| Konu: | (10/2, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18) No.lu Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 13 |
| Tarih: | 10.12.2015 |
ORHAN ATALAY (Ardahan) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gelişmiş ülkeler başta olmak üzere tüm dünyada gözlemlendiği gibi kendi toplumsal bünyemizde de dikkat çekici bir artış eğilimine girmiş bulunan boşanma vakalarını incelemek amacıyla Anayasa'nın 98'inci ve İç Tüzük'ümüzün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılması önergesi üzerinde söz almış bulunuyorum, heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Amacımız, belki de önemine dikkat çekmek niyetiyle, cemiyet hayatımızın temel yapı taşı veya çekirdeği olarak nitelediğimiz aile kurumuna zarar verecek saikları tespit etmek, onlarla sahici şekilde yüzleşmek, sağlıklı çözümler üretmek ve bilhassa maddi ve manevi tüm kazanımlarımızı kendilerine emanet olarak bırakacağımız çocuklarımızın daha sağlıklı yetişmelerine uygun iklimlerin vücuda getirilmesine katkıda bulunmaktır.
Değerli arkadaşlar, takdir edersiniz ki fizik ve ötesi hâliyle durmak bilmeyen o güçlü devinimiyle bu hayatın en temel gerçeği hareket, değişim ve yenileşmedir. İnançlar, kültürler, medeniyetler, teknikler, yönetim biçimleri hatta ideolojik, biyolojik ve sosyolojik yapılar dahi bu köklü yasaya bağlı bir seyir izlerler.
Ailenin ilk ortaya çıkışına ilişkin farklı inançlar, bilgiler ve tezler olsa da hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçeklik vardır ki o da özellikle çağımızda ailenin toplumsal varlığın temel yapı taşı olarak gördüğü ilgi ve kabuldür. Toplum binamızın yapı taşını oluşturan ailenin temelinin esasında aşkın bir arka plana da sahip olan evlilikle atıldığını biliyoruz. Bu nedenledir ki insanlık tarihinin başından günümüze kadar hemen hemen tüm kültürlerde evlilik kurumu saygın ve kutsal bir öz taşır. Evlilik merasimlerinin çoğu toplumlarda seyirlerin en büyük mabedinde Tanrı'nın huzurunda bir sözleşmeyle akdedilmesi de bu yüzden olsa gerek. Ne var ki özellikle gelişmişler kategorisinde yer alan ülkelerde aile kurumunun tam anlamıyla büyük bir krizle karşı karşıya bulunduğu artık bir sır değildir. Bu ülkelerde boşanma oranlarının yüzde 50'lerin üzerinde seyrettiğini, tek ebeveynli aile veya gayriresmî veya gayrimeşru birliktelikler, evsiz ve ailesiz çocuklar gibi problemlerin de birincil nedeni olan bu durum ciddi bir sosyal problem olarak devletlerin öncelikli listesinde yerini almış bulunmaktadır.
Bizdeki duruma gelince, bahsi geçen ülkeler kadar olmamakla birlikte rakamların bizim de kapımıza yaklaşan büyük bir tehlikeden haber verdiği kanaatindeyim. Mesela, 2000 yılında 34.862 olan boşanma sayısı, sadece bir yıl sonra yani 2001 yılında takriben 3 kat birden artmış ve 91.994 sayısına ulaşmıştır. Bu sayı bir önceki yılda ne yazık ki 131 bine yaklaşmıştır. Devletlere ciddi maliyetlerin yanı sıra telafisi imkânsız nice travma ve trajedilere gebe bu problem, belki de yarınlara ilişkin ciddi tedbirler almamız gerektiği konusunda geç kaldığımızı da söylüyor. Birleşmiş Milletlerin 1994 yılını "Aile Yılı" olarak ilan etmesi de belki bu yüzdendir.
Değerli milletvekilleri, şehirleşme süreciyle birlikte eğitim düzeyinin artmasına bağlı olarak kadının iş ve sosyal hayata daha fazla özne olarak katılıp ekonomik bağımsızlığına kavuşmasından ileri iletişim teknolojisine kadar bir dizi nedensel açıklama yapmak elbetteki mümkündür ama devletin de bu değişim ve dönüşüm sürecini kontrol altına almak, onu doğru yönetmek, gerekli tedbirleri zamanında almak gibi bir ödevi olduğu da açıktır. 2002'den bugüne AK PARTİ iktidarları dönemleri boyunca bu tehlikenin farkında olarak devrimsel boyutlarda attığımız adımlara rağmen bu konuda katedilmesi gereken uzun bir mesafenin olduğu inancındayız. Zira, 1990 yılında kurulan Başbakanlık Aile Araştırma Kurumuna kadar aile kurumu, yönetim politikaları arasında hatıra gelmeyen, gitmediğimiz ve görmediğimiz çok uzaklarda bir köy gibiydi. Bu kurumun bugün Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı adıyla müstakil bir bakanlığa kavuşturulmuş olması bile tek başına konunun hangi ciddiyetle ele alındığını gösterir. İlgili bakanlığın faaliyet sahalarına baktığımızda ise devletin sosyal karakteriyle ilk kez buluştuğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Değerli arkadaşlarım, "aile" denince dikkatlerin hemen kadına yönelmesi, kadının aile kurumunun alternatifi olmayan kurucu ve koruyucu rolünden dolayı olsa gerek. Yaratıcının hayat dediğimiz hakikati kendi varlığına bağladığı kadına ilişkin sağlıklı bir bakışı hatta inancı yaygın ve etkin kılmadığımız sürece dünden beridir bu kürsüde dile getirilen derdin dermanını bulma imkânımızın da olmayacağı kanaatindeyim.
Ne yazık ki, dinlere ve devrimlere rağmen baştan beri bu konuda arzu edilen düzey henüz yakalanmış değildir. Mesela, kutsal kitaplarda Musa Peygamber'in babasından tek bir yerde dahi söz edilmez iken anasına defalarca atıflarda bulunulur. Buna rağmen Musa Peygamber'in getirdiği dinin mensupları her sabah "Bizi kadın olarak yaratmamış bulunan Tanrı'ya hamdolsun." diyerek hayata başlarlar.
Kadını mabede dahi kabul etmeyen tarihsel ve toplumsal bir iklimde kadın kimliğinin saygınlığını yeniden inşa etmek amacıyla olsa gerek ki, İsa Peygamber babasız yaratılmış ve kıyamete kadar "Meryem oğlu İsa" adıyla anılsın diye. Ama onun getirdiği dinin din adamları bir süre sonra kadını "büyük günahın faili" diye suçlayıp ilahiyatını ve hukukunu bu bakışa bina ettiler.
"Bana dünyada üç şey sevdirildi: Namaz, kadın ve güzel koku" diyen, eşine tokat atana "Gündüz eşeğini dövdüğün gibi eşini döveceksin gece de utanmadan aynı yatağı paylaşacaksın. Bilesiniz ki en hayırlınız eşine karşı en hayırlı olanınızdır." uyarısında bulunan, "Ben, güneşte kurutulmuş et yiyen kadının oğluyum." sözünü bir iftihar olarak söyleyen, "Çoğu insan ona bakmaktan kendisini alamıyor, onu mescitten menetseniz olmaz mı?" teklifinde bulunan kişiye: "Allah'ın kullarını Allah'ın mescitlerinden menedenden daha zalim kim olabilir?" ayetini hatırlatan, "Beşikten mezara kadar ilim tahsil etmek erkek ve kadın herkese farzdır." diyerek kadına hem mabedin hem de mektebin kapılarını açan bir Peygamber'in öğretilerinden onun ümmeti kadını mektepten ve mabetten mahrum bırakan pratikler üretti.
Dinlerin tahakkümündeki Orta Çağı kapatıp sözde, evren, insan, tarih, gelenek, kültür, din ve toplum gibi en temel alanlarda yerleşik tasavvur biçimlerini kökten sorgulayıp varoluşu salt maddeye indirgeyerek hayatı kutsalı olmayan çekilmez bir sığlığa indirgeyen modern devrimlere gelince, onların da kadın için bir cennet vaatleri hiç olmadı.
Dün sanayi devrimini izleyen süreçte gün boyu alın terinin karşılığı olarak karnını dahi doyuramayan, çoğu zaman yemlerine saldırmak için domuzlarla boğuşmuş kadını ucuz iş gücü olarak telakki etmiş vahşi kapitalizmden bugün kadının cinsel kimliğini paraya tahvil eden modern kapitalizme ne değişmiş olabilir ki. Ya da Fransız Devrimi'nden sadece dört yıl sonra yani 1793 yılında "İnsan ve Yurttaşlık Hakları Bildirisi başlığında geçen 'insan' kavramı kadını da içeriyor mu?" sorusunu soran De Gouges ve arkadaşlarına devrim yasasının giyotinlerden başka bir cevabı oldu mu? Ve insanlık olarak bugün önümüzdeki sofraya konulan acı yemişler kaderin dün bizzat kendi ellerimizle ektiğimiz tohumların ağaçlarından bize takdim ettikleri değil midir?
Tarih boyunca iktidar ve tahakküm hırsıyla dünyayı ebedî bir cehenneme çeviren savaşların geriye bıraktığı tüm yıkımların altında kalan şey, erkeklerin -tırnak içinde- "güçlü cesetleri" değil, kadınların ömür boyu iniltilerle kanayan o -tırnak içinde- "zayıf ruhları" değil midir?
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadının tarihini tıpkı gazetelerin 3'üncü sayfasını dolduran haberler gibi trajedilerle dolduran bu bakışın sakatlığını sorgulamak her akıl ve vicdan ehlinin asgari ahlaki mecburiyeti değil midir? İnsan ve hayata dair gerçeklik bu ise şayet, yapmamız gereken şey de onu dönüştürmeye irade koyup hayatın her alanına nüfuz edecek soylu çabalara soyunmak olmalıdır. Öyle ise gelin ilahiyat, tarih, edebiyat, sanat ve siyaset başta olmak üzere her şeyi on binlerce yıllık yaşanmışların süzgecinden damıtıp, evet, kadını da hem de merkezinde içeren insanca bir hayatı yeniden inşa etmeye koyulalım. Bu inşada iyiliğin dörtte 1'ini babaya, 3'ünü de anaya verelim çünkü hayat denilen ağır yükün dörtte 3'ü onların sırtında taşınmaktadır.
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)