| Konu: | 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ne ilişkin |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 72 |
| Tarih: | 09.03.2015 |
RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - Efendim, ben bu beyaz karanfil için teşekkür ediyorum ama tabii, yalnızca sembolik işlerle sınırlı kalmamasını arzu ediyorum. Bizler, hanımlar olarak 9 Mart günü tıpkı kül kedisinin kabağa dönmesi gibi bir şeyi yaşıyoruz. 8 Mart günü herkes bize çok hoş sözler söylüyor; "Çiçek gibisiniz, başımızın tacısınız, cennet ayaklarınızın altında." diye ama 9 mart günü itibarıyla, tıpkı saat on ikide kabağa dönen kadınlar kül kedisi gibi oluyorlar ve tekrar şiddet, tekrar hakaret, her şey var.
Ben, sayın milletvekiline tekraren karanfil için teşekkür ediyorum. Evet, kadınlar bir çiçek, kadınlar başınızın tacı "Kadınların ayakları altında cennet var." diyorsunuz ama biz ne taç olmak istiyoruz ne çiçek, biz sizlerle beraber yoldaş olmak istiyoruz. Bu süslü sözleri değil, gerçek hayatın içinde el birliğiyle, gönül gönüle doğru işleri yapmak istiyoruz ama semboller üzerinden yapılan siyasette kadın konusu da aynen böyle.
Dün ve bugün çiçeklerimizi aldık ama konu yine kapatılıyor. Oysa bundan çok kısa bir süre önce, 11 Şubat günü katledilen ve 14 Şubat günü itibarıyla da birtakım toplumsal hassasiyetlerle, ismini hepimizin öğrendiği Özgecan üzerinden kadına şiddet konusu çok gündeme geldi ama maalesef seçilmiş günler gibi seçilmiş ölümlerimiz de oluyor. İşte bu sebeple ben, Özgecan'dan sonra katledilmiş kadınların hangisini hatırlıyorsunuz, merak ediyorum. Meryem Yılmaz'ı hatırlayanınız var mı? Ya Kübra Kart? Kübra Hanım -Allah rahmet eylesin- eşi tarafından 52 parçaya bölünerek katledildi, çöp torbalarıyla beraber sokaklarda bulundu. Hüsne Aslan'ı hiç kimse hatırlamıyor; Nuriye Sacı'yı, Sabiha Teskiricioğlu'nu, Şule Cımbılaz'ı, Türkan Alkaya'yı, Şemsiye Budak'ı ve daha nicelerini. Yalnızca seçilmiş ölümler ve seçilmiş günler üzerinden siyaset yapmaktan vazgeçsek ve toplum, vicdanıyla hesaplaşsa. Kişilere özel değil, yalnızca insanlık için harekete geçsek. Mesela, geçtiğimiz günlerde Adana'da 8 kişinin bir genç kıza, liseli bir genç kıza bir yıldır tacizde ve tecavüzde bulunduğunu hepimiz gazetelerden öğrendik. Sonuç; bu 8 kişiyle ilgili yine gazete haberleri şöyle: "Güle güle serbest kaldılar." Makul şüphe vardı zaten, şüphe olmasına rağmen bir şey yapılmadı; kesin kanıt da vardı, yine yapılmadı. Peki, bu liseli genç kızın yerine herhangi bir seçilmiş, yüksek makamlarda oturan birinin kızıyla ilgili en ufak bir söz söylenseydi reaksiyon ne olurdu, makul şüphe maddesi nasıl işletilirdi? Bu sebeple söylüyorum, insanlık adına, fırsat eşitliği adına herkesin vicdanını harekete geçirmesi gerek ve Türkiye'de şiddet konusunda, kadın-erkek demeden insan olarak hepimiz toplumsal vicdanı harekete geçirmeliyiz ve bu vicdan harekete geçtiğinde şiddetle ilgili reaksiyonlarımız sanıyorum daha anlaşılır, daha rasyonel olacak. Mesela, az önce denildi ki: "Mecliste ağır konuşmalar oluyor." Evet, kültürümüzde küfürler de hep biz kadınlar üzerinden gidiyor; kaba konuşmalar, küfürler, argolar hep hanımlar üzerinden yürüyor. Buna da "dur" diyecek birisi lazım, tabiatıyla hukuk her şeye çözüm getirmiyor. Burada çok fazla yasa çıkarıyoruz, her gün bir şeyler için el kaldırıyoruz ama adalet tecelli etmiyor çünkü vicdandan arındırılmış bir hukukla mücadele etmeye çalışıyor insanlarımız. Biz vicdanla giydirilmiş bir hukuk arzusundayız kadınlar, erkekler ve bütün toplum olarak.
Selamlaşma konusuysa tabiatıyla çok güzel. Selamlaşma kampanyaları yapmak, konuya komşuya selam vermeyi arzu etmek, bu konuda telkinler yapmak çok iyi ama Sayın Davutoğlu'na hatırlatır mısınız, kendinden önceki Başbakan konu komşuyu ihbar etmeyi önermişti insanlara, "Tencere, tava çalanlardan başlayarak her konuda komşunuzu ihbar edin." demişti. Acaba selamlaşma ile ihbar arasında nasıl bir korelasyon kurdu Sayın Davutoğlu? Kuşkusuz ki bu konuda da verecek bir cevabı vardır.
Ben bu vesileyle bütün insanlarımız için şiddetsiz günler diliyorum.
Çok teşekkürler ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)