GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:26
Tarih:12.01.2016

ARZU ERDEM (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

Öncelikle, Van ve Diyarbakır'da PKK terör örgütü tarafından katledilen özel harekât polislerimiz Önder Ertaş'a, Buhari Ağçelik'e, Astsubay Kıdemli Çavuş Metin Kıldiş'e ve Çavuş Nazmi Ayyıldız'a Yüce Allah'tan rahmet, kederli ailelerine ve tüm Türk milletine sabırlar diliyorum.

Ayrıca, bugün yine Cizre'de şehit olmuş olan Sayın Ayhan Demirel'e ve Sultanahmet'te meydana gelen patlama sonucu hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet ve acılı ailelerine de sabır diliyorum.

Aslında anlatacak çok şey var, söylenecek çok söz var. Şimdi sizlere soruyorum: Daha 25 yaşındayken şehit düşen ve "Ben şehit olursam beni doğduğum yere gömün." diye vasiyet bırakan şehidimiz Nazmi Ayyıldız'ın ailesine ne anlatacaksınız?

Henüz bir aylık evliyken şehit olan Buhari Ağçelik'in eşine ne diyeceksiniz?

29 yaşında şehit düşen Kıdemli Çavuş Metin Kıldiş'in ilk çocuğuna dört aylık hamile olan eşine ve doğacak olan çocuğuna neyi anlatacaksınız?

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Evet, bunları CHP'ye de soruyor aynı zamanda.

ARZU ERDEM (Devamla) - Baba sevgisini bir daha tadamayacak şehit Önder Ertaş'ın 4 ve 8 yaşındaki çocuklarına neyi anlatacaksınız?

Akil adamların, barış çağrısı yapan aydınların, bu çocuklara ve ailelerine anlatacak bir şeyi var mıdır, soruyorum.

Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu gazetecilerin sorunları ve basın özgürlüğü araştırma önergesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Çalışan gazetecilerimizin gününü kutluyor, bu arada görevi başında şehit düşmüş olan ülkücü basın şehitlerimiz Sayın Cengiz Akyıldız ve İlhan Darendelioğlu'nu da rahmet ve minnetle anıyorum. Çalışamayan gazetecilerin de sesi olmaya devam edeceğimizi belirtmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, hepimiz burada aziz Türk milletimizin temsilcisi olarak bulunmaktayız. Öncelikli görevimiz, milletimizin sorunlarına çözüm bulmak ve çare olmaktır. Bu sorumluluk her birimizin taşıdığı vebaldir. Bu vebali, görev yapan değerli basın mensubu arkadaşlarımız da bizlerle aynı ölçüde taşımaktadır. Hepimiz bu süreçte öncelikle vicdanımızın sesini dinlemek zorundayız. Bizlere verilmiş olan bu görev aziz milletimizin bize emanetidir. Doğruluk ilkesi çerçevesinde çalışmamak ise emanete ihanettir.

Basın özgürlüğünü sürekli tartışmaktayız. Biliyoruz ki basın mensubu arkadaşlarımız korkutulmakta, sindirilmekte ve tehdit edilmektedir. Bu sebeple de, birçok medya kanalı ve gazete yanlı bir politika izlemek zorunda bırakılmaktadır. Gazeteci arkadaşlarımız sürekli stres içinde ve bazen can güvenlikleri tehdit altında görev yapmaktadırlar. Yanlı politika izlemeyenlerse tasfiye edilmekte ve meslekten kovulmaktadırlar. İktidara yakın, yandaş medya aslında gayet özgür. Yandaş medya iktidara bulaşmıyor, usulsüzlükleri yazmıyor, aksine iktidara övgüler yağdırıyor. Doğru ve şeffaf haber yapanlarsa doğruluğun bedelini ağır ödüyorlar.

AKP döneminde zorunlu sansür artmıştır. Korku yüksek seviyeye çıkmıştır ve her türlü tehdidin, zorluğun, çilenin muhatabı olan gazeteciler doğru ve şeffaf haber yapmaktan geri durmaktadır.

AKP döneminde neler olmuştur? Anadolu Ajansı ve TRT Hükûmetin yayını hâline gelmiştir, muhalefet partilerine sansür uygulanmıştır.

Türk Hava Yolları uçaklarında yolculara muhalefet gazetelerin dağıtımı yasaklanmıştır.

AKP, muhalif gazete ve televizyon sahiplerine yüklü cezalar yağdırmıştır. Türkiye'de ne yazık ki sağlam bir şekilde yapılanmış ve Türkiye'nin yani vatanımızın, Türk insanının yani milletimizin menfaatlerini derinlemesine savunan millî medyası da yoktur aslında. Millî menfaatlerin oluşturulması adına ciddi bir yapılanmaya gidilmesi gerekmektedir. Millî basın özgürlüğümüzün sağlam temeller atılarak güçlü hâle getirilmesi gerekmektedir. "Millî basın" kavramı özellikle günümüzde hiç telaffuz edilmemektedir çünkü millî değerlerimiz tam anlamıyla hedef hâline getirilmiştir, yıpratılmıştır, yıpratılmaya da devam edilmektedir. Millî değerlerimiz temel taşlarımızdır. Basının da millî değerlerimizi koruması ve güçlendirmesi gerekmektedir. Millî değerlerimizin varlığı, basınımızın da varlığıdır aynı zamanda.

Değerli milletvekilleri, buradan görev yapan basın mensuplarına ve sizlere sesleniyorum: Doğruları söylemekten korkmayalım. Doğrular aslında milletimizin doğruları. Bilhassa bu konuların muhatabı olan, on dört yıldır ülkemizi yöneten iktidara seslenmek istiyorum: Sizlere mail, faks, telefon ve sosyal medya vasıtasıyla müracaat edenler yok mu? "Sorunumu çözün." diyenler yok mu? Gözü yaşlı anneler size yalvarmıyor mu? Umutları ellerinden alınmış olan gençler sizlerden çözüm beklemiyor mu? Bu vatan sadece bize mi lazım?

Kadın cinayetleri devam etmektedir. Çocuk istismarı artmıştır. Fuhuş kapımızın önüne kadar gelmiştir. Suç oranları önüne geçilmez hâl almıştır. Her gün fidan gibi gençlerimizin şehit haberlerini almaktayız, televizyonlarda gözü yaşlı anneleri görmekteyiz. Terör olayları ülkemizi kasıp kavururken başkanlık sevdası sürmektedir.

Değerli milletvekilleri, buradan iktidara sormak istiyorum: 2,5 milyon gerçek kimliği belli olmayan Suriyeli sığınmacımızı ülkemizde misafir ettiğinizi söylüyorsunuz. Bizler de vicdan sahibiyiz, bizler de insanız ve elbette zor durumda olan mazlumun yanında olmak istiyoruz ve oluyoruz da. Ancak, kimin yanında olduğumuzu bilmek istiyoruz. Avrupa neden sığınmacılardan seçmek suretiyle ülkesine kabul ediyor, hiç düşündünüz mü? Bu soruma Brüksel'deki bir yetkili bana şu cevabı vermiştir: "Alacağımız sığınmacılar bir terör örgütünün mensubu mudur, hastalık mı taşıyor; bunları kontrol etmeden nasıl alalım? Milletimize ve ülkemize zarar mı verelim?" Peki, bizim vatanımız, bizim milletimiz en büyük kıymetimiz değil mi? Bizim görevimiz vatanımız ve milletimizi korumak değil mi, aziz Türk milletinin şanlı, şerefli geçmişini geleceğe taşımak değil mi? Kontrolsüzce açılan kapılar, Türkiye'nin her yanına dağılan 2,5 milyon sığınmacı beni ürkütüyor, eminim sizleri de ürkütüyordur.

Bakın, bugün kendi öğrencilerimiz Kredi ve Yurtlar Kurumundan aldıkları aylık 400 lira burs ile geçinmeye çalışıyor ancak Suriyeli öğrencilere bu bursun yaklaşık 3 katı verilecek. Yeni asgari ücrete yakın miktarlardaki bursun anlamı nedir, soruyorum. Lütfen, elinizi vicdanınıza koyun, bunların hepsi vebaldir.

Umutları çalınmış gençleri de konuşalım mı? Üniversite sınavına girip büyük emeklerle bir bölüme yerleşip zorluklarla eğitimini tamamlayan gençlerimiz işsiz. İktisadi idari bilimler fakültesi mezunları veryansın ediyor, söz verilen kadrolar verilmedi diye. Adalet bölümü mezunları aynı mağduriyetle müracaat ediyor. Edebiyat fakültelerinden mezun olan öğretmenlerimizin her biri işsizlikten şikâyetçi. Ziraat mühendisleri, veteriner hekimler, su ürünleri mezunları, balıkçılık teknolojisi mezunları, gıda mühendisleri ve teknikerler, teknisyenler ve burada saymakla bitiremeyeceğim birçok bölümün mezunları kadro olmadığından, atanamadıklarından kendi meslekleri dışında işler yaptıklarından şikâyetçi. 50/(d) sorunu, annelerimizden gelen doğum öncesi borçlanma sorunu ve birçok sorun daha masamızdayken vicdanımızın rahat olmaması gerektiğini düşünüyorum.

Yine, on dört yıllık iktidara soruyorum: Az önce saymış olduğum bölümler bizim üniversitelerimizin bölümleri değil mi? Verilen sözler iktidarları döneminde verilmedi mi?

Üzerinde durmak istediğim konulardan bir tanesi de ailesinde polis olan ve polis okuluna giden gençlerin birdenbire mülakata tabi tutulmaları ve neredeyse "Denizli horozu nasıl öter?" sorusuyla karşılaşmaları. Ve bu gençlerin birçoğu polis okulu mağduru olarak, umutları çalınmış gençler olarak sizlere hemen hemen her gün müracaat ediyor. Onlara verdiğiniz cevapları da merak ediyorum.

İşte, doğru ve şeffaf haberler bunlar. Neden basında yer almıyor? Liderimiz Sayın Devlet Bahçeli'nin dediği gibi: "Korkak her gün, cesur bir gün ölür." Hepimizin cesaretlenip doğruları yansıtması gerekmiyor mu? Doğruyu oluşturan bu sorunların çözümü için mücadele etmek Türk milleti olarak bizlerin vebali değil mi? Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizler siyasette ilkeli duruşumuzu hep sürdürdük, sürdürmeye de devam edeceğiz, doğruları söylemeye ve savunmaya devam edeceğiz. Milliyetçi Hareket Partisi Kerkük'ü, Telafer'i, Tuz'u unutmamıştır; Milliyetçi Hareket Partisi Irak Türkmenlerini de unutmamıştır; Milliyetçi Hareket Partisi Türkmen Dağı'nı unutmamıştır; Halep'i unutmamıştır; Bayır Bucak'ı unutmamıştır. Milliyetçi Hareket Partisi sadece Türkiye'nin değil, bütün Türk dünyasının sorunlarını göğüsleme mücadelesini bugüne kadar vermiştir, vermeye de devam edecektir.

Basın özgürlüğü ne değildir? Basın özgürlüğü, Türkiye'nin üniter ve millî yapısına düşmanlık değildir. Basın özgürlüğü, milletimizi kışkırtarak askerimizin ve emniyet güçlerimizin üzerine salmak değildir. Basın özgürlüğü, millî menfaatleri ayaklar altına almak değildir. Basın özgürlüğü, menfaatler uğruna milleti ayaklandırmak değildir. Basın özgürlüğü, yolsuzlukların üzerini örtmek değildir. Anayasa'mızın 28'inci maddesine göre "Basın hürdür, sansür edilemez."

Bugün belki de haber değeri en yüksek olan konu, milletvekilleri seslenmiş olsa bile bakmayan bakanımız olabilir. Lütfen manşetten giriniz. Çocuklarımıza ilk öğrettiğimiz şey doğrulukken doğru ve şeffaf olmamak ne kadar ilkeli, soruyorum. Değerli milletvekilleri, tüm bu doğrular bizim doğrularımız, sadece benim doğrularım değil; tüm bu gerçekler bizim gerçeklerimiz, sadece benim gerçeklerim değil ve tekrar ediyorum, bu vatan bizim.

Sözlerime son verirken her birinizi "Önce vatan, sonra millet, sonra partim." demeye ve en son dahi olsa "ben" dememeye davet ediyorum.

Saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)