GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter ve 21 milletvekilinin; FATİH Projesini zamanında bitiremediği, projeye dair birçok yolsuzluğa sessiz kaldığı iddiasıyla Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/54)
Yasama Yılı:5
Birleşim:82
Tarih:24.03.2015

HDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul Milletvekili Sayın Fatma Nur Serter ve arkadaşlarının, FATİH Projesi'ni zamanında bitiremediği, projeye dair birçok yolsuzluğa sessiz kaldığı iddiasıyla Millî Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı hakkında gensoru açılmasına ilişkin verilen önerge üzerine Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Kapitalist ulus devletlerin eğitim politikalarını belirlerken ve bunları hayata geçirirken öncelik verdikleri iki temel gereksinim sermayenin ve devlete hâkim olan ideolojinin bekasıdır diyebiliriz. Bu temelde, Türkiye gibi kapitalist ulus devletlerde sürdürülen eğitim sistemini sermayenin ihtiyaç duyduğu nitelikte insan gücünü yetiştirme ve toplumu ideolojik olarak belli bir kalıba sokma süreci olarak nitelendirebiliriz. Sermayenin ihtiyaç duyduğu niteliklerde insan gücünü yetiştirirken eğitim sistemi tam bir eleme ve ayrıştırma aracı olarak işlev görür.

Değerli milletvekilleri, bu ayrıştırma öğrencinin sosyoekonomik sınıfına, diline, kimliğine, inancına, cinsiyetine ve cinsel yönelimine göre belirlenmektedir. Eğitim sürecindeki merkezî sınavlar, mülakatlar, yönlendirmeler tam da bu amacı yerine getirmek için gerekli zemini ortaya çıkarmaktadır. Zengin ailelerin çocuklarının neredeyse tamamı ileride kendilerine yüksek gelir getirecek ve bunu sağlayacak bir eğitim alırken yoksul ailelerin çocukları ya okula gidememekte ya da binbir zorlukla okula gidenler meslek liselerine, imam-hatiplere ve meslek yüksekokullarına yönlendirilmektedir. Yani, bir bütün olarak zengin çocukları kendi tercihlerini yaparken bu ideolojik ve siyasal tercihler çerçevesinde ileride daha başarılı olabilecekleri şekilde okullara yönlendirilmekte, yoksulların çocukları da kendi yaşamış oldukları koşullar çerçevesinde daha kıt olanaklarla, daha zor koşullarla karşı karşıya bırakılmakta, âdeta yoksulluk onlara bir kader olarak dayatılmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu temelde, eğitim sistemi toplumdaki mevcut eşitsizlikleri ortadan kaldıracağı yerde her geçen gün bu eşitsizlikleri daha da derinleştirmekte ve daha da artırmaktadır. Yani, şu ana kadar eğitim sistemindeki mevcut uygulamalar bu eşitsizlikleri azaltmaktan ziyade daha da fazlalaştırmış, daha da büyütmüştür.

Burada, üzerinde durmak istediğim ikinci nokta ise egemenlerin eğitim sistemini kendi siyasal ve ideolojik perspektiflerini tüm topluma ve geleceğe aktarma aracı olarak ele almaları hususudur. Diğer bir ifadeyle, siyasal iktidarlar eğitimi toplumu şekillendirme süreci olarak ele almakta, araçsallaştırmakta ve sürekli olarak müdahalelerde bulunmaktadırlar. Bu temelde, Hükûmet çocukların, gençlerin, bütün toplumun kendisi gibi düşünmesini, kendisi gibi inanmasını sağlayacak düzenlemelere gitmektedir. Düşünen, sorgulayan bir toplum yerine aç da kalsa, susuz da kalsa, her gün emek sömürüsüne, polis şiddetine maruz da kalsa şükredecek bir toplum yaratmak için eğitim süreçlerine sürekli müdahaleler söz konusudur. Merkezî iktidar, kendisi gibi düşünmeyen, inanmayan ve kendisi gibi yaşamayanları ise eğitim sürecinde terbiye etmekte, sindirmekte, kodlamakta, ötekileştirmekte ve nihayetinde elemektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye eğitim sisteminin en temel sorunlarından birisi de ders kitapları meselesidir. Ders kitapları aracılığıyla bir ülkedeki resmî söylemin sınırlarını, ülkedeki güç ilişkilerini, eğitim ile demokratikleşme ya da toplumsal çatışma arasındaki ilişkiyi tartışmak mümkündür. Bu bağlamda, Türkiye'deki millî kimlik kurgusunun ve "yurttaşlık" kavramının temel hak ve özgürlükler çerçevesinde kapsamlı bir analize tabi tutulması gerekmektedir.

Ders kitapları bir ülkede temel hak ve özgürlüklerin genişlemesine, öğrencilerin bakış açılarının zenginleşmesine ve toplumsal barışa katkı yapabilir ya da tam tersinden bakarsak, içerdikleri ayrımcı söylemlerle toplumsal çatışmaları ve eşitsizlikleri artırabilir, çözümden ziyade sorunların bir parçası da olabilir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de okutulan ders kitaplarındaki biz anlayışı, konuyla ilgili yapılan çalışma raporları da çok açık bir biçimde göstermektedir ki çocukların bakış açılarını tekilleştiren ve kısırlaştıran bir anlayışla yazılmaktadır. Ayrıca, çoğulcu bir bakış açısı ve demokratik vatandaşlık anlayışı geliştirmekten de uzaktır. Bu çerçevede, Türkiye'de genelde eğitim sisteminin, özelde ise ders kitaplarının en önemli sorunlarından biri, dili Türkçeden, dini Sünni İslam'dan farklı insanların eşit vatandaşlık temelinde bir arada yaşamalarını sağlayacak bir sistem ve ufuk geliştirmek meselesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, yeni Anayasa yapma girişimiyle, çözüm ve barış süreciyle ve farklı kesimlere yönelik açılım politikalarıyla kadim sorunlarını çözmeye ve yeni bir toplumsal sözleşme geliştirmeye çalışıyor. Çünkü, birçok farklı ülkede olduğu gibi, mevcut ulus devlet paradigması ve bu paradigmanın ürettiği eğitim sistemi artık Türkiye'deki farklı etnik ve inanç gruplarının taleplerini karşılayamıyor. Bu süreçte bir yandan varlıkları yıllarca inkâr edilen Kürtler mevcut siyasal uygulamaları sorguluyor ve eşit yurttaşlık talebinde bulunuyorlar. Ayrıca, Aleviler, Ermeniler, Süryaniler, Romanlar, kadınlar ve sayamadığımız birçok etnik, inançsal ve kolektif topluluk da günden güne daha fazla sorunlarını dile getiriyor ve eşitlik talep ediyorlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu taleplerin somutlaştığı önemli mücadele alanlarından biri de eğitimdir. Örneğin, Kürt sorunundaki temel taleplerden biri ana dilde eğitim konusuna odaklanmış durumda. Bunun yanında, Aleviler eşit yurttaşlık ve evrensel inanç özgürlüğü çerçevesinde zorunlu din derslerine karşı çıkıyorlar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye'yi kusurlu bulduğu birçok kararına karşın Millî Eğitim Bakanlığı zorunlu din derslerine ilişkin hiçbir düzenleme yapmamakta, uluslararası hukuka aykırı uygulamalara devam etmektedir. Eğitim sisteminde kodlandıkları ortaya çıkan Ermeni, Rum, Süryani birçok yurttaşımız ise süregiden ayrımcı uygulamalarla mücadele ediyor, çocuklarına kendi dillerini ve kültürlerini aktaracak nitelikli bir eğitim aldırabilmenin kaygısını taşıyorlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu anlamda, ders kitaplarının düzenleyicisi ve denetmeni konumunda bulunan Talim ve Terbiye Kurulunun işleyişi bir yana, adı bile çağımızın gerisindedir. Talim ve terbiye kavramının çağdaş eğitim sistemlerinde bir karşılığı bulunmamaktadır. Ülkemizin geleceği olan kuşaklara zorunlu eğitim yaşamları boyunca okutulan tüm ders kitaplarının tekçi, yok sayıcı, ayrımcı, ötekileştirici, rencide edici söylem ve üsluplardan arındırılması, Türkiye'nin geçmekte olduğu çözüm ve barış sürecinde toplumun ortak hafıza ve bilgi birikiminin bir aynası olan ders kitaplarının evrensel insan hakları standartları, çoğulculuk ve toplumsal barışa katkı sunması açılarından irdelenmesi ve bu doğrultuda ders kitaplarının yeniden yazımında bilimsel, demokratik ve özgürlükçü ilkelerin birincil referanslar hâline getirilmesi kaçınılmazdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; buradan özellikle belirtmek istiyorum ki AKP iktidarının eğitime yönelik müdahaleleri en az kendisinden öncekiler kadar ideolojik olduğu gibi, özgürlükçü bir yaklaşıma da kesinlikle sahip değildir. AKP iktidarının demokrasi, özgürlük ve hak gibi kavramları kullanarak yaptığı değişim ve müdahaleler bu kavramların taşıdıkları evrensel anlamlardan uzak, eğitimde Neoosmanlıcılık temelinde muhafazakârlaşmayı adım adım inşa etmeyi meşrulaştırma ve hakikati gizleme çabasıdır. AKP iktidarı eğitimi bir ortaklaşma, paylaşma ve özgürleşme süreci olarak ele almamaktadır. Ona göre eğitim toplumsal eşitsizlikler ve ayrımcılıklarla mücadele etme süreci değildir. AKP için öğretmenin, öğrencinin, velinin eğitim alanında kafa yoran, düşünen ve çalışmalar yürüten aydınların, sendikaların bir kıymetiharbiyesi de yoktur. Bakanlığın istediği, eğitim şûralarında yaptığı gibi çoğulculuk, katılımcılık adı altında yandaş sendikaların, yöneticilerin, bürokratların hegemonyasında kararlar alıp bizlerin de kendilerinin ne kadar demokrat olduklarına inanmamızı sağlamaktır.

Değerli milletvekilleri, eğitim bütçesinin arttığı, aslan payını aldığı yönündeki iktidar sözcülerinin söylemlerinin ise istatistiksel yanıltmalardan ibaret olduğu ortadadır. Bu nedenle, Eğitim Bakanlığının bütçesinin nominal büyüklüğünün tek başına bir anlamı bulunmamaktadır. Asıl bakılması gereken göstergeler, eğitim bütçesinin millî gelire oranı, öğrenci başına yapılan ortalama harcama, yatırımlara ayrılan pay ve halkın cebinden çıkan eğitim harcamalarıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye OECD ülkeleri içerisinde öğrenci başına en az kaynak ayıran ülkedir. Diğer taraftan, eğitimin niteliği açısından eğitim bütçesinde en önemli kalemi oluşturan yatırımlara ayrılması gereken payda da 2002 yılıyla kıyasladığımızda ciddi bir düşüş yaşandığı görülmektedir. Yatırımlara ayrılan pay 2002 yılında yüzde 17 iken 2014 yılı itibarıyla bu oran yarı yarıya azaltılarak yüzde 9'a düşürülmüştür. Eğitim Bakanlığının bütçesi eğitim sisteminin temel gereksinimlerini karşılamanın çok uzağında olduğu için, aileler bu açığı kapatmak için kendi ceplerinden ciddi harcamalar yapmaktadırlar.

Değerli milletvekilleri, Eğitim Bakanlığı kamusal eğitime yeterince kaynak ayırmadığı için toplumdaki sosyoekonomik eşitsizler doğrudan eğitime yansımakta ve okullar arasında ciddi dengesizlikler ortaya çıkmaktadır. Eğitim harcamaları bakımından Türkiye'de en zengin yüzde 20 ile en yoksul yüzde 20'nin arasındaki fark 14 kat olmuştur. Bu nitelik farkı doğrudan öğrenci başarılarına etki etmekte ve sınıfsal bir ayrıştırma işlevi görmektedir.

Sosyoekonomik açıdan üst bölgelerdeki okulların öğrencilerinin bir üst öğretime yani ortaöğretime, yükseköğretime geçme oranları, merkezî sınavlardaki başarı ortalamaları ve prestijli okul ve bölümleri kazanma oranları alt sosyoekonomik bölgelerdeki okullara oranla hayli yüksektir. Bunun temel nedeni, kamu okullarının giderlerinin, gereksinimlerinin veliler tarafından karşılanması ve devletin kamu okullarına, özellikle yoksul mahallelerdeki okullara üvey evlat muamelesi yapmasıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP hükûmetlerinin geliştirdiği eğitim politikaları sorunları çözeceği yerde, her yıl yeni sorunlar ve bu sorunlarla birlikte yeni eşitsizlikler ve mağduriyetler yaratmaktadır. Geçtiğimiz bir yıl içerisinde on binlerce eğitim yöneticisinin görevine son verilmesi ve bunların yerine yapılan siyasal kadrolaşma, TEOG'da yapılan sistem değişikliğiyle milyonlarca öğrencinin mağdur edilmesi ve binlerce öğrencinin isteği dışında başta imam-hatipler olmak üzere meslek liselerine otomatik kayıtların yapılması, kamusal eğitime harcanması gereken kaynakların özele aktarılması, eş durumu atamalarında sigortalı çalışma süresinin üç yıla çıkarılmasıyla aile bütünlükleri bozulan on binlerce öğretmene binlercesinin daha eklenmesi, eğitim kurumlarında siyasal kadrolaşmaya zemin oluşturan sözlü sınavın yaygınlaştırılması, ana dilde eğitim için kendi kurumlarını açan halka yönelik baskı ve zor kullanımı, Kürtçe öğretmenlerine negatif ayrımcılık uygulanması ve bu öğretmenlerin atamalarının yeterli sayıda yapılmaması ilk başta akla gelen yeni sorunlar olarak sıralanabilir.

Değerli milletvekilleri, Suriyeli, Iraklı yüz binlerce mülteci öğrencinin eğitim öğretim hakları çerçevesinde mağdur edilmesi de bir diğer önemli meseledir. Hiç kuşkusuz savaşların en büyük mağduru çocuklardır. Birleşmiş Milletler verilerine göre, Türkiye'ye gelen mültecilerin yaklaşık yüzde 35'i zorunlu eğitim öğretim çağında olan çocuklardır. Bu çocukların eğitim öğretimleri için Eğitim Bakanlığının yürüttüğü çalışmalar nelerdir? Eğitim Bakanlığı dururken Diyanet İşleri Başkanlığının kamu okullarının bazılarında mülteci çocuklara eğitim vermesinin nedeni nedir? Özellikle kamplar dışında kalan ve sayısı yüz binleri bulan çocukların eğitimi için neler yapılmaktadır? Neden kamplardaki Sünni Arap çocukların eğitimi için gösterilen çaba kamplar dışındaki Kürtlerin, Süryanilerin, Ezidilerin, Hristiyanların eğitimi için de gösterilmemektir? Eğitim kurumlarında Arapça eğitim verilirken neden Kürtçe ya da diğer dillerde eğitim verilmemektedir? Bu soruların Sayın Bakan tarafından cevaplanmasını, Genel Kurulla paylaşılmasını istiyorum.

Değerli milletvekilleri, eğitim sisteminin temel sorunlarından biri de üzerinde görüştüğümüz gensoru önergesinin muhtevasını da kapsayan neoliberal politikalar temelinde kamu kaynaklarının özel sektöre aktarılması, eğitimin ticarileştirilmesi ve piyasaya açılmasıdır. AKP on iki yıllık iktidarı boyunca eğitimi hem işlevsel hem de örgütsel açıdan piyasa merkezli bir işletmecilik mantığıyla sürekli olarak dönüşüme tabi tutmuştur. Öğrencilerin özel okullara yönlendirilmesi, özel okullara teşvik adı altında kamu kaynaklarının aktarılması, kamu taşınmazlarının sermayeye peşkeş çekilmesi gibi uygulamalara izin veren düzenlemeler bu mantığın sonucudur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; "öğrencilere ücretsiz tablet dağıtımı" parolasıyla gündeme getirilen FATİH Projesi, bütün okullardaki sınıfların akıllı tahtalarla donatılması, her öğrenciye bir tablet bilgisayar dağıtılması, İnternet altyapısının kurulması, içerik ve müfredat yazılımlarından oluşmaktaydı. Proje kapsamında, ilk aşamada, sınıflarda kullanılacak akıllı tahtalar, ardından 12-15 milyon arasında tablet bilgisayar alımının yapılacağı söylenmişti. Birçok branşta öğretmen açığı olan okullardaki öğrencilerin tablet bilgisayarlardan izleyeceği bir dersle açığı kapatamayacağı, bunun öğretmen, öğrenci arasındaki yüz yüze iletişimin yerine geçemeyeceği zaten bilinmekteydi.

Değerli milletvekilleri, FATİH Projesi kapsamındaki akıllı tahtalardan tabletlere, içerik yazılımlarından İnternet'e kadar pek çok alanda Kamu İhale Kurumu devre dışı bırakılırken, bunun üzerinden milyarlarca liralık rant sağlanması söz konusu olmuştur. Gelecek on beş yıl içinde aylık bağlantı en düşük 10 TL olarak hesaplandığında, FATİH Projesi'yle sadece İnternet bağlantısı üzerinden 15 milyar dolarlık yeni rant kapısı açıldığı görülmektedir. Dünyada bilimsel olarak hâlen araştırılan ve etkinliği kanıtlanmayan eğitimde bilgisayarlı teknolojilerin kullanımı, Türkiye'de okulların ve eğitimin ivedi ihtiyaçları göz ardı edilerek alelacele devreye konulmuştur. Üstlenici firmaların kârlarını artırmayı hedefleyen bu projenin eğitim sistemini yeniden yapılandıran bir düzenlemeye yama yapılmasının yanlış bir tutum olduğu yönündeki itirazlar ise Hükûmet ve Millî Eğitim Bakanlığı tarafından maalesef dikkate alınmamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; FATİH Projesi, eğitim ve öğretimde, sözüm ona, fırsat eşitliğini sağlamak ve okullardaki teknolojiyi iyileştirmek amacıyla 2011 genel seçimleri öncesinde AKP'nin klasik, popülist seçim vaatlerinin birisi olarak ortaya çıkmıştır. Bilindiği gibi, FATİH Projesi Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülmekte olup Ulaştırma Bakanlığı tarafından da desteklenen bir projedir. Proje başlarken dört yılda tamamlanacağı söylenmiş, daha sonra bu süre beş yıla, daha sonra ise yedi yıla çıkarılmıştır. FATİH Projesi kapsamında öğrencilere tablet bilgisayarlar dağıtılacağı, tablet bilgisayarlar dağıtılan öğrencilere kesinlikle ders kitabı verilmeyeceği belirtilmiştir ve FATİH Projesi'ne 8 milyar 500 milyon TL bütçe ayrılmıştır.

Değerli milletvekilleri, FATİH Projesi kapsamında bazı okulların İnternet üzerinden alan ağı altyapı işlemleri yapılmıştır. Daha sonra ise hepimizin takip ettiği ve basına da yansıdığı gibi, bu okullarda yapılan kablolama işlerinde ihale teknik şartnamesine uygun olmayan malzemelerin kullanıldığı, bu nedenle, sistemin bilgi depolama, İnternet'e ulaşma gibi konularda yetersiz kaldığı ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra, etkileşimli tahtaların arızalı olduğu, tablet bilgisayarlarla bağlantı kuramadığı, bu durumun Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Bilişim Sistemleri Grup Başkanlığı tarafından tespit edildiği ancak buna rağmen, projenin iptal olmaması için 84.921 adet arızalı etkileşimli tahtanın satın alındığı bilinmektedir. Bu süreç, eğitimdeki sorunların teknolojik gelişmelerin kullanımıyla çözülebileceği yanılsamasını yaratmıştır.

Değerli milletvekilleri, FATİH Projesi'nin bitiriliş tarihi olarak taahhüt edilen zamanın sonuna yaklaşılmasına rağmen sadece ortalama yüzde 7,6'sının tamamlanabilmesi, etkileşimli tahtaların tamamının arızalı olması, İnternet alan ağı altyapı işlerinde usulsüz ve eksik malzemelerin kullanılması, etkileşimli tahtalarla tablet bilgisayarların iletişim kuramaması, birçok yolsuzluk olayının yaşanması artık tüm çıplaklığıyla aşikârdır. Bu temelde, vatandaşlarımızın vergileriyle oluşturulan Bakanlık bütçesinin sorumsuzca ve denetimsizce birilerine peşkeş çekildiğine ilişkin kanaatlerimiz güçlüdür -unutmamalıyız ki- Türkiye'nin eğitimde FATİH Projesi gibi rant projelerine değil, eğitim sisteminin gerçek sorunlarını çözümlemeyi gözeten, eşit, parasız ve özgür bir eğitimin mümkün olacağı nitelikli bir eğitim sistemine ihtiyacı olduğunu belirtiyor, bu duygu ve düşüncelerle önergeyi de desteklediğimizi belirtiyor, Genel Kurulu tekrar saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)