GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GEÇİCİ GÖREV GÜCÜ BÜNYESİNDE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN 5 EYLÜL 2012 TARİHİNDEN İTİBAREN BİR YIL DAHA UNIFIL HAREKÂTINA İŞTİRAK ETMESİ HUSUSUNDA ANAYASA'NIN 92'NCİ MADDESİ UYARINCA HÜKÛMETE İZİN VERİLMESİNE DAİR BAŞBAKANLIK TEZKERESİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:127
Tarih:29.06.2012

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Lübnan'da "Barış Gücü" adı altında bulundurulan askerlere Türkiye'den kuvvet verilmesine dair tezkerenin uzatılması görüşmesindeyiz. Tabii ki ben, halkların kardeşliği ve barışı savunan bir milletvekili olarak böyle bir tezkereye onay verilmemesinden yana görüş bildireceğim.

Meclisin son haftasında yine bir kez daha savaş ve barış sorunlarını konuşmaktayız. Özellikle devlet adına Hükûmetin izlemiş olduğu uluslararası ilişkiler ve dış politika çizgisi, son zamanda Suriye ile girmiş olduğu ilişkiler kesinlikle onaylanamaz.

Biraz önce AKP Grubu adına değerli milletvekili ve Sayın Bakanı dinledik. İyimserliğe yer vermemek ve uluslararası toplumdan kararlılık beklemek, bunlar aslında yaklaşmakta olan tehlikenin sözleri.

Yine, Sayın Bakan "Irkçı, mezhepçi hiçbir zaman olmadık" diyor, tabii bunlar iyi sıfatlar değil, bunları savunmak mümkün değil ama keşke bunlara inanabilsek.

Bölgede ABD-İsrail planları uzunca bir zamandır işlemekte. Özellikle bu planın da Sünni-Şii mezhep çatışmasına dayalı bir hâkimiyet sağlamak olduğu ortada.

Ne yazık ki, Türk uçağının düşürülmesinden sonra, biliyorsunuz hayli yorumlar, yayınlar yapılmakta, Suriye sınırına askerî konvoylar taşınmakta ve fiilî olarak aslında bölgede, sınırda bir tampon bölge oluşmuş durumda. Özellikle savaş uçağının düşürülmesinden sonra uluslararası diplomasi, "Hukuk kuralları" adı altında aslında bir baskının, bir tecrit ortamının ve müdahale hazırlıklarının, âdeta bu müdahale için de bir psikolojik ortamın yaratılma çalışması olduğu görülüyor. Bunun en son örneğini de, salı günü Başbakanın grup konuşmasındaki tutumu ve koyduğu iradede gördük. "Özellikle dış politikada pasif ülkenin ekonomisi büyümez" sözlerinin arkasında, bu veciz sözlerin arkasında açık bir emperyalist saldırganlığın ışığı yakılmış ve gerekçesi gösterilmiştir. Bu sözleri duyduğunuzda, sanırsınız ki, ne kadar çok savaş, o kadar çok iş ve ekmek gelecek gibi. Aslında savaşın bir yaşam hakkı ihlali olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.

Bu savaş uçağının radarlarının test ettiği Suriye hava sahasıdır aslında, ve bu testin sonucu da, yapılan bu tehlikeli girişimin sonucu da açık bir provokasyonla 2 pilotun ölümü olmuştur ve değerli milletvekilleri, büyük devlet hayalleri Akdeniz'de  suya düşmüştür ve suya düşenler de NATO'ya sarılmıştır. Aslında bütün bu sürece, tabloya bakıldığında bir planın yürütülmekte olduğunu görmekteyiz. Çünkü Türk savaş uçağı tesadüfen orada değildir, NATO görevi yerine getirmek üzere oradadır.

Tabii ki -Başbakanın çok yerinde söylediği gibi- kısa süreli sınır ihlalinin yanıtı bu olmamalıydı yani savaş uçağını düşürmek olmamalıydı ama Suriye yönetiminin, Suriye halkının gelmiş olduğu algılamayı da bizim görmemiz gerekiyor. Esad, sözü aldığında halkına dönüp "Biz savaştayız." demektedir. Bir savaş hükûmeti olarak çalışmaktadır ve bu politikaya halktan almış olduğu destek, sonuç itibarıyla, Suriye'yi de bu provokasyona getirmiştir.

Değerli milletvekilleri "Provokasyon" dediğimiz şey küçümsenmemelidir. Yaşadığımız dünyada, tarihte, birinci ikinci paylaşım savaşları böylesi provokasyonlar üzerinden gelmiştir. Dolayısıyla bu gidişatı görmemiz ve özellikle yani? Başbakan diyor ki: Kendi ülkesini zan altında bırakmak gibi bir ithamda bulunuyor yani bu gidişata karşı eleştirel gözlerle bakanlar. Ama ne yazık ki durum budur. Türkiye Hükûmeti, devleti girmiş olduğu bu politikalarla Orta Doğu'da, özellikle Suriye'de izlediği bu dış politikayla ne yazık ki zan altında kalacak birtakım işler yapmaktadır. Sanki bunlar yetmezmiş gibi, bakın şu sözlere: "Selçuklu Sultanı Kudüs'ü, Şam'ı korumak için mücadele etti." Yani Başbakan, bugün yapmakta olduğu, sürdürmekte olduğu bu politikaya buralardan destek bulmakta ve şimdi de çok açık bir şekilde "Suriye'yi temsil etmiyorlar." diyerek "Zalim diktatörlerden kurtulmak." sözleri ederek Esad'ı devirmeye soyunduğunu çok açık bir şekilde ilan etmiştir ve şimdi, bunlar yetmezmiş gibi bu ecdat siyaseti yani o Osmanlıyı batıran siyaset, bu emperyalist, yayılmacı politika şimdi "Şam'ın güvenliği Anadolu'dan başlar." sözleri eden bir Başbakan karşımıza çıkartmaktadır. Bu sözler sadece söz olarak kalmıyor. Bugün tezkere süresinin uzatılması ve görüşülecek olan uluslararası anlaşmalar, ikili anlaşmalar, birçoğu Afrika ülkeleriyle birçok uluslararası anlaşmalarda bu fetihçiliği, aynı bu ruhu, bu dış siyaseti buralarda görüyoruz.

Bakın, değerli milletvekilleri, "Türkiye güvenliği, özellikle bu uçak düşürülmesinden sonra açık ve yakın tehdit altında." diyerek yeni askerî angajmanlar saptanmış ve çok açık bir şekilde "Yaklaşmayın, vururuz." denmektedir ve bu sözlerin arkasından gelecek olan da bellidir yani güvenlik riskleri karşılıksız kalmayacak demek ve sınıra bugün olduğu gibi ha bire askerî konvoylarla askerî güç yığmak, açıkça bir savaş hazırlığıdır.

Değerli milletvekilleri, Annan Planı'yla biliyorsunuz başlayan bir süreç var ve bu sürecin adı aslında Esad'ı devirme sürecidir, bu plan işlemektedir, cadı kazanına ha bire ateş harlanmaktadır. Emperyalist planların, hesapların kartları Suriye üzerinden görülmektedir. Biliyorsunuz, bu planların bir tarafında Amerika Birleşik Devletleri ve Batılı güçler, diğer tarafından da Rusya ve Çin'in oluşturduğu bir emperyalist ittifak yer almaktadır. Bunların bu bölgede emperyalist planları: Paylaşım, nüfuz, hâkimiyet, mezhep çatışmaları, bölme, yeni dizaynlar. Peki, Türkiye'ye ne oluyor? Türkiye'nin bu büyük devlet hayalleri, Türkiye'ye bu şekilde ne düşüyor?

Değerli milletvekilleri, son yaşadığımız bu gerginlik politikalarının sonuçları çok açık bir şekilde ortadadır. Pek övülen Başbakanın izlediği bu çizgi ve karizma çizilmiştir, çizilmektedir. Bölgede Sünni politikaların yani Sünnilere destek veren politikaların izlenmesinin kaçınılmaz sonu, o one minute'ten gelen süreç Başbakanın itibar yitimidir, Türkiye'nin itibar yitimidir.

Bakın, değerli milletvekilleri, farkında mısınız ama Türkiye emekçileri müdahaleye de savaşa da karşıdır. Bugün Evrensel gazetesinde bir haber var. Çukurova Üniversitesi Sosyoloji  Bölümü bir anket yapmış. Adana'da ve bölgede 564 kişi arasında yapılan ankette ABD planına ve savaşa karşıdır.  Bilmeniz gereken değerli AKP Grubu, AKP'ye destek vermiş bu halkın yüzde 30'u bu müdahaleye karşıdır. ABD ve Batılılar Birleşmiş Milletler onayı almadan saldırıya fırsat kollamaktadır, ortam hazırlamaktadır. Ha bire ülkemizi kapı komşusu yapmış Hillary Clinton'ın açıklamaları buna dairdir. Türkiye'nin "bölge liderliği" dediği şey, böylesi bir sefil plana taşeronluk yapmaktır; şimdi o taşeronluk tetikçiliğe dönüşmüştür ama diğer taraftan da provokasyona gelen Suriye böylelikle âdeta uluslararası bir tecride sokulmuştur ve kendisine dönük bir hazırlığa da zemin hazırlamıştır, özellikle savaş uçağını düşürerek.

Değerli milletvekilleri, bizim açımızdan ezilenler, emekçiler, enternasyonalist, dayanışma, dostluk, kardeşlik açısından bakanların meselesi Suriye'nin geleceğini kim belirleyecektir? Bizler diyoruz ki: Suriye'nin geleceğini halklar mı belirleyecek yoksa orayı paylaşmaya soyunmuş emperyalistler mi? Tabii ki bizim dileğimiz demokratik bir yönetimle Suriye'de bir müdahale olmaksızın halkın kendi geleceğini belirlemesidir. Türkiye emekçilerinin, halkların demokratik kongresi olarak bizlerin dileği, çabası bu yöndedir.

Türkiye, bu vesileyle söyleyeceğimiz şey: Her ne ad altında olursa olsun yabancı topraklarda, sınır dışında asker bulundurmamalıdır. Hep söylediğimiz gibi "Ülkede barış, bölgede barış, dünyada barış" yurttaşlarımızın ve halkların dileği budur.

Teşekkür ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.