| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında Yatırım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 25 |
| Tarih: | 07.01.2016 |
HDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu sözleşme hakkında fikirlerimi belirtmeden önce, sanatçı kişiliğiyle gerçekten takdir ettiğim, yüreğindeki insan sevgisini, türkülere yansıtmış olduğu barış çığlığını hep yüreğimde hissettiğim Hilmi Yarayıcı'nın burada yapmış olduğu konuşmanın her satırının altına imza attığımı ve kendisini kutladığımı burada ifade etmek istiyorum.
Burada, bir sanatçı milletvekili, vicdanlara seslenmek istiyor, yıllardır sanatla yapmak istediğini bugün bu Meclis kürsüsünden yapmak istiyor. Biz yıllardır burada bu kürsü üzerinden bu vicdanları ayaklandırmaya, vicdanları yeniden insani özle buluşturmaya çalışıyoruz ama maalesef karşımızda etten bir duvar dışında başka herhangi bir şey görmüyoruz ve böyle olduğu için de maalesef ülkemizin kronik yaraları, ağır yaraları her geçen gün kanamaya devam ediyor. Korkarız ki bu kanamaya yönelik bir önlem alınmazsa biz artık bu hastayı kurtarma adına çok geç kalmış olacağız. O nedenle, buradaki bütün milletvekillerinin burada dile getirilen her cümleye kulak kabartması, reddetmeden önce bir kere düşünme zahmetine katlanması, düşündükten sonra bir araştırma çabasına girmesinin çözüm açısından son derece önemli olduğunu ifade etmek istiyoruz.
Bugün Genel Kurul başlarken de ifade ettim ben. Maalesef, iki gün önce Silopi'de 3 barış çiçeği daha katledildi. 3 Kürt kadın siyasetçisi saatlerce yapmış olduğumuz görüşmelere rağmen, yerde yaralı olarak hastaneye kaldırılmayı beklediklerini bilmemize rağmen, bu konuda yapmış olduğumuz bütün görüşmelere rağmen çok bilinçli bir şekilde önce silahla infaz edildiler, sonra da sağlık hakları gasbedildiği için, hastaneye kaldırılmadığı için maalesef infaz edildiler. Buradan, bu kürsüden bir kez daha ben Seve Demir'i, Pakize Nayır'ı, Fatma Uyar'ı ve onların şahsında bütün demokrasi, özgürlük ve barış şehitlerini bir kez daha rahmetle, saygıyla anıyorum.
9 Ocak Paris katliamında yapılmak istenen şey, maalesef Silopi'de de devreye konuldu. Çözümden, barıştan, özgürlükten, demokrasiden korkanlar, Paris'te nasıl cinayet işledilerse, Paris'te nasıl ellerini kana buladılarsa Silopi'de de maalesef aynı şeyi yaptılar ve en acı olan şey de şu anda bunu yapan zihniyete sahip olanlar, sahada, tetik başlarında aynı işi yapmaya devam etmekteler ve bizler de çığlıklarımızla maalesef sadece seyirci kalma durumuna düşüyoruz.
Bu Meclisin bir an önce bundan sıyrılması gerekiyor. Bu Meclisin 21'inci yüzyılın kaldıramayacağı bir insanlık utancıyla ilgili bir an önce bir inisiyatif alması gerekiyor. Burada uyduruk uluslararası sözleşmeleri görüşeceğimiz günlerden geçmiyoruz. Bugün sabah sekizden bu saat itibarıyla, bu saate kadar Cizre'ye tam 40 obüs topu düştü, 40 havan topu düştü ve Cizre'de şu anda ikisi ağır olmak üzere onlarca yaralı, tıpkı Seve gibi, Fatma gibi, Pakize gibi hastaneye kaldırılmayı bekliyorlar ama maalesef, yapmış olduğumuz bütün girişimlere rağmen tıpkı 3 kadın arkadaşımız gibi, yaralanan o insanlarımız ölüme terk edilmiş durumda. Havan topları Cizre'de sivil yerleşim alanlarını, mahalleleri dövmeye devam ediyor. Bu Meclis burada hangi uluslararası sözleşmeyi konuşabilir? Bu yangını söndürmeden, bu yarayı iyileştirmeden burada yapacağınız hangi görüşmenin herhangi bir samimiyeti olabilir?
Deminden beri cenazelerle ilgili konuşuyoruz. Bu ülkede on beş gündür defnedilmeyi bekleyen 50 cenaze var. Hangi birimizin vicdanına sığar? 19'u Şırnak Devlet Hastanesinde, 26'sı Cizre Devlet Hastanesinde, 5'i Silopi'deki mahallelerde henüz hastane ortamına bile getirilmemiş şekilde, 3'ü Sur'un mahallelerinde çürümeye terk edilmiş şekilde cenaze varken biz hangi uluslararası sözleşmeyi konuşabiliriz?
70 yaşındaki bir ana, vücudundaki bütün hastalıkların ağırlığıyla kendi bedenini açlık grevine yatırmış. Kendi evladının cenazesini almak için 70 yaşındaki bir anayı açlık grevine yatmak zorunda bırakmış bu devlet, bu Hükûmet ve bu Meclis, maalesef bu insanlık trajedisini izlemeye devam ediyor. Öyle 90'lı yıllar kıyaslaması falan artık geçti, yaşanan şey 90'lı yıllar falan değil. O dönem OHAL vardı, şimdi bütün Kürt illerinde var olan bu hâl, OHAL'i çoktan geçti. Yaşanan bütün bu uygulamalar maalesef 30'lu yıllardaki, 25'li yıllardaki Dersim katliamı döneminde, Şeyh Sait kıyamı dönemindeki katliamlar boyutuna ulaştı.
Bakın, cenazelerle ilgili sayısız görüşmeler yaptık. Şunu söylüyoruz: Bir saat, iki saat, bir gün, üç gün, neyse, şu sokağa çıkma yasaklarını kaldırın, insanlar cenazesini defnetsin. Burada sayın hatip ifade etti, Çanakkale Savaşı sırasında, bırakın Çanakkale'yi, insanlığın var olduğu dönemdeki bütün savaşlar sırasında cenazelerin defni için müsaade edilir, ateşler durdurulur, cenazeler defnedildikten sonra taraflar tekrar savaş meydanına geri dönerler ama maalesef, yaptığımız bütün görüşmelere rağmen bugüne kadar bu cenazelerin defni için bir saatlik bir müsaadeye bile izin verilmedi. Neyi konuşacağız burada? Bize verilen cevap: Adalet Bakanlığının bu sabah yayımlamış olduğu bir yönetmelik. Utanç verici... Ailelerin müsaadesi olmadan bundan sonra cenazelere mülki amirlerin el koyma yetkisini vermiş! Yani on beş gündür Şırnak'ta, Cizre'de, Silopi'de defnedilmeyen cenazeleri bundan sonra valilik ve emniyet yetkilileri ailelerinin haberi olmadan kaçırıp, götürüp toplu olarak defnedecekler. Bu mudur çözümünüz? Biz, bu çözümü 1990'lı yıllarda çok gördük.
Ben kendim de, kendi en yakınımın cenazesini bu şekilde kefensiz, namazsız arkadaşlarıyla birlikte toplu şekilde defnedildiği çukurdan çıkarıp bir mezar yerine kavuşturmuş bir milletvekili olarak söylüyorum. Bu acının ne anlama geldiğini her birimizin hissetmesi lazım. Bunu hissetmeden bu ülkede hiçbir sorunu çözmemiz mümkün değil. Çözüm, bu Adalet Bakanlığının insanlığa utanç vesikası olarak geçilecek yönetmeliği değil, bir an önce bu ülkede normalleşmeyi sağlayacak, bu ülkedeki temel sorunları giderecek olan birtakım çözüm mekanizmalarını bir kez daha devreye koymaktır.
Bakın anlatıyoruz, inanmıyorsunuz. Cizre'de, Silopi'de, Şırnak'ta yaşanan sayısız dramı burada ifade etmeye çalıştık ama bir türlü o ön yargıları geçemedik. Size birkaç gün önce katledilen Hediye Erden'in oğlunun bize iletmiş olduğu bir mesajı ileteyim. Mehmet Suphi Erden, Hediye Erden'in kendi evinde tank atışlarıyla, top atışlarıyla yaralandığını öğrendikten sonra yapmış olduğu girişimleri bizimle paylaştı. Diyor ki: "Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği ilk günden itibaren, evimizin bulunduğu alan, zırhlı araçlar tarafından taranırken tanklardan yapılan top atışlarına maruz kaldı. Evimizde mermi izleri hâlen durmaktadır. Annem ve kardeşim, sürekli beni arayarak hayatlarının tehlikede olduğunu belirtiyorlardı. Yaşanan bu durum üzerine her gün 155'i ve Cizre İlçe Emniyet Müdürlüğünü ve karakolu arayarak evimize yönelik atışların durdurulmasını, ailemin hayatının tehlikede olduğunu aktardım. İlçe Emniyet Müdürlüğünü günlerce en az bir günde 5 kez aramak zorunda kaldım. Polis 155 dışında ilçe emniyeti ve polis karakoluna ait '0486 616 19 19' ve '0486 616 30 05' numaraları sürekli arayarak ailemi bulundukları yerden tahliye etmek istediğimi, onların ölmek üzere olduğunu ifade ettim."
Bakın, bize inanmıyorsanız, bu telefon numaralarını söylüyorum değerli milletvekilleri, isterseniz not almak için bir kez daha telefon numaralarını okuyayım, inceletin. Annesi ölmek üzere olan Mehmet Suphi Erden bu telefonlarla ne görüşmüş? Niye önlem alınmamış? Niye o insanlar yaralı olarak oradan çıkarılmamış? İncelemek sizin sorumluluğunuzda değil mi, bu Hükûmetin sorumluluğunda değil mi? Ölüme terk edilmişse, bir evladın kendi annesinin ölümüne seyirci kalmasıyla ilgili böyle bir süreç gelişmişse orada hangi vicdandan, hangi insanlıktan bahsedeceğiz? Bize karşı laf yetiştirmekte sıkıntı yok. Saatlerce burada birbirimize laf yetiştiririz, kavga ederiz, bağırır çağırırız ama sorunu çözmüyor. Sorun, bu katledilen insanlığı bir kez daha gün yüzüne çıkarmaktan, maalesef, geçiyor. Bugüne kadar, maalesef, bununla ilgili tek bir çözüm geliştirilmedi. Çözüm geliştirilmediği gibi çözümsüzlüğü derinleştirilecek olan yöntemlerle tehdit ediliyoruz. Biz bunları dile getirdiğimiz için, güya dokunulmazlıklarımızın kaldırılması gerekiyormuş.
Cumhurbaşkanı dün talimat üstüne talimat yağdırıyor; yargıya talimat veriyor, Meclise talimat veriyor, kimseden de ses çıkmıyor. Bu ülkede yargı bağımsız mı, Meclis bağımsız mı, bu Meclisin bir iradesi var mı? Tek bir cümle duymuyoruz. "Temizleyin." diyor; "Meclisi temizleyin, belediyeleri temizleyin, kamu kurumlarını temizleyin, okulları temizleyin, hastaneleri temizleyin, ev ev temizleyin..." Neyi temizliyorsun? Bugüne kadar temizleyenler hangi sonucu aldılar? Dersim'de "Temizleyelim." diyenler, sonraki yıllarda yazdıkları anı kitaplarında özür dileyerek "Hayatımın o kesitini yazamayacağım. Tüm okurlarımdan bu anlamda özür diliyorum." demediler mi? Sorun eğer temizlemekle oluyorsa, sorun dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla oluyorsa bakın size öneriyoruz, sadece dokunulmazlıkları kaldırmayın, bu Meclisin bahçesine 59 darağacını dikebilirsiniz. Bizim boynumuz da, canımız da bu uğurda canını vermiş Şeyh Sait'ten, Seyit Rıza'dan daha değerli değil; 3 aylık Miray bebekten, 70 yaşında cenazesi bekleyen Taybet anadan daha değerli değil. Bütün samimiyetimle söylüyorum: Çözülecekse sorun, dokunulmazlıklarla kalmayın, Meclis bahçesine 59 darağacı kurup bu 59 insanın tamamını darağacına götürebilirsiniz. Bunlar bugüne kadar denenmiş ve bu sorunu daha çetrefilli hâle getirmiş çözümsüzlük önerilerinden başka bir şey değildir.
Biz dokunulmazlıklarla ilgili bugüne kadar görüşlerimizi ifade ettik. 550 milletvekilinin tamamının dokunulmazlıklarının kaldırılmasından yanayız. Kürsü dokunulmazlığı dışında hiçbirimiz dokunulmazlık zırhının arkasına saklanarak siyaset yapmayız. Teklif ediyoruz: Getirin, 550 milletvekilinin tamamının, hatta Cumhurbaşkanının da dokunulmazlığını kaldıralım. Bu Meclis bunu sağlasın. Her birimiz yargılanalım. Bakın, bütün mahkemeler sizin denetiminizde, yargı sizin elinizde, olabildiğince siyasallaşmış ama ona rağmen biz bundan korkmuyoruz, "Getirin." diyoruz. Bizim zaten fiiliyatta bir dokunulmazlığımız yok. Buradan dile getirirken zorunuza gidiyor. Ama ben, miting alanında, 50 metre ötesinde bomba patlamış bir milletvekiliyim; Silvan'da üzerine gerçek mermilerle kurşun saçılmış bir milletvekiliyim; yanımda bulunan 55 yaşındaki bir insanı kaybetmiş bir milletvekiliyim. Tesadüfen yaşıyoruz. Bunun dokunulmazlığı falan söz konusu değil. Her gün, görüyorsunuz, suikastlar, sayısız suikast ihbarları imzalıyoruz. Suikastlardan ölümcül müdahalelere, sokak ortası işkencelerden itibarsızlaştıran linç kampanyalarına kadar her şeyi üzerimizde deniyorsunuz zaten. Dolayısıyla, buna maruz kalmış milletvekillerini ya da parti grubunu, getirip, böyle dokunulmazlıklar üzerinden tehdit ederek bir çözüme ulaşamazsınız. Rasyonel akla ihtiyacımız var. Hep beraber bu rasyonel aklı bir an önce devreye koymalıyız, devreye koymaya ihtiyacımız var.
Bakın, bu dokunulmazlıklar meselesine konu olan şey: Demokratik özerklik. Geçen gün de kürsüden ifade ettim: Biz demokratik özerkliği yeni söylüyor falan değiliz; parti programımızda var, parti tüzüğümüzde var, Anayasa Uzlaşma Komisyonuna sunmuşuz, seçim meydanlarında yapmış olduğumuz konuşmalarda var, kürsüden yapmış olduğumuz konuşmalarda var. Bu, bir ülkeyi bölme projesi falan değil; tam tersine, bunu ülkede çoğul demokrasiyi geliştirecek, yerinden yönetim anlayışıyla ulusal demokrasiyi geliştirecek bir proje olarak görüyoruz, bir idari sistem değişikliği olarak görüyoruz. Aynı şeyi Cumhurbaşkanı söyleyince, hatta kendisi değiştirdiğini söyleyince bir şey yok; "Ben rejimi değiştirdim." diyor, "Yönetim şeklini değiştirdim." diyor, arkadan "Bana anayasa gönderin, anayasa yetiştirin." diyor; ona yönelik bir şey yok ama HDP'nin getirmiş olduğu çözüm teklifine yönelik bu şekilde bir linç kampanyası var.
2004 yılında AKP Grubunun getirmiş olduğu yerel yönetimlerle ilgili yasal düzenlemeyi buradan ifade etmiştim. Umarım birileriniz merak edip, açıp bakmıştır. Eğer açıp bakmışsanız, o dönem getirmiş olduğunuz o düzenlemenin bizim söylediğimiz yerinden yönetim, demokratik özerklik projesiyle ne kadar örtüştüğünü de görmüş olursunuz. Eğer dokunulmazlık kaldırılacaksa, eğer bununla ilgili bir yasal süreç işletilecekse o dönem bütün milletvekillerinizle -Başbakan kimdi bilmiyorum ama- Başbakan dâhil olmak üzere, hepsiyle ilgili o yasal sürecin işletilmesi gerekiyor.
Bakın, 2014'te getirdiğiniz o reform tasarısında Sağlık, Sanayi, Bayındırlık, Kültür ve Turizm, Tarım, Orman, Gençlik ve Spor Bakanlıklarının taşra örgütleri ve yetkilerinin yerel yönetimlere devredilmesini, bırakın önermeyi ya da tartışmayı, buraya getirip yasalaştırmışsınız. Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa'ya aykırı olduğu için geri gönderilmiş. Şimdi gelip bizim sunmuş olduğumuz çözüm projemizi hangi irade üzerinden, hangi gerekçe üzerinden bu şekilde mahkûm etmeye çalışıyorsunuz? Tam tersini yapmanız lazım, tam tersini yapmanız lazım. O dönem eğer bu ülkedeki demokratikleşme yolunun oradan geçtiğini düşünüyorsanız, bu dönem de her bir gruptan gelecek en aykırı fikri alarak rasyonel bir akılla bir çözüm projesine kavuşturmanız gerekiyor; biz sorunlarımızı ancak böyle çözebiliriz.
Diyalog kanallarının kapalı olduğu yerlerde insanlar çözüm için gözünü Meclise dikmezler. Maalesef 7 Hazirandan sonra bu Parlamentonun iradesine bir darbe yapıldığı için şu anda sokakta kan gölü, sokakta âdeta bir cenaze tarlasıyla karşı karşıyayız. 7 Hazirandan sonra bu Parlamento açık olsaydı, kapısına kilit vurulmasaydı, ortaya çıkan halk iradesine saygı duyulsaydı, o anlamda çoğul bir anlayışı öngören yeni bir siyasi perspektif ortaya konulsaydı bugün buradaki yaklaşımların birçoğu, sorun alanlarının birçoğu olmazdı. Ama diyalog kanalları kapandığı için şu anda, maalesef, insanlar artık bizim de, sizin de, herhangi bir milletvekilinin de söylediği söze güvenmiyorlar, itibar etmiyorlar. Bu Meclisin çözüm adresi olduğuna Türkiye'de artık maalesef kimse inanmamaya başladı. Bu durumdan bir an önce çıkmamız lazım.
Bakın, biz diyalog kanallarını açmayla ilgili çabalarken siz ne yaptınız? Bugüne kadar bütün sekter yaklaşımlara rağmen barış iradesini ortaya koyan ve çözüm sürecini Dolmabahçe mutabakatına kadar getiren Sayın Öcalan'ın tecrit koşullarını ağırlaştırdınız. Sekiz aydır tecrit altında olan, insanlık dışı, hukuk dışı, ahlak dışı bir şekilde ailesiyle, avukatlarıyla, siyasi heyetlerle, akil insanlarla, gazetecilerle görüştürülmeyen bir liderin âdeta İmralı'daki o işkence sistemi içerisinde yok olmasının önünü açtınız. Şimdi, İmralı'da üzerinde mutabakata vardığımız ve devlet heyetinin ve Hükûmetin de kabul ettiği sekretaryayı dağıtıyorsunuz. Yani tecrit içerisinde Sayın Öcalan'a çözüm direnişi nedeniyle âdeta yeni bir beton çukur tehdidi yöneltiyorsunuz. Buradan ancak çözümsüzlük çıkar, buradan ancak kaos ve savaşın derinleşmesi çıkar. Çözüm, İmralı'da tekrar beton çukurları gündemleştirmekte değil, İmralı'daki çözüm masasını tekrar ayağa kaldırmaktadır.
İmralı'daki o süreç devam ederken bu ülkedeki birçok sorunun nasıl çözüldüğünü, oluk oluk akan kanın nasıl durduğunu benim anlatmama gerek yok, her biriniz canlı tanıksınız. Dolayısıyla, Dolmabahçe mutabakatında bütün dünyanın gözü önüne bakarak nasıl ki kamuoyuna birtakım taahhütlerde bulunup sonra vazgeçtiyseniz, şimdi de müzakere mekanizmalarını reddederek barışla ilgili değil, savaşla ilgili bir çaba içerisinde olduğunuzu göstermeye devam ediyorsunuz. Bu yol yol değildir, bu yol çözümsüzlük üretir, bu ülkeyi çözümsüzlüğe doğru götürür.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İDRİS BALUKEN (Devamla) - Bir an önce bu yoldan hepinizi çıkmaya davet ediyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)