| Konu: | TÜRKİYE İNSAN HAKLARI KURUMU KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 122 |
| Tarih: | 20.06.2012 |
İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 279 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Raporu üzerinde Komisyon adına söz aldım. Bu vesileyle, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekillerimiz, burada, benden önce, konuşmacı arkadaşlarımız birçok konuya değindiler. Öncelikle bu kanunun buraya gelmesinde emeği geçen alt komisyon Başkan ve üyelerimize, komisyon üyelerimize, Hükûmetimize ve Değerli Bakanımıza gerçekten teşekkür ediyoruz.
Bu kanunun buraya gelmesi gelmemesinden çok daha hayırlıdır. İlk kez böyle bir kurum kuracağız. Dolayısıyla, bu kurumun kurulmuş olması, eksiğiyle gediğiyle gerçekten önemli bir konu. Kanun'un amacı, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi amacıyla bir kurum kurmaktır. Bir kurum kuruyoruz. Yeni bir kurum, yeni bir oluşum. İnsan haklarını koruyacak ve geliştirecek; temel amaç, felsefe budur.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'de, insan hakları konusunda önemli gelişmeler olmuştur özellikle kurumsallaşma açısından. Bunu bu Meclis yapmıştır, katkı sağlamıştır. Daha geçen hafta bu Mecliste Kamu Denetçiliği Kurumu yasalaşmış ve inşallah en kısa süre içerisinde görevine başlayacaktır.
Yine Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır. 23 Eylül 2012'de devreye girecek ve o da insanlarımız açısından bir kapı olarak ortaya çıkacaktır.
Bugün burada, yine çok önemsediğimiz İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı'nı görüşüyoruz. İnşallah sizin katkılarınızla birlikte ve oylarınızla kanunlaşacak ve hayata geçecektir.
Yine bir başka kanun tasarımız, kolluk gözetim komisyonu ve bir diğeri de ayrımcılıkla mücadele ve eşitlik kurumu da inşallah en kısa zamanda Meclisimizde görüşülecektir.
Dolayısıyla haziran ayı, insan hakları açısından çok önemli bir ay olarak değerlendirilebilir. İnsan hakları açısından yeniden hamle yapıldığı bir dönem olarak algılanabilir, kabul edilebilir.
Değerli arkadaşlar, insan hakları alanında kurulan bu kurumları üçlü sacayağı şeklinde de tanımlayabiliriz. Yargı kararlarını denetlemek üzere, yargı sistemi içerisinde bireysel başvuru sistemi kurulmuştur. Yargının kararlarını denetleyecektir. Çok önemsediğimiz bir kurumdur. Anayasa değişikliğiyle bu kazanım elde edilmiştir. Meclis bünyesinde, yasamanın içerisinde Meclise bağlı Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuştur geçtiğimiz hafta. Şimdi ise idare ve yürütmeyle -tırnak içerisinde söylüyorum- ilişkili İnsan Hakları Kurumu kurulmaktadır. Yani bu şekilde böylece, insan hakları alanında üçlü bir sacayağı; yargı içerisinde, yasama içerisinde ve yürütmeyle de ilişkili bir yapı tamamlanmış olmaktadır.
Değerli arkadaşlar, "Böyle bir sistem veya böyle bir kurum kurmaya ne zaman ihtiyaç duyulmuştur, nereden çıkmıştır bu fikir?" diye bakacak olursak, İkinci Dünya Savaşı sırasında, gerçekten, çok ağır insan hakkı ihlalleri yaşanmıştır, ondan sonra birçok yapılar kurulmuş -uluslararası yapılar, Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi vesaire- bunların da önerileriyle devletler, kendileri içerisinde, ulusal insan hakları kurumlarının kurulması teşvik edilmiş, tavsiye edilmiş ve o, 1945'ten sonra da birçok devlette bu insan hakları kurumları kurulmuştur. Ancak, maalesef bizim ülkemizde bu husus belki de biraz geç kalmıştır ama "Geç olsun, iyi olsun, temiz olsun." derler. İnşallah, bu kurum kurularak bu gecikmişliği de ortadan kaldıracaktır.
Değerli arkadaşlar, Birleşmiş Milletler bu süreçleri desteklerken aslında, motamot "Şöyle bir kurum kuracaksınız, şöyle yapacaksınız." diye herhangi bir dayatmada bulunmamıştır devletlere ancak 1993 yılında bazı ilkeler benimsemiştir. "Bu kurumlar şöyle şöyle ilkelere bağlı kalırlarsa iyi olur." şeklinde birtakım prensipler belirlemiştir. İşte, bu prensiplerin adına da "Paris Prensipleri" denmiştir.
Bu prensiplere baktığımızda -yani, eleştiriler oldu biraz önce, saygı duyuyoruz, bunlardan da istifade ediyoruz ama- gerçekten bizim kurduğumuz bu yapı Paris Prensipleri'yle uyumlu mu yoksa çelişiyor mu, buna hep birlikte bir göz atalım. Bakın, bu Paris Prensipleri'nin 1'inci ilkesi "Ulusal insan hakları kurumları kanunla kurulur." demektedir. İşte, bugün bizim burada yaptığımız iş, bir kanun çıkarmak, bu kurumun bir kanuni dayanağını teşkil ettirmek. Yoksa bir yönetmelikle, bir genelgeyle belki kurulabilirdi ama bu yeterli güvenceler temin edilmemiş olurdu. O bakımdan, tam da Paris Prensipleri'ne uygun bir iş yapıyoruz bugün burada. "Mümkün olduğunca geniş görev ve yetkilere sahip olmalı bu Kurum." diyor. Bu kanunu incelediğimizde, 4'üncü maddesinde görev ve yetkiler sayılmış. Gerçekten burada çok fazla görevler verilmiş ama "Hayır, şu da eksik kaldı." denirse bunlar da ilave edilebilir. Burada insan hakları ihlaliyle mücadele, bireysel başvuru hakkı, birtakım sempozyumlar düzenleme, her şey konmuş ama eksik bir şey kalırsa görev ve yetkiler içerisine bunlar da konulabilir.
Bir başka prensip, diyor ki: "Kendi bütçesi, personeli ve tesisi olmalı." Şimdi, bakın, bu kanun diyor ki: "Kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip özel bütçeli İnsan Hakları Kurumu kurulmaktadır." Tam da Paris Prensipleri'nin istediği şekilde; özel bütçesi var, kendi personelini kendisi atıyor. Komisyonumuzda yaptığımız bir değişiklikle 60'tı personel sayısı, dedik: "Yetmeyebilir, 75 olsun." Mukayese olsun diye söylüyorum arkadaşlar, ben şu anda İnsan Hakları Komisyonunda 7 tane uzmanla çalışıyorum, 75 tane personeli olacak bu Kurumun. O bakımdan, bu açıdan baktığımızda da gerçekten Paris Prensipleri'ne uygun olduğunu düşünüyorum. İnsan hakları alanında faaliyet gösteren siyasi, sosyal ve sivil oluşumlarla etkin bir iletişim içinde olmalı ya da bunların kurumda çoğulcu temsiline imkân tanınmalı. Komisyondaki arkadaşlar bilirler, bu tasarı ilk geldiğinde tüm üyeleri Bakanlar Kurulu tarafından atanıyordu, hatta başkan ve başkan vekilini de Bakanlar Kurulu tayin ediyordu. Ancak bunun çoğulculuk ilkesine aykırı düşebileceği ortaya atıldı, Sayın Bakanımız da gerçekten katkı sağladı ve üyelerin seçimi farklı tabanlara yayıldı; işte 1 üyeyi barolar seçecek, 1 üyeyi YÖK seçecek, 2 üyeyi Sayın Cumhurbaşkanımız seçecek vesaire.
Bunun dışında, başka teminatlar kondu, "Aman ha, bu İnsan Hakları Kurumu görev yaparken buna kimse talimat vermesin." dendi, üyelere hâkimlik teminatı getirildi. Bakın, bürokrasiye bakın, en fazla teminatla mahsur olan kesimdir hâkimler. Dolayısıyla bu kadar teminat var, para var, bütçe var, bina var; e, o zaman "çalışılsın" deriz.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Hangi hâkim teminatı söyler misiniz?
İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) - Bakın, şu koltukları değerli kılan sizlersiniz, sizler bir şey ürettiğiniz için bu koltuklar değerli. O bakımdan, bu kadar güvenceden sonra elbette kuruldan mutlaka bizim iş isteme hakkımız var.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Sıkıysa bir tane Tayyip Bey'in aleyhine karar versin bakalım.
İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANI AYHAN SEFER ÜSTÜN (Devamla) - Buna ek olarak "Bireysel başvuruya bakabilir." diyor. Bakın, bunu ihtiyari bir prensip olarak koymuş ama biz gelmişiz burada "İnsan Hakları Kurumu bireysel başvurulara da bakacak, gerektiğinde burada bir ihlal varsa suç duyurusunda bulunacak, raporlayacak, bunu kamuoyuna duyuracak." demişiz. Yani Paris Prensipleri'nin ihtiyari olarak düzenlediği bir konuyu dahi buraya bir mecburiyet olarak koymuşuz. O bakımdan, gerçekten bu kanunun Paris Prensipleri'yle uyumlu olduğunu düşünüyorum.
Bakın, şimdi, bu konuya, aslında belki de fazlaca mı önem veriyoruz bu Paris Prensipleri'ne? Çünkü bakın, mesela Fransa'da bütün bu üyelerin tamamını, başkanını, vesaire başbakan atıyor. Fransa'da başbakanın konumunu bilirsiniz, yani neredeyse bakan düzeyindedir. Ama Fransa'nın bu insan hakları kurulu Paris Prensipleri yönünden (A) notu almış. Yine İngiltere'de bütün üyeleri bir bakan atıyor. Oraya baktığımızda da "Paris Prensipleri'ne tam uyumlu." diyor. Şimdi, dolayısıyla bu Paris Prensipleri meselesine çok fazla takılırsak, sadece bir ilkeye bağlarsak hakikaten yanılabiliriz.
Değerli arkadaşlar, bu kanun tasarısı aslında 23'üncü Dönemde Meclisimize geldi, o zaman -Sayın Başkanım karşımda- Anayasa Komisyonunda birlikte ele almıştık ancak sonra, 24'üncü Dönemde bu kanun tasarısı İnsan Hakları Komisyonuna sevk edildi. Yani belki merak edersiniz, ne oldu da 23'üncü Dönemde Anayasa Komisyonu baktı, 24'üncü Dönemde İnsan Hakları Komisyonuna geldi? Değerli arkadaşlar, bakın, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu 1990 yılında kurulmuş ama tek kanatlı bir uçak gibi kurulmuş, yani sadece denetim yetkisi var fakat yasama yetkisiyle yetkilendirilmemiş. İşte bu yıl başında yaptığımız bir değişiklikle -yine sizlerin oylarıyla geçti bu Meclisten, teşekkür ediyorum- Komisyonumuz gerçekten güçlenmiştir, Komisyonumuz bir esas komisyon yetkisi kazanmıştır ve kanunlara bakabilme imkânı kazanmıştır. O bakımdan işte bu kanun Sayın Meclis Başkanımızın da takdiriyle Komisyonumuza sevk edilmiş ve Komisyonumuzca ele alınmıştır. Bu Komisyonumuzda ciddi çalışmalar yapıldı, Alt Komisyon Başkanımıza ve üyelerine teşekkür ediyorum, birçok sivil toplum örgütünü dinlediler, birçok kişiyi dinlediler ve onlardan aldıkları önerilerle de birlikte bu kanun 11 madde iken 24 maddeye çıkarıldı, teşmil edildi. Esas yönünden de birçok değişiklik yapıldı.
Bakın, biraz önce bahsedildi, Kurul üyelerine hâkimlik teminatı Komisyonda getirilmiştir, "Kurul üyeleri rahat çalışsınlar, kimseden emir, talimat almasın." diye bir hâkimlik teminatı getirilmiştir. Seçimle alakalı, daha önce de anlatmıştım, "11 üyenin tamamını Bakanlar Kurulu atar." derken ama şimdi çoğulculuk adına bu üyeler çeşitlendirilmiştir. Sivil toplumu da dinledik, sivil topluma dedik ki: "Bir öneriniz varsa bize bir sunun. Hatta sizin kendi aranızda seçebileceğiniz bir yöntem varsa bunu getirin." Ama bize en sonunda şunu söylediler, dediler ki: "Bizim bir üst çatı kuruluşumuz yok, dolayısıyla bizim böyle bir seçim yapma imkânımız ve kabiliyetimiz yok." O bakımdan biz farklı yöntemlerle bu seçimi çeşitlendirdik ama bunun yanı sıra orada sivil toplum örgütlerine üye önerebilme imkânı getirdik.
Yine, burada üyelerin insan hakları alanında temayüz etmiş kişiler arasından seçileceği hükmü getirildi yani "Rastgele sokaktan bir adam seçilmesin, avukatlar arasından seçilirken on yıllığını doldursun." ve yine "İnsan hakları alanında çalışma yapsın." diye hükümler getirildi. O bakımdan bu çoğulculuğun da, çeşitliliğin de sağlandığı kanaatindeyiz.
Yine, Başkan ve üyeleri bizzat Kurul seçecek, Kurulun kendi içerisinden çıkacak. İlk tasarıda bu direkt Başkanı ve Başkan Vekilini Bakanlar Kurulu atıyordu ancak işte şimdiki bizim düzenlememizde ise Kurul Başkan, Başkan Vekili ve üyelerini kendisi seçecek.
Şöyle bir şey de geldi: "Efendim, Meclis seçse olmaz mı?" Olabilir, belki düşünülebilir ama bunun önünde engeller var. Bakın, daha önce "RTÜK üyelerini Meclis seçsin." diye bir kanun tasarısı çıkmıştı buradan ancak Anayasa Mahkemesi dedi ki: "Anayasa'da Meclisin görevleri arasında açıkça sayılmayan bir yetkiyi veremezsiniz." "Efendim, anayasa çalışmaları var, bunu koyabiliriz." dersiniz belki ama biz, şu anda önümüze gelmiş bir kanundan bahsediyoruz.
Bir başka açıyı da biraz önce söylemiştim. Üçlü sacayağını düşündüğümüzde, zaten Meclisle bire bir çalışacak olan Kamu Denetçiliği Kanun Tasarısı çıkmıştır. Dolayısıyla, bu Kamu Denetçiliği Tasarısı Meclisle bağlantılıdır ama İnsan Hakları Kurumu ise Hükûmetle veya yürütmeyle sadece -tırnak içerisinde söylüyorum- ilişkili bir durumdur.
"Efendim, tamamen bağımsız yapalım, devlete bağlı olmasın, şu olmasın..." Olabilir; Ertuğrul Bey bunu söyledi ama o zaman bir dernek olur. Bakın, 75 tane personel, bina, cari giderler, incelemeler? Böyle bir şeyi kim karşılayacak? O zaman zaten dernekler var.
Bu, diğer Avrupa ülkelerinde de zaten bir devlet içerisinde, bir ulusal kurum olarak düşünülmüş ve tasarlanmış. Avrupa'daki örneklerinde üç tür görev yapıyorlar. Bir tanesi Hükûmete danışmanlık yapıyor; bir görevi. Bir tanesi -enstitüsü gibi çalışanlar kısmı var- enstitü gibi çalışıyor; işte panel yapıyor, yayın çıkartıyor. Bir de bireysel başvuruları alan kurumlar var. Avrupa'ya baktığımızda bunların bir tanesi tarafından yetkilendirilmiş olabilir, ikisini de yapabilen kurumlar var. Biz ise hem bireysel başvuruları alsın hem de bir enstitü gibi çalışsın düşündük.
"Efendim, Hükûmete danışmanlık maddesini ve yetkisini niye vermedik?" İşte, tam da onu verseydik, diyecektiler ki bu sefer: "Bakın, gördünüz mü Hükûmet bana danışacakmış veya işte Hükûmete danışmanlık yapacakmış." Hükûmetle bire bir bağlantılı itirazlar o zaman yoğunlaşacaktı. O bakımdan, bunu buraya bilinçli olarak koymadık değerli arkadaşlar.
Şimdi, tabii alt komisyonda birçok değişiklikler yapıldı ama belki psikolojik bir etkisi olsun diye dedik ki: "İnsan Hakları Kurumu, bu kuruluş, en son 23 Eylül 2012'de kurulur ve çalışmalarına başlar." Bu neyi size hatırlatıyor? Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının artık devreye girmesi. Yani istedik ki hem İnsan Hakları Kurumu hem de Anayasa Mahkemesi aynı anda insan hakkı ihlallerini inceleyebilsin. Bunun da böyle bir psikolojik etkisi olsun.
Değerli arkadaşlar, bakın, İnsan Hakları Kurumunu şöyle zihninizde bir hayal edin, merkeze oturttuğunuzda aslında birçok kurumla ilişkisi var. Türkiye Büyük Millet Meclisiyle ilişkisini kurduk alt komisyonda. Bu kurum, ihtiyaç duyulduğunda yılda en az 1 kez İnsan Hakları Komisyonuna gelip bilgi verecek, en az 1 kez. Ama ihtiyaç olur, 2 kez, 3 kez olabilir, her ay olabilir. Bu şekilde böyle Meclisle bağlantısı kurulmuş oldu.
Yine, üyelerinden 7 tanesini de Bakanlar Kurulu atıyor ve bu şekilde Bakanlar Kuruluyla, Hükûmetle bir bağlantısı kuruldu. Üyelerden 2 tanesini Sayın Cumhurbaşkanımız atayacak. Bu şekilde, Cumhurbaşkanlığının da bu kurumla bir bağlantısı olsun. Orada neler oluyor, gerçekten insan hakkı ihlallerinin üzerine gidilebiliyor mu denetleyebilsin, gözetebilsin, orada bir bilgi alsın, bir bilgi alışverişinde bulunulsun. Bu sağlandı.
Yine, üniversitelerle ilgisi sağlandı. Dedik ki: "1 üye, Yükseköğretim Kurulu tarafından, efendim, bu alanda çalışmalar yapmış ve hukuk ve siyasal dallarında çalışmalar yapmış üniversite hocaları arasından atanır." Bakın, bir ilmiye sınıfıyla bir bağlantı kurduk.
Yine, barolarla, Barolar Birliğiyle bir bağlantı kurduk. Dedik ki: "1 üyeyi de, mesleğinde on yıllık süreyi doldurmuş, yine kendi alanında, insan hakları alanında çalışmalar yapmış kişiler arasından bir atama yapılır." Böylece avukatlarla, hukukçularla, Barolar Birliğiyle, barolarla bir irtibatı kuruldu.
Sivil toplumla irtibatı kuruldu. Daha önceden, sadece kurula üye olmak isteyenler kendileri müracaat ediyorlardı ama öyle biri vardır ki müracaat etmek istemeyebilir. Dedik ki: "Sivil toplum örgütleri; dernekler, sendikalar herhangi birini önerebilsin, bu şekilde bu insanı da seçin diye önersin." Bu getirildi. Yine, bu Kurumun, bu sivil toplum örgütleriyle ortak çalışmalar yapma imkânı getirildi.
Değerli arkadaşlar, eleştirilebilir. Yani insan hakları dernekleri veya insan hakları sivil toplum örgütleri başlangıçta "Neden fazla bizimle diyalog kurulmadı, yeterince diyalog kurulmadı?" diye bir tepkisellikleri vardı ama Komisyonda bunları tamamen görüştük, kendilerinin bütün görüşlerini aldık. Yani bu kanunun geriye çekilmesi, tekrar görüşülmesi, iki yıldır? Dolayısıyla bu kanunun geriye çekilmesinden ziyade, işte, burada, bence görüşülmesinde fayda vardır. Paris Prensipleri'ne uyumlu bir kanun tasarısıdır.
Dolayısıyla, ben, memleketimize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Katkı veren arkadaşlara da şimdiden teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.