplamalarıdır. Burada bir, ortalama büyüme oranıyla birlikte volatilite oranını da, vereceğim size; ikinci olarak ortalama cari açık ve üçüncü olarak ortalama tasarruf oranı. Şimdi, ortalama büyümeyle birlikte volatiliteyi de görmek lazım. Niye? Eğer volatilite oran olarak ortalama büyümeden daha fazlaysa istikrarlı bir büyüme ülkede söz konusu değildir; dip de yapabilirsiniz, tavan da yapabilirsiniz ama bu istikrarlı değildir. Dolayısıyla, ortalama büyümeyi her zaman volatiliteyle birlikte görmek lazım. 1980-1990 arası ortalama büyüme 4,68; volatilite 3,42; idare eder. 1991-2000 arası büyüme 2,91; volatilite 5,43 yani büyümenin çok çok daha üstünde, Türkiye'nin o 1990'larda neler yaşadığını hepimiz biliyoruz, katastroftu. 2002-2007 arası büyüme 6,79; volatilite 1,81 yani bütün dünyanın ulaşmaya çalıştığı ama ulaşamadığı bir rakam, alkışlıyoruz. Ama, 2008-2014 yılları arasına bakarsak büyüme 3,27; volatilite 4,82 yani büyümenin çok çok üstünde; bu, hayırlı bir gidişat değildi, onun sonuçlarını da bugünlerde görüyoruz.

Cari açık -çok fazla girmek istemiyorum- 2008-2014 yılları arası yüzde 6'ları buldu. Bu da 1980'lerden beri hiç görmediğimiz bir rakam yani 2008-2014 arasındaki rakamı söylüyorum, hiç görmediğimiz kocaman bir rakam var orada. Diğer senelerde, diğer dönemlerde bu rakam bunun çok çok daha altında, hatta sizin 2002-2007 yılları arasındaki rakamınız müthiş bir rakam; yine kutluyorum sizleri.

Dün, Sayın Bakan Lütfi Elvan burada bir açıklama yaptı, dedi ki: "Bizim ekonomik hedeflerimize ulaşabilmemiz için yurt içi tasarruf oranının yüzde 20'lere ulaşması lazım." Doğrudur, katılıyoruz; hatta bana göre yüzde 20'nin de üzerinde, en azından yüzde 22-23'lerde olması lazım ki Türkiye'deki ekonomik büyümeyi içeriden destekleyebilelim. Yoksa yüzde 20 ya da şu anda olduğu gibi yüzde 14 küsurlardaysa içeriden bir büyüme mümkün değil, dışarıdan zaten şu anda mümkün değil. Kaçtayız? Dün kendisi "yüzde 15" dedi ama benim elimdeki rakam 14 küsur herhâlde ya da 15, çok önemli değil, oralardayız. Nasıl çıkarmak istiyor Sayın Elvan bu rakamı yüzde 20'lere? Kendisi, dün, maliye politikalarıyla bunu açıkladı, maliyecilerin eline 3 tane araç vermiş "Bununla yurt içi tasarrufu siz yüzde 20'lere çıkartın." Nedir bu araçlar? Birincisi: "Bireysel emeklilikte bir değişiklik, yeni bir uygulama olacak." diyor: İkincisi: "Emlak almak isteyen insanlar emlak almadan önce belli tasarruflarda bulunursa onu teşvik edeceğiz." Üçüncüsü de buna benzer bir şekilde bir "çeyiz projesi" var. Bunlar olabilir, yani bunlar maliyenin, maliye politikasının elindeki araçlardır, yapabilirsiniz. Fakat elimde 2013 senesinde Merkez Bankası tarafından yapılmış olan bir değerlendirme var: "Yurtİçi Tasarruflar ve Bireysel Emeklilik Sistemi: Türkiye'deki Uygulamaya İlişkin Bir Değerlendirme." diyor. Orada, baktık, diyor ki: "Bireysel emeklilikle ilgili düzenleme optimal bir şekilde uygulanabilirse bu, tasarruf oranına yüzde 1-1,5 civarında etki yapabilir." Bu, 2013'te söylenen bir rakamdır. 2013'te de bizim ekonomik durumumuz bugünden çok çok daha farklıydı, o zaman öyle optimum rakamlar söyleyebiliyordunuz ama bugün geldiğimiz durumda onun herhâlde revize edilmesi lazım, yüzde 1,5'lardan belki 0,5'lere kadar düşürmek gerekiyor.

Şimdi, bu tasarruf oranı nedir, ona çok kısa, düz mantıkla da bir açıklama getirmek istiyorum, diyor ki: "Yurt içinde bulunan insanlar, haneler bankadaki hesaplarına -çok düz mantıkla anlatıyorum- gelirlerinin, maaşlarının bir kısmını yatırsınlar." Şimdi, asgari ücret 1.300 lira olmadan önce, yani 950 liralardayken insanların, çalışanların yüzde 45'i ya asgari ücret ya da asgari ücrete yakın bir maaş alıyordu. Şimdi, 1.300'e çıktı, bu yüzde 45 oranı çok çok daha bunun üstüne çıktı ve biz diyoruz ki o insanlara, zar zor geçinen insanlara, evine yarım kilo kıyma götüremeyen insanlara: "Sen paranın bir kısmını bankaya yatır, dolayısıyla maliyecilerin maliye politikalarına hizmet et, tasarruf oranı yüzde 20'lere çıksın." Mümkün değil. Merkez Bankası bireysel emeklilik sistemiyle bunun yüzde 1-1,5 artacağını söylüyor, hadi yüzde 16-15,5'ler olsun, diğer politikalarınızla bunu yüzde 16-17'lere kadar çıkarın ama yüzde 20'nin üzerine çıkmanız mümkün değil. Bir de hele hele Türkiye'yi tüketim ekonomisine dayalı bir sisteme getirdiyseniz bunlar hiç ama hiç mümkün değil.

Burada, şunu açıklamakta fayda var: Normalde bu tür politikalar para politikasıyla yapılır ve çok hızlı bir şekilde sonuç alırsınız. İşte, faizler yukarı, aşağı inince görüyoruz piyasalarda neler oluyor. Bu yurt içi tasarruf oranı da aslında para politikasıyla yapılır fakat Sayın Cumhurbaşkanı bir açıklama yapıyor, diyor ki: "Faizler düşsün." Öte taraftan, Hükûmet yetkilileri diyor ki: "Biz yurt içi tasarrufu çıkartacağız." Bu aslında bir çelişkidir yani Sayın Cumhurbaşkanı ile Hükûmet arasında büyük bir çelişkidir. Şimdi, sayın bürokratların önüne koydular bunu "Bu çelişkinin içinden nasıl çıkabiliriz; haydi, bulun bakalım bir çözüm." Onlara da yazık günah değil mi yani sadece maliye politikalarıyla sizin yurt içi tasarrufu yüzde 20'lerin üzerine çıkarmanız mümkün değil, boşuna uğraşmayın. Ha, "Desteleyeceğiz işte, yüzde 0,5 falan elde etmek istiyoruz." diyorsanız o ayrı, onu da açıklayın bize.

Şimdi, bu konuyu da kapatmak istiyorum, bir dakikam kaldı, oysa özellikle yurt dışında yaşayan Türkiyelilerle ilgili söyleyeceklerim vardı ama onu herhâlde soru önergesi olarak Sayın Bakana yöneltirim.

İşte, burada SPK'dan ve BDDK'dan bürokratlar var. O konuyla ilgili de söyleyeceklerimin bir kısmını bırakıyorum. Sadece, Bankacılık Kanunu'nda itibarın korunmasıyla ilgili bir düzenleme vardır. Saraydan bir danışman, Sayın Yiğit Bulut çıkmış geçenlerde, işte, bundan birkaç ay önce İş Bankasıyla ilgili burada, söylemlerde bulunuyor. Yani o söylemler... Kanunda "...bir bankanın itibarını kırabilecek veya şöhretine ya da servetine zarar verebilecek bir hususa kasten sebep olunamaz ya da bu yolla asılsız haber yayılamaz." deniliyor. Sayın Yiğit Bulut'un yaptığı tam da budur. Ben SPK'dan ve BDDK'dan bu konuda ses çıkarmalarını isterdim, oysa o danışmanla ilgili ne buradan ne Hükûmet tarafından ne mahkemeler, savcılar tarafından hiçbir şey yapılmadı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ZİYA PİR (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan, herhâlde bu kadardı. (HDP sıralarından alkışlar)