| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 38 |
| Tarih: | 11.02.2016 |
MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve Genel Kurulun değerli emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, önce bir kısa hatırlatma yapmak isterim: Biliyorsunuz, 25 Temmuz 2015 tarihinde Ankara'da EĞİTİM SEN Genel Merkezi misafirhanesine hukuksuz bir polis baskını gerçekleştirilmiş ve baskın sırasında tedavileri için Ankara'da bulunan 6 Suriye vatandaşı gözaltına alınmıştır. Ankara Terörle Mücadele Şubesi Müdürlüğü tarafından 26 Temmuz 2015 tarihinde sorgulanmış, sonrasında gönderildikleri cumhuriyet savcılığı tarafından da serbest bırakılmışlardır. Bu 6 Suriyeli vatandaşın, hukuka, ahlaka aykırı bir işlemle, Cilvegözü Sınır Kapısı'nda, Türkiye'nin terör örgütleri listesinde bulunan, El Kaide'nin uzantısı olan Ahrar-uş Şam Cephesi'ne teslim edildikleri bilgisi kamuoyuna yansımıştır. Bu bilgi, aynı zamanda sayın grup başkan vekilimizin, İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı nezdinde yaptığı sözlü görüşmeyle de kabul edilmiştir.
Değerli arkadaşlar, bu 6 Suriye yurttaşı, Türkiye'ye girişi resmî izinle AFAD tarafından verilen yabancı tanıtma bilgisine sahip, yaralıların resmî kimlikleri kullanılarak gelmişler, tedavi edilmişler ama tedavilerinin devamı Ankara'da yapılmak üzere Ankara EĞİTİM SEN misafirhanesinde kalmışlar. Fakat bu 6 kişi, hukuka, uluslararası hukuka tamamen aykırı, iç hukukumuza da aykırı bir şekilde, onlara karşı savaşırken yaralandıkları bir düşman örgüte yani Ahrar-uş Şam'a teslim edilmişlerdir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ek protokollerine, iç hukukumuza, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına baktığımızda, şu, açık ifade edilmektedir: Eğer bir yerde ölüm cezası, işkence, insanlık dışı muamele görme tehlikesi varsa bu kişiler oraya iade edilmezler.
Yine, 1951 Birleşmiş Milletler Cenevre Sözleşmesi'nin 33'üncü maddesi de aynı şekilde mültecinin veya sığınmacının ırkı, dini, vatandaşlığı, sosyal bir gruba aidiyeti ve siyasi düşünceleri sebebiyle hayat ve hürriyetinin tehdit edileceği ülkelere gönderilmemesi ve iade edilmemesi gerektiğini düzenliyor. Yani aslında iç hukukumuza göre ve uluslararası hukuka göre Türkiye, açıkça bir savaş suçu işlemiştir, bu insanları açık bir şekilde ölüme göndermiştir. Hâlbuki bu insanların Nusaybin, Ceylânpınar, Suruç kapılarından da sınır dışı edilme ihtimalleri varken, maalesef, Hükûmet ve yetkililer doğrudan Cilvegözü Sınır Kapısı'nda işte terörist örgüt olan Ahrar-uş Şam'a teslim etmişler ve şu anda akıbetlerinin ne olduğu konusunda bir bilgimiz yok.
Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti, IŞİD'le Antep-Kilis sınır hattını kullanarak her türlü kirli ilişkiye girmiştir ve her gün IŞİD çeteleri oradan Türkiye'ye girip kendilerini farklı yerlerde -Ankara'da, Suruç'ta, İstanbul Sultanahmet'te, Diyarbakır (Amed) İstasyon Meydanı'nda- patlatırlarken hiçbir önlem almayan devlet, söz konusu Kürtler olunca işte düşmana teslim edebiliyor.
Yine, her gün değerli arkadaşlar, IŞİD çeteleri sınırı kullanarak Antep'e yığınak yapıyorlar. Antep'te 120 ton amonyum nitrat gübresi bulundu. Antep'te bu DAİŞ çeteleri, köle pazarları kurdular değerli arkadaşlar, Ezidi kadın ve çocuklarını pazarlayan köle pazarları kurdular. Ve bu DAİŞ çetelerine her gün bu sınır hattı kullandırılarak ambulanslar gönderiliyor, oradaki çeteler Antep'e taşınıyor, Antep hastanelerinde tedavi ediliyor ve iyileştiklerinde tekrar savaşmaya gönderiliyor.
Yine, AFAD kamplarında DAİŞ çetelerinin örgütlenip tekrar Suriye'ye geçerek savaştıklarını biz biliyoruz. Bunun kanıtları defalarca kamuoyuna yansıdı. Yine, Tel Abyad özgürleştirilirken, Tel Abyad'da ele geçirilen kimi elektrik, ilaç ve gıda gibi başkaca maddelerin, savaş maddelerinin Antep'ten gönderildiği, kamuoyuna, basına o zaman yansımıştı.
Değerli arkadaşlar, Türk askerinin, IŞİD'in sınırda işini ne kadar kolaylaştırdığını bir örnek üzerinden anlatmak istiyorum. Sudan'dan 3 terörist, çete geliyor, sınırı bekleyen askere yaklaşıyor ve IŞİD çetesine katılmak istediğini ifade ediyor. Yani gelen Sudanlının psikolojisini -aslında bu, tüm dünyanın algısıdır ama- anlatmak istiyorum. Gelip Türk askerine "Ben IŞİD'e, karşıya savaşmaya geçeceğim." diyebilecek kadar IŞİD ile Türkiye'yi bir iş birliği içinde görmektedirler. Bu petrol ticareti ve diğer, yine, oraya gönderilen tırlar vesaire, yapılan silah, her türlü yardım kamuoyunun bilgisi dâhilindedir.
Değerli arkadaşlar, IŞİD'e bu türlü desteği sağlayan, özellikle ambulansları her gün sınır hattından geçirerek DAİŞ çetelerini Antep'te tedavi edilmek üzere getirenler, maalesef, günlerdir burada ifade etmeye çalışıyoruz, Cizre'de bir sokakta bodrum katlarında kalan insanları alamamakta, almamakta ısrar ediyorlar ve o insanları gruplar hâlinde ölüme terk ediyorlar, oraları bombalamak suretiyle o insanları katlediyorlar.
Bugün aldığımız bir habere göre, yine insanlık dışı suçlar işleniyor değerli arkadaşlar. Kadın cenazeleri çırılçıplak soyularak teşhir ediliyor. Daha önce Varto'da aynısı yaşanmıştı, şimdi, yine aynısı Cizre'de yaşandı. Bu, Kürt'ün cenazesine dahi tahammül edememektir. Kürtlere yönelik bu düşmani tutum maalesef, ülkemizi kan gölüne çevirmiştir. Hükûmet, her gün Kürtlere yönelik bir zulüm politikası işletmekte ve Kürt'ün ölümü yetmemekte, kadın, çoluk çocuğun ölümü yetmemekte, aynı zamanda cenazelerine işkence edilmektedir. Cenazeler üzerinden Kürt halkı terbiye edilmeye çalışılmaktadır. Bu, insanlık suçudur. Gerçekten, bunları yaparken hiç insanın yüzü kızarmaz mı? DAİŞ'e ambulans göndereceksin, onu oradan alıp kendi hastanelerinde tedavi edeceksin, ama kendi yurttaşını ölüme göndereceksin! Böyle bir şey kabul edilebilir mi değerli arkadaşlarım? Böyle bir durumda, biz, hâlâ "Nasıl birlikte yaşayabiliriz?"i HDP Grubu olarak zorlarken, birlikte yaşam koşullarını oluşturmak üzere çabamızı devam ettirirken, Hükûmetin ve devletin bu düşmani ve hasmane tutumu, maalesef, ülkemizi yarın içinden çıkamayacağımız daha büyük yangınlara, daha büyük felaketlere sevk etmeye devam etmektedir. Hükûmet bu hasmane tutumundan derhâl vazgeçmelidir.
Kürtler, hiçbir zaman Türkiye Cumhuriyeti devleti aleyhine bir düşmanlık yapmamışlardır. Kürtler bulundukları, beraber yaşadıkları hiçbir topluluğa zulmetmemişlerdir ve özgürlüğü de sadece kendileri için istememişlerdir, beraber yaşadıkları halklar için de istemişlerdir.
Şimdi, böyle bir durumdayken siz hâlâ Kürt'ün cenazesine işkence edebiliyorsanız, siz hâlâ Kürt'ün çoluk çocuğunu, kadınını, yaşlısını imha edebiliyorsanız, bu durum, gerçekten bu ülkeyi yarın ateşe atacaktır ve bu ateşi bir an önce durdurmamız lazım, söndürmemiz lazım. Herkes kendi yapabildiği oranda oraya bir su damlası taşımalıdır ama Hükûmetin tavrı, maalesef, yangına benzin dökmek, bu ateşin daha da büyüyerek Orta Doğu coğrafyasına ve Türkiye'nin batısına taşınmasına sebep olmaktadır.
İşte, 6 kişi şahsında yapılan düşmani tutum budur değerli arkadaşlar. İnsanlık suçu şeklinde o insanları bile bile alıyorsunuz, DAİŞ çeteleriyle beraber savaşan Ahrar-uş Şam'a teslim ediyorsunuz. Peki, amacınız nedir bunda? Bunu izah edeceğiniz bir şey var mı, bir sözünüz var mı? Peki, iade edecekseniz niye Nusaybin'den iade etmiyorsunuz? Niye bunları doğrudan Cilvegözü'nden...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - ...onlara karşı savaşırken yaralandıkları düşmanına teslim ediyorsunuz? Bu kabul edilebilir bir tutum değil.
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) - Sayın Vekil, bu kadar doğru olmayan şeyi arka arkaya söyleme başarısını gösterdiğiniz için sizi tebrik etmek mi lazım, bilmiyorum. Doğru olmayan şeyi arka arkaya nasıl sıralayabiliyorsunuz?
BAŞKAN - Laf atmayın lütfen!
MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Bu tutumunuzdan bir önce vazgeçmelisiniz.
Hepinize saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)