| Konu: | AK PARTİ Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 40 |
| Tarih: | 17.02.2016 |
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce gerçekten hepimizi üzen bir olaya biraz da kulak misafiri olduk, ta gürültüsü buradan duyuldu. Bir defa daha bir şeyi hatırlattı bize: Terörün dini, mezhebi, tarafı, yeri, hiçbir izah edilecek yönü yoktur. Terör lanetlenmesi gereken, yok edilmesi gereken, hiçbir zaman, hiçbir platformda mevzubahis dahi edilmemesi gereken bir kavramdır. İnşallah umuyoruz ki can kaybımız ya da ağır yaralımız yoktur. Çünkü orada bir kediciğe dahi bir şey olursa bu bizi yürekten incitir. Öncelikle bu temennilerimi ifade etmek istiyorum Değerli Başkanım.
Efendim "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz." Elbette ki bu özdeyişten hareketle Hükûmetimizin bugüne kadarki icraatları, bazı icraatları özellikle, izaha muhtaçtır. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak Allah'a şükür bugüne kadar söylem ve eylemde tutarlılığımızı muhafaza etmiş bulunmaktayız. Ama maalesef eğer eylem ile söylem arasında bir çelişki varsa, bir tenakuz varsa bu izaha muhtaçtır. Şimdi, geçenlerde bir bakanımız şöyle ifadede bulundu, dedi ki: "Bir hizmet, bir etkinlik, bir faaliyet yapılacağı zaman halka sormak lazım, millete sormak lazım, ona göre, efendim, icraata geçmek lazım." Çok doğru, güzel, ilkesel olarak hakikaten hepimizin "evet" diyebileceği bir şey ama uygulamaya baktığımızda, Türkiye'deki son on üç yılda uygulanan politikalara baktığımızda acaba hangisinde ortak bir mutabakat ya da halkın iradesi vardır?
Şimdi, ben hatırlıyorum bir Büyükşehir Yasası geçirdik biz buralarda ve bunu uygulamaya koyduk. Şimdi, bakın, bugün halkın iradesi Artvin'de bir şeye "hayır" diyor. "Kafkasör" diye bir yaylamız var. Ben bölge milletvekiliyim. Erzurum ile Artvin sınırdaştır. Yusufeli ile bizim Uzundere arasında çok kısa bir mesafe vardır, Olur arasında çok kısa bir mesafe vardır. İnanın içimiz acıyor. Özellikle, Doğu Karadeniz Bölgesi cennet vatanın bir köşesi. Orada daha önce halkın iradesi çok dikkate alınmadan HES'lerle taçlandırılan bu projeler daha sonra madencilik sektörüne yansıtılarak birtakım yanlış adımlar, yanlış uygulamalar yapıldı. O bölge inanın bir sürü endemik canlının var olduğu bölge. Orada flora ve fauna çok çok güzel. Hatta, dünyada birtakım illegal yapıların o kadar iştahlarını kabartmıştır ki böcek kaçakçılığı dahi o bölgede yapılmıştır. Şimdi, orada "Biz burada ruhsatsız bir şekilde, henüz mahkeme sürecinde olan bir davayı beklemeden maden ruhsatını geçerli sayıp icraata başlamak istiyoruz." diyen bir irade, zihniyet var ve karşısında gerçekten "Hayır, ben, bu cennet vatanı muhafaza etmek istiyorum bütün doğal güzelliğiyle." diyen bir zihniyet var. Hâlbuki, daha önce aynı uygulamalar da milletvekili olduğum Erzurum ilimizin kuzey ilçelerinde yapıldı. Bizim "Ödük Vadisi" dediğimiz gerçekten, bitki örtüsüyle çok özel, çok verimli bir bölgesi olan -doğal kaynaklarının iştah kabartması söz konusu- oraya bir sürü proje yapıldı, barajlar yapıldı ve inanın orada yaşayan bir sürü canlı ve bitki yok edildi.
Asıl o bölgenin çok acil ihtiyaçları var. Nedir? Orada, bizi Doğu Karadeniz'e bağlayan çok önemli bir yol var. İstiyoruz ki biz, oradaki, Uzundere'yi Karadeniz'e bağlayan Pirinkayalar diye zor bir geçit, yüksek bir geçit... Turistik bölge ilan ettik biz Uzundere'yi ama maalesef yolu yok, keskin virajları olan, tek şeritte işleyen ama trafiği yoğun olan bir bölge ama niyeyse o Pirinkayalar bölgesinin ne yol yapımı ne de tünel çalışması, siyasi vaatlere rağmen, söz de verilmesine rağmen, uygulamada yapılmadı. Keşke, gerçekten, bu anlamda halkın isteklerini ve dileklerini dikkate alıp böyle bir hizmet götürebilseydik.
Değerli milletvekilleri, o zaman, nedir? Bu eylem ve söylem arasındaki çelişkiyi nasıl izah edeceğiz? Şöyle izah edeceğiz: Türkiye Cumhuriyeti devletinin Hükûmeti, sanki bir romantik genç gibi, şıpsevdi romantik bir genç gibi, akşam âşık olup sabah kahrolan bir tip gibi, akşam "evet" dediğine sabah "hayır" diyen bir tip gibi idare edilmektedir. Hâlbuki, hükûmet olmak, hükûmet yönetme erkini elinde bulundurmak romantik bir tavır kaldırmaz. Kararlı, mantıklı, sebep-sonuç ilişkisi içerisinde, uzun vadeli bir programı uygulamayı gerektirir.
Biraz önce hatip arkadaşlarımız "Suriyeli mültecilere neler yaptık? Hangi sağlık hizmetlerini götürdük? Hangi çadırları nereye kurduk?" Ya, Allah aşkına Türkiye'yi mülteci cenneti yapmakla mı övünüyorsunuz? Böyle bir şey olabilir mi? "Efendim, hangi hizmetleri götürdük?" Hangi hizmetleri götürdüysen, daha önce "Misafirlerimiz, baş tacı ederiz, 50 bine kadar yaparız, 100 bine kadar yaparız." Rakamlar 2,5 milyon, 3 milyona doğru ilerledikçe bu sefer "Efendim, olur mu öyle şey, biz Avrupa'nın mülteci cenneti miyiz?" demeye başladık. O zaman, bunun önlemini baştan alacaktık. Siyaseti, özellikle dış siyaseti sınırların biraz ötesinde hesaplamak lazım. Şimdi, bunun karşılığında gerçekten, mülteci duruma düşecek hâl ve ahval içerisindeyiz. "Mazlum milletlere kucak açtık." Ama mazlumlaşıyoruz farkında mısınız? Mazlumlaşıyoruz. Dün "hayır" dediklerimize bugün niye "evet" diyoruz? Bu kürsülerde Türkiye Cumhuriyeti devletinin bekası tartışılıyor, kurucu irade tartışılıyor, varlık nedeni ve ilkeleri tartışılıyor, hiç kimsenin sesi çıkmıyor. Ama sanki bizi burada bulunduran yegâne değerler insanlardır.
Değerli milletvekilleri, bizim burada birlikte olmamızın, bu çatı altında yasamayı eyleme dönüştürmemizin nedeni ilkelerdir, doğrulardır, bu da Anayasa'yla teminat altına alınmıştır. Bu değerlerin yıpratılmamasına hepimiz azami derecede riayet etmek zorundayız. Dolayısıyla, baktığımızda, uygulamalarda, efendim, dün farklı bir söylem bugün farklı bir uygulama. Yarın onun inkârına gitmeyelim. O zaman ne oluyor biliyor musunuz? Referanslarımız o şahısların söylemleriyle birliktelik arz ediyor. "Efendim, biz söylüyoruz ama Sayın Cumhurbaşkanı da söylemişti aynı şeyi, sayın bakan da söylemişti, sayın yetkili, partili filan da söylemişti." Böyle bir referans mantığı olmaz. Efendim, bakın, burada bizi bağlayan Anayasa ve ilkelerdir, İç Tüzük'tür. Hata yapan, hukukun dışına çıkan, ilkelerin dışında hareket eden herkes hukuk karşısında sorumludur.
Geçenlerde eski İsrail Başbakanı biliyorsunuz yargılandı ve hapse mahkûm edildi. Daha önce, Almanya Cumhurbaşkanı bir arkadaşına, dostuna otel faturasını ödettiğinden dolayı istifa etmek zorunda kaldı. Şimdi, yanlışı kim yaparsa yapsın, makamı, mevkisi, pozisyonu ne olursa olsun yargıdan kaçamaz, Anayasa hükmünü ihlal edemez. Dolayısıyla, bizi burada bağlayan ilkelerdir, kurallardır, değerlerdir. Bu değerler üzerinden, bu ilkeler üzerinden hareket etmeliyiz. Yoksa bu değerleri istediği gibi yönlendiren, değiştiren, söyleme dönüştüren kişilere bağlılıklarımız söz konusu değildir, bağlılıklarımız sadece yüce Meclisin Anayasa'yla, İç Tüzük'le ortaya koyduğu tutum ve davranışlardadır.
Dolayısıyla, baktığımız zaman, eylemlerde, hayvancılıkla ya da etle ilgili bir sorun dile getiriliyor, muhalefet haklı olarak "Fiyatlar pahalı." diyor, vay efendim, "Siz oradan alışveriş yapmıyorsunuz, AVM'lerden mi yapıyorsunuz?" Ee, o zaman bu tutarsızlıktır yani, bu AVM kültürü ne zaman geldi Türkiye'ye? Yani yüz binleri bulan kasap sayısının karşısında yüzde 5 ihtiyacı bile karşılamayan Et ve Süt Kurumu şubelerini mi göstereceğiz? Yani İstanbul'da vapura binip karşıdan karşıya 1 kilo et almak için seyahat mi etmek zorundayız?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMİL AYDIN (Devamla) - Böyle bir açıklama olabilir mi?
Değerli milletvekilleri, eylem ve söylemin bir çelişki arz etmemesi lazım. Onun için, gerçekten ikide birde hatalar, yanlışlar muhalefet tarafından ifade edildiği zaman hemen çokluğa vurgu yapıyorsunuz. Yüz defa söyledik, çokluk hak değildir, adalet değildir. O kadar çok çokluk örneği veririz ki burada -verdik de- artık bundan vazgeçelim. Bugün çok, yarın çok az olabilirsiniz, ama az iken haklı olma ihtimali yüksektir, çok iken haksız olma ihtimali de aynı derecede yüksektir diyorum.
Saygılar sunuyorum.