| Konu: | Dünya Ticaret Örgütünü Kuran Marakeş Anlaşmasını Tadil Eden Protokol ile Ticaretin Kolaylaştırılması Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 14.01.2016 |
MHP GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi, Dünya Ticaret Örgütünü kuran Marakeş Anlaşmasını Tadil Eden Protokol ile Ticaretin Kolaylaştırılması Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde görüşlerimi ifade edeceğim.
Şimdi, bu uluslararası anlaşma ile müzakerelerin başlama tarihi 2004 yılı. Küresel kriz sonrası aslında ülkeler korumacı yaklaşımlar içerisine girdiler. Ticaretin kolaylaştırılması güzel bir şey ama "Bize ne kazandırır bu?" diye olaya tabii bakmamız lazım bir uluslararası anlaşmayı imzalıyorsak. Tam tersine, aslında, 2008 sonrasında bu anlaşma "Ticaret kolaylaştırılsın." diyor ama 2008 sonrasında ticareti zorlaştırıcı yönde ülkelerin eğilimleri var. Bizim kendi ticaretimize baktığımızda öncelikle tabii "Bu anlaşmayla ilgili bir etki analizi var mı?" diye bakıyoruz. Ben şu kitapçık içerisinde böyle bir şeyin varlığına ilişkin bir bilgi edinemedim yani herhangi bir etki analizi yapılmış değil. Dolayısıyla bunu bu anlamda, etki analizi mahiyetli bir değerlendirme yapmakta fayda var diye düşünüyorum.
Şimdi, biz, dış ticaret açığı veren bir ekonomiyiz. Yani, 2011 yılında yaklaşık 106 milyar dolara kadar -2011 yılı en yüksek yıl olduğu için söylüyorum, sonrasında elbette bu düştü- dış ticaret açığı yani ihracat-ithalat farkı olan bir ekonomiyiz. Dolayısıyla aslında şöyle baktığınızda ticareti kolaylaştıran her şey bizim aleyhimize de çalışabilir; bunu görmek lazım öncelikle.
Enerji ithalatçısı bir ekonomiyiz. Enerji ithalatını bu kapsam dışına alalım diye teknik olarak bir argüman getirilebilir. Enerji ticaretini dışarıya aldığımızda dâhi mesela, 2011 yılında 52 milyar dolar yine açık vermiş bizim ekonomimiz. Dolayısıyla 2015 yılında da bu rakamlar: Ticaret açığımız 63,1 milyar dolar, enerji hariç tutulsa dahi 25 milyar dolar açık veren bir ekonomiyiz.
Şimdi, önümüzdeki dönem için dünya ticaret hacminin artışı çok yüksek değil yani dünyada artık, ticaret eskisi kadar, küresel kriz öncesi kadar yüksek oranlarda artmıyor; yüzde 4,5 civarında dünya ticaret hacminde bir artış var. Tabii bizim burada söylememiz gereken en önemli şey dış ticaretimiz açısından, dış ticaretimizde ithalat bağımlılığı artmıştır. Özellikle son on yılda ithalata çok bağımlı hâle gelen bir ekonomimiz vardır; bunun temel nedenlerinden bir tanesi yüksek faiz, düşük kur politikasıdır. Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde sürdürülen bu politika Türkiye'yi eskiden ürettiği malların bir kısmını dahi, ara girdiler açısından söylüyorum, şimdi bu kur politikası nedeniyle birçok şeyi dışarıdan getirmek daha cazip hâle gelmiştir; bu, bizi ithalata bağımlı hâle getirmiştir. Teknoloji üreten bir ekonomi olmadığımız için birçok makineyi yine yurt dışından ithal eder durumdayız. Bu da diğer bir sıkıntımız ve bu konularda maalesef Türkiye bir mesafe katedememiştir. Bu da işin acı tarafı.
Tarımsal ekim alanları azalıyor. Son on yılda yüzde 12 nispetinde bizim ektiğimiz tarım alanlarında bir azalma olduğunu görüyoruz. Bu da yine bir kısım ürünlerin, özellikle yağlı bitkilerin yurt dışından getirilmesi sonucunu doğurmuştur.
Enerji bağımlılığımız zaten vardı fakat kabul etmek gerekir ki enerji bağımlılığının azaltılması yönünde bir kısım, son zamanlarda çabalar olmasına rağmen şu ana kadar mesafe alıcı maalesef bir şey yapılamamıştır. Dolayısıyla Türkiye ekonomisi çok daha fazla ithalata bağımlı bir ekonomi hâline gelmiştir.
Peki, gelişmekte olan ülkelerde bu nasıl seyrediyor? Tabii, ithalata bağımlı hâle gelince bunun ekonomi üzerinde yarattığı birtakım kırılganlıklar var, onlara bir miktar birazdan değineceğim ama biz bunları hep konuşurken işte son zamanlarda Sayın Mehmet Şimşek de "Ya, işte, Çin ve Hindistan'ı dışarı alıp da gelişmekte olan ülkelere baktığımızda büyüme performansımız şöyle böyle." şeklinde birtakım açıklamalar yapıyor. Çin ve Hindistan'ın dışarıya alınması veya "Şu ülkeyi dışarıya alalım, bu ülkeyi içeriye alalım." diye analiz olmaz. Eğer gelişmekte olan ülkeler ortalamasına bakacaksak ya da spesifik olarak "Bizi şu ülkeyle mukayese edin." diyeceksiniz ama bunun haricinde bütün dünyada yapılan şeyler, gelişmekte olan ülkelerin ortalamasıyla mukayese edilir.
Baktığımızda, 1990-2002 yani on iki yıllık dönemde Türkiye ekonomisi ortalamada aslında gelişmekte olan ülkeler ekonomilerine yakın bir büyüme yapmıştır. Tabii, büyüme oranları genel olarak düşüktür. Bakın, büyümede gelişmekte olan ülkeler ortalaması -yani 2002'den önceki on iki yılı alıyorum çünkü sonraki on iki yılla mukayese etmek için yani dürüstçe aynı yıl periyodu almak için- yüzde 3,9, yüzde 3,5 de biz büyümüşüz, 0,4 puan gelişmekte olan ülkelerin altında bir büyümemiz var ama onlara yakınız. Bu 2003-2014 döneminde büyümeler artmış, hem bizde artmış hem de gelişmekte olan ülkelerde artmış çünkü 2002-2003 sonrası dünyada farklı bir ekonomik ortam var yani bütün gelişmekte olan ülkelere sermayenin yoğun bir şekilde aktığı, bütün gelişmekte olan ülkelerde büyümelerin hızlandığı, enflasyonun aşağıya geldiği bir trend var, mesela o trend bugün o kadar yok. Bu dönemde, o yüzden, gelişmekte olan ülkelerde de, Türkiye'de de büyümeler yükseldi. Fakat bizim gelişmekte olan ülkelerle büyüme farkımız arttı maalesef. Yani Adalet ve Kalkınma Partisinden önceki 12 yılda 0,3 puan olan fark, Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde 1,6'ya çıktı. Yani dolayısıyla, gelişmekte olan ülkelerden kopan bir büyüme yapımız oluştu. O yüzden, Sayın Şimşek diyor ki: "İşte, Çin'i, Hindistan'ı dışarıya alalım." Çin'i, Hindistan'ı geçmişte de dışarı alsanız yine aslında fark eden bir şey yok ama dışarı alınmasının da rasyonel ve iktisadi bir mantığı yok, onu da görmemiz lazım.
Tabii, şimdi, dünya ticareti bu küresel krize kadar hızlı arttı, bizde de hızlı arttı, ihracatımız da, ithalatımız da hızlı arttı. Burada çok ciddi bir fiyat etkisi var, bu hep gözlerden ırak tutuluyor. Sanki bir şey, dolar cinsinden konuşunca, hep reelmiş gibi konuşuluyor, öyle değil tabii ki. Çok yüksek fiyat artışları var. Mesela 2002-2008 döneminde ortalama her yıl fiyat yüzde 11,2 artmış. Yani bunun anlamı şu: Siz bir tane su bardağı dahi... Diyelim ki her yıl 100 tane su bardağı ihraç etmiş olsanız bunun dolar cinsinden değeri ilk yıl 100'se, sonraki yıl 111 dolar olarak söylenmiş, sonraki yıl 122 dolar veya 123 dolar, kümülatif olarak artarak gitmiş. Bunlarda tabii, yanılsama oldu. Zannettik ki bunların tamamı böyle sanki fiziki olarak da ihracatımızın artışıymış gibi, o önemli bir şeydi.
Bir de bu euro-dolar paritesiyle ilgili bir konu var ki bu biraz üzerinde durulması gereken bir konu. Mesela hatırlayın bundan bir iki yıl öncesine kadar euro-dolar paritesini biz dış ticaret rakamlarını konuşurken hiçbir argüman olarak ileri sürmezdik, özellikle iktidar grubu tarafından böyle bir şey sürülmezdi çünkü bu bizim ihracatımız açısından hep lehte çalıştı. Şimdi aleyhte çalışmaya başlayınca analizlerde, mesela Ekonomi Bakanımız sürekli kalkıyor diyor ki: "Efendim, işte euro-dolar paritesindeki oynamadan dolayı şöyle oldu." Peki, nasıldı diye... Bilmiyorum bu ekranlardan ne kadar görülebiliyor veya burada arkadaşlar ne kadar görebilir? Şu, 1999 yılı yani euro'nun ilk çıktığında 1,17 euro-dolar paritesiyle çıktı. Sonradan bir miktar, yüzde 0,87'lere kadar düştü. Fakat özellikle Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidar olduğu dönemden sonra hızla artarak bu parite 1,6'lara kadar gitti ve ondan sonra bir miktar aşağı geldi, daha son 2015'e, 2014'ün ortalarına kadar da bu 1,4 seviyesindeydi. Yani bizim yaptığımız ihracatı, hem ihracatımızı Avrupa'ya kolaylaştırdı hem de euro cinsinden yapılan ihracatı dolara çevirirken istatistiksel olarak bizim ihracatımızı yüksek tuttu. Şimdi bu aleyhte çalışıyor. Ama bunun, yani euro-dolar paritesinin makul olanı aslında şu andaki seviyeler, geçmiş dönemine bakarsak. Yani 1'ler civarında. İlk başlangıç yıllarında bir şey oldu, o 1,40'lık, 1,60'lık dönemler bitti. Bunu görmek lazım. Dolayısıyla euro-dolar paritesi kaynaklı bizim ihracatımızdaki düşüşü açıklamak bana göre çok doğru olmuyor, çok dürüstçe de olmuyor.
Şimdi, Türkiye önüne 500 milyar dolarlık bir ihracat hedefi koydu. Bu önemlidir. Yani bir şey, bir hedef koymak başlı başına önemlidir. Bunu önemsiyoruz. Fakat, tabii, bu 500 milyar doları arada bir sağlıklı olarak kritik etmek lazım. 500 milyar dolar örneğin 2023 yılı için hedef olarak konulduğunda Türkiye'de, ben de o zaman Kalkınma Bakanlığında bu işlerle uğraşan bir bürokrattım. O dönemde, tabii, bazı hedefleri size iktidar veriyor, Hükûmet veriyor "Beni şuraya götürecek bir program yap." diye. Bu, iktidarların, siyasi iktidarın hakkıdır esasında böyle bir şeyi söylemek. Biz o zaman 2018 yılı için 277 milyar doları hedefleyen, o günün ihracatıyla baktığımızda da bu aslında makul gibi durabiliyordu iddialı olmakla birlikte yüksek büyümelerle. Yani 2018'de 277 milyar doları biz bulursak eğer, tekrar Hükûmetin o arzu ettiği yüksek büyümelerle 2023 yılında 500 milyar dolar bulunabilir gibi görünüyordu. Fakat, şimdi, tabii, ondan sonra aradan geçen üç dört yıl içerisinde Türkiye bu hedeflerinden o kadar çok uzaklaştı ki, bakın, küresel kriz filan yok; yani, diğer ülkelerde bizdeki gibi bir sorun da yok. Türkiye'nin kendi sorunlarından dolayı, kendi iktisat politikasının tıkanmasından dolayı ve bu bir günde olmadı. Bu konuda ben sürekli, bir teknisyen olarak da ikaz etmiştim. Yani birazdan onun nedenlerine geleceğim, Türkiye'nin ekonomisi tıkandığı için artık belirgin olarak ihracatta da, diğer unsurlarda da, büyümede de bunları görüyoruz.
Şimdi, 2018 için 277 milyar dolarlık bir hedef vardı demiştim. Bu en son pazartesi günü açıklanan, Sayın Mehmet Şimşek'in açıkladığı orta vadeli programda 2018 hedefi, 277 milyar doları olan hedef, 201 milyar dolara revize edildi yani 76 milyar dolar aşağıya çekildi. Ama Sayın Başbakan da, sayın bakanlar da, Sayın Cumhurbaşkanı da konuşurken hâlâ 500 milyar doları söylüyor. Şimdi, tabii, 500 milyar dolar uzun bir süredir gerçekçi olmaktan çıktı, bunu görmek lazım. Türkiye'yi de buna göre konuşmak lazım. Şu anda 500 milyar doları söylemenin bu işi bilenler arasında hiçbir kredisi, hiçbir itibarı maalesef yok.
Dolayısıyla, aslında 2018 için, 2018-2023 arasında yüzde 80'lik bir artış -ihracat artışı- öngörülmüştü, kümülatifte, beş yılda. Onun aynısını tekrar gerçekleştirecek diye varsaysak bile Türkiye'nin maksimum 2023 yılında ulaşacağı ihracat miktarı 363 milyar dolar civarında görülüyor. Bu, Türkiye açısından önemli ve sıkıntılı bir konudur. Bunu da yani dürüstçe vatandaşla paylaşmak lazım. Ben bu dürüstlüğü Adalet ve Kalkınma Partisinin sayın bakanlarından veya sayın milletvekillerinden de bekliyorum. Çünkü eğer böyle değilse de teknik olarak bize birisi bu 500 milyar doların nasıl olacağını izah etsin. Yani olması imkânsız fakat yine de seçimde de çok kullanıldı, daha sonraki bütün toplantılarda da bu 500 milyar dolarlık hedef kullanılıyor.
Tabii, şimdi, Dünya Ticaret Örgütünü konuştuğumuz için bunları konuşmamız lazım. Yani ihracatı tıkanmış, ithalatı ise şu anda büyümedeki daralmayla birlikte kontrol altına alınmış gibi veya azalmış gibi gözükse de hâlâ, yine, işte, en son yıl itibarıyla 63 milyar dolar ticaret açığı veren bir ekonomiyiz. Dolayısıyla, bu yaptığınız anlaşmalara bu çerçevede bakmamız gerekiyor. Türkiye büyümeyi düşürerek cari açığını düşüren bir ekonomidir. Büyümeyi düşürerek cari açığı düşürmenin de çok fazla bir rasyonelliği yok. Dolayısıyla, yüksek büyümeyle veya büyümeyi biraz daha artırarak cari açığı düşürecek tedbirleri Türkiye almak zorundadır fakat maalesef Hükûmette sözel olarak olmakla birlikte icraat olarak böyle bir irade görülmemektedir. Bunlar üç dört yıldır çok uzun uzadıya konuşulmasına rağmen üç dört yıldır makro ihtiyati tedbirlerin yani o pansuman tedbirlerin dışında bir tane tedbir alınmamıştır maalesef Türkiye'de cari açığı yapısal olarak düşürmek için.
Şimdi, bugünlerde tabii, düşük petrol fiyatları bize çok yardımcı oluyor; çok şükür, ekonomimiz açısından iyi bir şey. Emtia fiyatları da, diğer emtia fiyatları da yardımcı oluyor ama tabii bunun kalıcı olup olmadığını bilmiyoruz. Projeksiyonlar bunun kalıcı olmadığını gösteriyor. Hatırlayın 140 dolarlardan geldi, şu anda 30 dolarlara kadar düşmüş bir petrol fiyatı var; bunun bir miktar yukarıya doğru hareket etmesi tekrar bizim dış ticaret açığımızı olduğu seviyenin çok daha üzerine taşıyacaktır.
Şimdi, tabii, cari açığınız olduğu zaman dış borcunuz artıyor; dış borcunuz arttığı zaman ekonomideki kırılganlık artıyor, dış borcu finanse etmek için faizinizi artırmak durumunda kalıyorsunuz. Dolayısıyla, bu ülkenin kaynaklarını -bakın burası çok önemli- yurt dışına aktarmak durumunda kalıyoruz. Dış kaynak kullanıyoruz yani dış kaynağı, dış tasarrufu kullandığımız zaman eğer bunları diyelim ki fabrika yapmak için kullanırsanız bu her şeye rağmen güzeldir, faiz ödersiniz ama karşısında bir şey üreteceksinizdir, istihdam sağlayacaksınızdır, onun oluşturduğu gelirle borcunuzu fazlasıyla ödersiniz. Fakat bizim maalesef dış borcumuz artıyor, cari açığımız artıyor ama yatırımlarımız artmıyor.
BURHAN KAYATÜRK (Van) - Sen burada sadece egonu tatmin etmek için konuşuyorsun, hiçbir şey anlatmıyorsun; biz de seni dinliyoruz.
MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Allah, Allah!
BAŞKAN - Sayın Usta, siz devam edin efendim, siz devam edin.
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Devam et, devam et!
ERHAN USTA (Devamla) - Siz bu konunun muhatabı değilsiniz.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen hatibi dinleyin. Lütfen...
ERHAN USTA (Devamla) - Siz bu konunun muhatabı olacak seviyede değilsiniz.
MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) - Terbiyeni takın be!
ERHAN USTA (Devamla) - Sizinle başka bir şekilde konuşmak lazım.
MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) - Terbiyesizlik yapma!
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Otur yerine! Terbiyesizlik yapma! (MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...
ERHAN USTA (Devamla) - Bakın, şurada ülkenin faydasına olacak laflar ediliyor, buna tahammül gösteremiyorsunuz.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen efendim, lütfen... Lütfen sakin olalım.
MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) - Hakaret ediyor; hakaret edemezsin!
BAŞKAN - Devam edin Sayın Usta.
ERHAN USTA (Devamla) - Dolayısıyla, Türkiye'nin yaşadığı bu tıkanıklığın aşılması için arkadaşlar, bu ülkenin gayret etmesi lazım. Ekonomi geldi tıkandı. Dış kaynağı kullanıyoruz, getiriyoruz bunları AVM'lere, konut projelerine harcıyoruz.
MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Senin görevin provokasyon. Çık dışarı be!.. Çık!
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...
MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Dinlemeyeceksen çıkacaksın.
MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) - "Anlama kapasiten bu kadar." diyemez.
MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Daha ne kadar anlatsın?
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen... Lütfen sakin olalım.
MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) - Sürekli hakaret ediyor ya.
ERHAN USTA (Devamla) - Sizin seviyeniz o kadar. Siz, bakın...
BAŞKAN - Sayın Usta, devam edin efendim. Genel Kurula hitap edin Sayın Usta.
İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Aman, tutun ha!
ERHAN USTA (Devamla) - Ben bu kadar anlama kapasitesi kıt birisi olsaydım... Ben sizin Hükûmetiniz döneminde on iki buçuk yıl üst düzey bürokratlık yaptım.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) - Senin gibi adamlar nasıl yapmış ya?
ERHAN USTA (Devamla) - Bu senin seviyeni gösteriyor.
BAŞKAN - Sayın Usta... Sayın Usta...
ERHAN USTA (Devamla) - Benim 2 defa müsteşarlık kararnamem Cumhurbaşkanlığına gitti, tamam mı?
BAŞKAN - Sayın Usta lütfen Genel Kurula hitap edin Lütfen Genel Kurula hitap edin efendim.
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Usta, devam et sen, devam et, muhatap olma.
ERHAN USTA (Devamla) - Siz bunları anlayacak seviyede değilsiniz maalesef.
Şimdi, gelişmekte olan ülkelerle büyüme farkı açılıyor arkadaşlar.
(Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Uğur Dilipak'ın ayağa kalkarak ön sıralara doğru yürümesi)
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Bırak bakalım, gelsin ya.
ERHAN USTA (Devamla) - Bana bak, gel, gel, gel, gel kardeşim, gel!
BAŞKAN - Sayın Usta...
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Usta, sen devam et, muhatap olma.
ERHAN USTA (Devamla) - Şimdi, Türkiye'nin bakın...
Bundan niye rahatsız oluyorsunuz? Ben bu kürsüde iyi olan şeyleri de söyledim. Arkadaşlar, sıkıntı varsa sıkıntıyı konuşmamız lazım. Bundan niye rahatsız oluyoruz? Yani sıkıntıyı konuşmadığımız zaman...
BURHAN KAYATÜRK (Van) - Saat kaç, saat?
ERHAN USTA (Devamla) - O benim sorunum değil. Ben buradan çoluğumun çocuğumun rızkını temin ediyorum. Ben böyle eve, şimdi, erken gideceğim diye bunları söylemekten şey yapamam. Sizin uykunuz geldiyse nereye gideceksiniz gidin, bana saat göstermeyin. Bu benim vazifem. Türkiye çok önemli bir anlaşmayı imzalamanın aşamasında. Bununla ilgili oturdum, çalıştım ve bir değerlendirme yapıyorum. 1 kişi dahi olsa ben bu heyete bunu söylemek istiyorum arkadaşlar. Yani bundan niye rahatsız oluyoruz? Bir yanlış varsa, arkadaşın bir tanesi gelsin desin ki: "Sizin anlattıklarınız hatalı."
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Hatalı da olabilir, bu senin hakkın anlatmak ya, hayret bir şey ya!
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) - Ya, zaten bu uluslararası anlaşmaları İç Tüzük'ten kaldırmak lazım.
ERHAN USTA (Devamla) - O ayrı bir konu, o ayrı bir konu.
BAŞKAN - Sayın Usta, Genel Kurula hitap edin lütfen.
ERHAN USTA (Devamla) - Şimdi, Türkiye'nin bakın... Şimdi, tabii, niye rahatsız olduğunu bilmiyorum ama şundan rahatsız olması normal: Bakın arkadaşlar, 2002 yılında... Bu 2002 hastalığı var ya, madem öyle biraz 2002 analizi yapalım. Türkiye'yi alın, Türkiye bir tarafta, gelişmekte olan ülkelerin ortalamasını da bir tarafa koyalım, tamam mı? Yani gelişmekte olan ülkeler ne? Bizim emsal ülkelerimiz, bizimle aynı üç aşağı beş yukarı üretim desenine sahip, bizimle aynı nitelikte iş yapan, iş gücüyle, şununla bununla benzer olan ülkelerden bahsediyoruz. Şimdi, 2002 yılında Türkiye'nin kişi başı geliri gelişmekte olan ortalamasının 2,27 katı. Yani Türkiye 2,27 kat daha gelişmekte olan ülkelerden zengin, kişi başı gelir olarak, 2002 yılında. 2008 yılına geliyoruz. Bu, 2,11 kata düşüyor yani yine de fena değil ama bakın, 2014'te geldiğimizde bu 1,94 kata düşüyor. Yani 2,27'den 1,94'e geriliyor. Kimse bana hikâye anlatmasın. Türkiye'nin bu gerçeklerini görmemiz lazım. Bunları konuşup bu ülkeyi büyütmemiz lazım. 2023 hedeflerine eğer biz bu ülkeyi götüreceksek bu gerçeklerin konuşulması lazım. Sabahtan akşama kadar 30-40 tane televizyon kanalında yanlış gidenin dahi iyi iyi anlatıldığı bir durumda arkadaşlar, bunları göremiyoruz.
Bakın, ekonomi sıkıntıda, sahayı dolaşmıyor musunuz? Esnafın, çiftçinin, sanayicinin hâlini görmüyor muyuz? İstihdamımız, işsizlik oranımız yüzde 10,5'e gelmiş. Ben bunun sıkıntısını yaşıyorum, ben bunun acısını yaşıyorum. Burada diyorum ki... Şimdi, müsaade edilseydi neler yapılması gerekir diye burada bir sürü şey anlatacaktım ama bunların hiçbirisine fırsat kalmadı.
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Usta 1'inci madde var.
ERHAN USTA (Samsun) - Dolayısıyla, yapısal meselelere girmemiz lazım. Kalkınma planında yapılan... Bakın, bu Hükûmetin de ortaya koyduğu, Sayın Başbakanın açıkladığı bu meselelerin önemli kısmını biz de destekliyoruz. Bizim de parti programlarımızda var ama lütfen artık bunları yapacak bir iradeyi ortaya koyalım. Üç yıldır, bakın, aynı şeyleri konuşuyoruz. Hatta biz teknisyen olarak bunları beş yıl önce konuştuk. İki yıl hazırlığı sürdü, 2013 yılında planı çıkardık. Plandaki konuştuğumuz şeyler inanın defalarca açıklandı. Yani artık açıklamanın ötesinde icraata geçelim, bu ülkenin önünü açalım.
Gençlerimizde işsizlik oranı yüzde 20. Türkiye için demografik fırsat penceresi otuz yıl. 2000 yılında başladı, 2030'da bitecek. Bakın, Türkiye 2030'a kadar meselelerini çözmezse ondan sonra hiçbir şekilde meselelerini çözemeyecek çünkü o fırsat penceresi kapanıyor. Nüfus daha fazla yaşlanmaya başlıyor. On beş yılı geçti, bir on beş yıl kaldı.
Ben yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)