GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in, Türkiye'nin son dönemde ekonomik ve istihdama yönelik göstergelerinin kötüye gittiği iddiasıyla Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/47)
Yasama Yılı:5
Birleşim:79
Tarih:18.03.2015

MHP GRUBU ADINA AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisinin Ekonomi Bakanı Sayın Nihat Zeybekci adına verdiği gensoru önergesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum ve önergeyle ilgili görüşlerimizi aktarmak üzere huzurunuzdayım. Öncelikle, Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün 18 Mart. Ben de Çanakkale'de atalarımızın bu toprakları kanla, canla vatanlaştırmasını ve şehitlerimizi minnetle ve rahmetle anıyorum.

Değerli milletvekilleri, milletimiz, içinde bulunulan ve bir türlü düzelemeyen bu ağır ekonomik şartlardan ve ülkemizde daha önce hiç şahit olunmamış ölçüde yolsuzluk ve hırsızlıklardan, keyfekeder, hukuk sisteminin alaşağı edilmesinden artık yorulmuştur. Bugün Türkiye'nin faiz tartışmasından daha çok, daha derinlerde ve daha önemli problemleri bulunmaktadır ve Türkiye ekonomisi bıçak sırtındadır.

Tartışmaların yoğunlaştığı alanlar aslında şu başlıkların altında olsaydı burada belki de daha farklı konuları konuşma fırsatı bulup bazı önerilerde de bulunabilirdik Hükûmete. Bunlar ne olabilirdi?

Giderek yükselen ve tehlike gösteren enflasyon. Hâlen düşüşte de olsa yeteri kadar karşılanma imkânı olmayan cari açık ve daha önemlisi bu açığın finansmanının kalitesi meselesi. Bir yıl içinde çevrilmesi gereken 170 milyar dolarlık dış yükümlülük ve reel kesimin 183 milyar doları bulan açık pozisyonu ve nihayet son tartışmalarla birlikte Türkiye'nin yükselen kredi riskleri, CDS risk primlerinin yükselmesi bugün burada asıl tartışılması gereken meseleler olmalıydı. İşte bu risklerin varlığı yabancıların Türkiye'ye paralarının yani "sıcak para" dediğimiz, o elimize aldığımızda avcumuzu yakan paranın rahatça gelmesinin önünde de engel teşkil etmektedir.

Değerli arkadaşlar, aslında sıcak para açısından Türkiye çok uzun yıllar, 2003-2007 arasında bir cennet hâline gelmiştir ve Türkiye büyümesi sıcak parayla finanse edilmiştir çok uzun yıllar. Böyle bir ortamda Hükûmete ve ekonomi yönetimine ve tabii ki iktidara düşen ne olmalıydı? Ek bir risk yaratmamak, riskleri büyütmemek ve mümkün mertebe alınmış olan -bu biraz önce saydığım başlıklardaki- riskleri de minimize ederek, azaltarak ortadan kaldırmaya çalışmak olmalıydı ama gelin görün ki AKP yönetimi bunun tam tersini yaparak bugün görüştüğümüz gensoru önergesindeki alt başlıklardaki konulardaki meseleleri gündeme taşımıştır.

Değerli milletvekilleri, durup dururken kurlar artmadı, fırlamadı. Yani baktığımız zaman aşağı yukarı 16 Ocakta 2,30 civarında olan kur 2,62'ye geldi, iniyor çıkıyor belki 1 kuruş. Merkez Bankasının o kadar ciddi anlamda rezervlerinden para aktarmasına rağmen kurlarla ilgili ciddi bir tedbir de geliştirilemiyor değerli arkadaşlar. Sepet kur 2,70'i bulmuş, "gösterge tahvil faizi" dediğimiz on yıllık veyahut beş yıllık faizlerdeki oran da 8,76 yani bir ara yüzde 9'ları buldu bu faizlerin artışı.

Değerli arkadaşlar, bu ortamda geçenlerde Beştepe'de "İşi tatlıya bağlama ekonomi brifingi" verildi. Bu brifingin enteresan bir tarafı da burada sunulan ve döviz kuru oynaklığını gösteren grafik, şu gördüğünüz grafik, değerli arkadaşlar, aslında durumu en güzel şekilde bizzat Merkez Bankası Başkanının hazırladığı sunuda bize anlatıyor. Bu grafikte koyu renkte gördüğünüz şey Türk lirasının 2013'ten sonra yabancı paralara, özellikle dövize, dolara karşı aldığı değeri gösteriyor, diğerleri de, daha az renkli olanlar da gelişmekte olan ülkelerin aldığı kur. Şimdi buradaki esas, bu grafikte gösterilmesine rağmen, özellikle son bir buçuk ayda kur dalgalanmasına neden olan sebebin, Merkez Bankasına faiz baskısını bir tarafa bırakarak, işte birtakım bakanlar veya ekonomi yönetiminin ileri gelenleri "Pariteden oldu." gibi hikâyelerle kamuoyunu da yanıltmaktadırlar. Aslında Beştepe sunumu bunun böyle olmadığının da çok açık delili olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun anlamı şudur: 2013'ten sonra Türk lirasındaki dalgalanmanın en önemli sebebi, kırılganlıkların en önemli sebebi tamamıyla iç unsurlardan ivme almasıdır ve iç meselelerden, daha doğrusu Türkiye'deki ekonomik ve siyasi istikrarın yok olmaya başlamasından kaynaklanmaktadır. Türkiye'de istikrar kaybolmuştur değerli arkadaşlar. Bunun ilanı da işte bu sunumda ortaya konulan grafiktir. Faiz baskısıyla yüzde 14 artış gösteren dolar kuru eğer sadece bir parite hareketi olsaydı, farklı kurlarla hareket etmiş olsaydı en fazla yüzde 5'lik bir artış gösterecekti ama bu bile meselenin tek başına içeriden kaynaklandığının bir diğer göstergesi.

Bize benzer 27 ülkede dolar fiyatı ortalama olarak yüzde 6 oranında artmış. Bugünlere getirirsek bunu, bizdeki yüzde 14, şu andan bugün itibarıyla bakarsak, neredeyse yüzde 20'lere yaklaştı. Aslında bu bir gizli devalüasyon böyle baktığınız zaman. Ocak ayında malum çevrelerin konuşması, malum şahısların konuşması ve neredeyse vatan hainliğine kadar işin götürülmesiyle başlayan o tartışma ve polemikler, Türk lirasının yüzde 20 devalüe edilmesine yol açmıştır değerli arkadaşlar.

İşte, maalesef, nasıl birtakım manevi değerlerimiz Süleyman Şah Türbesi'nde olduğu gibi korunamıyorsa, bugün Türk lirasının da değeri korunamamaktadır.

Önümüzdeki günlerde ne olacaktır? Dolara bağlı olarak ithalatın faturasında artışlar olacaktır. İçeride de buna bağlı olarak fiyat artışları yani enflasyonda artışlar göreceğiz. Tabii, bu dolardaki yükselişin maliyeti ve fiyatları artırması kaçınılmaz olarak önümüzdeki günlerde karşımıza çıkacak. Buna karşılık euronun değer kaybı ihracat gelirlerimizde de azalmaya yol açmaktadır. Bu da bir başka gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani çok kısa bir süre içerisinde maliyet ve fiyat yapısından kaynaklanan ve tüm ekonomiyi olumsuz olarak etkileyen bir durumla karşı karşıyayız.

Değerli milletvekilleri, biz, Merkez Bankasının politika faiziyle birtakım uğraşmalar yaparken veya birileri Merkez Bankasına tabir caizse ayar vermeye çalışırken, aslında Merkez Bankasının belirlediği bir diğer faiz oranı var ki toplumda herkesi ilgilendiren ve toplumun her kesiminin canını yakan bir faiz oranı. O da nedir biliyor musunuz? Kredi kartı faiz oranları. Siz hiç bu Merkez Bankasına ayar verenlerden "Kredi kartı faiz oranlarını, ey Merkez Bankası, indir." dediğini duydunuz mu? Maalesef böyle bir şey duymadınız. Böyle bir durum da yok.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) - Hiç duymadık.

AHMET KENAN TANRIKULU (Devamla) - Kredi kartı faizi aylık olarak, alışveriş faizi ve nakit avansı olarak baktığımız zaman yüzde 2,02'dir. Bunu yıllığa getirdiğimiz zaman, hani basit olarak baktığımızda, yüzde 24 gibi algılarsınız ama öyle değil, o basit.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) - Bileşik...

AHMET KENAN TANRIKULU (Devamla) - Bileşik faize baktığınız zaman yüzde 30'ları buluyor. Bir de bunun üstüne Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu koyun, banka sigorta muamele vergisini koyun, tüketicinin sırtına yükleri yükleyin ve kredi kartının içinden çıkılamaz hâle geldiğini görün.

SEYFETTİN YILMAZ (Adana) - Birileri de köşeyi dönüyor Sayın Bakan bu arada!

AHMET KENAN TANRIKULU (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Merkez Bankası faiz oranı -dedim ya- yüzde 7,5; bu kısa vadeli faiz oranı yani "politika faiz oranı" denilen faiz. Fiilî enflasyon yüzde 7,55. E, enflasyon hedefini de -tutmayan bir hedefleri var- yüzde 6,3 almışsınız ama siz bu arada kredi kartının politika faizinin en az 3 katı ve diğer fiilî enflasyon oranının da 4 katı kadar bir faiz oranıyla tüketicinin sırtına bindiriyorsunuz. Şimdi, bunun adına, tabiri caizse, kelimenin en hafif tabiriyle "soygun" denir, "talan" denir, "vurgun" denir ve geliri az olan toplumun her kesiminde yaşayan insanların canının yanması demektir.

Değerli arkadaşlar, bu durumda gerçekten bir faiz oranı indireceksek veyahut Merkez Bankasına belirli bir ölçüde bir çıkış, bir yol gösterme yapacaksak, ben -tabirimi hoş görün- bu "ayar" kelimesini kullanmak istemiyorum, bu çok yanlış bir şey çünkü Merkez Bankası bizim hükûmetimiz döneminde bağımsızlığına kavuştu değerli milletvekilleri. Biz Merkez Bankasının bu hâllere gelmesi için bağımsızlığını getirmedik. 2000 yılında Merkez Bankası bağımsızlanırken bu olaylarla işte karşılaşmasın, birtakım gözünü hırs bürümüş siyasetçiler veya sorumsuz kişiler Merkez Bankasına ayar vermesin diye işte o zaman bağımsızlığını getirdik.

Peki, bu durumda Türkiye'nin diğer makroekonomik göstergeleri bundan nasıl etkilenecek? Gelelim, buna bakalım.

Birkaç tane mesele. Bu işten büyüme etkilenir mi veya azalır mı veyahut da enflasyon hedefe yaklaşır mı? Bu sorulara baktığımız zaman ilk soruya "Evet." diye cevap verebiliyoruz ama ikinci soruya maalesef "Hayır." demek zorundayız. Yani büyüme bu işten olumsuz etkilenir, enflasyon da düşmez. Bunun nedeni, tabii ki döviz kurlarındaki oynaklık olarak karşımıza çıkıyor. Enflasyona neden olan meselenin yeteri kadar artış sebebi ortada. İthal girdi fiyatları içerideki diğer fiyatları etkiliyor ve dolayısıyla maliyetler artıyor. Bu maliyet artışları da beklenen enflasyonu da etkilediği için üçlü fiyat davranışları enflasyonun daha yukarı çıkmasına yol açıyor.

Bu tartışmalar Türkiye'nin kırılganlaşmasına yol açıyor değerli milletvekilleri. Bu, kırılma meselesi nedir? Şimdi, Türkiye'nin o ilk 20'lerde, ilk 15'lerde diye gösterildiği mesele çok gerilerde kaldı; Türkiye artık kırılgan 5'li içerisinde sayılıyor. Nedir bu ülkeler? Brezilya, Endonezya, Güney Afrika, Hindistan ve nihayet Türkiye. Bu ülkelerin hepsinin temel özelliği şu: Hepsinin ekonomisinde sıkıntılar var, problemler var, ciddi enflasyon artışlarıyla karşı karşıyalar, cari açıkları var ve bunlar onu, o ülkeleri kırılgan yapmakla mükellef.

Değerli arkadaşlar, bu kırılganlığın ağırlıklı kesimi şirketler. Şirketler kesimi yani özel sektör bu kırılganlıktan daha fazla etkileniyor, sebebi de bu kur artışları meselesidir. Yani borçlarını geri ödeme zamanı geldiğinde kur artışları tartışmaları başladığındaki kurla... Ki biraz önce söyledim, yani 2,29-2,30 civarından 2,62'lere, hatta bir ara 2,65'lere kadar geçti bu kur. Bu kadar yüksek bir maliyeti bunların kaldırması mümkün değil. İşte, onlar da ne yapıyorlar? Üretimi kısıyorlar, işçi çıkarıyorlar; bu da büyümeyi olumsuz anlamda etkiliyor.

Değerli arkadaşlar, Türk ekonomisine yön veren, TL faizi değildir -bakın, bunun altını çiziyorum- döviz faizidir çünkü Türk ekonomisi çift paralı bir ekonomidir. Böyle bir ekonomide sizin, Merkez Bankasına talimat vererek, kısa vadeli faizleri indirerek bir yere varmanız asla mümkün değildir; diğer yöne dikkatinizi çekmeniz lazım ama maalesef, onun için de basiretli, dirayetli bir ekonomi yönetimi olması gerekiyor. Kısa vadeli TL faizlerinin hızlı düşmesi demek aynı zamanda yatırımların finansman maliyetinin de artması demek, buna da çok ciddi manada dikkat çekilmesi lazım. İşte, bu ilişki doğru anlaşılsaydı vatana ihanet meselesinin muhatabı da bir başkaları olurdu diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de reel faiz bir ara dünyanın en yüksek reel faiziydi. Bakın, 2002-2006 arasında reel faiz yüzde 14'leri buldu, yüzde 17 bile olduğu oldu ve daha sonra yani 2006-2010 arasında yüzde 5,5 ve daha sonra da, 2010'dan sonra geçen dört yıllık süre içerisinde sıfıra yaklaştı, zaman zaman eksi oldu. Bu, faizin yüzde 14 olduğu dönemde, değerli arkadaşlar, bizim büyümemiz ortalama yüzde 7,5-8'lere yaklaşmış, faizin 5,5 olduğu dönemde yüzde 4,7'leri bulmuş ve reel faizin neredeyse sıfır, negatif olduğu dönemde de 4,4 olmuş. Şimdi bunları niye söyledim, biliyor musunuz? TL faizinin inmesi aynı zamanda büyümeyi de düşürmüş, çünkü dövizin faizi yükseldiği için TL faizinin inmesi büyümeyi olumlu bir anlamda etkilemiyor. Bu, ortada bir gerçek. İşte, başlattığınız tartışma ülkeyi maalesef böyle bir noktaya getirdi.

O zaman şu soruyu soralım: Faiz lobisi kim, kimlerdir bu faiz lobisi? Hani herkesin dilinde, söylüyorlar. Normalde, kendi aralarında anlaşıp, vatandaştan mevduatı düşük faizle toplayıp sonra topladıkları bu paraları çok yüksek faizlerle vatandaşa tekrar kredi veren gruplara bizim normalde faiz lobisi dememiz lazım, yani düzen normal işleseydi böyle dememiz lazımdı. Zaten bunun örneği de şu: Bankalar Ocak 2015'te tam 12,4 milyar lira faiz geliri elde etmişler ve bu dönemde de, yine ocak ayında, mevduat sahiplerine 4,7 milyar lira faiz ödemişler. Yani neredeyse aldıkları paranın üçte 1'i kadar veriyorlar geriye, yani bu kadar da pintilikte bulunuyorlar.

Aslında -şimdi söyleyeceğim önemli- on iki yıldır bu ülkede hem Hükûmet hem de işte, şimdi hedef tahtası hâline getirilen Merkez Bankası kriz söylemiyle yüksek faiz düşük kur politikası uygulayarak gerçek faiz lobisini yarattı. Bu politikaların sonucunda gerçek faiz lobisi ortaya çıktı.

Değerli arkadaşlar, bütün bu uygulamalar, aynı zamanda ihracatı da kârlı olmaktan çıkartmıştır. Şu anda ihracatla ilgili de ciddi sıkıntılarımız var. Niye? Kaynaklarımızı dış ticarete konu olan konulara ve sektörlere aktaracağımız yerde, lüks gayrimenkullere, birtakım kamu arazilerine ve yatırımlarına yöneldi. Yani kaynak planlamasında bir yanlışlık yaptı Hükûmet. Buna da çok dikkat etmek gerekiyor. Faiz lobisini orada burada arayacağınız yerde, dönün bu yanlış politikalarda arayın diyoruz.

Enflasyon çok ciddi manada yükseldi ve enflasyonun önlenebilmesi adına, aslında yapılması gereken birtakım da reformlar var hem büyümeyi artıracak hem enflasyonu önleyecek. Biz diyoruz ki Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Hükûmetin odaklanması gereken yapısal reformlar var. Nedir onlar? Beşerî sermayeye önem verin, iş gücü piyasasına dikkat edin, teknolojik yeniliklerle uğraşın ve nihayet fiziki altyapıyı da ona göre düzgün hâle getirin. Yani bu kadar reform yapılması dururken sadece faiz politikasına odaklanmanız gerçekten çok enteresan ve yanlış bir hedef.

Değerli arkadaşlar, şimdi, şunu söylemem gerekiyor: Merkez Bankası son dokuz yılda 6 kere bu Hükûmete veya önceki hükûmetlere özür mektubu yazdı, "Ya, kusura bakmayın, ben enflasyon hedeflemesi yaptım ama bir türlü tutturamıyorum." dedi. Şimdi, siz Merkez Bankasının faiz politikasını bir kenara bırakın da asıl bu konu üzerinde odaklanın. Niye para ve maliye politikalarını birlikte entegre edip bu konu üzerinde bir şey yapmıyorsunuz da mektup yazılmasına vesile oluyorsunuz? Yoksa mektuptan mı acaba çok fazla hoşlanıyorsunuz?

Şimdi, döviz girişi ve çıkışı 2015 yılında ciddi manada sıkıntıya girecek ve azalacak. 180 milyar dolarlık bir kısa vadeli dış borç meselemiz önümüzde heyula gibi duruyor, çok ciddi bir problem. Borç rakamlarına baktığımız zaman bu rakamlar çok büyük rakamlar. 2014'ün sonunda hazinenin borcu 612 milyar lirayı bulmuş ama daha önemlisi, özel sektör ve hanehalkı borcu 1,5 trilyon.

Şimdi, ben size bir şey söyleyeyim, işte değişim burada. On iki yılda ne yapmışlar arkadaşlar? Eskiden kamu borçluymuş, toplam borçların yüzde 80'i kamudaymış, şimdi denge değişmiş, yüzde 70'ini özel sektöre yüklemişler. Diğer bir deyimle, Türkiye'nin borçları azalmamış, yer değiştirmiş, birbirleriyle yer değiştirmişler.

Şimdi, bunu deyince aklıma, şirketlere gidince, bir şirket meselesi geldi, bugünlerde de tartışılan bir konu. Acaba bir ülke anonim şirket olarak yönetilebilir mi?

Değerli arkadaşlar, hepinizin merakla bunun üzerinde durduğunu biliyorum. Devlet niçin bir şirket gibi yönetilemez, önce onu söyleyeyim. Aslında cevabı çok basit, ikisinin arasında dağlar kadar fark var, devlet ile şirket arasında. Devlet bir toprak parçasında yaşayan insan topluluklarının egemenlik anlayışı ve hukuk içinde teşkilatlanması demek, dolayısıyla milletten ayrı bir devlet kavramının da düşünülememesi lazım. Bu yüzden de devlet zaten toplumsal refahı artırmak için vergi gelirleri, diğer gelirlerle birtakım çalışmalar yapıyor ama şirkette patron belli. Şirketin amacı ne? Kârını artır, kârı dağıt. Devlette böyle bir olay var mı yani "Kâr artırayım, kârı dağıtayım." diye? Böyle bir şey de yok.

Değerli arkadaşlar, şunu söylüyorum: Bugün siyasi iktidar devleti kendi babasının malı gibi görüyor. Türk devleti, işletme veyahut şirket veya holding değil, bunun altını çizelim, böyle bir fark yok. Türkiye'de Osmanlılardan beri gelen bir devlet geleneği var, bu devlet geleneğini ciddiye alıp devamını getirmemiz lazım. İşte, bu nedenlerle şirketler şirket gibi, devlet de devlet gibi yönetilmeli. Esas olan, devleti devlet gibi, şirketi de şirket gibi yönetmektir.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)