Konu: | Dünya Ticaret Örgütünü Kuran Marakeş Anlaşmasını Tadil Eden Protokol ile Ticaretin Kolaylaştırılması Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 28 |
Tarih: | 14.01.2016 |
HDP GRUBU ADINA ZİYA PİR (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 18 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerine değerlendirmelerde bulunmak istiyordum fakat bazı arkadaşlar bu saatten sonra "Biz rakam dinlemeyiz." gibi şeyler söyledi. Benim de işime gelmiyor değil. Bu saatten sonra ekonomi konusunda o kadar rakamları anlatmak burada kimseler tarafından gerçekten anlaşılmaz eğer ekonomist değilse. Biraz da herhâlde çok geç oldu, arkadaşlarımız eve gitmek istiyor ya da uçağa yetişmek istiyor.
Şimdi, biz parti olarak, uluslararası sözleşmeler bizim insanlarımızın, ülkemizin lehine ise elbette bunları onaylarız burada, hep birlikte ellerimizi kaldırırız, eğer değilse ellerimizi kaldırmayız, bu kadar basit.
Şimdi, bu şeyle ilgili herhangi bir problem ben görmüyorum, elbette de bazı rakamların açıklanması gerekiyor ama şimdi, uluslararası sözleşmeler yapılıyorsa eğer bir ülkede, o uluslararası sözleşmelere uymak da gerekiyor. Eğer biz bu sözleşmeye uyacaksak, yürütme buna uyacaksa biz bunda bir problem görmüyoruz ama maalesef, pratiğimiz böyle değildir. Rakamlardan şimdi uzaklaşalım, başka rakamlara doğru gideceğiz.
Mesela, sokağa çıkma yasaklarını uyguluyoruz burada, cenazelerle ilgili problemler var ve bu problemler taraf olduğumuz uluslararası bir sözleşmeye aykırıdır, hatta bana göre kendi Anayasa'mıza ve yasalarımıza da aykırıdır, burada farklı görüşler de olabilir ama bana göre öyledir. Nedir bu mesela? Cenazeleri defnedebilme ve cenazelerde hazır bulunma hakkı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8'inci maddesi kapsamına girmektedir. Yani, bu, geçen haftaya kadar ya da geçen seneye kadar bir şekilde iyi ya da kötü uygulandı. İki taraf da iyi niyetliydi, uygulanabildi fakat yaklaşık bir senedir bu alanda sıkıntılar var. Bugüne ya da geçen haftaya kadar cenazelerin belediyeler tarafından alınıp defnedilmesi gerekiyordu. Geçen hafta yeni bir yönetmelik ya da yönetmelikte bir değişiklik oldu, Adli Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliği değişikliği. Şimdi, o değişiklikte ne diyor? İşte, kısaca ben anlatayım: Geçen haftaya kadar "belediyeler" dedik, geçen haftadan itibaren "Üç gün içinde eğer aileler cenazeleri almazsa kaymakamlık ya da valilik cenazelere el koyup bunları defnedebilir."
Şimdi, buraya kadar bu cümleler hoş, fakat 90'ları yaşayan Kürtlerin sinir uçlarına dokunulmaktadır maalesef. Seçim öncesi beyaz Toroslar hatırlatıldı, sinir uçlarına dokunuldu. Şimdi, yine 90'larda kaybedilen cenazeler meselesi, insanların aklına bu geliyor bunu okuyunca, yine sinir uçlarına dokunuldu Kürtlerin. "Acaba, yine cenazelerimize el konulup bu cenazeler kaybedilecek mi?" diye bir kaygı var tabii ki insanlarda.
Cenazelerin aileleri tarafından gömülmesi, cenazelerin kimlikleri ve yerlerine dair şüphelerin oluşması ihtimalini doğurmaktadır. Bu risklerin en yüksek olduğu coğrafya, 1990'larda toplu mezarlar gerçeğiyle sarsılmış bir coğrafyadır. Hâlen her cumartesi İstanbul'da "Cumartesi Anaları" diye adlandırdığımız insanlar bir araya gelmektedir ve yakınlarının cenazelerini talep etmektedir. Bu durum, hepimizin vicdanını onarması bir yana, hâlâ kanar hâlde bırakan bir yaradır.
Yani, bugünlerde burada, aslında bu Meclis çatısı altında, hep birlikte, bu zor dönemde, aslında bu toplumsal barışı tekrar nasıl inşa edebiliriz tartışmalarını, istişarelerini yapmamız gerekirken, ne oluyor, toplumsal barıştan, maalesef, bu tür uygulamalarla uzaklaşıyoruz. Kürtlerle, Kürt toplumuyla, Kürt halkıyla Türk halkının ve diğer halkların arasındaki hendek maalesef derinleşmektedir. Bu, ben eminim ki hiçbirimizin arzu etmediği bir durumdur, ben bundan eminim. Yani, her grupta vicdanlı insanların olduğunu ben biliyorum, buna inanmak da istiyorum fakat uygulama ve pratik maalesef böyle değildir.
Dün arkadaşlarımızdan biri heyecanlı bir şekilde muhalefeti Ruslarla iş birliği yapmakla suçlar gibi oldu, sonra, özrüyle birlikte biz de bunu unuttuk. Fakat, maalesef, Ruslarla aynı çerçevede Avrupa'da görülmekteyiz bu konuda. Niye? Cenazelerin defnedilmelerini engelleyen sokağa çıkma yasaklarının hukuki mesnetsizliği, bana göre, 8'inci madde kapsamında cenazelerin gömülmesiyle ilgili ihlallere sebebiyet vermektedir. Rusya'ya karşı yöneltilen Mashkadova davasında terörist oldukları bilinen kişilerin gömüldükleri yerlerin şeklinin aile tarafından belirlenmesi ve bu kişilerin cenazelerinin ailelerine teslim edilmesinin devlete karşı daha fazla nefrete sebep olabileceği gerekçesiyle Rus hükûmeti tarafından alınan karar yine Rus mahkemeleri tarafından hukuka uygun bulunmuştur. Fakat, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ölen kişinin faaliyetlerinin sonuçlarının ölenlerin yakınlarına sirayet etmesinin mümkün olmadığını, zımnen suç ve cezalığın şahsiliği ilkesine gönderme yaparak ifade etmiştir. AİHM'e göre, ölen kişilerin faaliyetlerinin yükünün ölenlerin yakınlarına aktarılması başvuruları cezalandırıcı bir etkiye sahiptir.
Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, cenaze törenlerine katılmanın veya en azından ölen yakınlarına karşı son görevlerini yerine getirme fırsatının engellenmesinin meşru olmadığı sonucuna varmıştır. Bana göre, bu Adli Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliği'nin yeni şekli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırıdır ve en geç Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden dönecektir diye düşünüyorum.
Diyarbakır Milletvekiliyim ama Karadenizliyim aynı zamanda. Karadenizli olarak tabii ki düşünüyorsunuz, neden bu uygulama, ne oldu da bu duruma gelindi Türkiye'de? Hemen karşımıza "çökertme planı" adında bir şey çıkıyor. Bakın, ben bunları okurken sakın ha... Grup başkan vekilimiz de bugün ifade etti, biz ölümlerin kimden geldiğine bakmaksızın, kimlerin öldüğüne bakmaksızın bütün ölümleri kınıyoruz. Ben bunu her gün söylüyorum, bizim partimiz bunu her gün söylüyor. Buradan da herhâlde her fırsatta bunu tekrarlayacağız sizler bize inanana kadar.
Şimdi, çökertme planı, basına yansıdı bu, Hükûmet tarafından reddedilmedi. Reddedilmiş olsaydı bile pratikte bunlar harfiyen bugüne kadar uygulandığı için... Yani, ben Diyarbakır Milletvekiliyim, son dört haftadır oradayım, ondan önce bir hafta buradaydım, yine oradaydım. Yani, orada olup bitenleri, CHP Grubundan bir arkadaş bugün geldi, benimle konuşmak istedi "Ne oluyor?" diye. Ya, siz de gelin. Yani, ben dilim döndüğü kadarıyla objektif bir şekilde bunları anlatmaya çalışacağım.
Şimdi, bir çökertme planı basına yansıdı, Hükûmetinizin talimatıyla Eylül 2014'te Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığınca hazırlanarak Genelkurmay Başkanlığına sunulan ve Genelkurmay Strateji Plan Dairesi Strateji Şube Müdürlüğünün "çökertme planı" adını verdiği "gizli" ibareli eylem planının hazırlandığı iddia edilmektedir. Bu, bugüne kadar yalanlanmadı. Basında yer aldığına göre, bu planda, özel polis kuvvetleri ve özel askerî komandolar eşliğinde ordu güçleri şehirleri kuşatarak mahallelere ve yerleşkelere operasyonlar düzenleyecek, saldırıların komuta merkezi il jandarma komutanlıkları olacak, gereklilik hâlinde helikopter ve yine gerekirse savaş uçakları il jandarma komutanlığının emrine verilecektir. Ablukaya alınan yerleşkelerde yaşamsal alanlar tahrip edilerek geri dönüş koşulları ortadan kaldırılacak, kitlesel imhalar, tutuklama ve boşaltmalarla yerleşkeler huzura kavuşturulacaktır. Yapılacak bastırma operasyonlarında 10 bin ila 15 bin imha -bugün herhâlde Genelkurmay birkaç binden bahsediyor, ben artık ölümleri saymak istemiyorum, hangi taraf olursa olsun, takip etmek istemiyorum- 8 bin civarı yaralı, 5-7 bin arası tutuklama -bu rakama gözaltı olarak neredeyse ulaştık, tutuklama sanırım 700 civarındadır- bombalanmış küçük ve büyük yerleşim alanlarında 150 ile 300 bin civarı insanın yer değiştirmesi planlanmaktadır. Bugün 130 bin civarında insan maalesef yerinden yurdundan olmuş durumda.
Şimdi, orada bir şeyler daha yazıyor. İşte ne diyor? "Daha önce görev yerlerinde, buralarda görev almış yüksek rütbeli askerlerin tekrar, oraları tanıdığı için oraya getirilmeleri..." doğrudur. Bundan birkaç ay önce tecavüzcü bir komutanın o bölgeye getirildiğini buralarda da ifade ettik.
"Yerel yöneticilerin, vali, kaymakam ve üst rütbeli askerlerin terör örgütünün uzantısı malum parti vekilleriyle -biz bunu üstümüze alınmıyoruz ama herhâlde bizi kastediyorlar yanlışlıkla ama biz bunu üstümüze asla alınmıyoruz- ve diğer sivil kuruluşlarla teması kesilmelidir. Med Nuçe, Sterk TV, Newroz, Ronahi, MMC TV, DİHA, Özgür Gün TV, İMC TV kanalları ve Özgür Gündem gazetesinin ekarte edilmesi falan feşmekan." Bunların da hepsini yaşadık. Yani bütün bu saydığımız basın kuruluşları basıldı, insanlar gözaltına alındı hatta birkaç tane ama bir tane kadın arkadaşımız heyecanlı haber yaptığı gerekçesiyle gözaltına alındı, tutuklandı. Bu da Türkiye'nin ayıbıdır. Yani bizim, Türkiye bizim ülkemiz, bizim hepimizin ayıbıdır bu. "Bu medyanın alana, bölgeye ve yerleşkeye sokulmamasına özen gösterilmeli, adı geçen alan, bölge ve yerleşkelerin etrafında tank ve zırhlı araçlar uygun yerlere konumlandırılmalı, giriş ve çıkışların tümü kapatılmalıdır. Elektrik, gaz ve su şirketlerinin tüm faaliyetlerinin valinin emrine verilmesi, bunlara harfiyen uyulması falan falan falan... Ambulans, itfaiye araçlarının alanda uygun görülürse izinli ve askerî personel eşliğinde sokulmasının sağlanması." Şimdi, bu ortaya çıktı ve bunların hepsi maalesef harfiyen uygulanmıştır. Bu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi varken elimizde ve biz onu uygulamıyorsak şu sözleşmelere el kaldırsak ne olur kaldırmasak ne olur. Yani biz insanı... Sayın Başbakan da sürekli söylüyor biz de söylüyoruz. "Önce insan." diyor. "İnsan onuru ve haysiyeti, ondan sonra devlet." diyor. Bizce de öyle. Ama insan onuru ve haysiyeti burada ayaklar altına alınmaktadır, biz hâlâ bu sözleşme olsun mu olmasın mı derdindeyiz.
Şimdi, bu bağlamda, biraz önce zikrettiğim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8'inci maddesine aykırı olarak, Ramazan Öğüt'ün on yedi gündür, İsa Oran'ın yirmi üç, Mesut Seviktek'in yirmi üç, Rozerin Çukur'un yedi gündür cenazeleri Sur içinde yerde beklemektedir, çürümeye terk edilmiştir ve alınmalarına izin verilmemektedir. Şimdi, bazı arkadaşlar farklı bilgi almış olabilir bu konuda ama cenazeleri almaya ben gittim. Sayın Valiyle görüşmemizde Sayın Vali "Şu an tehlikeli" dedi. Bir ara "Gidip alabilirsiniz" dedi. "Peki, can güvenliğimizi sağlayabilir misiniz?" dedim. Şırnak'ta örneği oldu, bir sağlıkçı gitti, orada bir tane yaralıyı almak istedi, keskin nişancılar tarafından vuruldu. Şimdi ben gideceğim oraya veya arkadaşlarımı göndereceğim, bizim can güvenliğimizi sağlayabilir misiz? "Hayır, olmaz." Geçen hafta, herhâlde bu adli kurum şeyini meşrulaştırmak içindi sanıyorum, Büyükşehir Belediyesine iki satır yazı yazıyor "Biz üç saat o cenazelerin olduğu yerde operasyon yapmayacağız, gidin bunları alın." diyor. Ben arkadaşlara dedim, "Can güvenliğimizi sağlayabilecek mi?" Yani, orada keskin nişancılar tarafından arkadaşlarımızın katledilmeyeceğini nereden biliyoruz? Bu güvenceyi verdi mi? Vermedi. Vermediyse ben o riske nasıl girebilirim, arkadaşlarımı göz göre o riske sokabilir miyim? Sokamam. Yani bizim hâlâ cenazelerimizin alınması bu şekilde engellenmektedir. Yoksa Sayın Vali "Gidin alın." diyor. Gidin alın da yani ben arkadaşlarımı şeyde bulmadım.
Neyse, bunları geçelim. Yani bunlar uzun meselelerdir. Bunlar bana göre hepimizin ayıbıdır. Yani insanlar ölmüş, onların oradan alınıp da defnedilmesi... Bana göre bu çok ayıp yani burada bile onun... Yani 550 milletvekili, 80 milyonun arasından süzülmüş gelmişiz buraya, konularla ilgili birbirimize laf atıyoruz, sataşmalarda bulunuyoruz. Dolayısıyla, orada yani bütün hükümler üzerinden kalkmış, üç dört cenaze var; onların, morgtakilerin alınıp defnedilmesi Türkiye Cumhuriyeti'nde bu kadar zor olmamalı.
Şimdi, birileri çıkıyor, geçen de bir televizyon programına telefonla bağlanıyor, diyor ki: "İnsanlar ölmesin, çocuklar ölmesin." Bazı şeyler söylüyor. Burada var metin. İsteyen İnternet'ten çıkarabilir, okuyabilir. Bana göre orada herhangi bir örgüt propagandası falan yok, ben görmüyorum. Gören varsa nerede görüyor bunu, bana izah etsin. Ben görmüyorum burada gerçekten. Öğretmenimiz çıkmış, vicdanlı bir insan...
Gerçekten, Diyarbakır'a ve diğer yerlere, gelin yani benim misafirim olun, yirmi dört saat misafirim olun. Galip Ensarioğlu sizin vekiliniz, diğer vekilimiz, Diyarbakır vekillerimizin misafiri olun yirmi dört saat. Benimle konuşmayın; gidin, oradaki insanlarla bir konuşun. Beni eleştirenler de var. Bakın...
NURETTİN YAŞAR (Malatya) - Salı günü Sibel gitti cenazeleri almaya.
ZİYA PİR (Devamla) - Salı günü Sibel gitti -iyi ki hatırlattınız- cenazeleri almaya. Dediler ki ona: "Oradaki insanların silahlarını da getireceksin birlikte. Sağlıkçılara dediler: "Silahları..." Biz bunun tuzak olduğunu biliyoruz, daha önce yaşadık, sizin pratiklerinizden biliyoruz. Eline silah alan insanları vuruyorsunuz, sonra diyorsunuz ki: "Bunlar teröristti." O tuzağa biz düşmeyiz. Sibel'le ilgili, Sibel arkadaşımızla ilgili bilgi sahibi olmadan konuşma arkadan.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) - Ne oldu, ne oldu; sakin sakin gidiyordun da ne oldu?
ZİYA PİR (Devamla) - Ben özür diliyorum hepinizden. Bu saatte ben sesli konuşmak istemiyorum ama...
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) - Uşağım, gerçekten Karadenizliymişsin sen ya!
ZİYA PİR (Devamla) - Ben Karadenizliyim ya, sinir uçlarıma dokunmayın, biraz da sinirli insanlarız.
Ya, Ayşe Çelik öğretmen ne dedi Allah aşkına, ne dedi? Ya, bu ülkede artık barış istemek "Çocuklar ölmesin." demek... Siz de diyorsunuz, "Çocuklar ölmesin." demiyor musunuz? Diyorsunuz.
İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Ama terörle mücadele de sürecek.
ZİYA PİR (Devamla) - Ya, bu bölücülük müdür, nedir bu ya? Ben anlamadım gitti. Ondan sonra aydınlarımız çıkıyor, bir şey yayımlıyor. Onlar da aynı şey... Beğeniriz ya da beğenmeyiz içeriğini, bir şey yayımlıyor. Ya, vicdanları sızlamış, diyor ki: "Ya, burada ölümler olmasın. Kim tarafındaysa ölümler olmasın." Biz onları burada linç ediyoruz. Yani, bana bu, 1950'li yıllardaki Amerika'da McCarthy düzenlemelerini hatırlatıyor. O zaman da, işte, cadı avcılığına başlanmıştı, insanlar linç ediliyordu, burada da aynı şekilde. Ayıptır yani, 550 seçilmiş insan burada, o metnin içeriğini belki tartışmamız gerekirken, "Metnin içeriği doğrudur." ya da "Yanlıştır." diye tartışmamız gerekirken "Onlar düşmandır, bunlar haindir, onlar şudur, iş birlikçidir." falan...
Dün arkadaşımız bize burada bir sürü hakaretlerde bulundu. Zamanım da doluyor, onu da söylemeden geçmek istemiyorum ama...
Bu şeylerle ilgili akademi ne duruma gelmiş? Ben yurt dışında okumuş biri olarak hakikaten utanıyorum. Almanya'ya, Avusturya'ya, Fransa'ya, Belçika'ya gidince de bu ülkeyi, ülkemi -hani, millî diyorsunuz ya, millî- en çok, otuz beş yıl ben oralarda müdafaa ettim, otuz beş yıl ben müdafaa ettim ama şu an müdafaa edemiyorum. Abdullah Gül Üniversitesinde, Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi tarafından yayınlanan bildiride imzası bulunan Profesör Doktor Bülent Tanju'nun istifası istenmiştir. Kocaeli Üniversitesi Rektörü, koskocaman Rektör diyor ki: "Söz konusu devletin birliğiyse akademik özgürlük olamaz." (AK PARTİ sıralarından "Olamaz." sesleri)
İLYAS ŞEKER (Kocaeli) - Teröre destek veriyorsa olamaz tabii.
ZİYA PİR (Devamla) - Ya, "Bölücülük." diyorsunuz...
HÜSEYİN BÜRGE (İstanbul) - Bölücülük söz konusuysa ne diyeceğiz?
ZİYA PİR (Devamla) - Allah aşkına, arkadaşlar, bakın, bir şeyi hatırlatmak istiyorum size. Bak, bizi bölücülükle itham ediyorsunuz. Biz her zaman şunu ifade ettik ve yine de ifade ediyoruz: Biz hep birlikte Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içinde kendi öz benliğimizle yaşamak istiyoruz, hep birlikte. Bunu her seferinde ifade ediyoruz. Bölücü falan değiliz. Fakat 16 ada meselesini bilenler bilir. Yunanistan tarafından 16 adamız yıllardır işgal edilmiş, bu ortak vatanımızın toprakları işgal edilmiş, egemenliğimizi sağlayamıyoruz.
Burada her birimiz bir milletvekiliyiz. Her partiden birer tane adam alın, o adalara götürün bakalım Sayın Bakanım, o adalara götürün; o adalar bizim mi Yunanlıların mı, işgal mi, egemenlik hâlâ bizim mi, değil mi bunu burada hep birlikte ispatlayalım. Ondan sonra bölücü...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ZİYA PİR (Devamla) - ...birlikte yaşamak isteyen insanlar, buraların sınırlarını tanıyan insanlar, biz miyiz bölücü yoksa o adaları Yunanlılara teslim edenler mi?
Sağ olun. (HDP sıralarından alkışlar)