| Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 1'inci tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 46 |
| Tarih: | 27.02.2016 |
HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de görüşmekte olduğumuz 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nda, Sayıştay, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve Kamu Denetçiliği Kurumu üzerinde grubumuzun önerilerini ve görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Doğrusu, bütçe görüşmelerine dair başka eleştirilere, zaman kısıtlı ve daha geniş tartışma olanaklarının olması gerektiği yönündeki eleştirilere katılıyorum ama bu kısıtlı süre içinde temel başlıklar hâlinde, biz de bu başlıklar, mahkemeler ve kurumlar hakkındaki görüşlerimizi sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Buna gelmeden önce, dün muhalefet şerhimizin basılmamasına ilişkin Meclisin, Meclis Başkanlığının ve Bütçe Komisyonunun kararının, daha doğrusu Komisyon Başkanının tutumunun ve bunun, muhalefet şerhimizin fiilen kitaptan çıkarılmasının, kesinlikle, tam anlamıyla bir sansür olduğunu; bütçe kanununun, muhalefet şerhleri olmadan basılan o bütçe kanununun, o kitabın tümüyle sakat olduğunu, aslında tam olarak tekemmül etmediğini; muhalefetin görüşlerini yansıtmayan, sadece Hükûmetin görüşlerini yansıtan bir kitabın, bir tasarının, kanunun hiçbir önemi olmadığını önemle belirtmek istiyorum.
Anayasa ve İç Tüzük'e göre, söz konusu kısıtlılık, kesinlikle, Anayasa'nın 83 ve devamı maddelerine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ve bizzat bizim Meclis İçtüzüğü'ne aykırıdır. Bu yorum, hak ve özgürlükleri ortadan kaldıran bir yorumdur ve siyaset alanının, milletvekillerinin, Parlamentonun en özgür tartışma alanı olması gerekirken, burada vatandaşın, halkın tartışmalarını, görüşlerini ifade olanaklarının çok daha ötesinde, geniş bir tartışma olanağı bulmamız gerekirken, siyasetin doğasında bu varken, bizim Yargıtayda, mahkemelerde "ifade özgürlüğü" kapsamında kabul edilen kavramların muhalefet şerhimizde olduğu gerekçesiyle basılmaması Meclisin artık bir sansür uyguladığını, muhalefetin sesini kıstığını, denetim yetkisini elinden aldığını açıkça ortaya çıkarmıştır.
Biz herhalde şunu yapmak zorunda kalacağız: Bütçe kanunu görüşmeleri sırasında sürekli bunu ifade edeceğiz ama Mecliste, yasama organında, halkın iradesini temsil eden en üst kurulda düşüncelerimizi ifade etme olanakları elimizden alınırsa, korkarım ki, bunu mahkemeler önüne götüreceğiz ve diyeceğiz ki: "Biz halkın vekilleri olarak Mecliste görüşlerimizi, bütçe kanunu tasarısı hakkındaki görüşlerimizi, muhalefetimizi bastıramadık çünkü kaba ve yaralayıcıymış. Kaba ve yaralayıcı olduğu için -tırnak içinde söylüyorum- bizim, muhalefetin Hükûmeti denetim yetkisi elinden alınmıştır." Burada, Parlamentoda düşünce ve ifade özgürlüğünün, olayları nitelemenin sınırlandırıldığı, sansür uygulandığı 2016 Türkiyesi'nde hak ve özgürlükleri nasıl tartışacağız, halkımızın, kamuoyunun takdirine sunmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Sayıştayla ilgili birkaç hususta öncelikle görüşlerimizi paylaşmak istiyoruz. Tabii, Sayıştayın varlık nedeni ve amacına ilişkin uzun uzun anlatımda bulunmayı tercih ederdim fakat süre itibarıyla bunu geçiyorum. Tarihsel gelişim içinde devlet gelirlerinin toplanmasına ve giderlerinin yapılmasına izin verme yetkisi yani bütçe hakkı parlamentolara verilmiştir. Parlamentolar da bütçe görüşmeleri aracılığıyla yürütme organına verdikleri yetkilerin, kendi koydukları ilke ve sınırlar içinde uygulanıp uygulanmadığını bütün ayrıntılarıyla denetleme ihtiyacı ve hatta zarureti içinde olmuşlardır. İşte, tam da bu ihtiyacın neticesinde parlamento adına görev yapan uzman ve tarafsız kurumların kurulması gerekliliği hasıl olmuştur. Sayıştaylar işte tam da bu tarihsel gelişim ve ihtiyacın ürünüdür. Günümüzde kamu iktisadi kuruluşlarının, her türlü kamu fonunun özelleştirme işlem ve faaliyetleri, çevre sorunlarının denetimi gibi konular artık sayıştayların doğal denetim alanları içinde yer almaktadır. Hâlihazırda sayıştayların hemen hepsi, kamu kaynaklarının nasıl harcandığı, harcamaların mevzuata uygun olup olmadığı, ne kadar harcandığı gibi klasik sorulara yanıt aramayı sürdürmektedirler. Ancak, bunun yanı sıra, bu kadar harcanmalı mıydı, istenilen hedefe ulaşıldı mı gibi sorulara cevap aramak da sayıştayların gündemindedir.
Fakat son yıllarda, maalesef, birçok alanda olduğu gibi, Sayıştayın da sınırlı denetim imkânı elinden alınmaya çalışılmaktadır. Bu açıdan, 6085 sayılı yeni Sayıştay Kanunu'nda yapılan değişikliklerle iktidar partisi, Sayıştay Yasası'nın en önemli maddesi olan, tüm kurumların denetiminde kritik rol oynayan, "Performans denetimi" bölümünde yer alan ve hesap verme sorumluluğunu pekiştiren ilkeyi ortadan kaldırmıştır. Hâliyle, yapılan bu değişiklik Sayıştay denetçilerinin görevlerini de sınırlamıştır. Bu da Sayıştayın yerindelik denetimi yapamayacağı, idarenin takdir yetkisini sınırlayacak veya ortadan kaldıracak kararlar alamayacağı anlamına gelmektedir.
Yine, mevcut Hükûmet, Sayıştay denetimini en aza indirgemek adına yasal düzenleme faaliyetlerini devam ettirmiş, 4/7/2012 tarihinde çıkarılan bir torba yasayla Sayıştayın, iş ve işlemlerin etkinliği, ekonomik verimliliği ve benzeri gerekçelerle uygun bulunmadığı yönünde görüş ve öneri içeren denetim raporu düzenlemesini tümüyle yasaklamıştır. Bu kapsamda, Sayıştayın performans denetimi yapamaması, kamu kaynaklarının verimli, etkin ve ekonomik kullanılıp kullanılmadığı konusunda Meclise rapor sunamaması hedeflenmişti fakat Anayasa'ya aykırılık teşkil eden bu hüküm Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. Ancak yine de torba yasayla öngörülen bu tutum 2012 yılı Ekim ayında Sayıştayın kamu kurumlarının 2011 yılı çalışmalarıyla ilgili hazırladığı raporu Meclise yeni yasaya uygun olmadığı gerekçesiyle sunmamasında vücut bulmuş, böylece kamu kurumları ilk kez bir yılı denetimsiz geçirmiştir. Bir sonraki bütçe döneminde de tartışmalar devam etmiş, 2013 yılında Sayıştay raporlarını Meclise göndermişse de Sayıştayın kamu kurumlarıyla ilgili inceleme ve görüş yapmasına olanak sağlayan mali tabloların büyük bölümü Sayıştaya verilmediğinden Sayıştay görüş belirtememiştir. Bu bütçe dönemine de yasaya aykırı olarak fiilen denetimsiz girilmiştir. Hükûmetin tüm bu yaklaşımlarına rağmen, Sayıştayca yapılan sınırlı denetimle dahi birçok yolsuzluk haberi kamuoyuna yansımış ancak ne yazık ki basın sansürü sebebiyle bunlar özgürce tartışılamamıştır.
Bu konuda iki örnek vermek isterim. Örneğin, Sayıştay, geçtiğimiz yıl bakanlıklar, kamu idareleri, düzenleyici ve denetleyici kurullar, üniversiteler, belediyeler ve kamu işletmelerinin de aralarında bulunduğu 157 kurumu denetledi. 2013 yılı denetim raporları Meclise sunulduktan ve ilgili kurumlara gönderildikten sonra Sayıştayın web sitesinde eylül ve aralık aylarının son günlerinde yayınlandı. Meclis adına devlet kurumlarında bağımsız denetim yapan Sayıştay raporları, ihalelerde, kamu harcamalarında ve hizmet alımlarında yaşanan usulsüzlüklerin en azından bir bölümünün ortaya çıkmasını sağladı. Muhalefet olarak geçtiğimiz bütçe dönemlerinde sıklıkla kısaltılmış, kesilmiş, kırpılmış diye itiraz ettiğimiz raporlardaki kısıtlı bilgiler dahi, AKP'nin 2023 vizyonunda hedeflediği "Yeni Türkiye"yi ne biçim bir yolsuzluk batağına sapladığının, emekçinin cebine nasıl göz koyduğunun açık ispatıdır. İşte, bizzat Maliye Bakanlığı, yedek ödenekten aktarılan 38 milyar 364 milyon lira yerine, kanunlara aykırı olarak sadece başlangıç ödeneği olan 949 milyon lirayı kamuoyuna açıklamıştır. Üstüne üstlük, kiraya verilen kıyı alanlarında mevzuata aykırı yapı ve tesisler inşa edildiği, işgaller olduğu, mevzuata aykırı yapıların yıkılamadığı da yapılan saptamalar arasındadır.
Yine, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonunda başrollerde izlediğimiz Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan döneminde, ihracatçı birlikleri müşterek hesabından harcama yapıldığı ve bu harcamaların Bakanlığın mali tablolarında gösterilmediği denetim raporlarında tespit edilmiştir.
SGK'nın mali disipline, Sağlık Uygulama Tebliği'ne, kanunlara uymadığı, başta vakıf üniversiteleri olmak üzere kamu hastaneleri birliği ve kamu üniversitelerine bağlı resmî sağlık hizmeti sunucularına yersiz ödemeler yaptığı ortaya çıkmış, usulsüzlük yapan işverenlere idari para cezaları uygulanmadığı tespit edilmiştir.
Sayıştay denetiminde daha çok ayrıntı var. Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna bağlı sağlık tesislerinde aşırı fiyatlandırma yapıldığı tespit edilmiştir. Fiyatların aşırı olduğunu ifade ediyorum ama sizin de takdir etmenizi istiyorum bir iki örnekle. Örneğin, bazı kamu hastanelerinin SGK'ya 1,27 liralık iğne ucunu 3,2 liraya; 1,5 liralık eldivenin 3 tanesini 15 liraya fatura ettiği tespit edilmiştir. Buna herhâlde sadece "aşırı fiyatlandırma" demek çok basit kalır. Bunu Meclisin takdirine ve değerlendirmesine sunuyorum. Buna ilişkin, emin olun, o kadar çok örnek var ki... Bu sınırlı denetime rağmen Sayıştayın ortaya çıkardığı yolsuzlukların ve bu fiyatlandırmanın, bütçeye ilişkin çelişkilerin, çok güçlü bir şekilde, aslında, Türkiye yurttaşlarının tartışmasına ve tartışmaya açılmasına ihtiyaç olduğunu önemle belirtmek istiyorum.
Yine, 301 madencinin öldüğü Soma Anonim Şirketinin patronu Alp Gürkan'ın devlete "kömür" diye 780 bin ton taş satarak -taş, yanlış duymadınız- 49 milyon lira aldığı da bu raporlar sayesinde ortaya çıkmıştır. Sayıştay denetçilerinin TKİ'nin sosyal yardımlaşma vakıfları üzerinden yoksullara verilen kömür yardımlarında yapılan usulsüzlüklere dair tespitleri çok ayrıntılı elimizde var -hepinizin bilgisi dâhilindedir, eminim- buna da bir bakmanızı, göz atmanızı önemle öneririm.
Yine, Sayıştayın Meclise sunduğu Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporu'nda, bazı bakanlıklarda yasaya aykırı özel hesaplar bulunduğuna, bu hesaplardan yapılan harcamaların muhasebeleştirilmediğine ve kamu idarelerinin mali tablolarında gösterilmediğine dair saptamalar yer almıştır. Yine, Sayıştay tarafından yapılan değerlendirmelere göre, bu hesaplar içerisinde işçi ücretlerinden ceza olarak kesilen paraların toplandığı banka hesabı da bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlar, bu konuda, dediğim gibi, örnek sayıları çok fazla, geçiyorum diğer kurumlara. Fakat bu anlattığım verilerin, Sayıştay denetimi sınırlandığı hâlde, bu konuda özel bir çaba gösterildiği hâlde yapılan denetimlerde ortaya çıktığını önemle belirtmek istiyorum.
Şimdi, Anayasa Mahkemesine ilişkin, şüphesiz, Erdem Gül ve Can Dündar kararına ve sokağa çıkma yasağı kararlarıyla, yasaklarıyla ilgili verdikleri kararlara ve geçmişte 367 ve devamı birçok tartışmaya tanıklık ettik. Ama genel satır başlarıyla şunu söylemek istiyorum: Anayasa Mahkemesi de diğer bütün yargı erkleri gibi, mekanizmaları gibi maalesef, yapılan yasal değişiklikler ile müdahalelerle şu anda Cumhurbaşkanlığının ve Hükûmetin büyük oranda denetimi altındadır.
Şöyle bir ülkede yaşıyoruz: Dün değil önceki akşam, basın-yayın özgürlüğü, düşünce, ifade özgürlüğü hakkında Gül ve Dündar kararını veren ve doğru bir karar veren Anayasa Mahkemesi, bir gün sonra Roboski davasını reddediyor; Roboski davasında, 34 insanın Türk savaş uçakları tarafından bombalanan, katledilen davada, 2 tane vekâletin geç intikal etmesi sebebiyle ret kararı veriyor. Sokağa çıkma yasaklarında tedbir kararlarını redde dair oluşturduğu gerekçeye, gerçekten istirham ediyorum, bütün vekil arkadaşlar baksınlar. O AYM kararı ile valiliğin sokağa çıkma yasakları kararları arasında bir fark bulsunlar, ben bulamadım. Aynı gerekçelerle kimlikleri, yaralı olup olmadıkları, nerede oldukları, çıkıp çıkamayacaklarına dair bir tartışmayla yaşam hakkının ihlaline sebep olan bir Anayasa Mahkemesinden söz ediyoruz. Ve Anayasa Mahkemesi, gerçekten, bu ülkede Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine giden başvuruları engellemek adına bireysel başvurunun kabul edildiği ama son merhalede... İşte, dün saraydan Cumhurbaşkanı sözcüsünün "Henüz beraat etmediler, dava devam ediyor..." Hemen Dündar ve Gül kararından sonra sosyal medyada korkunç bir tepki furyasına tanık olduğumuz ve tarafları kutuplaştırmanın had safhaya vardığı ve mahkeme üzerinden bu tartışmaların yapıldığı, üyeler üzerinden, kim tarafından atandığı, kime yakın olduğu üzerinden tartışıldığı bir dönemde, bir siyasi atmosferde yaşıyoruz.
Ben Anayasa Mahkemesi hakkında şunu söylemek istiyorum ki: Dündar ve Gül kararıyla aldığı alkışı kesinlikle hak etmiyor, ben de bir hukukçu olarak asla bunu takdir etmiyorum. Şüphesiz karar olumludur, Dündar ve Gül'e yapılan kesinlikle büyük haksızlıktır, geçmiş olsun diyorum ama bu, Roboski'de, sokağa çıkma yasaklarında, yaşam hakkı ihlallerinde, işkence uygulamalarında verdiği kararları asla aklamaz; bu, kararlarının siyasi niteliğini, siyasi arka planını asla ortadan kaldırmaz ve Anayasa Mahkemesinin tarafsız ve bağımsız olduğunu asla söyleyebilecek durumda olmadığımızı önemle belirtmek istiyorum.
Yargıtay Başkanlığı hakkında bütçe değerlendirmesi yapılırken doğrusu, yargı bütçesinin Adalet Bakanlığı bütçesinden ayrı tutulması gerektiği yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı bağlamında önemlidir. Tabii, ben büyük bir lüksten söz ediyorum yani imkânsız bir şeyden; bütçe ayrılsın, Adalet Bakanlığına bağlı olmasın, talimat almasın ama içinde yaşadığımız manzara... Hele hele, dün Sayın Başbakanı dinledikten sonra -gerçekten dehşetle dinledim- yani disiplini, saygıyı tekçiliğe indirgeyen, bir ana muhalefet genel başkanını ve partimizi bu kadar üstten, sadece oy almak üzerinde değerlendiren o konuşmayı böyle bire bir dinledikten sonra, demokrasinin denetim yollarının, yargı bağımsızlığının, tarafsızlığının, hele hele temel hak ve özgürlüklerin, denetim mekanizmalarının kurulması gerektiği yolundaki taleplerimizin ne kadar uçuk kaldığını bir kez daha maalesef gördüm. Bu nedenle, Yargıtay Başkanlığında da, Anayasa Mahkemesinde de, diğer bütün kurumlarda da aslolan, işte bunların gerçekten kuvvetler ayrılığı çerçevesinde denetim görevlerini, erklerin tarafsızlığını ve ayrılığını yaşama geçirmemizdir.
Konuşmamın başında da ifade ettiğim gibi, biz halkın vekilleri olarak Hükûmeti denetleyemiyoruz, denetim hakkımız elimizden alınıyor. Yargıtay zaten diğer -aynen Anayasa Mahkemesinde ifade ettiğim gibi- atamalarla, görevlendirmelerle, bütçelerle, tümüyle iktidara bağımlı hâle getirilmiş. Peki, burada demokratik bir yaşamın, demokrasinin, hak ve özgürlüklerin ve gerçekten -bütçe sebebiyle- o Adalet Bakanlığı bütçesinden ayrık olmasının önemini anlatmamın bir anlamı var mı, emin değilim. Şu nedenle söylüyorum bunları; Yargıtayın iş yükünün azaltılması, bu konuda geç adaletin adalet olmadığı yönündeki yargılar Türkiye gündeminin en önemli başlıklarından biri olagelmiştir ama şunu asla unutmayalım: Yargıtay, pek çok zaman devlet aklını temsil eden bir organ olarak faaliyet göstermiştir.
Yargıtay 9. Ceza Dairesini Kürt halkı arasında, Kürt illerinde gidip sormanızı ve görmenizi öneririm. Herkes 9. Ceza Dairesini ezbere bilir, kararlarını ezbere bilir. 1990'lı yıllarda avukatlık yaptığımda, herkes 9. Ceza Dairesinin ne kadar korkunç kararlara imza attığını bilirdi. Bugün, 10'uncu maddeyle görevli özel yetkili mahkemeler kaldırıldığı hâlde 9. Ceza Dairesi hâlâ niye var? Bunu da iktidar buradayken özellikle gündeme getirmeleri için söylemek istiyorum.
Sürem kalmadı, bu nedenle ayrıntılara giremiyorum.
Kamu denetçiliğiyle ilgili de şunu söylemek isterim, Anayasa Komisyonunda söyleme olanağım olmuştu, sayın denetçi de burada: Gerçekten kıyamet koparken, yüzlerce insan ölürken, katledilirken, kadınların çıplak bedenleri teşhir edilirken, 3 aylık bebekler ve anne karnındaki bebeler, ceninler katledilirken kamu denetçisi neden bu incelemeyi yapmadı? Şu ana kadar neyi bekliyor, bunu da kendilerine sormak istiyorum ve tüm Meclisi selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum, sağ olun. (HDP sıralarından alkışlar)