| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 43 |
| Tarih: | 24.02.2016 |
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi adına öneriyle ilgili konuşma yapmak üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Efendim, bugün seri saray sohbetlerinden bir tanesini birazcık kulak kabartarak haber kuşağında dinledim. Çok ilgimi çeken bir kavram var, burada da çok kullanıyoruz: "Tarih tekerrürden ibarettir.", "Tarih tekerrür eder." Tabii, terörle ilgili bağlamda bir şeyler söylüyor Cumhurbaşkanım -ama suçu tarihe- tarihten birtakım çıkarımlar yaparak.
Değerli milletvekilleri, tarih fail değildir, tarih olaylara not düşmektir, kayıt altına almaktır. Fail bizlerizdir; olayları, eylemleri, nedenleri bizlerizdir, bizlerin yaptıklarıdır. Dolayısıyla "Tarih tekerrürden ibarettir." ya da "Tarih tekerrür eder." diyerek suçu tarihe ya da mazereti tarihe yüklemek tarihe haksızlıktır. Bizler, öncelikle, yaptıklarımızla veya yapmayı planladıklarımızla sorumluluğumuzun bilincinde olmak zorundayız.
Şimdi, efendim, neler olmuştur? Biz diyoruz ki: İnsan, yaratılanların en şereflisidir; bakın, rengi, dili, dini, ırkı, etnisitesi ne olursa olsun. Dolayısıyla eşrefimahlukat olan bir varlığı sorunsallaştırırsanız onu değersizleştirmeye çalışmış olursunuz. Dolayısıyla Kürt'ü sorunsallaştırırsanız ona hakaret etmiş olursunuz. Çünkü böyle bir şey, böyle bir şeyi söyleme hakkımız yoktur.
Şimdi efendim, Hükûmetin icraatlarına bakıyoruz, şöyle bir gözden geçirelim bugüne kadar yaşadıklarımızı. Bugün doğayla ilgili bir mevzuyu konuşuyoruz. Şimdi biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, muhafazakâr ve milliyetçi bir partiyiz ve hiçbir zaman bundan da ödün vermedik. Adalet ve Kalkınma Partisi de muhafazakâr olduğunu söyleyen bir siyasi hareket. Biz gelenek olarak, inanç olarak bir ağacın dahi yaşatılması noktasında hassasiyetlerimizi bilen insanlarız çünkü "Yaş kesen baş keser." diyoruz değil mi? "Kıyamet anı dahi olsa elinizde bir fide varsa dikiniz."
Şimdi, neyi konuşuyoruz Allah aşkına? Artvin, sanki ilk defa Artvin'de yaşanan bir şey Türkiye gündeminde yeni yaşanmış, daha önce hiç olmamış gibi. Türkiye'yi hangi proje adı altında olursa olsun... Biraz önce hatipleri dinledim, biraz da notlar çıkardım. Efendim, Türkiye'nin kalkınmasını kimse istemiyormuş, barajlar yapılmasını istemiyormuş. Ne alakası var? Ekonomik olarak kalkınmayacakmışız. Ne alakası var? Burada gündemde olan, Artvin özelinde bir zatımuhteremi tartışıyoruz. Yani bütün ihalelerde başaktör, her zaman karşımıza çıkıyor. 17-25 Aralık sürecinde kulaklarımızın utandığı birtakım şeyleri duyduk ve bu zatımuhterem yine gündemde. Artvin'de daha önce Murgul ve -biraz önce grup başkan vekilim ifade ettiler- Türkiye'de birçok enerji ihalesini de almış, maşallah, böyle yetenekli bir insanın son bir ihale sonucu, her şeye rağmen, bütün ÇED raporlarına rağmen... Şimdi, bu ÇED raporlarına... Dedim ya, bir kendimizi sorgulayacağız, geçmişte neler yaşadık? Türkiye'deki benim bölgemde de, Erzurum'da da bizim Ödük Vadisi, Artvin'e uzanan çok güzel bir yeşil kuşaktır orası. Orası gerçekten harika bir coğrafyadır. Yani tükenmekte olan bitki ve canlı türleri var orada. Hatta bir ara kaçakçılığı yapıldı, bir iki İsrailli kaçakçı yakalandı, yargıya götürüldü, çünkü endemik türlerin yoğunlukta olduğu bir bölge; Uzundere, Ödük Vadisi, Yusufeli ve Artvin'in diğer ilçeleri. Şimdi, orası, zaman zaman yol yapımı...
Elbette ki ihtiyacı karşılıyorsa eyvallah, ama şu ana meseleyi, efendim, feda etmeden, biz canlılara riayet etmek, onların da yaşama haklarına riayet etmek zorundayız. Bugüne kadar yapılan ihalelerde, efendim, "Üniversiteler dik duruş sergiliyor..." Gerçekten, bilirkişi isteniyor.
Bir tane yaşadığım örnekten bahsedeceğim: 2009'da, yine istenmeyen bir bölgeye Erzurum'da bir baraj yapıldı, suyu buradan getireceğiz şeyiyle, bu suyu içireceğiz... Bütün raporlar, bütün bilirkişi raporlarında denildi ki: "Bu su, efendim, altyapıyla, kanalizasyonla karışan bir su, bu suyu içiremezsiniz. Bu suyun içeriği bozuk." Efendim, Hıfzıssıhha raporlar hazırladı, üniversiteden -hiç unutmuyorum- kimya mühendisliğinde bir arkadaşım grubuyla beraber projeye dönüştürdü ve rapor olarak hazırladı ki "Bu su zehirli, katkı maddeleri fazla olan, efendim, altyapının, kanalizasyonun karıştığı bir su, içilmez..." Ve o arkadaşımız, inanın, baskıyla üniversiteden uzaklaştırıldı, ceza aldı. İçilmez suya "içilir" dediler.
Şimdi, ÇED raporlarına bakıyoruz, olumsuz çıkan raporları tekrar mahkeme bozuyor, yeni bir bilirkişi -Sayın Veysel Eroğlu bunları çok iyi biliyor çünkü onun hakkında da bunlarla ilgili soruşturma önergeleri verildi- efendim, tekrar, yeniden raporlar düzenleniyor, yeni bir kurul, bu sefer olumsuz olan ÇED raporları olumluya dönüşüyor. Ya, Allah'tan korkun!
MUSTAFA ILICALI (Erzurum) - Hangi baraj?
KAMİL AYDIN (Devamla) - Bizim Palandöken içme suyu barajımız, 2009.
Şimdi, arkadaşlar, ne olur geçmişe bakalım. Bugüne kadar yaptığınız yanlışlardan ne olur birazcık pay çıkaralım, bir nedamet getirelim öncelikle, bir öz eleştiri yapalım. Burası deneme yanılma yolu değil. Bu millete hizmet ediyoruz. Olmadı, pişman olduk, yanlış oldu. Bugüne kadar çıkardığınız birçok kanun... Aceleye getiriyorsunuz. Efendim, olay sadece Artvin olayı değil. Bakın, Büyükşehir Yasası'ndan artık siz de yavaş yavaş pişmansınız. Ne oldu? Çünkü çıkardığınız Büyükşehir Yasası'yla, Allah korusun, iç savaşın eşiğine geldik neredeyse. Bölgede her türlü hâkimiyeti terörün kucağına bıraktınız. Ee, şimdi niye çıkardınız bunu? Çıkarılırken öngörümüz şuydu, diyorduk ki: "Yapmayın,Türkiye buna hazır değil. Bölgesel kalkınma adına, bölgesel illegal güçleri güçlendiriyorsunuz." Bunları söyledik. Şimdi "HSYK" diyoruz "savcılarınız" diyorlar ya! Allah'tan korkun! Yargıyı siyasallaştıran zihniyeti bir kendinizde arayın, birazcık sorgulayın.
Oradan Artvin'e geçelim. Şimdi, bugün Artvin'de olanlara bakıyoruz, gerçekten içler acısı. Artvin'de Türkiye'nin en kaliteli zeytini yetişirdi, artık o zeytini tadamayacağız; en kaliteli üzüm türlerinden birisi yetişirdi, en endemik canlı türleri vardı, artık olmayacak. Yusufeli sular altında artık, neyin karşılığında ve kime, ne verme karşılığında?
Arkadaşlar, biz biliyoruz Türkiye'de enerji politikaların nasıl olduğunu, hangi raporların "hayır" dediğini ve bu raporlarda "hayır" diyenlerin hangi sıkıntıları çektiğini çok iyi biliyoruz.
Siyaset, çözüm üretme sanatıdır; siyaset, yandaş kayırma sanatı değildir; birilerine bütünü, bütüne de hiçbir şeyi verme değildir. Onun için, Artvin'de bugün olanlar son bir ders olsun diyoruz.
Biz her zaman dedik ki: "Elbette ki insanın yaşama hakkı kadar doğanın da, çevrenin de tahrip edilmeme hakkı vardır; yaşama, yaşanabilirlik ortamının devam ettirilme hakkı vardır." İşte, bütün serzenişimiz bu noktadadır; yoksa baktığınız zaman basit bir direniş değildir. Artvin'de yapılan basit bir direniş değil. Ben "direniş" adını da kullanmak istemiyorum, orada bir hak arama vardır, orada... Sayın Bakanın geçen hafta "Efendim, halkı dinlemek lazım, seçmene kulak vermek lazım, isteklerini dikkate almak lazım." sözünden hareketle diyorum ki, artık oradaki insanlara kulak verin çünkü orası onların doğal mekânı. O doğal mekânına biz buradan ahkâm kesmeyelim, biz o doğal mekânı doğal olmayan hâle getirmeyelim. Bunu onlara soralım. Yani Batı demokrasileri, efendim, gemilerin ne renk boyanacağına dahi halka sorup karar verirken, biz bir yöre insanını hiçe sayıp bir havuz medyası sponsorunun talebini yerine getirme mercisi değiliz diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)