| Konu: | 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı İle 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 32 |
| Tarih: | 17.12.2014 |
MHP GRUBU ADINA AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün 2015 yılı bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hem şahsım hem de grubumuz adına Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, sözlerimin başında, dost ve kardeş Pakistan'da meydana gelen terör olaylarını grubumuz adına şiddet ve telinle kınadığımızı ve oradaki can kayıplarına Allah'tan rahmet dilediğimizi özellikle belirtmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, yıllık bütçeler ekonomik ve sosyal geleceğin bugünden görülmesi açısından çok önemlidir. Bu yüzden de milletimize güven verecek, ayakları sağlam bir şekilde yere basan, bilimsel bir mantık içerisinde üretilmiş kaliteli bütçeler iktidarların da âdeta karnesi olması gerekir. Gelinen noktada bu nitelikleri taşıyan, milletimiz için gerekli ve yeterli hizmetle yatırımları sunabilecek olan bütçeler, maalesef, on iki yıldır görülmediği gibi, iktidarın bütçe karnesi de tıpkı bugün görüşmekte olduğumuz 2015 bütçesinde de olduğu gibi kırık notlarla doludur.
Değerli milletvekilleri, artık yıllık bütçeler bir seferlik gelirlerle kapatılmaya çalışılıyor. Nedir bu gelirler? 2/B, özelleştirme gelirleri, vergi ve prim afları, bedelli askerlik gibi birtakım gelirler bu bütçeleri, gelir kalemini ayakta tutmaya çalışıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığına ayrılan 1 milyar 358 milyon liralık 2015 yılı bütçe ödeneği tıpkı geçen sene olduğu gibi 2012 ve 2013 yıllarındaki başlangıç ödeneklerinden düşük kalmıştır. Çevre ve şehircilik alanında iddialı hizmet vereceklerini belirtenler öncelikle bunu sağlayabilmek adına Bakanlık bütçesini ciddi bir artırma becerisi göstermeleri gerekir. 2015 bütçesi 2013 bütçesine göre yaklaşık yüzde 30 daha düşük hazırlanmıştır. Yetersiz bütçelerle Bakanlık ülkemiz için gerekli çağdaş, gelişmiş çevre ve şehircilik hizmetlerini bu durumda da yerine getiremeyecektir.
Değerli milletvekilleri, kuruluş kanunu hâlen bulunmayan ve kararnameyle yürütülen Bakanlığın Plan ve Bütçe Komisyonuna yaptığı sunumda çevre kirliliğini önlemek, çevre standartlarını yükseltmek, sağlıklı, güvenli, marka şehirler oluşturmak, afet riski taşıyan bina ve alanların dönüşümünü sağlamak gibi çalışmalar yürüttüğü belirtilmiştir. Ancak, geçmiş yıllardaki uygulamalarda da gördüğümüz üzere, Bakanlığın çevre konusuna duyarlılığı bu resmî sunumların içinde verilen, kamu spotları niteliğini geçmeyen açıklamalarda kalmakta veya birtakım ihmaller sonucu oluşan çevre felaketleri sonrasında kamuoyuna telkin vermeye yönelik, hiç de derinliği olmayan, ayaküstü siyasi demeçlerden öteye geçmeyen birtakım açıklamalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Çevre ve şehircilik alanında yıllardır dağ gibi biriken birtakım sorunlara her geçen gün yenileri eklenmektedir ki bunların birçoğu da maalesef Bakanlık eliyle yapılmaktadır. Ortaya rant kokusu yayıldıkça çevre ve şehircilik anlayışından da giderek tabii ki uzaklaşılmaktadır.
Bu kapsamda ilk defa 1993 yılında çıkarılan ÇED Yönetmeliği, 7 büyük değişikliği AKP Hükûmetleri zamanında olmak üzere, toplam 17 kez değişikliğe uğramıştır. 3 Ekim 2013 tarihinde yayınlanan yönetmelikse bir yıl sonra yaklaşık, gene, tekrar değiştirilmiş, 25 Kasım 2014 tarihli Resmî Gazete'de de yayınlanmıştır. Avrupa Birliği tarafından yayınlanan ve 1985 yılından itibaren sadece 3 defa değiştirilen ÇED Yönetmeliği'nin ülkemizde on iki yılda 7 kez değişmesinin makul bir gerekçesi de yoktur. Sadece bu durum bile ülkemizin çevre politikalarının birtakım güç odaklarının oyuncağı ve rant aracı hâline geldiğini de göstermektedir. Nitekim, bu, çevre konusundaki başarısızlıklar her yıl yazılan AB ilerleme raporlarına da girmiştir ve en son 2014 raporunda ÇED ve doğa koruması mevzuatında yapılan değişikliklerin ciddi endişeler uyandırdığı belirtilmiş ve ardından da stratejik planlamaya ve daha güçlü bir idari kapasiteye de ihtiyaç duyulduğunun özellikle altı çizilmiştir.
Değerli milletvekilleri, son on iki yılda 3 bin proje için ÇED olumlu görüşü verilmiş, 42 bin proje için de ÇED raporuna gerek olmadığı kararına varılmıştır. Bu enteresan bir rakamdır çünkü son değişiklikten önceki ÇED Yönetmeliği uygulamaları dahi tamamen çevre aleyhine işletilmiştir. Her proje ÇED sürecinden kolayca geçirilmesine rağmen ne olmuştur da geçen seneden bugüne bu yönetmelik değişikliğine ihtiyaç duyulmuştur? İşte, buradaki en önemli ihtiyaç, hiç şüphesiz ki iktidarın ÇED sürecine bazı tesisler için getirmek istediği muafiyetlerde gizlidir. ÇED muafiyetine yönelik, yönetmelikte yapılan düzenlemelerin defalarca Danıştayca, en son Çevre Kanunu'nda yapılan değişikliğin de gene Anayasa Mahkemesinde iptali üzerine, yenilen pehlivan misali yine bir ÇED Yönetmeliği'nde bazı muafiyetler getirilmiş ve çevre aleyhine de gene birtakım hükümler bu son yönetmeliğe konulmuştur.
Bütçe görüşmelerinde, gene Bakanlık demiştir ki: "AB ile uyumlu bir ÇED düzenlemesi yapacağım." Ancak bu açıklamaların tam aksine, AB ÇED Direktifi'nde muafiyetler bulunmamasına rağmen birtakım muafiyetlerle dolu bir yönetmelik de ortaya çıkmıştır. Bakanlık çevre denetiminin temel taşı olan bu yönetmeliği âdeta işlevsiz hâle getirmekle de böyle bir çelişkinin içerisine düşmüştür.
Değerli milletvekilleri, bu yönetmelik değişiklikleri nelere yol açabilecektir? Bakın, Manisa Yırca'daki zeytinliklerin başına geldiği gibi, İzmir'in Urla Ovacık köyünde de şimdi köylüler ağaçlarını korumak için ormanlık alana herhangi bir tesis yapılmasın diye -ki oraya rüzgâr enerjisi santralleri yapılması için hemen kapıda beklemektedir birtakım kişiler- gece gündüz nöbet tutmaktadır ve orada 1.500'ün üzerinde bir ağaç katliamıyla karşı karşıya kalınacağı söylenmektedir.
Değerli milletvekilleri, bir de bunların üstüne enteresan bir konu: 2013-2017 Stratejik Planı'nda, atıfta "yaşanabilir çevre" ve "marka şehirler" gibi zorlama kavramlar, esasında içinin hiçbir zaman doldurulamadığı bir kavram olarak karşımıza gelmektedir. Zaten Sayın Bakanın da kendi imzasının bulunduğu şu 2015 yılı programına da bakarsak değerli arkadaşlar... Kaldı ki bu hazırlanırken bütün Bakanlar Kurulu üyelerinin imzası ve oluru alınarak hazırlanmaktadır ancak ne hazindir ki sayın bakanlar burada yazılan yazıları, uyarıları, tedbirleri ve getirilen projeleri maalesef okumadan imzayı da atmaktadırlar. Zaten attıkları da sonraki icraatlarından ortaya çıkmaktadır.
Yaşanabilir ve marka şehirler, sadece lüks yapıları hızlı bir şekilde yapmak, bunlardan yüksek kazanç elde etmek anlayışının hem merkezî hem de yerel unsurlarda kalıcı hâle geldiğini görüyoruz artık. Bu durum, tabii, sadece bizim ülkemizde değil, uluslararası platformlarda da ciddi endişeler yaratıyor ve uyarılmaya yol açıyor. 6306 sayılı bir kanun çıkarıldı, afet riski olan yerlerin dönüştürülmesi hakkında bir kanundur bu. Bu kanun kapsamında kentsel dönüşümle ilgili olarak iki buçuk yıllık bir uygulama dönemini geride bıraktık. Buna baktığımız zaman yani bu kanun uygulamalarına baktığımız zaman, Bakanlığın kentsel dönüşüm algısı içerisinde kentleri yaşanabilir bir çevre içinde düşünme ve önceliğinin olmadığını görüyoruz. Ne var burada, hangi öncelikler var? Zaten yeni oluşturulan yüksek yoğunluklu, hiçbir estetik ve mimari bir kaygı taşımadan dışı ve içi gösterişli inşaat malzemeleriyle düzenlenmiş bitişik nizam gökdelenleri yapılaşma şartıyla inşa eden bir yapılaşma anlayışı ve bundan türeyen sığ bir kentleşme anlayışını görüyoruz bu son kanun uygulamaları içerisinde. Kentsel dönüşümü sadece yıllar itibarıyla riskli alanların dönüştürülmesi, yer sayısı, yıkılan bina sayısı olarak gören yaklaşım devam ediyor. Şu anda gördüğümüz yaklaşım da bunun devamı olarak gözükmektedir. Ne olursa olsun eski binayı yıkarak yerine yenisini yapmak ve bu suretle de ekonomiyi canlı tutma anlayışı iktidarın da ana stratejisi. Biz buna kısaca "beton ekonomisi" veya "inşaat ekonomisi" diyoruz zaten.
Bakanlık riskli yapı nispetinin yüzde 52'sinin tek başına İstanbul'da yapıldığını açıklıyor. Şimdi, bu açıklamadan görüldüğü üzere iktidarın kentsel dönüşümle ilgili olarak aklına sadece İstanbul'un geldiği, özellikle deprem yönünden risk taşıyan birtakım şehirlere -ki bunların başında İzmir de gelmektedir- hiç önem verilmediği ortaya çıkmaktadır. Bu yaklaşımın, muhtemel bir deprem felaketi sonrasında faturasının ağır olacağını da bugünden belirtmek gerekir diye düşünüyorum.
Kentsel döşünüm kapsamında yapılan harcamalarla ilgili olarak Bakanlık 1 milyar lirayı aşkın bir kaynak kullandığını belirtiyor. Bu toplanan 1 milyar liranın kullanımının yerindeliği noktasında bilimsel çalışmaların yapılmasında da yarar vardır değerli milletvekilleri. Çünkü, elde edilen faydanın ne olduğunun, nerelere kullanıldığının, adil bir şekilde ve şeffaf bir şekilde ortaya konulması gerekir.
Son zamanlarda, son yıllarda Bakanlık gene kıyı alanlarımızda ciddi bir tahribatın olduğunu da itiraf ediyor. Sadece 2014 yılında Kıyı Kanunu kapsamında, kıyı planları çalışmalarında kıyı tesis ve yatırımlarına ait 41 tane, Boğaziçi Kanunu kapsamında da 10 tane imar planı onayı verildiğini Bakanlık tarafından, unutmamamız gerekir.
Değerli milletvekilleri, yıllardır çevre mühendisleri atama bekliyorlar ve ne hazindir ki kamuya her personel alımında, iddia edildiği gibi gelişmiş çevrecilik anlayışı nedeniyle bu Bakanlıktan yani çalışmaları gereken asıl Bakanlıktan kadro bekliyorlar. Ancak, adında "çevre" bulunan Bakanlık, ne hikmetse çevre mühendisine ihtiyaç duymuyor. Bugün, Çevre Kanunu'nda "çevre görevlisi" diye böyle muğlak, altı doldurulmamış, tanımı yapılmamış bir görevli tanımı var. Bu tanımdan acilen Bakanlığın vazgeçmesi gerekmektedir.
Ayrıca, Çevre Mühendisleri Odası denetimini de Bakanlık kendi bünyesine almak istiyor. Yine, Hükûmetin sivil toplum kuruluşlarına verdiği önem, özgürlüklerle ilgili olan söylemlerin aksine, bir bakıyorsunuz Çevre Mühendisleri Odasının denetimini kendileri yapmak istiyorlar. Burada da bir çelişkiyle karşı karşıyayız. Ülke çevre bilincinin sadece kamu spotlarıyla artacağı düşüncesinde olan Bakanlığa bizim Milliyetçi Hareket Partisi olarak bir önerimiz var, diyoruz ki: Daha ilköğretim çağında, ders programlarında çevre bilinci derslerinin yer almasını sağlayın. Hazır -Millî Eğitim Şûrası sonrasında- Sayın Bakanla da yan yana oturuyorsunuz, bu durumda ortaklaşa belki bir müfredat değişikliğine gitmeniz mümkün olabilir. Eğer bu ve buna benzer tedbirleri çok hızlı alamazsak, Amerika'daki bir üniversitenin, örneğin Yale Üniversitesinin yaptığı Dünya Çevre Performansı Endeksi'nde olduğu gibi, çevre sağlığı ve doğa korumada 2006'da 49'uncu sıradayken, 2012'ye geldiğimiz zaman 109'uncu sıraya düştüğümüzü görürüz. Bunun yeni göstergeleri çıktığı zaman, eminim bundan daha kötü bir duruma gelmiş olacağız. Biyoçeşitlilik ve doğal alanları koruma kategorisinde de 132 ülke arasında 121'inci olmuşuz. Enteresan olan şu: Dünyadaki ülkelerin yüzde 92'sinin gerisinde kalarak, Eritre, Moldova, Libya, Irak gibi ülkelerle aynı kategoride bulunuyoruz şu anda doğa korumayla ilgili olarak.
Değerli milletvekilleri, daha elindeki tapu bilgilerinin güvenliğini bile sağlayamayan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Ankara'da yaşayan 1 milyon 568 bin vatandaşımızın tapu bilgilerinin üçüncü şahısların eline geçmesine göz yummuş ve maalesef de engel olamamıştır. Bu ciddi bir skandaldır. Hâlen Türkiye'deki kişisel tapu bilgilerinin ne kadarının üçüncü kişilerin elinde olduğu artık bir muamma hâline gelmiştir.
Değerli milletvekilleri, kurumun Genel Müdür Yardımcısı dahi, kurumdaki yoğun iş yükünden dolayı personelinde ciddi bir kaçış yaşandığını, mevcut çalışanları bile korumakta zorlandıklarını belirterek, diyor ki: "Acil olarak hem personel rejiminde hem de özlük ve mali haklarda birtakım değişiklikler yapılsın." Şimdi, buradan da görüyoruz ki, bu Genel Müdürlükte bir yönetememe ve çalışanların sorunlarına çare olamama durumuyla karşı karşıyayız. Vatandaşlarımızın, tapu işlemlerinde sıkıntı ve sorunları hâlen devam ediyor. Tapu dairelerine giden herkes bununla karşı karşıyadır. Bu durumun da en büyük nedeni, çalışan sayısının yetersiz olması ve mevcut çalışanların yeterli derecede birtakım mali haklara da sahip olmamalarıdır. Fazla çalışma ücretleri kesilmiştir, döner sermaye ücreti verilecek vaadiyle uzun yıllardır oyalanmaktadırlar ve ciddi sıkıntı altındadır bu personel. Bu yetmezmiş gibi, birtakım unvanlı kadrolarda çalışan personel, örneğin bölge müdür yardımcıları, şube müdürleri, uzmanlar baskı altına alınmakta, görev değişiklikleriyle karşılaşmaktalar; hatta unvanlarının alınması, sosyal medya üzerinden bunların takip edilmesi yani birtakım mobbing uygulamalarıyla karşı karşıya kalmaları kurumda devam etmektedir. Bütün bunlar hem iş verimini hem de çalışma barışını, doğal olarak motivasyonu düşürmekte ve bozmaktadır.
Değerli milletvekilleri, mağdur olan bu personelin durumu yakinen partimiz tarafından da takip edilmektedir, bunun özellikle altını çizmek istiyorum.
Kurum kendi hizmet standardına göre rüşvetle mücadele ve iş hacmini azaltmak için bir memura 1.200 ila 1.500 arası işlem yaptırmayı hedeflemiş ancak 2014 yılında 3.500 işlemi geçen birtakım çalışanlar var. Kurum da bu iş hacmini ve memur potansiyelini doğru bir şekilde tespit etmeden, hatalı bir hedef koymaya devam ederek, kendi koyduğu bu hedefi 2 kattan fazla aşan çalışanları ödüllendirmiş. Şimdi, bunu yaparken bunun nasıl aşıldığı sorgulanmadan, çalışanlar arasında birtakım ayrımcılıkların yaratıldığını hiç düşünmeden böyle bir uygulamanın da içine girmiş maalesef kurum.
Değerli arkadaşlar, yine kurumun 2010-2014 yıllarını kapsayan bir stratejik planı var. Çok enteresan, kapağında sadece "stratejik plan" yazan bir doküman bu, içeriğine baktığınız zaman stratejik planla hiçbir alakası yok. Sayıştay tarafından bu rapor denetlenmiş ve iyi tanımlanma kriteri gereğince hedeflerin ve göstergelerin yetersiz olduğu kanaatine varılmış ve Sayıştay tarafından da kurum ciddi bir şekilde uyarılmış.
Genel Müdürlüğün bu planında diyor ki: Lisanslı bürolara yönelik denetim ve eğitim faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi ve hizmet kalitesinin her yıl yüzde 1 oranında artırılması hedeflenmiş fakat enteresan, bu hedef ve öngörü tutmamış. Nedenine gelince: Çünkü, kendisi tarafından, yani Danıştay 10. Dairesinin 27 Aralık 2012 tarihli kararı gereğince lisanslı harita ve kadastro mühendislerinin bürolarının faaliyetleri, işte biraz önce söylediğim hedefi koyan genel müdürlük tarafından da durdurulmuş. Yani ne enteresan değil mi? Bu stratejik plana hedef koyuyorsunuz, sonra kendi elinizle gidiyorsunuz Danıştaya, bu büroların da faaliyetini durduruyorsunuz. Enteresan bir strateji var burada ve bu stratejiyi devam ettiriyor gene genel müdürlük.
Hâlen yaklaşık 400 tane harita mühendisi, 2 bin tane teknik personelin geleceğine dair herhangi bir açıklama da duymuyoruz bugüne kadar. Bunlar kapılarda eylem yapıyorlar, genel müdürlüğün kapılarında sürünüyorlar.
Genel müdürlüğün neler yapıp yapmadığını açıkça yazan Nisan 2014 faaliyet raporunun da çok özensiz, yapboz bir şekilde yapıldığını maalesef görüyoruz değerli milletvekilleri.
Bu raporlardan da görüyoruz ki 61 ve 62'nci Hükûmetlerde maalesef hem genel müdürlüğün özlük haklarıyla alakalı tek bir düzenleme getirilmemiş hem de kendi personeline özenli ve dikkatli bir şekilde davranmamış.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin ihtiyacı olan bu hizmetlerin inşallah gelecek bahara yeniden görüşülmesi dileğiyle ben Genel Kurulumuzu bir kez daha saygıyla, hürmetle selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)