| Konu: | Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 19 |
| Tarih: | 24.12.2015 |
HDP GRUBU ADINA BEHÇET YILDIRIM (Adıyaman) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; ben de görüşülmekte olan tasarının 5'inci maddesine ait görüşlerimi belirtmek üzere grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
5275 sayılı Yasa'nın 105/A maddesinde düzenlenen denetimli serbestlik tedbirinin uygulama amacı, hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek olarak belirlenmiştir. Bu nedenle altı aylık açık cezaevinde kalma şartının uygulanmamasına ilişkin geçici 4'üncü maddenin uygulamasının 2020 yılına kadar uzatılması istenmektedir.
İlgili yasa maddesi cezaevleri ve cezaevlerinde kalan hükümlülerle ilgili bir düzenlemedir. Ancak yasa, yukarıda belirttiğim amaçla çıkarıldığı iddiası mevcut ise de, bu şekilde kanun metnine işlenmişse de, amacın bu olduğu noktasında, cezaevlerinde hükümlülerle ilgili uygulamaya baktığımda bende şüphe uyandırmaktadır. Pratikte bu böyle olmamakta. Bu yasa "Cezaevlerinin kapasitesi doldu, şimdi yeni hükümlülere yer açıyoruz." ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bugüne kadar uygulamalara baktığımızda, nasıl toplumsal koşullar yaratmışız ki, nasıl bir ceza sistemi kurmuşuz ki âdeta doldur boşalt yapmak zorunda kalıyoruz; bunu sorgulamamız lazım.
Demokratik barışçıl ortamların, insan haysiyetine uygun yaşam koşullarının, suçu önlemede en etkili araçlar olduğu kanaatindeyim. Türkiye şu anda silahlı çatışmaların yoğun olarak yaşandığı ve her gün çok sayıda insanın yaşamını yitirdiği bir şiddet ortamında bırakılmıştır. Türkiye'nin temel sorunları olduğu gibi durmaktadır. Bu barışçıl, demokratik ortamları, insan haysiyetine yaraşır bir yaşam seviyesini yakalamadığımız ölçüde sanırım bu doldur boşalt mantığı aynen devam edecektir. İnsanların suç işlemesinin engellenmesine yönelik tedbirler geliştirmemiz gerekirken bu cezaevlerinde yer açma mantığıyla hareket ettiğimiz ölçüde, bu yasanın uygulanmasını, değil, 2020, 2050 yılına kadar uzatırız.
Kişi hürriyeti esastır. Bu anlamda, yukarıda belirtilen amaca uygun olarak tabii ki hükümlülere denetimli serbestlik uygulamasına devam edilmelidir. Yasanın amacı, hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek olarak belirtilmiştir. Biraz önce de belirttim, ben de şüpheyle bakıyorum, keşke bu amaç topyekûn bütün hükümlüler için, bütün cezaevi uygulamaları için geçerli olsa. Ancak, mevcut cezaevi uygulamalarımız bunun böyle olmadığını gözler önüne sermektedir. Cezaevi uygulamaları insanlık onuruna yakışır uygulamalar olmanın çok uzağındadır.
Bakın, bu ülkede cezaevinde kalan hükümlüler -dış dünyaya uyumlarını sağlasın, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek için- keyfî olarak -aileleriyle uyum sağlasın diye- binlerce kilometre uzaktaki cezaevlerine nakledilmekte, mahpuslar her yeni güne başka bir hapishanede uyanmaktadır. Üstelik bu nakiller, bırakın hükümlüleri, haklarında masumiyet karinesi geçerli olan, duruşmaları hâlâ devam eden tutuklular için de uygulanmakta. Bu ülkede cezaevinde kalan hükümlülere, dış dünyayla, aileleriyle bağlarını sürdürsün diye uyduruk gerekçelerle ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası uygulanmakta. Bu nakiller nedeniyle insanlar, çocuklarını, eşlerini, kardeşlerini görmek için her görüş günü binlerce kilometre uzaktaki bir şehre gitmek zorunda kalmaktadır. Bu durum, olaydan herhangi bir şekilde haberdar olmayan, karara konu eylemle herhangi bir şekilde alakası olmayan aile ve ziyaretçilerin mağduriyetine de sebep olmaktadır. Dışarıdaki insanların, ziyaretçilerin cezaevi müdürlüğü tarafından cezalandırılması hukukun temel ilkelerine açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
Bırakın dış dünyayla bağlarını güçlendirmeyi, cezaevlerinde ölüm sınırında olan tutukluların durumu daha da ağırlaşmışken tedavileri yapılmadan ölüme terk edilmişlerdir. Hasta tutsaklara ve hükümlülere, bu ülkenin vatandaşı değil, âdeta rehine muamelesi yapılmaktadır. Açıkça, yaşam hakkı ihlal edilmektedir. Eğer AKP Dolmabahçe mutabakatına sahip çıksaydı bu durum böyle olmayacaktı, bu hasta tutukluların hepsi bugün dışarıda, özgürlüklerine kavuşmuş olacaktı.
Bugün, biliyorsunuz, sokağa çıkma yasağı nedeniyle tüm ülke âdeta bir açık cezaevine dönüşmüş durumdadır. Az önce, benden önceki hatip de söyledi, gerçekten cezaevlerinde yer kalmamıştır. 21 Temmuzda, biliyorsunuz, Suruç katliamı oldu, bunu protesto etmek için Adıyaman'da bir yürüyüş yaptık. Bu yürüyüşte 53 gözaltı oldu, 21 tane tutuklama oldu. Onlarla görüşmek için 6 kez Adalet Bakanlığına başvurdum, sonuç alamadım.
Başkanım, bu konuda dün bir görüşme yaptınız, Adalet Bakanından olumlu bir sonuç aldınız mı? Bunu da merak ediyorum doğrusu.
2015 yılının son günlerini yaşadığımız bugünlerde hapishanelerde ciddi hak ihlalleriyle karşı karşıyayız. Bir mahpusun dış dünyayla ilişkisi ne kadar kesilirse işkence ve kötü muamele riski de o kadar artar. Ülkemizdeki çatışmalı sürecin hapishanelere hemen yansımalarını görmekteyiz. Bilhassa çocuk ve kadın mahpuslara yönelik işkence ve kötü muamele, taciz uygulamalarında da belirgin bir artış görülmektedir. Her şeyden önce hapishanelerin genel koşulları -barınma, havalandırma, hijyen, sağlık, iletişim ve benzeri koşullar- kapasitesinin yüzde 100 doluluk oranına yaklaşması nedeniyle ortaya çıkan mekânsal sıkışıklık tüm tutuklu ve hükümlüler üzerinde eziyet etkisi yaratmaktadır. Bununla birlikte, özellikle cezaevine giriş sırasında yapılan çıplak aramalar, süngerli oda uygulamaları, kamerasız bölgelerde gerçekleştirilen şiddet, cezaevlerindeki arama ve denetimlerde, avukat ve aile görüşmesine gidiş ve gelişlerde, hastane sevkleri ve mahkemelere götürülüp getirilirken uygulanan şiddet, tabii ki izolasyon, cezaevlerinde öne çıkan işkence ve kötü muamelelerin olduğunu göstermektedir. Burada bir sürü örnek var: Antalya L Tipi Cezaevinde, Eskişehir H Tipi Cezaevinde, Silivri'de F Tipi Cezaevinde bir sürü olumsuzluklar olmuş ama bizi dünyaya rezil eden bir Pozantı gerçeği vardır. Pozantı'da çocuklara neler yapıldığını burada anlatmak onuruma dokunuyor doğrusu.
Diğer bir önemli konu da hasta tutsaklar meselesidir. Yeni verilere baktığımız zaman, 300'ü ağır olmak üzere toplam 750 hasta mahkûm bulunmaktadır.
Mahpusların sağlık hakkı iki kimlik arasında tartışılmaktadır: Bunlardan birincisi ulusal mahkemelerin aldığı kararlar neticesinde hapis altında tutulmalarını zorunlu kılan mahpus kimliği, diğeri ise sağlık sorunlarının tedavisi için gerekli tıbbi bakım ve tedavi koşullarının sağlanmasını zorunlu kılan hasta kimliğidir. Otoriter rejimlerde mahpusluk kimliğinin belirlediği zorunlu yaşam alanı ile hasta kimliğinin gerekli kıldığı uygun koşulların olgunlaştırılması sürekli çatışma hâlindedir.
Özellikle kelepçeli tedavi uygulaması bu yıl artış göstermektedir. Artık tek kelepçeyle yetinmeyen anlayış, İzmir Kırıklar ve Şakran Hapishanelerinde çift kelepçe uygulamalarına başlamıştır. Bu uygulamalara karşı çıkan mahpusların kolları bile kırılarak bu uygulamalar dayatılmaktadır.
Diğer bir konu, mahpuslar, jandarmanın elinden kolları kırılmadan kurtulduktan sonra karşılarına yeni bir engel olarak hekimler çıkmaktadır. Üzülüyorum bir hekim olarak, hasta haklarının hiçe sayıldığı bir cezaevi gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Eğer bir hekim hastasını kelepçeyle muayene etmiş ya da etmek istemişse hasta hakları, hekimlik mesleği etiği kuralları, İstanbul Protokolü ilkeleri, Biyotıp Sözleşmesi ve Anayasa'nın 90'ıncı maddesi hükümlerine aykırı davranmış, tutukluların diğer hastalar gibi sağlık hizmeti alma hakkına engel olmuş demektir. Herkese eşit sağlık hizmeti sunmak hekimin birincil görevidir. Hiç kimse kelepçeli olarak muayene edilemez, hiçbir hekim kelepçeli hasta muayenesine zorlanamaz. Eğer bir cezaevi idarecisi, savcısı ya da Adalet Bakanı kelepçeli muayeneye ve sağlık hakkı ihlaline yol açan uygulamalara sessiz kalmışsa, o ülkede insan haklarından ve demokrasiden söz edilemez.
Ben de iki yıl cezaevi doktorluğu yaptım. Hep sorarlar, şimdiki durum ile eski durum arasında nasıl fark var? Evet, eski durumdan çok daha kötü durumlardayız.
Arkadaşlar, sanırım sürem bitiyor, bunun için toparlamak durumundayım.
Madde 56'da der ki: "Kurumların elverişsiz ve yetersiz kalması, kapsama gücünün aşılması, kullanılamaz hâle gelmesi, asayiş, güvenlik, doğal afet, yangın ve büyük onarım gibi zorunlu nedenlerle başka kurumlara nakledilmeleri gerekli görülen hükümlüler, yargı çevresi dışında Adalet Bakanlığınca belirlenen ve konumlarına uygun olan diğer kurumlara nakledilebilirler."
Son olarak şunu demek istiyorum arkadaşlar: İmralı Cezaevinde Sayın Abdullah Öcalan'a özel hukuk ve ağırlaştırılmış tecrit uygulanmaktadır. 27 Temmuz 2011 tarihinden beri avukatlarıyla görüştürülmemektedir.
Önerilerim şudur arkadaşlar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BEHÇET YILDIRIM (Devamla) - Bir dakika verebilir misiniz?
BAŞKAN - Sayın Yıldırım, böyle bir usul yok ama size toparlamanız açısından bir dakika ek süre veriyorum.
BEHÇET YILDIRIM (Devamla) - Evet, çünkü önerilerim çok önemli.
1) Demokratik barışcıl ortamı yaratma adına Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılmalı ve müzakereye geri dönülmelidir.
2) Cezaevlerinin, özellikle çocuk cezaevlerinin koşullarının ivedilikle düzeltilmesi gerekir.
3) Hasta ve yaşlı siyasi tutukluların bir an önce salıverilmesi gerekir.
4) Tutuklu ve hükümlü sevklerinin aileler mağdur olmayacak şekilde düzenlenmesi gerekir.
5) Yargı bağımsızlığı yeniden inşa edilmeli, yargıda siyasi otorite kaldırılmalı ve tarafsız adil yargılamanın yolu açılmalıdır.
Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)