| Konu: | Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 21 |
| Tarih: | 29.12.2015 |
CHP GRUBU ADINA SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Teşekkürler Başkanım, kusura bakmayın.
BAŞKAN - Uzun yoldan geldiniz.
SELİN SAYEK BÖKE (Devamla) - Uzun yoldan geldim, doğrudur. Teşekkür ediyorum. Bugün İzmir'deydim, bir şehit cenazemiz vardı, onun için Meclise geç katıldım.
Gönül isterdi ki bugün burada bir bütünü olan, içeriğini detaylı bir şekilde tartışabileceğimiz ve karşılıklı fikir alışverişinde bulunabileceğimiz bir kanun tartışsaydık. Gönül isterdi ki 2016'ya geçerken artık Meclisin hakikaten fikir konuşulan bir zemin olduğu, yasaların yamalı bohça değil de bir bütüne çözüm üretmek için yapıldığı bir Türkiye inşasına adım atıyor olsaydık. Gönül isterdi ki biz, torbaların içerisine gerçekleri, sorunları çözmeye uğraşan bir yaklaşım sergilemeyen bu tavırdan uzak, sorun çözmek isteyen ama bunun için de bütüncül bir çerçeveyi ortaya koymaya çekinmeyen bir Meclisin yeni yıla geçişini kutluyor olsaydık. Ama ne yazık ki bugün burada konuşuyor olduğumuz torba kanun, bir kez daha, bizlere, yasa yapımına ve politika oluşturma meselesine AKP'nin temelde çarpık bakışının devamlılığının süreceğini gösteriyor. Bir kez daha, birbiriyle hiçbir alakası olmayan kanun tekliflerinin alelacele, tartışılmadan, bunların neden uzatılması gerektiğine veya neden yapılması gerektiğine dair karşılıklı herhangi bir fikir alışverişinde bulunmadan, yani Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu derinlemesine değerlendirmeleri yapmadan ideal olanı ortak bir şekilde bulmak için adım atma kaygısından uzak yaklaşımı görüyoruz ve bir kez daha yaşıyoruz.
Yürütme tarafından işlerin bir süre daha "Hadi, yürütelim." yaklaşımıyla idare ediliyor olması, Meclis içerisinde sorgulamaların yapılmasına da engel oluyor. O zaman da yasama yetkisinden geriye bir şey kalmıyor. Oysaki bizler, burada, hakikaten çözüm üretmek için, bütüncül bir yaklaşımla Türkiye'nin ihtiyaç duyduklarını ortaya koymak için çalışmakla yükümlüyüz. Ama, bu derinlemesine tartışmaya izin vermeyen torba kanun mantığına dair defalarca buradan aynı şeyler söylenmiş olmasına rağmen, ben de kayıtlara bir kez daha geçmesi için bu konuyla konuşmama başlamak durumunda kaldım. Zira, torba yasaya karşı duruşumuz sadece usule dair bir sıkıntıyı ortaya koymuyor. Bu usulle yapılan işin sonucunda Türkiye'nin vasatlığa mahkûm olmasından rahatsız olan bizler bunun bir esas mesele olduğunu da düşünüyoruz. Torba kanunlar, sadece bir usul sorunu değil, aynı zamanda Türkiye açısından bir esas sorunudur. Türkiye'nin sorunlarını tespit eden ve bunlara bütüncül bir planla, yamalı bohça mantığıyla değil, bütünü düşünerek, parça parça idare eden değil, bütüne dair iyi bir şey söyleyen reform paketleri üretilmiyor ve ürettirilmiyor. Bu torba kanun da aynı yamalı bohça mantığıyla bir kez daha önümüze geliyor. Hiçbir sorun ciddiye alınmıyor. Oysa Türkiye ciddi sorunlarla boğuşuyor. Ciddi sorunlara çözüm üretmek de bir ciddiyet gerektirir. Ciddiyet de yapısal reformları böyle yara bantlarıyla idare eden kanunlarla değil, bütüncül yaklaşımlarla ortaya koymayı gerektirir. Sürekli olarak günü kurtarma çabası, pansuman yapmanın ötesine geçemeyen bir yasamayı da karşımıza bir gerçek olarak koyuyor.
Şimdi, biliyorum ki bazılarınız şöyle düşünüyorsunuz: "Ne fark eder, parça parça da olur, bütüne dair bir şey söylemeye gerek yok, işler görülsün, gemi bir şekilde yürüsün, biz de idare edelim, işte hepimiz buradan bölgelerimize hitap edelim." Ama, bu mantığın çok hatalı olduğu verilerle aşikâr. Veriler, bize, torba kanunla sürekli geçici düzenlemeler yaparak ülke yönetildiğinde vasatlığa mahkûm olduğumuzu açıkça ortaya koyuyor. Ülke bu mantıkla yönetilmeye kalkışılınca sorun çözen bir siyaset, Türkiye'nin yeniden büyüme, yeniden kalkınma, adil bir dağılım, sosyal adalet sağlayacak bir reform vizyonu olmadığı mesajı sadece Türkiye'ye verilmiyor, bütün dünyaya da oldukça yüksek bir sesle tekrar ediliyor. Oysaki Türkiye'nin ciddi bir kurumsal dönüşüme ihtiyacı var. Türkiye'nin ciddi bir kalkınma anlayışını tartışmaya ihtiyacı var. Türkiye'nin birlikte yaşama kültürünü nasıl inşa edeceğini konuşmaya ihtiyacı var. Bunların hiçbiri yamalı bohça ve pansuman yöntemiyle yapılamaz ve çözülemez.
Bu, bizi orta gelir tuzağına mahkûm ediyor. Orta gelir tuzağı 2008 yılından beri alnının teriyle çalışan Türkiye'nin fakirleşmesi anlamına geliyor. Her birimiz yorgunuz, bizi izleyen bütün vatandaşlarımız yorgun. Neden? Çünkü çok çalışmak zorundalar ama çalıştıklarının karşılığını alabildikleri bir Türkiye'de yaşamıyorlar. Çok çalışıyorlar ama 2008 yılından bugün daha fakirler. Orta gelir tuzağı bir vasatlık ürünüdür. Bu vasatlığın temeldeki sebeplerinden biri de işte bizim bu yasa yapma şeklimiz ve torba kanunlarla Türkiye'yi idare etme gayretinizdir.
Türkiye orta teknoloji tuzağına takıldı. Yaptığı ihracatın sadece yüzde 3'ü teknoloji barındırıyor. Türkiye'yi bu vasatlığa tıkayan ve ilerlemesine engel olan yaklaşım, işte bu torba kanun yaklaşımıdır ve pansuman yapmanın ötesine geçemeyen yaklaşımdır.
Türkiye orta beşerî sermaye tuzağına takıldı. Okullarda yorulan çocuklarımız aldıkları eğitimle bilgiye erişemiyorlar. Rekabet edebilecek bilgileri olmadığı için de sınavlarda çok zorlanıyorlar. Oysaki bizim çocuklarımız da akıllı, bizim çocuklarımızın da potansiyeli var. Ama onlara bu potansiyelin olmadığını ikna edecek bir eğitim sistemini dayattıkça ve bir bütüncül kalkınma paketi içerisinde bunları düzeltme gayretine düşmek yerine, sayılarla, açılan üniversite sayılarıyla övünmenin ötesine geçmeyen eğitim politikasıyla, işte biz, vasatlığa ve torba kanunlarla pansuman yapmaya mahkûm edilmiş bir ülke oluyoruz.
Bu geçici maddeleri uzatma gayretini de anlamak mümkün değil. Eğer geçici 55'inci maddenin defalarca uzatılması gerekiyorsa demek ki kalıcı bir sorun var ki burada tekrar tekrar aynı çözümü konuşmak zorunda kalıyoruz. Hadi diyelim ki -iyi niyetli yaklaşalım- 2015 yılında Türkiye'nin gereksiz yere yaşadığı iki seçim yüzünden uzatılamamış bazı maddeler bugün karşımıza gelmiş olsun. Hadi iyi niyetli bir şekilde diyelim ki peki, bunların uzatılması için tartışma zeminini açmak ve şimdi bu tartışma zemininde bir ortak akıl üretmek için sizlere fırsat verelim. Ama, peki, o zaman niye bir yıl uzatıyoruz, neden bu maddelerin bir yıl uzatıldığına dair herhangi bir tartışmanın olmadığı zeminde? O zaman bizim de iyi niyetli yaklaşmamız gittikçe zorlaşıyor.
Bu kanun tasarısı, temel mantığının hatalı olmasının ötesinde içerik olarak da oldukça yetersiz bir kanun tasarısıdır. İçeriğin ne olduğuna dair bütüncül yirmi dakikalık bir konuşma yapmak için kilit kelime aramaya mahkûm edilen bizlerin çıkardığı mesajların ötesine geçecek bir tartışma zeminine ihtiyacımız var. Ama biz ödevimizi yaptık, oradaki kilit kelimelerden, bir Türkiye hikâyesine yönelik ne konuşulması gerektiğini biliyoruz.
Bugün karşımıza torba yasa olarak çıkardığınız bu pansumanın içerisinde gelir dağılımına ve onun en temel belirleyicisi olan ücret politikasızlığına dair çok somut önermeler var. Türkiye'nin bir ücret politikası yok. Türkiye'nin, Hükûmet tarafından ortaya konan herhangi bir bütüncül politikası olmadığı için bir ücret politikası olmamasına şaşırmamak gerekiyor. Ancak, bu ücret politikasının eksikliği, işte sizleri hep torba kanun getirmeye, hep geçici maddeleri uzatmaya mecbur bırakıyor. Eğer ücret politikası bütüncül bir şekilde tanımlanmaz, belli sınıflara belli ücret artışlarını belli dönemlerde vermek üzerine kurgulanmış palyatif yaklaşımla yapılırsa işte, o zaman, her seferinde biz bir torba kanunda bir grup çalışan için bir grup düzeltmeyle işi idare etmeye çalışırız. Oysaki iyi bir ücret politikası bütünü birlikte ele alır; bir sınıfın ücretini değiştirdiğinde, bunun bütün Türkiye'deki ücretlere etki yapacağı gerçeğini bilerek bu teknik bilgiyle hareket eder; asgari ücret değişeceği zaman ülkede başka ücretlerin de değişeceği gerçeğiyle yola koyulur. Seçim bildirgesine son gece "Asgari ücreti 1.300 lira yapıyoruz." diye ibare koymanın ötesine geçen bir yaklaşıma ihtiyacı vardır Türkiye'nin.
Bakın, Türkiye'nin ücret politikasızlığının sonucu, OECD ülkeleri arasında ortalama medyan ücrete en yakın asgari ücrete sahip olan ülke Türkiye'dir. Bu, şu demek: Türkiye'de ücret kazanmak için canını dişine takmış milyonlar ancak ve ancak asgari ücret kazanabiliyorlar. Oysa, iyi bir ücret politikası asgari ücreti en düşük taban olarak tanımlar. Bizler, ortalamanın asgari ücretin çok üzerinde olduğu bir Türkiye ekonomisinin inşası için haykırıyoruz. Bizler, sizlere, bütüncül bir reform anlayışıyla "Gelin, Türkiye'nin asgari ücrete mahkûm olmadığı düzenlemeleri yapalım." diyoruz. Aksi takdirde, asgari ücreti düzeltmeye kalktığınızda, işte böyle er ve erbaşlara, sözleşmeli er ve erbaşlara ücret düzeltmesi yapmak zorunda kalıp yaptığınız düzeltmeyle de kazanılmış başka hakları onların elinden alır hâlde kendinizi bulursunuz.
Türkiye'nin bütüncül politikalara ihtiyacı var. Bu bütüncül politikalar içerisinde olmazsa olmazlardan biri, sosyal adaleti sağlayacak olan doğru ücret politikasıdır. Peki, doğru ücret politikası nedir? Doğru ücret politikasını bu kanun çerçevesi ortaya koymuyor. Oysa, Cumhuriyet Halk Partisinin 2015 yılındaki seçim bildirgesinde ortaya koymuş olduğu kalkınma vizyonu, Türkiye'de bütüncül bir ücret politikasının ne olması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Bütüncül bir ücret politikasının ilk adımı kurumları düzeltmekten geçer; hukuktan, demokrasiden ve özgürlüklerden geçer. Özgürlüklerin olmadığı yerde farklı fikirler ortaya çıkamaz, farklı fikirlerin olmadığı yerde yenilikler ortaya çıkamaz, yeniliklerin olmadığı yerde üretkenlik olmaz, üretkenliğin olmadığı yerde de yüksek ücrete erişmek mümkün olmaz. Türkiye'yi bu sarmaldan çıkarmak için, önce farklı fikirleri konuşma cesaretini gösterecek bir hukuki düzen kurmamız gerekiyor.
İkincisi: Türkiye'de sosyal adaleti sağlayacak düzenlemeleri vakit kaybetmeden yapmamız gerekiyor. Gönül isterdi ki bugün burada yapılan ücret düzenlemelerinin içerisinde asgari ücretten gelir vergisi almama maddesi olsaydı. Keşke, biz, pansuman yapıyorsak 5 milyon asgari ücretlinin pansumanıyla başlasaydık da onlara çalışmak için bir sebep verseydik. Biz o sebebi verdikten sonra zaten insanlar kendilerine yatırım yapacak ve artan ücretleri ortaya çıkartacak verimliliği de sağlayacaklardır.
Üçüncüsü: Türkiye'nin bir rekabet gücünü yeniden tanımlayan reform dizisine ihtiyacı var. Türkiye'nin artık hepimizin diline yapışmış yapısal reformun çerçevesini duymaya değil, yapan bir iktidara ihtiyacı var. Yapısal reformlar farklı şekilde tanımlanmadığı, Türkiye'nin rekabet gücü için düşünülmediği zaman işte biz, ücretleri kanunla düzeltmeye hapsolmuş Türkiye'nin içerisinde yaşamaya mahkûm oluruz.
Dördüncüsü: Türkiye'nin sürdürülebilirlik gerçeğini ücretlerde de anımsaması gerekiyor. Bu çerçevenin içerisinde ücret sorununun nasıl çözülmesi gerektiğine dair sizlerle burada torba yasaya girmesi gerekmeyen, bütüncül bir reform paketinde olması gereken adımları paylaşmış oluyoruz.
Bu kanun içerisinde bir diğer kilit kelime de eğitim ve üniversiteler. Türkiye'nin bir üniversite sorunu var. İzin verirseniz birkaç veri paylaşmak istiyorum. Evet, Türkiye son yıllarda 110 yeni üniversite açtı. Peki, bu 110 yeni üniversite ne yapıyor? Ben bir öğretim üyesi olarak, ben Türkiye'de bilim üretmiş bir insan olarak çok ciddi bir kaygı besliyorum çünkü bilimin üretilmesi için özgürlüklerin olmadığı bir Türkiye'de bilimi üreten ODTÜ'yle uğraşma gayretine girmiş olan yaklaşım, nasıl bir üniversite istendiğine dair de çok net bir tablo ortaya koyuyor. (CHP sıralarından alkışlar) Oysaki Türkiye'nin bir ODTÜ'ye değil, birçok ODTÜ'ye ihtiyacı var; Türkiye'nin bilim üreten ve bilimiyle kendisini konuşturan üniversitelere ihtiyacı var. Evet, 110 üniversite açılmış -harika- genç işsizliği rakamlarını ötelemişiz -süper olmuş- ama izin verirseniz, 40 ülke arasında Türkiye'deki bilime dair verileri paylaşmak istiyorum. OECD verilerine göre, Türkiye'nin içler acısı durumu şunu söylüyor: Makale yazarlarında, Türkiye'de bilim insanlarının yazarlık yaptığı makalelerin sayısı sıralamasında Türkiye 40 ülke arasında 36'ncı; patent sayısına baktığınızda yani yaptığı bilimsel üretimden bir başka üretime yol açmış olan bilim insanlarına baktığınızda, Türkiye 40 ülke arasında 34'üncü sırada ama harcamaya geldiğinde, Türkiye AR-GE harcamalarında 14'üncü sırada. Şaşırdık mı? Hayır, şaşırmadık. Her seferinde bize yeniden yeniden sunulan eylem ve reform paketleri harcamanın ötesine geçmeyen paketler diye ısrarla söylüyoruz. İşte, bu kürsüden bir kez daha söylüyoruz: Harcayan ama harcamanın karşılığında herhangi bir olumlu tablonun ortaya çıkması için ihtiyaç duyulan reformları yapmayan yaklaşım Türkiye'yi işte bu sıralamalara hapsediyor, Türkiye bunu hak etmiyor. Gerard Piel der ki: "Yayınsız bilim ölüdür." Bilimi öldürmemeliyiz. Bilimi öldürmemek için de üniversiteye yaklaşımımızı torba kanun içerisinde emeklilik yaşına dair bir maddeyi tartışmak için değil, gerçekten nasıl üniversiteler istediğimize dair bir zemini açmakla kullanmalıyız. Türkiye'nin önemli meseleleri var. Plansız bir şekilde üniversite kurarak, bu üniversitelere öğretim üyesi yetiştirecek olan ODTÜ'lerle savaşarak işte ancak ve ancak, yaşlanan ekibe "Siz biraz daha devam edin, oyalanın." demenin ötesine geçemeyiz. Doğru, 72 yaşında bilim üreten ve hâlâ katkıda bulunabilecek insanlarımız var, onları da bu sisteme dâhil etmeyi farklı şekilde becerebilmeliyiz. Ama işte bütün bunlar, bir bütüncül yaklaşımı düşünebilen, tartışabilen ve "Üniversite nedir?" sorusunu açıkça sorabilen ve ODTÜ'lerden korkmayan bir zihniyet gerektiriyor.
Oysa iktidarın, üniversiteleri bir bilim merkezi gibi görmediği, birer tabela gibi gördüğü ve kadrolaşma alanı olarak gördüğü her açıdan çok net olarak ortada. Bu kanun da yine, Türkiye'nin ihtiyacı olan yeni, kaliteli öğretim üyesine, bu öğretim üyelerinin yeni iş alanlarına, hangi bilimsel alanlarda Türkiye'yi konuşturacaklarına dair hiçbir şey söylemiyor. Oysaki bizim üniversitelerimizle ilgili meselemiz, hangi üniversitelerde 67 yaştan sonra öğretim üyelerinin çalışacağı meselesi değildir. Bizim meselemiz, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu reformlarda nasıl bir üniversitenin ortaya konacağı meselesidir.
Bu açıdan da Cumhuriyet Halk Partisi çok net bir öneriyi ortaya koymaktadır. Gelin, önce, özgürlüklerden korkmayan bir yaklaşım sergileyelim. Gelin, farklı fikirlerin üretilebildiği üniversiteleri ortaya koyalım. Gelin, YÖK'le değil de özgürce, kendi iradesiyle yönetilen üniversiteleri bugünden inşa edelim. Gelin, bilimi Türkiye'nin merkezine taşıyalım ve Türkiye'de bilimi, Karagözleri, Hacivatları yeniden, teknolojiyle üretmeye değil de Türkiye'yi dünyaya konuşturacak bilim adımlarını atmak için kullanalım. Gelin, Aziz Sancarların Amerika'da araştırma yapması gerekliliğini ortadan kaldıralım, onların Nobel Ödüllerini buradaki üniversitelerde kazanmalarını sağlayalım. (CHP sıralarından alkışlar)
Kısacası, torbaları doldurarak, yamalı bohçalarla, pansuman mantığıyla Türkiye'nin önemli sorunlarını çözmek mümkün değil. Türkiye'nin çok önemli yapısal sorunları var, kaybedecek tek bir günü bile yok. Kaybedilmiş nesilleri kazanacak, sessiz çığlıkları duyacak ve artık iş yapmak için iş yapan bir Meclise ihtiyacı var. Gelin, 2016'da torba kanunlarla değil, tartışarak, derinlemesine konuşarak, gerçeklerden kaçmayarak ve gerçekleri konuşanları kovalamayarak yeni bir yasama dönemi başlatalım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)