GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Geçici Bütçe Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:16
Tarih:17.12.2015

HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle şunu ifade ederek başlamak istiyorum arkadaşlar: Bence biz hâlâ bir seçim psikozu yaşıyoruz. Seçim bitti ama -bunu kimseye hakaret olsun diye söylemiyorum, sataşma olsun diye de söylemiyorum- yani sanki bu kürsüde hâlâ seçim meydanlarındaymışız gibi konuşuyoruz. Bu konuda sadece şahsi bir rahatsızlığımı ifade etmek istedim. Bunu şunun için söylüyorum: Tabii, toplumun genel beklentisi seçimden sonra bir hükûmetin kurulacağı ve bu hükûmetin, bu memleketin bekleyen onlarca yapısal sorununa bir an önce müdahalede bulunacağıydı, bu anlamda bir beklenti söz konusuydu. Fakat, şahsi gözlemim ve duygum, hissiyatım bu anlamda bir hayal kırıklığıdır.

Bugün, tabii, geçici bütçe üzerine konuşacağız. Ben de seçim bölgem olan Bingöl üzerinden bazı fikirlerimi aslında paylaşmak istiyordum da farkındasınız HDP Grubu olarak hangimiz bu kürsüye gelirsek biz şu an bölgede devam eden savaştan konuşuyoruz. "Savaş" kelimesine de karşı çıkan arkadaşlar olabilir, böyle görüyoruz. Tanklar var sokaklarda, insanlar ölüyor, sürekli telefon alıyoruz; ciddi bir şekilde bütün Kürt illeri altüst olmuş durumda. Tabii, vekiller olarak biz bunları bu Meclis çatısı altında buradaki saygıdeğer milletvekilleriyle paylaşacağız, sonuç alana kadar da paylaşmaya devam edeceğiz.

Tabii, 1980'lerin ortasında büyümüş birisi olarak, işte, o zaman hatırlıyoruz Hayri Kozakçıoğlu vardı, Ünal Erkan vardı olağanüstü hâl bölge valileri; belki bazıları, yaşı daha genç olanlar hatırlamayabilirler. Sanırım 2002 yılında kademeli olarak Adalet ve Kalkınma Partisi olağanüstü hâli kaldırdığı zaman büyük bir adımdı, bu şekilde hissedilmişti fakat şu an bölgedeki bütün valiler olağanüstü yetkilerle donatılmış. Bakın, olağanüstü hâl döneminde olmayan on beş yirmi günlük sokağa çıkma yasaklarını şimdi ilan ediyorlar.

Televizyonlara bakıyoruz -Anadolu'dan Görünüm vardı eskiden, bir program vardı, Anadolu'dan Görünüm, hatırlarsınız, Güntaç Aktan vardı, korku filmi gibi bir şeydi- bütün televizyonlar olmuş Güntaç Aktan. Ne izliyoruz? "Son teröriste kadar öldüreceğiz, hendeklerde boğacağız, sonunu getireceğiz. 3 bin kişi vurduk, 2 bin kişi vurduk." Ya, gerçekten ben merak ediyorum, iktidar partisine söylüyorum: Gerçekten bu dediklerinize inanıyor musunuz? Otuz yıldır devam eden bir savaş ve çatışma durumu var. Gerçekten, öldürerek, vurarak, kırarak, tankla, topla bu meselenin çözüleceğine inanan kimse var mı burada?

Bakın, bir gözlemimi paylaşayım: Devletin fabrika ayarlarına dönmüş durumdayız. Ben eminim bu Meclisin içerisinde -AKP sıralarında dâhil, şurada dâhil- bu meselenin böyle çözülmeyeceğine inanan çok sayıda insan var ama öyle bir konjonktür oluşmuş durumda ki bakın, vekil arkadaşlarımız kaç gündür geliyorlar buraya, ne derlerse desinler, önlerine "hendek" diyorsunuz, "terör" diyorsunuz. Asıl hendek nerede biliyor musunuz, Cizre'deki hendek, Silopi'deki hendek değil, asıl hendek burada, bakın burada, bakın şurada, aramızda. Niye?

HASAN BASRİ KURT (Samsun) - Demagoji yapıyorsunuz, demagoji.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - 20'ye yakın arkadaşımız konuştu, mesaj şuradan şuraya bir türlü gitmiyor.

Arkadaşlar, Meclis istişare yeri diyoruz değil mi? İstişare de diyalogdan ibarettir, karşılıklı konuşma. Ama şu ana kadar yapılan konuşmaların çok önemli bir kısmı -hepsini demiyorum, bazılarını tenzih ediyorum- bir monolog. Kameraya konuşuyoruz, şu karşıdaki kameraya konuşuyoruz ya da tribünlere konuşuyoruz ama memleketin önünde dünya kadar mesele var, bu konuda somut herhangi bir noktada bir fikir birliğine doğru tek bir adım atabilmiş değiliz.

Bakın, seçimden sonra bu memlekette istikrar beklentisi, hem ekonomik anlamda hem siyasal anlamda istikrar beklentisi tamamen çökmüş durumda. Seçimden sonra savaş şiddetlenmiş durumda. Bugün gazeteler, Milliyet de yazıyor ha bire, gaz veriyor, 10 bin asker, 16 general, 26 albayla... Ne, topu topu ne ha, 100 bin nüfusluk bir tane Cizre'yi kuşatma altına alıyorlar ya.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - 30 genç, 30 gence karşı...

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Hah, bu mu yani, gerçekten bu mu, böyle mi çözülecek?

Bakın, değerli arkadaşlar, bu savaş -otuz sene, 50 bin ölü- otuz yıl daha devam edebilir. Vallahi, billahi, tallahi, PKK'nin de devletin de bu savaşı otuz kırk yıl daha sürdürecek gücü var. Var ama otuz kırk yıl da geçse, 50 bin insan daha ölse eninde sonunda gelinecek nokta, hepimiz biliyoruz ki oturulacak, konuşulacak, ilelebet birbirlerini öldürecek değiller ya, Kürtlerin, Türklerin, Arapların, Farsların bir yüzyıl daha birbirini boğazlayacak hâlleri yok ya.

Biz onun için şunu diyoruz: Bakın, AKP sıralarından bir arkadaşımız geçen gün hükümranlık -yine zaman hızlı geçiyor- konusunu açmıştı, egemenlik konusunu açmıştı. Arkadaşlar, bir devlet egemenliğini iki türlü tesis edebilir, çok ciddi bir yanılgı var burada. Şu kadar yani siyaset biliminin en basit tartışmalarından bir tanesidir: Hükümranlığı siz tankla, topla kuramazsınız. En nihayetinde egemenlik meşruiyetle ilgili bir durumdur, toplumsal meşruiyetle ilgili bir durumdur.

Bakın, şunu söyleyebilirsiniz: Tabii ki Cizre'de, Silopi'de, orada silahlı insanlar var. Devlet de gidecek, hükümranlık hakkı gereği hepsini vuracak, kıracak, dökecek, hükümranlığını tesis edecek. Bu kadar yanılgılı bir yaklaşım olamaz. Birincisi, devlet elindeki şiddet tekelini -altını çizerek söylüyorum- meşru bir şekilde kullanmak zorunda, kanun yetmiyor buna. Meşruiyetin temeli toplumdur, kanunun temeli devlettir. Sanırım, arkadaşlar, bu hükümranlık konusundaki argümanlarını önerirken bunu unutuyorlar. Yani siz şimdi inanıyor musunuz ki Cizre'de yaşayan insanlar, devletin 10 bin askerle o kenti kuşatmasına rıza gösteriyorlar, buna meşruiyet veriyorlar. Var mı böyle bir şey?

Toplum şiddetten arındırılacaksa bunun tek bir yolu vardır, ikinci bir yolu yoktur: Konuşacaksınız, rızasını alacaksınız, bir toplumsal sözleşmeyle o taleplere cevap vereceksiniz, toplumu şiddetten arındıracaksınız. Çok özür diliyorum, ukalalık olarak almayın ama dört yüzyıldır modern devletin temelinde bu var, toplumsal sözleşmenin temelinde toplumun şiddetten arındırılması ama bunun toplumsal bir sözleşmeyle yapılması var. O halkın rızasını almak durumundasınız. Öyle vurduyla kırdıyla, giderim, öldürürüm, yaparım... Yani bunlar gerçekten hamasetin ötesinde değil. Ben inanıyorum, siz de buna inanmıyorsunuz. (AK PARTİ sıralarından "Nereden biliyorsun?" sesi) Otuz yıla bakın, anlarsınız; doksan yıla bakın, anlarsınız. Nereden biliyoruz? Tarihe bir bakın; Şeyh Sait'e bakın, Seyit Rıza'ya bakın, Ağrı'ya bakın, 90'lara bakın, 4 bin tane yakılan köye bakın, 17 bin faili meçhule bakın. Ne oldu? Sonuç şu: Orta Doğu altüst oluyor. Kürtler, Orta Doğu'da yüzyıldır statükonun dibine gömülmüş Kürtler bir yol bulmaya çalışıyorlar ve Orta Doğu'daki genel jeopolitik dengeler, bizim görüşümüz bir Kürt-Türk ittifakına doğru zorluyor. Ortada belli bir imkân durumu söz konusudur. Siyasi basiret böylesi karmaşık bir durumu çok yapıcı şekilde ele almayı, istişareyle sorunları çözmeyi gerektirir. Bunu söylüyoruz. Şimdi, ısrarla barışa, uzlaşmaya, müzakereye yaptığımız davetleri, lütfen, rica ediyoruz, zayıflık olarak algılamayın. Nezaket zayıflık değildir. Görüyoruz, patlayacak. Bakın, Rusya'nın savaş uçağını indirdik, Musul'da askerlere ateş açılıyor. Siz farkında mısınız adım adım bu memleket savaş girdabının içerisine çekiliyor. Peki, Meclis bu durumda ne yapıyor? Dışarıda o, savaş durumunun içerisine çekiliyor, 80 milyon Kürt'ü, de Türk'ü de çekiliyor bunun içerisine. Bu tarafta ne var? E, bu tarafta kocaman kentler, kasabalar kuşatma altında.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Peki, Meclis ne yapıyor? Meclis topu Hükûmete atmış, Hükûmet de almış, askere vermiş. Hatırlayın, eskiden şunu derlerdi: "Ya, asker üzerine düşeni yaptı, sıra siyasilerde." Bunu söylüyorlardı. Şu anda, maalesef, Parlamento üzerine düşen görevi yapmıyor, topu Hükûmete, Hükûmet de askere, polise vermiş. Bu şekilde gidersek arkadaşlar -zamanım bitti, hemen toparlıyorum- gerçekten sonumuz hayra alamet değil. Onun için şunu özellikle ısrarla tekrar belirterek bitirmek istiyorum: Silopi'den, Nusaybin'den, Cizre'den, oralardan yükselen çığlıkları duyun. Az önce burada CHP'nin grup başkan vekili bir şey söyledi, dedi ki: "Doktorlar, 7 tanesi şu an sığınakta." Tam iki dakika sonra şurada kahkahalarla gülüyorduk. Gerçekten benim şahsen çok zoruma gitti.

Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)