Konu: | Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz'ın, Musul'daki Türk askerî varlığına ilişkin Hûkümet adına gündem dışı açıklaması nedeniyle HDP grubu adına konuşması |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 17 |
Tarih: | 22.12.2015 |
HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Yeni göreviniz de hayırlı olsun.
Değerli milletvekilleri, daha önce başka vesilelerle de bu kürsüde konuşurken yine Türkiye'nin dış politikası üzerine bazı fikirler paylaşmıştım. Bugün de grubumuz adına, tabii, Başika konusunda söz hakkı aldık ama biraz daha etraflı bir şekilde Türkiye'nin Orta Doğu politikasına dair bazı fikirlerimi sizinle paylaşmak istiyorum.
Şimdi, tabii, Orta Doğu'nun bütün çivileri böyle yerinden çıkmışken aslında hiç kimse "Türkiye hiçbir şey yapmasın, tutumsuz kalsın." diye bir şey söylemiyor. Niye? Çünkü Türkiye'nin sınırları boylu boyunca çatışma alanı ve bu, Türkiye'nin üzerinde tabii ki ekonomik anlamda, siyasi anlamda, toplumsal anlamda, demografik anlamda dünya kadar sorunu beraberinde getiriyor. Bölgede belli bir nüfuz sahibi olan Türkiye'nin tabii ki bu konuda tamamen atıl, kayıtsız kalması siyaset bilimi açısından gerçekçi değildir ancak "Türkiye böylesi bir karmaşa içerisinde ne yapmalıdır?" sorusuna verilebilecek birden fazla cevap var.
AKP daha önce verdiği cevapta ısrar ediyor yani 2011 yılından bu yana sürdürdüğü dış politikasını sürdürmekte ısrar ediyor ancak geldiğimiz nokta, biliyorsunuz, bütün komşularla dostluktan yani stratejik derinlikten değerli yalnızlığa gelmiş durumda. Bunu öyle, hani, sırf eleştirmek için de söylemiyorum; bu kadar komşusuzluk durumu içerisinde Türkiye tabii ki etki alanlarını da bir bir yitiriyor.
Bakın, Rusya uçağı düşürüldüğü zaman memlekette bir tarafta, milliyetçi cenahta bayağı bir heyecan vardı. Rus uçağını da düşürdük; aslında Türkiye'nin kendi ayağına sıktığı bir kurşundu. O olaydan sonra Türkiye Rusya'nın dışına itildi. Türkiye'nin kaç yıldır dilinden düşürmediği, daha doğrusu AKP Hükûmetinin dilinden düşürmediği "uçuşa yasak bölge" tamamen rafa kalktı. Türkiye'nin desteklediği bütün gruplar şu an Rusya'nın saldırıları altında. Türkiye, Suriye politikasından çekilmek durumunda kaldı.
Biz şu Başika'ya yapılan bu müdahalenin, oraya asker göndermenin, askerî değil, diplomatik ve siyasi bir girişim olduğunu düşünüyoruz. Herhâlde 25 tane tank, 150 askerle orada askerî bir operasyon yapacak hâlleri yok. Ancak, Suriye politikasının dışına itilmiş olan Türkiye, bu defa Musul'da, Musul'un kurtarılmasında askerî anlamda orada kalıcılaşarak belli bir rol kapmaya çalışıyor ve dolayısıyla da özellikle Irak'ta yaşayan Şii'lerin inanılmaz tepkisini almış durumda. Hem Rusya'dan hem İran'dan hem Amerika'dan hem de Irak Hükûmetinden gelen baskılar karşısında askerlerini Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ndeki bir bölgeye çekmek durumunda kaldı.
Şimdi, Türkiye'nin içine -doğru- girdiği bir güvenlik krizi var, ciddi bir güvenlik krizi var, bunun farkındayız ancak bu güvenlik krizine askerî birtakım maceralarla müdahaleye çalışmak Türkiye'nin başına çok daha büyük belalar açabilir. Öncelikle bunun farkında olmak lazım. Bakın, bölgesel güç olmak o kadar kolay bir şey değil. Tabii, Türkiye'nin böyle bir "grandeur", böyle bir Osmanlı etkisiyle bölgede nüfuzunu genişletme isteği var, böyle bir hırsı var, bunu görüyoruz, birçok bela da bunun için başımıza geldi ancak şunu da görmek lazım: Bakın, şu an bölgede, evet, bölgesel bir güç var, İran bölgesel bir güç. Bunu nasıl yapıyor? Bunu Irak'ta, Suriye'de, Lübnan'da, Yemen'de aktif olarak, savaşarak yapıyor. Askeriyle, komutanıyla girmiş, evet, bütün buralarda belli bir Şii hat oluşmuş durumda. Şu an Suriye'de ve Irak siyasetinde son derece etkin bir güç, Rusya'yla birlikte oyun kurucu durumdalar ve Türkiye bu masanın dışına itilmiş durumda.
Şimdi, geçen defa burada konuşurken Türkiye'nin Orta Doğu ve Suriye politikasının yanılgılı olduğunu, özellikle -tabii bölgeden konuşan birisi olarak- Kürtlerle kurduğu ilişkinin çok problemli olduğunu defalarca biz burada dile getirdik. Temel yanlış orada. Türkiye'nin Suriye politikasında iki temel argüman vardı. Birincisi: Kürtler Fırat'ın bu tarafına geçmeyeceklerdi, batısına geçmeyeceklerdi, kırmızı çizgiydi, "Vururuz, kırarız, ederiz." Birincisi, bu. İkincisi: "Esad'ı biz oradan mutlak suretle düşüreceğiz." Bu konuda da Türkiye açısından kötü haberler var çünkü biliyorsunuz, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Rusya'nın önerisini kabul etmiş durumda. Ocak ayında masa kurulacak gibi görünüyor, davetiyeler şimdiden gitmeye başladı, herkes masada yer kapmaya çalışıyor. Esad en azından iki yıl daha kazandı, bu net. Resmî anlamda görüşmelere başlayacaklar. Şimdi, geriye kaldı Kürtlerle olan münasebetleri Türkiye'nin. Yani, Başika'ya asker gönderilmesinin Suriye'deki politikayla, Rojava politikasıyla ilgisi olmadığını söylemek beyhude olur. Hepimiz biliyoruz ki sınırın o tarafında da, sınırın bu tarafında da Türkiye'nin güvenlik algısında Kürtler baş tehdit olarak hâlâ görünüyor. Bunun değişmesi lazım arkadaşlar, bunun değişmesi lazım.
Şimdi, Türkiye'nin dış politikasının değişmesi gerektiğini buradan ifade etmiştik geçen hafta. Tabii ondan sonra bazı gelişmeler oldu, ilk hamle İsrail tarafından geldi. İsrail'le ilişkiler, işte, dostluk ilişkilerinin yeniden tesis edilmesine yönelik olarak birtakım girişimlerde bulunuyorlar. Bazı gelen haberler anlaşmaya varıldığı, bazı haberlerin daha anlaşma aşamasında olduğu, bazı maddelerin müzakere edildiğini vesair söylüyor.
Değerli arkadaşlar, İsrail'le olan ilişkiler altı yıl boyunca Türkiye'nin en temel iç gündem maddelerinden birisiydi, dış politika değil, iç gündem maddelerinden bir tanesiydi. O kadar çok manipüle edildi ki, seçim meydanlarında o kadar çok kullanıldı ki, bunun üzerinden o kadar çok kahramanlıklar yapıldı ki tabii insan şu an sormadan edemiyor: Madem o kadar kötüydü, ne oldu da bir anda böyle bir konjonktürde İsrail'le ilişkilerin tamir edilmesine çalışılıyor? Tamir edilmesin demiyoruz, dünyadaki bütün devletlerle Türkiye'nin iyi ilişkilerinin olması gerektiğini biz de söylüyoruz; başka halklara, toplumlara karşı kullanılmamak üzere, böyle bir şerhle. Ne oldu? Türkiye Suriye'nin dışında şu an; Irak'ın içine girmeye çalışıyor, oraya da giremiyor, oradan da dışarıya çıkardılar bir şekilde; Rusya'yla ilişkiler kötü. Türkiye'nin Irak'la olan ilişkilerinde Amerika'nın da desteğini alamadı, onlar da "Buradan çıkın, merkezî hükûmeti tanıyın." dediler. Bütün bu karmaşanın içerisinde "İsrail'le ilişkilerin yeniden düzenlenmesi Türkiye'ye kısmi anlamda bir alan açabilir." gibi muhtemelen düşünülüyor.
Şimdi, böyle bir genel çerçeve içerisinde dönüp Türkiye'nin Başika'ya asker göndermesine baktığımız zaman -Sayın Bakanımız da burada söyledi, Hükûmet tarafından sürekli olarak böyle açıklamalar yapılıyor- diyorlar ki: "Biz oraya gittik DAİŞ'le, IŞİD'le, orada onunla mücadele etmek için destek vermeye gittik, yardımcı olmaya gittik." Değerli arkadaşlar, eğer IŞİD'le mücadele etmek gibi bir niyeti varsa Başika'ya gitmeden önce mesela benim memleketim Bingöl'e gelsin, mesela Adıyaman'a gitsin, Konya'ya gitsin, İstanbul'da çalışsın, sınırın güvenliğini tutmaya çalışsın. Buna gerçekten kimse inanmıyor Sayın Bakanım. Eğer IŞİD'le mücadeleyse Irak'a asker göndermeye kadar yapılabilecek onlarca şey var hem Türkiye içerisinde hem diplomatik alanda. Dolayısıyla, bunun bir gerçekliğinin olmadığını düşünüyoruz. Türkiye bu tür askerî maceralarla Irak'ta ve Suriye'de bölgesel etkinliğini artırabileceğini, ilerideki Irak ve Suriye'de bir rol kapabileceğini düşünüyorsa tekrar düşünmesinde fayda var çünkü öyledir, "Kaza bir defa olur." derler trafikte. Allah korusun, bir anda Türkiye kendisini kaldıramayacağı bir savaş, çatışma girdabının içerisinde de bulabilir. Her ne kadar sırtımızı NATO'ya versek de, "NATO bizi nasıl olsa korur." gibi düşünsek de durum hiç de böyle olmayabilir.
Onun için, şunu söylüyoruz, AKP Hükûmetine bizim önerimiz şudur...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özsoy, beş dakika daha süre veriyorum.
Buyurunuz.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Öncelikle o Rus uçağının nasıl düşürüldüğüne dair ciddi anlamda bizim bir bilgilenmemiz lazım çünkü Türkiye o noktadan sonra sürekli olarak sarpa sarıyor. Bir hafta kadar Türkmenleri konuştuk. Değil mi? Bütün Türkiye konuştu. Bakın, hafızasızız, kimse Türkmenleri konuşmuyor. Değil mi? Kimse Türkmenleri konuşmuyor şu an, o gündem kalktı. Bu defa Başika'ya gidiyoruz. Oraya Türkmenlere yardım için de gitmiyoruz. IŞİD'e karşı mücadele verdiğini söyleyen grupların eğitimi için orada olduğumuzu düşünüyoruz. Buna da kimse inanmıyor. Biraz uluslararası basını, bu konu hakkında fikir üreten, böyle siyaset yapıcılarını, makalelerini takip etmeye çalıştım dışarıdan; vallahi, hiç kimse Türkiye'nin dediğine inanmıyor arkadaşlar. Ortada böyle bir durum söz konusu.
Dolayısıyla, bu durumdan nasıl çıkacağız? Yani, bu kadar karmaşanın içerisinde, tam bir labirente dönmüş Orta Doğu sokaklarında, bir ülke olarak, Türkler olarak, Kürtler olarak biz bu girdabın içerisinden nasıl çıkacağız? Tekrar söylüyoruz, altını çiziyoruz: Sınırın hem o tarafındaki hem bu tarafındaki Kürtlerle bir an önce ilişkilerinizi toparlayın. Aklıselim bunu gerektiriyor, bunu söylüyor. Tabii, biz bunları konuşurken şu an Cizre'de, Sur'da, Silopi'de, Dargeçit'te, Nusaybin'de alabildiğine çatışmalar devam ediyor. Bakın, Türkiye'nin askerî maceraları sadece sınırın o tarafında değil, bu tarafında da var. Kapsamlı bir konsepttir, içte ve dışta askerî gücü bir diplomatik siyasi araç olarak kullanıp hem içte hem dışta nüfuz elde etmeye çalışıyor. Ama, bakın, sürekli olarak bizim elimizde patlıyor. Geçen hafta biz burada konuştuğumuz zaman, "Kadınlar, çocuklar ölüyor." dediğimiz zaman sürekli olarak işte "Hendeklerin arkasına geçtiniz. Teröristsiniz." diye dünya kadar biz burada laf yedik arkadaşlar. Evet, bu hafta sonu da çocuklar ölmeye devam etti. Sanırım biri 11 yaşındaydı, biri 70 yaşında bir amcaydı, biri hamile bir kadının karnındaki 7 aylık bebekti; bütün bunların hepsi, oradaki çatışma ortamında, işte tanklardan atılan top atışlarıyla işte bu keskin nişancıların kurşunlarıyla bir şekilde hedef oldular ve öldüler.
Türkiye ve Kürt bölgesi, Türkiye'deki Kürtlerin yaşadığı bölge, bu savaş durumunu çok daha fazla kaldırabilecek durumda değil arkadaşlar; patladı patlayacak, sınırlar zaten patlamış durumda. Bu memleket hem genel olarak hem bölgesel olarak patlamanın eşiğine gelmiş.
Onun için, Hükûmete bizim salık vereceğimiz şey şudur: Orta Doğu'da askerî maceralardan uzak durun. Bu askerî durumun derinleşmesi, Türkiye'ye hem diplomatik alanda hem ekonomik anlamda hem de siyasi anlamda bir kayıptır. Yol da, çıkış yolu da son derece basittir. Bu çıkış yolu da en başta, ilk başta İsrail'le değil, binlerce yıldır bu coğrafyada birlikte yaşadığınız Kürtlerle dostluk ve barış sürecini yeniden başlatmak, derinleştirmektir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)