Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Surinam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 35 |
Tarih: | 29.01.2016 |
HDP GRUBU ADINA MAHMUT CELADET GAYDALI (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; partim ve grubum adına, görüşülmekte olan, sıra sayısı 63 olan, Türkiye Cumhuriyeti ile Surinam Hükûmeti Arasında Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması'nın onaylanması hakkında söz almış bulunuyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası yapılan anlaşmalar kesinlikle önem teşkil etmekte, toplumları hem sosyal, ticari ve kültürel alanda birbirine yaklaştırmakta hem de maddi alanda ülkeler açısından yeni fırsatlar ve ekonomik kazançlar sağlamasına yardımcı olmaktadır. Bunun için, yapılan veya taraf olunan uluslararası sözleşmeleri önemsiyoruz.
Bir başka önemsediğimiz husus ise bu uluslararası sözleşmelerin hem ticari hem kültürel hem de hukuki boyutlarının pratik alanda uygulanıyor olabilmesidir. Aksi takdirde, yapılan anlaşmalar birer belge olmaktan öteye gidememektedir. Gelen evraklara baktığımız zaman, çok sayıda uluslararası anlaşmanın görüşülmek üzere sırada beklediğini görmekteyiz. Bunların görüşülmesi kadar, gereğinin yerine getirilmesi, buradan elde edilen toplumsal, kültürel ve ekonomik kazançların tüm topluma yayılması gerekmektedir.
Bizler parti olarak toplum yararına olan her türlü gelişmeyi destekliyoruz ve desteklemeye devam edeceğiz fakat önümüze gelen uluslararası ikili anlaşmalara baktığımız zaman, çoğunun toplum yararına çok fazla hizmet etmediğini, daha çok neoliberal politikalarla uyumlu olduğunu, belli sermaye kesimlerini beslediğini söylemek mümkündür.
Değerli milletvekilleri, uluslararası hukuk sorununa da değinmek istiyorum. Türkiye'nin imzası bulunan çok sayıda uluslararası sözleşme metninin gereğinin yerine getirilmediğini ifade edebiliriz. Örneğin Haziran 2015'te Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından dünyada iş güvenliğine uymadığı için incelenen tek ülke olduk. Yine bir başka örnek: Paris İklim Zirvesi'nde 195 ülkenin imzaladığı sözleşme gereği, küresel sıcaklık artışının 2 derecenin altında tutulması gerekirken bu yönlü herhangi bir çalışmada bulunmadığınızı söyleyebiliriz. Yani, asıl önemli olan şey, burada tasarılar hazırlayıp sunmak değil, bunların uygulanabilir olacağı bir zemin yaratmaktır.
Özellikle uluslararası hukuk alanında zayıf olan Türkiye'yi bu konu üzerinde de hassas davranmaya davet ediyoruz. Bilindiği üzere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2015 yılını kapsayan raporunu açıkladı ve Türkiye'nin hukuksal alandaki zayıflığı bu karneyle birlikte kamuoyunun gözlerinin önüne serildi. Örneğin, Türkiye 2015 yılının sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde 8.450 başvuruyla en fazla dava başvurusu bulunan 3'üncü ülke durumundadır. Adil yargılama hakkının ihlal edildiği, gözaltında kötü muamele ve işkence yapıldığı, etkili ve yetkili soruşturmalar yürütülmediği, bireylerin özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği, yaşam hakkının ihlal edildiği çok sayıda, Türkiye aleyhine sonuçlanan dava bulunmaktadır.
Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'nin en fazla ifade özgürlüğünün ihlal edildiği ülke olduğu... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Cizre'de devlet güçlerince açılan ateş sonucu yaralanan, ancak ambulansın kendisini almak için mahalleye girişine izin verilmeyen 16 yaşındaki Hüseyin Paksoy için yapılan başvuruyu kabul edip yaşam hakkı için acilen alınması gereken tedbirlerin alınmasını ve can güvenliğinin sağlanmasını istedi. Fakat öz hukukunu hiçe sayan Hükûmet Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tedbir kararını hiçe saymıştır.
Basın ve medya üzerinde uygulanan baskı, halk üzerinde uygulanan korku ve caydırma politikaları, hukuksuz bir biçimde uygulanan sokağa çıkma yasakları, hastane ve okulların birer karargâha dönüştürülmesi, her muhalif sesin şiddet kullanılarak bastırılması, akademisyenlerin ve öğretmenlerin hedef gösterilerek topluma işaret edilmesi aslında bu sonucu çok da şaşırtıcı kılmamaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği bu rapordan ziyade bir de Türkiye İnsan Hakları Vakfının hazırladığı bir rapordan da bahsetmek isterim. Rapora göre, 16 Ağustos 2015 ile 21 Ocak 2016 tarihleri arasında güneydoğuda uygulanan sokağa çıkma yasaklarında 198 sivil hayatını kaybetti. Raporda en az 1 milyon 377 bin kişinin en temel yaşam ve sağlık haklarının ihlal edildiği ve bu süre içerisinde 39'u çocuk, 29'u kadın, 27'si 60 yaş üstü insan olmak üzere en az 198 sivilin yaşamını yitirdiği açıklandı.
Değerli milletvekilleri, gerçekten acıları hissetmek, onlara kulak vermek, el uzatmak bu kadar zor, bu kadar imkânsız olmamalı. Eğer sadece bir bakanla görüşmek için partinin milletvekilleri açlık grevine girmek zorunda bırakılıyorsa gerçekten yolunda gitmeyen, işlemeyen bir şeylerin olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir. Eğer bir milletvekili kendi seçim bölgesinde bodrum katında mahsur kalmış sivillere ulaşamıyorsa, ulaşmasına izin verilmiyorsa gerçekten bir şeyler ters gidiyor.
Tabii ki hepimizin ve her birimizin farklı fikirlere, farklı düşüncelere sahip olmamız normaldir fakat her ne olursa olsun bu fikirleri tartışmak, birbirimize bazen sataşarak, diyalog kurarak ve birbirimizi anlayarak çözmek zorundayız; modern dünya ve akıl bize bunu emrediyor. Ülkenin doğusunda meydana gelen bu vahşet ve yıkım ortamına seyirci kalırsak tarih bizi yargılar. Her birimizin bu yaşanan drama ayrı ayrı karşı çıkması gerekmektedir. Uluslararası hukukun işleyişini sağlamak zorundayız.
Değerli milletvekilleri, gerçekten çok şey istemiyoruz, sadece insanlar ölmesin diyoruz, yaşam diyoruz ama son zamanlarda yaşananlara baktıkça anlaşılıyor ki Hükûmet tarafından bu kelimenin anlamı hiçleştiriliyor, içeriği boşaltılıyor. İnsanların ne diyeceği, ne giyeceği ve ne izleyeceğini tayin eden zihniyet, şimdi de yaşamın ve yaşatmanın ne anlama geleceğini tayin etmeye çalışıyor. Akademisyenler örneğinde bunu gördük, Ayşe öğretmen davasında bunu gördük. "Barış" kelimesini alkışlatmak bile bu devirde örgüt propagandası yapmakla eş değer anlam taşımaktadır.
Barış çok uzakta değil ama savaş her anımızda ve her dakikamızda yer almaya devam ediyor. Bizler burada konuşurken bile insanlar yaşamını yitiriyor olabilir. Bu ölümleri durduramayacaksak, durdurmayacaksak, anne karnındaki bebeğin bile, bırakın büyüyüp sokaklarda koşmasını, dünyaya gelmesini bile garanti altına alamayacaksak torba yasaların ve uluslararası anlaşmaların görüşülüyor olmasının hiçbir ehemmiyeti yoktur. Tarih her yaşamı ve her ölümü yazmaya devam edecek ve ediyor. Sadece size sorum şu: Yaşamın mı yoksa ölümün mü yazıldığı sayfalarda yer almak istersiniz?
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)