GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmesi
Yasama Yılı:5
Birleşim:18
Tarih:25.11.2014

AK PARTİ GRUBU ADINA MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadına uygulanan şiddet ve kadın cinayetlerinin araştırılması komisyonu kurulması lehinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle heyetinizi selamlıyorum.

Kadına yönelik şiddet, kadının fiziksel, cinsel ya da psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan hareketlerdir. İster kamusal ister özel alanda olsun kadına yönelik her türlü baskı yöntemi şiddettir.

2005 yılında Sayın Fatma Şahin Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Araştırılarak alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu'nda kadına yönelik şiddet şu şekilde değerlendirilmiştir: "Cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona ızdırap veren, fiziksel, cinsel, zihinsel hasarla sonuçlanan veya sonuçlanma olasılığı bulunan, kamusal alanda ya da özel yaşamda ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfî olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranıştır." Ayrıca, 24'üncü Dönem İkinci Yasama Yılında İnsan Hakları Komisyonunda Kadına ve Aile Bireylerine Yönelik Şiddet İnceleme Raporu hazırlanmıştır, bu da kayıtlarımızda mevcuttur.

Avrupa Birliği Konseyinin 2000'lerin başında yaptırdığı bir araştırmaya göre, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri gerek Türkiye'de gerekse dünyada son on-yirmi yılın gündem maddesi olmuştur. Dünya genelinde her 4 kadından 1'i ve her 6 erkekten 1'i yaşamlarının bir döneminde aile içi şiddete uğramaktadır. Hem kadına şiddette bir artışın olduğunu hem de kamuoyunda farkındalık oluştuğunu söylemek mümkündür ancak bu artışı istatistiki verilerle temellendirmek geçmişe dair elimizde güvenilir veri olmadığı için mümkün değil. Mesela, her geçen gün artan sağlık çalışanlarının kadına yönelik şiddet konusunda duyarlılığı ve ihbar mekanizması eskiden görünmeyen, örtülen vakaları hem görünür kılmakta hem de yasal zemine taşımaktadır.

Bazen karşılaştığımız "Kadın cinayetleri sayısı son yedi yılda 1.400 artmıştır." gibi politik söylemler istatistik bilimine hakaret olacağı gibi kadın farkındalığı konusunda ciddi adımlar atıldığı son on yıl için ciddi bir savrulmayı beraberinde getirir kanaatindeyim. İlk anda bakıldığında, bu kadar konuşulan ve düne göre önlemlerin alındığı bir ortamda Türkiye'de kadına yönelik şiddette bırakın artmayı eğer bir azalma görülmüyorsa bu konuyu tekrar ele almak ve gündeme taşımak gerektiği kanaati de hasıldır. Özellikle 2006 yılından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinde ciddi çalışmalara hep birlikte imza attık. Bu konuda tüm milletvekili arkadaşlarımız hassasiyet gösterdiler. Kurulan komisyonlar ciddi çalışmalar yaptı ve bu çalışmalar yasal düzenlemelerle desteklendi. Bazı başlıklar şunlardır, çocuk ve kadına yönelik şiddet hareketleri ile töre ve namus cinayetlerinin önlenmesi için alınan tedbirleri başlıklar hâlinde şöyle sıralayabilirim: Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı, Kadına Yönelik Şiddet İzleme Komitesi, ŞÖNİM'ler, ALO 183 çağrı hattı ile şiddete uğrayan kadın ve çocuklara ilişkin ihbar hatlarının kurulması -bu hat, ihtiyaca göre, rehberlik ve danışmanlık hizmeti de vermektedir bildiğiniz gibi- aile içi şiddetle mücadele için kadın konukevi sayıları ve projeleri. Ki 2002 yılında 11 kadın konukevimiz varken, 283 kapasiteye sahipken bugün 130 konukevimiz var ve 3.348 kişilik hizmet kapasitesine ulaşmış durumdayız.

Tüm bu yasal düzenlemelere, devletin aileye, kadına bakışının değişmesinin yönünde atılan adımlara rağmen, polisiye tedbirlerin son derece artırılmasına rağmen yapılan araştırmalar gösteriyor ki koruma altında olan kadınların yaklaşık yüzde 9'u tedbir kararlarına rağmen öldürüldüler. Araştırmalara göre, cinayete kurban giden kadınların yüzde 13'ü boşanmak istediği ya da boşandığı kocasıyla barışmak istemediği için namus bahanesiyle; yüzde 9'u birliktelik teklifini reddettikleri için öldürüldüler. Burada polisiye tedbirler konusunda eksiklikleri konuşabiliriz ama öldürme konusunda kendisini ikna etmiş, yok etmeyi bir çözüm olarak gören kişi için polisiye ve adli tedbirler hep yetersiz kalmaya devam edecektir. Çünkü, kadın ve aile cinayetlerini işleyen kişilerin çoğunun, cinayet sonrası intihar ederek kendi yaşamlarına son verdikleri veya buna teşebbüs ettikleri biliniyor. Bu psikolojiyi polisiye, adli, yasal tedbirlerin durdurmasını beklemek iyimserlik olur. Bu psikolojinin hedef alınarak saldırganlığın altyapısının yok edilmesine yönelik eylem planlarının ortaya çıkarılması gerekmektedir. Unutmamalıyız ki kadın cinayetleri bir sebep değil, sonuçtur. Bu acı sonuçlara yol açan psikolojinin açığa çıkarılıp değiştirilmesi, devlet kadar ailenin, işverenin, evladın, eşin, akrabaların, velhasıl toplumu oluşturan tüm katmanların kadına bakışında şiddet ve cinayetle sonuçlanan bakışın evrilmesi gerekmektedir.

Türkiye, gelenekselden moderne, köyden kente hızla geçen ve çok göç yapan bir toplumdur. Bu ne demek? Geleneksel yapıların zayıflaması, çürümesi, dağılması demek. Sosyal dayanışma ağları zayıfladıkça daha atomize insanlar, aileler ortaya çıkıyor. Güvensizlik, aile üzerinde otokontrolü, gözlemlemeyi yapacak mekanizmalar da kalmıyor. Bu dağılma durumunun üzerine birbirlerine şiddet uygulama potansiyeli de artıyor. Bazen de tam tersi, geleneksel yapı, ataerkil aile içinde namus ve töre cinayetlerinin işlendiğini ve sessizce üstünün örtülmeye çalışıldığını da görüyoruz.

Yasal düzenlemelerle bu tip ataerkil aile yapılarında azmettiricilerin de bizzat cinayeti işleyen veya üstlenen yaşı küçük fert ile birlikte yargılanması, hatta zaman zaman daha ağır cezalara çarptırılması önemli oranda etkili olmuştur.

Günümüzde artık, dünyada ve Türkiye'de yaygın olarak rastlanan kadına yönelik şiddet olgusu insan hakları sorunu olduğu gibi bir halk sağlığı sorunu içeriğinde kabul edilmeye başlanmıştır. Şiddete meyilli kişilik yapısının özellikleri de aşağıdaki gibidir:

Fiziksel saldırganlık,

Şiddeti bir kontrol yöntemi olarak benimsemek,

Fiziksel saldırganlığı model olarak almak,

Çocukken istismar edilmiş olmak,

Aşırı alkol kullanımı, uyuşturucu madde kullanımı.

Aile içi şiddet ve kadına yönelik cinayetler Türkiye'de bir toplum sağlığı problemi olarak maalesef önümüzde duruyor. Bu konuda farkındalık oluşmadan evvel, kadın cinayetleri, sizlerin de bildiği gibi genelde gazetelerin 3'üncü sayfasında namus veya töre cinayeti olarak ele alınır ve istatistiklerde adli vaka olarak değerlendirilirdi. Aile birliğini korumak gibi anayasal bir görev, insan hayatını korumak ve ölümleri önlemek gibi kutsal bir görevle karşı karşıya bulunmaktayız.

Sayın milletvekilleri, değerli arkadaşlarım; bizler milletvekilleri olarak bu görevin birinci derece muhataplarıyız. Kadına yönelik şiddetin ölümcül olduğu kadar fiziksel, bedensel bedelleri de var; insanlar sakat kalıyor, psikolojik yaralar, travmalar, içe kapanma, sosyal iletişimden çekinme ve incinmişlik oluşuyor. Bunlar uzun sürüyor ve uzun yıllar insanlar bunun altında eziliyorlar. Bireysel olarak bu zararların yanında, toplum olarak da birlikte var olabilmemiz zorlaşıyor.

Aile içi şiddet bumerang gibi geri geliyor, çocuklar, kendilerinin veya annelerinin gördüğü bu şiddetin potansiyel taşıyıcısı olarak bir sonraki nesle rol model olarak bu sorunu aktarma potansiyelini maalesef taşıyorlar.

Yine maalesef şiddete maruz kalanlar, genellikle, her zaman söylediğimiz gibi, kadınlar ve çocuklar. Dövülen kadının sığındığı karakoldan "Kocandır, döver de sever de." diye kendisine şiddet uygulayan kocaya teslim edildiği Türkiye artık yok. Bunu tasavvur dahi edemeyiz, müsamaha asla gösteremeyiz.

Değişen dünyayla birlikte aile içinde bazı bireylerin değişimle birlikte öne çıkması ve direnç göstermesi, aile içi şiddetin artmasında etkili olmaktadır. Bir süre sonra aile içinde özellikle de eşler arasında yaşanan şiddet olağanlaşmaya başlamakta ve normal olarak algılanmaya başlanarak çözüm üretilmesi çalışmalarını olumsuz yönde etkilemektedir. Özellikle ataerkil yapılarda bu sorun aile içi bir mesele olarak dışarıya yansımamaktadır.

Kadına yönelik şiddetin engellenmesi için daha önceki komisyonlarımızda önemli kararlar alındığı, bu kararlar doğrultusunda da toplumsal çalışmalar yapıldığını biliyoruz.

Türkiye, 11 Mayıs 2011 tarihinde ülkemizde yapılan görüşmeler neticesinde imzalanan Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi'nin ilk imzacısı olmuştur. Avrupa Birliği İstanbul Sözleşmesi 1 Ağustos 2014'te yürürlüğe girmiştir.

Kurulması öngörülen komisyonun, kurmayı düşündüğümüz bu komisyonun aynı zamanda uymakla yükümlü olduğumuz uluslararası sözleşmeleri göz ardı etmeden bu yükümlülükleri de izleme, uygulamaları değerlendirecek bir şekilde çalışması Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışma ruhuna uygun olacaktır kanaatindeyim. 1 Ağustosu yeni bir başlangıç olarak kabul edip kadınlarımızı bu uluslararası anlaşmanın da sağladığı zeminle korumak için gerekli tedbirleri almalıyız.

Aile Bakanlığının verilerine göre bugüne kadar 71 bin polis, 65 bin sağlık, 21 bin din görevlisi olmak üzere, sair kurumlarımızdan da 7 bine yakın kamu görevlisi aile içi şiddetin önlenmesine yönelik eğitimden geçirilmiştir. Aile mahkemelerimizin hâkim ve savcıları da bu seminerlere katıldılar. Tüm bu gayretlere, farkındalık oluşumuna rağmen kadına yönelik şiddet olgusu dünyada ve Türkiye'de maalesef sık sık karşılaşılan ve kadının insan haklarını tehdit eden bir konu olarak hâlâ gündemimizde bulunmakta. Öte yandan sorunla mücadele için yapılan birçok düzenlemeye rağmen bu sosyal sorun yine de devam etmekte. Devletin bakışı, hükûmetlerin kadına yönelik şiddete ve erkek egemen bakış açısını en azından yasal düzeyde değiştirmesi, eşitlemesi ve yaptırım uygular hâle gelmesi kadın cinayetlerinin, şiddetin engellemesine yetmemektedir.

Şehirleşme kültürü, din olgusu, örfler, namus anlayışları, köyden kente göç, sosyoekonomik ilişkilerin değişmesi, hatta terör olayları, televizyon dizileri, çocuk bilgisayar oyunları, darbelerde işkenceden geçmiş insanımızın varlığı bile şiddet ve cinayete giden yollara taş döşüyor olabilir kanaatindeyim. Yanlış devlet uygulamaları, terör örgütlerinin baskı ve şiddeti, faili meçhul cinayetler gibi şiddet egemen ortamlar travmatik ve şiddeti olağan gören bir yaklaşımı beslemiştir. Şiddet döngüsünün birbirini beslediği, büyüttüğü, yayıldığı düşünülürse kanıksanmış hastalıklı bir durum ortaya çıkmaktadır.

Eşinden, ebeveyninden, ailesinden, çevresinden şiddet gören bireyin toplumla ilişkisi siz de takdir edersiniz ki zayıflar. Kendini güvensiz ve korunmasız gören kişinin içinde bulunduğu, yaşadığı topluma, devlete, sosyal çevreye güveni ve uyumu kalmaz. Bu durumun kişiyi iteceği yerler, konumlar, durumlar bütün milletvekili arkadaşlarımızın tahmin edebileceği gibidir.

Komisyon çalışmalarımızda sadece kadın cinayetleri, sonuca bağlı yaptırımlar gözetilmemelidir; bilakis, sorunun kaynağına yönelik önlemlere öncelik verilmesi gerekir. Dolayısıyla komisyon çalışmalarının Millî Eğitim müfredatımız, Diyanet İşleri Başkanlığı, halk eğitim merkezlerimiz, bütün STK kuruluşlarımız, sağlık kuruluşlarımızın da müşterek gayretleri olacak şekilde ele alınması yerinde olacaktır. Sadece yasal düzenlemelerle çözmenin oldukça zor olduğu kanıtlanmış bir sorunla karşı karşıyayız.

Toplumsal değişimlerin aile, birey, kadın ve erkek üzerinde oluşturduğu sosyo-psikolojik etkiler zemininde düşünülerek, aslında kadına bakış açısını evirmek için eylem planları ortaya çıkarmalıyız kanaatindeyim.

Kadını, sahip olunacak, kontrol edilebilecek, üzerinde her türlü tasarruf yapılabilecek nesneye indirgeyen bakış açısı değişmelidir. Evlilik cüzdanı bir tapu değildir, erkek ve kadının birlikte bir ömrü paylaşma kararlarının sözleşmesidir, kadına sahip olunduğunu tescilleyen bir belge asla değildir.

Kurulacak komisyon, aslında, toplumun algılarını değiştirecek ve kadın-erkek ilişkilerine ışık tutacak bir yol haritası ortaya çıkarır ümidindeyim. Evet, önyargılarla mücadele edeceğiz. Einstein önyargıların değişmesinin atomu parçalamaktan zor olduğunu söylemişti. Kanayan bir yara hâline gelen kadın cinayetleri için sürekli bir çaba ve takip içerisinde olacağız. Biliyoruz ki taşı delen suyun şiddeti değil, damlaların sürekliliğidir. Çalışacağız hep birlikte. İnsanı, kadını hayatta tutmak için her birimizin sorumlulukları var. Her kadın bir denizyıldızıdır. Denizden sahile vurmuş denizyıldızlarının şeceresini tutmak yerine, onları denize, hayata kazandırmalıyız fikrimi tekraren söylüyorum.

Değerli milletvekilleri, "Kadın dünyanın yarısıdır." derler. Bizim muhteşem lügatimizde "namus" kelimesinin anlamı kanundur. Yüksek medeniyetimiz bize kadının namus olduğunu bildirirken, aslında, zannedilenin tersine şunu söylemektedir: "Kadın kanundur. O yoksa kaos vardır, düzen bozulmuştur, savrulma vardır, baş aşağı yıkılma vardır."

Kadına yönelik şiddet, kadınlarda psikolojik ve fiziksel olarak yaralanmalara yol açan, acı çekmesine neden olan, onurunu kıran, kadınlara karşı ayrımcılığın sürmesine sebep olan, temel hak ve özgürlüklerini engelleyen bir durumdur. Bu durumun önlenmesi, engellenmesi ve kadın cinayetlerinin, her ne sebeple işleniyorsa işlensin nihayete ermesi için, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu olarak tüm desteğimizi vermeye hazırız.

Çalışmalarda şimdiden başarılar diliyorum, heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)