| Konu: | Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü Bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2015 Tarihinden İtibaren Bir Yıl Daha UNIFIL Harekâtına İştirak Etmesi Hususunda Anayasa'nın 92'nci Maddesi Uyarınca Hükümete İzin Verilmesine Dair Tezkeresi (3/3) |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 5 |
| Tarih: | 08.07.2015 |
CHP GRUBU ADINA MURAT ÖZÇELİK (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'nin Lübnan'daki Birleşmiş Milletler Geçici Gücü'ne yapmış olduğu katkının bir yıl daha uzatılması konusunda, Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan tezkere hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına partimizin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Bilvesile, yeni Meclisin ve yasama yılının, ülkemizin hayati sorunlarını çözmek ve halkımızın demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, özgürlükler, eşitlik ve refahın adaletli paylaşımı bağlamındaki beklentilerinin karşılanması bakımından yaratıcı ve verimli olmasını diliyorum. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin uluslararası meşruiyeti haiz Birleşmiş Milletler Barış Gücü operasyonlarına katılmasını hem Silahlı Kuvvetlerimizin milletler topluluğunda olumlu görünürlüğünü artırmak, Türkiye'nin Birleşmiş Milletler içerisindeki ağırlığını güçlendirmek hem de dünya ve bölge barışına hizmet etmek açısından yararlı görüyoruz. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bölgedeki tecrübesinin Lübnan'daki Birleşmiş Milletler Geçici Barış Gücü için büyük değer taşıdığı tartışılmazdır. Birleşmiş Milletlerin bölge barışı için meşru zeminde yürüttüğü etkinliklerin muhakkak Türkiye'nin de faydasına olacağına inanıyoruz. Bölge meselelerinde müttefiklerimizle birlikte hareket etmemizin önemli olduğunun altını çizerken, bu tür faaliyetlerin Türkiye Cumhuriyeti'nin millî menfaatlerine olumlu etkisinin öncelikli hedef teşkil etmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum. Bu anlamda, sadece Lübnan'ın değil, tüm Orta Doğu coğrafyasının yani komşularımızın da barış ve istikrara kavuşması ülkemiz için hayati öneme sahiptir.
Gündemin bir yandan koalisyon veya erken seçim tahminleriyle, diğer yandan da Suriye ve Irak'taki gelişmeler çevresinde döndüğü bugünlerde, dış politika bağlamında daha ilkeli ve ayağı yere basan bir yol izlenmesi gerektiğine inanmaktayız.
Suriye ve Irak'taki gelişmeler ülkemiz için çok ciddi bir tehdit teşkil etmektedir. Ne yazık ki bu iki komşumuzun şu an yaşadıkları olumsuzluklar Türkiye'nin son yıllarda izlediği yanlış ve maceracı dış politikanın bir ürünüdür. Yani, Türkiye uygulanan dış politikayla barış ve istikrar getirici özelliğini kaybetmiş bulunmakta ve kendi menfaatlerine aykırı olarak bölgede ve dünyada gün geçtikçe daha da dışlanmış bir konuma sürüklenmektedir.
Komşularımızla ilişkilerimizi düzeltmek, ortak sorunlara çözüm bulabilmek için iletişim çok önemlidir. Ancak son dönemlerde yanlış olan dış politika metotları sonucu birçok ülkeyle bu iletişimi sağlayan diplomatik ilişkilerimizin seviyesi düşürülmüş hatta topyekûn durdurulmuştur. Nitekim Mısır, Suriye, İsrail, Lüksemburg, Avusturya, Vatikan, Yemen ve Libya'daki büyükelçilerimiz çekilmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla bu ülkelerle ilişkilerimiz son derece düşük seviyededir. Bölgemizdeki ciddi gelişmeler karşısında Suriye, Irak ve Mısır'la ilişkilerimizin öncelikle yeniden düzeltilmesi gerekir. Ancak bu suretle Körfez ülkelerine dönük dış ticaretimiz eski seviyeye getirilebilecektir. Türkiye'nin dışarıdaki menfaatleri sadece etkin işleyen diplomatik ilişkilerle sağlanabilir.
Değerli milletvekilleri, yakın bir geçmişte Türkiye'nin AB üyelik talebi özgürlük ve demokrasi peşindeki Arap kitleleri tarafından da yakından takip ediliyor, bu sayede siyasi ve ekonomik alanda reformlar yapılıyordu. Şu anda dini referans alan, terörü temel felsefesi olarak benimsemiş El Kaide, El Nusra, IŞİD ve Boko Haram gibi birçok örgüt Afrika'nın batısından Afganistan'a kadar, Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinin hemen tamamında bizim tahmin ettiğimizden daha güçlü bir hâle gelmiş bulunmaktadırlar. Eğer biz sorunları doğru teşhis edip bu sorunlara karşı kolektif tedbirleri müttefiklerimizle birlikte zamanlıca alamazsak, sadece komşularımız ve bundan hareketle Avrupa ve diğer Batılı ülkeler değil, tabiatıyla Türkiye de çok önemli bir terör tehdidinin etkisi altında kalacaktır.
Türkiye'nin içindeki Selefi yapılanmaların hem insan devşirme faaliyetlerinde bulundukları hem de hücreler oluşturdukları herkesin bildiği sırlardır. Önümüzdeki dönemde Türkiye'nin etkin istihbari ve güvenlik tedbirlerini alması durumunda çıkarları zarar görecek bu terör odaklarının hem Türkiye'yi hem de Batı'yı daha fazla hedef alması çok zor olmayacaktır. Bu şartlar altında İslam ülkelerine öncülük etmemiz gerektiğine inanıyoruz. Biz, mademki "İslam ile terör aynı cümlede geçemez, İslam bir barış dinidir." diyoruz, o hâlükârda, temeli barış olan dinimizi bu terör odaklarından kurtarmak öncelikle bizim görevimizdir.
ABD ve Avrupa'nın zamanında desteklediği ılımlı İslam, yerini, maatteessüf, radikal İslam ve teröre bırakmıştır. Esas şimdi ülkemizin bu çağ dışı anlayıştan kurtulmayı isteyenlere örnek olma zamanı gelmiştir. Yani inanca ve kimliklere saygılı laik bir sistem altında dar gelirlilerin sıkıntılarına derman olacak, insan hakları ve tüm özgürlüklere sıkı sıkıya bağlı bir anlayışla rotasını çağdaş medeniyete çevirmiş bir Türkiye'yi muhafaza etmeliyiz. İşte biz Türkiye'yi böyle bir rotaya oturtarak İslam dünyasındaki din kardeşlerimize onların özlediği örneği sunabiliriz.
Eğer kendi halkımızın güvenlik içerisinde yaşamasını temin etmek istiyorsak -ki bu her çağdaş ülkenin vatandaşlarına olan asli görevidir- o zaman hep birlikte el ele vererek, özellikle Orta Doğu'da bir yandan halkların insanca yaşamalarını sağlayacak koşulları oluşturmaya gayret ederken öte yandan terörle mücadeleyi en katı biçimiyle yürütmeliyiz. İslam'ın barış dini olduğunu göstermek, silahlı terörü varoluş felsefesi olarak gören gruplarla iş birliği yapmamak Suriye'de olduğu gibi taşeron görevini onlara vermemek anlamına gelir. Orta Doğu'ya baktığımızda, Türkiye'nin tekrar tüm dinler ve mezheplere eşit mesafede duran bir dış politika uygulamasına dönmesi ve böylece bölge istikrarına katkıda bulunması birinci önceliğimiz olmalıdır. Yabancı savaşçılara verilen destek daha fazla çatışmaya, acıya ve Suriye ile Irak'ta milyonlarca kişinin yerlerinden edilmesi sonucunu doğuruyor. Bu nedenle Türkiye'nin yabancı savaşçıların geçiş güzergâhı olmasının önüne geçilmelidir. Hemen sınırımızın karşısında Türkmenler kadar Arapların da Kürtlerin de bizim himayemiz altında mutlu yaşamalarını sağlamamız lazım. Biz, halkların refahı için dış politikamızı ayarlamalı, bu politikaların arkasında durmalı, kendi akrabalarımızı IŞİD'e veya başka terörist oluşumlara vurdurtmamalıyız, birbirlerine saygı göstererek birlikte yaşamalarını sağlamalıyız. Kimse yadsıyamaz ki Türkiye önemli, güçlü ve büyük bir ülkedir. Türkiye, komşularımızın sınırlarımızın hemen ötesinde demokratik düzeni kurmalarına yardım edecek olursa bölge istikrarına da ciddi katkı yapmış olacaktır. Suriye'deki nihai siyasi çözümü görmeden güvenlik koridoru veya tampon bölge gibi yaklaşımlar anlamsızdır. Nitekim Türkiye'ye güvenlik koridoru veya tampon bölge konusunda izin veren bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı veya Suriye'nin kendi topraklarında böyle bir bölgenin yaratılmasına yönelik herhangi bir rızası yoktur. Böyle bölgeler oluşturmanın yegâne amacının bir saldırıyı defetmek olduğunu da ileri sürmek imkânsızdır. Suriye topraklarında Türkiye'nin bir güvenlik koridoru oluşturması uluslararası hukuku ihlal etmek demektir ve Türkiye'yi işgalci güç durumuna düşürecektir. Kimse Türkiye'yi macera olacak işlere çekmemelidir. Oysa Türkiye, IŞİD'in insan kıyımını durdurmak için uluslararası girişimlere hız vermeli, IŞİD'e karşı mücadele için Suriye ve Irak'a kara birlikleri göndermenin haricinde, uluslararası koalisyona tam destek sağlamalıdır. Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçler Irak ve Suriye'ye müdahalelerini mezhep gözetmeksizin, tüm halkların iyiliğine olacak yardımlarla sınırlamalıdırlar. Bu çerçevede, Türk Silahlı Kuvvetlerinin önü arkası belli olmayan, hedefi belli olmayan, stratejisi belli olmayan hiçbir maceranın içerisine kesinlikle itilmesi taraftarı olmadığımızın bu yüce kürsüden de bir kere daha altını önemle çiziyorum.
Değerli milletvekilleri, şu anda 2,5 milyon Suriyeli Türkiye'de bulunuyor. Türkiye'nin 5'inci büyük şehri kadar kalabalık bir nüfusa Türk halkı bakıyor. Bu insani dram ülkemiz için büyük bir yük olmaktadır ancak yurdumuza kabul ettiğimiz bu insanlara Suriye'de nihai bir çözüm gerçekleşip geri dönüş şartları oluncaya kadar bakmak bizim insanlık borcumuzdur. Hâl böyle olmakla birlikte, onları sokaklara bırakmak yerine, insani bir politikayı bir an evvel devreye sokmak da önem arz etmektedir. Suriyeli mülteciler konusunda müttefiklerimizden fazla bir dayanışma görmemekteyiz. Bunun nedeni ise mülteciler arasında bulunan ve sınırlarımıza kadar büyük bir rahatlıkla girip çıkan militanlardan ileri gelmektedir. Şu an Türkiye için en büyük tehdidi oluşturan, Suriye ve Irak sınırlarında güvenlik neredeyse hiç yoktur. Türkiye mültecilerle birlikte, teröristlerin de cirit attığını bilerek sınır güvenliği konusundaki tedbirlerini azami ölçüde almalıdır. Türkiye, halkımızı ve müttefiklerimizi alacağı esaslı sınır güvenliği tedbirleriyle rahatlatmalıdır.
Değerli milletvekilleri, Batı'daki komşumuz Yunanistan'daki gelişmeler ışığında avro bölgesinde kalmayı sürdüren ancak sıkı mali politikaları uygulamakta güçlük çeken Avrupa Birliği ülkelerinin oluşturduğu yeni bir kuşağın ortaya çıktığını görmekteyiz. Bu çerçevede, bir yandan Avrupa'daki gelişmeleri izlerken diğer yandan ülkemizin özelliklerini dikkate alarak birliğin neresinde yer almamız gerektiğini ciddi bir şekilde değerlendirmeliyiz, belirlemeliyiz. Her hâlükârda Türkiye tüm samimiyetiyle Avrupa Birliği üyeliği çalışmalarına öncelik verme politikasına geri dönmelidir. Eğer Türkiye örnek bir demokrasi olup bölgenin güvenlik ve istikrarına katkıda bulunacaksa, özgürlükleri ve adalet sistemini Avrupa Birliği ile tam uyumlu hâle getirmelidir. Zira Avrupa Birliği savaşa karşı barışı, yoksulluğa karşı refahı savunanların çok önemli bir projesidir. Bugün nefretin, şiddetin ve savaşın bir kez daha Türkiye'nin de içinde bulunduğu Avrupa uluslar topluluğunun kapısına dayandığı bir ortamda Avrupa Birliğinin misyonunu ve önemini bir kez daha hatırlamakta büyük fayda bulunmaktadır.
Yine, bugün baktığımızda, toplumumuzun çok geniş bir kesimi ülkemizin gidişatı nedeniyle büyük endişe duymaktadır. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini demokrasimiz, ekonomimiz ve toplumumuz için vazgeçilmez bir hedef ve bir demokrasi çıpası olarak görüyoruz. Avrupa Birliği üyeliği ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel ve insani özgürlükler ve gelişmişliğe ulaşma hedefidir. Bu hedef iç politika polemiklerine kurban edilmeyecek kadar önemlidir. 77 milyon vatandaşımız daha iyi ve modern bir yaşamı hak ediyor. Avrupa Birliği ilkeleri, teknolojik yenilik, yeni kurumlar oluşturma ve yeni uluslararası ortaklık kurma kapasiteleri bakımından öncül konumlarını sürdürmektedir. Türkiye, insan haklarına, demokrasiye, eğitime, teknolojiye, kadınlara, sanata önem veren bir ailenin parçası olmalıdır. Avrupa Birliği, yakın bölgelere yönelik komşuluk, göç ve enerji politikalarına önem vermektedir, öncelik vermektedir. Türkiye'nin yeni bir genişleme sürecinde yer alması bu alanlarda ortaya koyacağı politikalara katkıda bulunmasına da bağlı olacaktır, Avrupa Birliği değerlerini içselleştirmesine ve yakın çevresinde temsil etmesine de bağlı olacaktır. Biz, Türkiye'nin bölgesinde barışın ve güvenliğin tesis edilmesi ve yeniden örnek bir ülke hâline gelmesi için ülkemizin pusulasını tekrar çağdaş medeniyet yoluna çevirmesi gerektiğine inanmaktayız. Bu anlamda, Avrupa Birliğiyle yarım kalmış üyelik sürecinin tamamlanması için gereken tüm adımlar ivedilikle atılmalıdır. Avrupa Birliğine tam üyelik gerçekleşene kadar vize, tarım destekleri ve bölgesel kalkınma alanlarında halkımızın refahı için etkin müzakereler yürütmeliyiz. Diğer yandan, yeni fasılların açılmasını sağlamalıyız.
Avrupa Birliği üyelik sürecinde ülkemizin ilerlemesi, yürütülen Transatlantik Ticaret ve Yatırım müzakerelerinde ülkemizin hak ettiği yeri almasına da katkı sağlayacaktır. Transatlantik Ticaret ve Yatırım sözleşmesi vasıtasıyla elde edeceğimiz saygın konum ve yumuşak güç, evrensel demokratik ilkeler çerçevesinde bölgemizde istikrarının yeniden tesisi yolunda kullanılmalıdır. Bu sayede bölge hakları ile karşılıklı çıkar kanallarının yeniden açılması mümkün hâle gelecektir.
Değerli arkadaşlarım, dış politikada öncelik yurttaşlarımızın güvenliği, huzuru ve refahıdır. Coğrafyamız fırsatlar kadar tehlikelerle doludur. Devletler zayıflamakta, aşiret ve mezhep çatışmaları tırmanmakta, suç ve terör örgütleri ülkeleri kan gölüne çevirmektedir. Ülkemizin geleceğini düşünürken bu tehlikeleri yakından izlemek ve yurttaşlarımızın güvenliğini teminat altına almak gerekmektedir. Ülkemiz, Hükûmet politikalarıyla yurttaşlarının canını tehlikeye atan değil, dünyanın neresinde olursa olsun yurttaşlarına güven veren bir aktör olmalıdır. Girişimcilerimizin meşru haklarının korunması ve yatırım olanaklarının artırılması öncelikli dış politika hedeflerimizde yer almalıdır.
Türkiye'nin farklılıkları ve çok kültürlülüğü en önemli dış politika gücüdür. AKP öncesi hükûmetler dış politikada Türkiye'nin çok boyutlu kimliğini ön plana çıkarmaya çalışmıştır. Türkiye, barındırdığı her kültürle başka bir coğrafyaya bağlanabilir. Türkiye, sahip olduğu demokrasi deneyimi, Batı'yla ilişkileri, inanç ve değerleri, laikliğiyle özgün bir ülkedir. Türkiye, farklı bölgelerin kültürel özelliklerini taşımaktadır. Bu nedenle, çevremizde bulunan ve farklı kültürlere sahip olan ülkeler Türkiye'yi kendilerine yakın hissetmektedirler. Türkiye, bütün dinî ve mezhepsel kimliklere saygılı, seküler yapısıyla Anadolu'nun kültürünün ve dinî geleneklerinin bütün bölge ülkelerine de ışık tutacağı bir istikrar odağı hâline gelmelidir.
Atatürk'ün dış politika için yön gösterdiği "Yurtta sulh, cihanda sulh." ilkesinden hareket ederek, Türkiye'ye yeniden bölgede ve uluslararası zeminde güven verici, barışçıl ve güçlü bir ülke konumunu kazandırarak, komşularımızla barış ve iş birliği ortamı içerisinde uluslararası alanda ise saygın bir ülke sıfatıyla, ciddi, tutarlı ve istikrar getirici bir yolda ilerlemeliyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu düşüncelerle, Cumhuriyet Halk Partisi adına grubumuzun tezkereye olumlu oy vereceğini bildiriyor, Lübnan'da Birleşmiş Milletler Geçici Barış Gücü nezdinde görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri personelimize görevlerinin devamında, barış namına verdikleri çabalarında başarılar diliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)