| Konu: | TURİST REHBERLİĞİ MESLEK KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 117 |
| Tarih: | 07.06.2012 |
BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 257 sıra sayılı turist rehberliğiyle ilgili Kanun Tasarısı üzerine Barış ve Demokrasi Partisinin düşüncelerini ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, jeopolitik konumu, üç semavi dinin buluştuğu bir ülke olarak ön plana çıkması, bununla birlikte rakiplerine göre son derece temiz plaj ve koylara sahip olması ve dört mevsimin bir arada yaşanması özellikleri nedeniyle âdeta bir turizm cenneti görünümündedir. Türkiye'nin sahip olduğu bu değerleri turizm amaçlı kullanması, ülkemizin içinde bulunduğu işsizlik sorununun giderilmesinde çok önemli rol oynayacaktır.
Ülkemizin turizm potansiyelinin temel bileşenleri, sahip olduğu doğal, kültürel ve tarihî değerlerdir. Bu değerler uzun vadede korunabildikleri sürece uluslararası turizm pazarındaki payımız hızla büyümeye devam edecektir. Bunun için özellikle turizm yörelerindeki arazi kullanma ve altyapı kararlarının gerek yerel gerekse merkezî yönetimlerce doğru olarak verilmesi gereklidir. Altyapılarda kapasite üstü zorlamalar doğal değerlerin yok olması tehlikesini de beraberinde getirecektir. Bu kararların verilmesi aşamasında turizmin en önemli görevinin doğal, kültürel ve tarihî değerlerini koruyarak kullanılması gerekliliği iyi anlaşılmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; turizm üzerinde konuşurken önemle belirtilmesi gereken hususlardan biri de ekolojik yaşamın gerekliliğidir. Ekolojik yaşam, çevreye duyarlı yaşam modellerinin geliştirilmesi olarak değerlendirilebilir. Turizm faaliyetlerinde gözetilmesi gereken husus, ekolojiye duyarlı bir çevre bilincinin geliştirilmesi ve bu faaliyetlerin icraatında çevrenin ve doğal yaşamın tahrip edilmemesidir.
Bugün Türkiye'nin birçok turizm bölgesi giderek eski canlılığını yitirmektedir ve halkımız, "turizm" adı altında çevrenin katledilmesi konusunda şikâyetlerini zaman zaman dile getirmektedir. Bizim için ekolojik yaşam, insanlığın kapitalist sistemin neoliberal saldırılarına karşı kendi yaşamını üretme, doğa, insan ve yaşam diyalektiklerini hayatta tutma dinamiğidir. Elbette "ekoloji" denilince ilk akla gelen çevre ve çevresel sorunlar olmaktadır. Bu yaklaşımın bir parçası doğru olmakla beraber, ekolojik yaklaşımı anlamak adına yeterince eksik de kalmaktadır. Ekolojik yaşam tam anlamıyla endüstriyalizmin karşıtıdır. Endüstriyel yaklaşım, insana, topluma, doğaya, her türlü canlı ve cansız varlığa kâr üzerinden yaklaşma pratiğidir. Endüstriyel anlayışta dereler kâr için, tarlalar organik ve daha fazla ürün için, şehirler rant için vardır. Bunun yanı sıra, doğa-insan ilişkisinde insanın daha fazla kâr elde etmesi yoluyla tahakkümünü sağlamayı da insanlık dramı olarak ortaya koymaktadır.
Türkiye birçok bölgesiyle beraber turistik alanlara ve belki de daha doğru ifadeyle daha güzel yaşanabilecek tarihselliği olan alanlara sahiptir. Söz konusu bu alanlar Türkiye'nin her alanına yayıldığı gibi özellikle Güney ve Doğu Anadolu Bölgesi yani Mezopotamya bölgesinde çok fazla sayıda yer almaktadır. Mezopotamya insanlık tarihinin beşiğidir. İlk tarımsal hayata geçiş, ilk sanatsal yapılar bu alanda yapılmıştır. Dolayısıyla, bu bölge içinde çok değerli bir tarihi ve bu tarihten bize kalan alanları miras bırakmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; turizm faaliyetlerinin en önemli unsurlarından biri de turist rehberliği mesleğidir. Ne yazıktır ki turist rehberliğinin ülkemiz tanıtımı için sağlayacağı genel ve kamu yararı bugüne kadar yeterince gözetilememiştir. Sektörün çeyrek asra yaklaşan deneyimlerine dayalı olarak ortaya konan mesleki taleplere hâlâ işlerlik kazandırılamaması toplumun tüm katmanlarında giderek yaygınlaşan bir kanıksama kültürünün yansıması olarak değerlendirilebilir. 12 Eylül 1998 tarihinde kurulan Turist Rehberleri Birliği kuruluş tarihi itibarıyla belli bir süre sektörü temsil etmede ve mesleki kazanımlar noktasında yol almış ancak sorunların çözülememesi ve iç çekişmeler nedeniyle her zaman güçsüz mesleki örgütlenmede olduğu gibi birlik içinde zamanla çözülmeler başlamıştır. Bakanlık bu meslekî örgütsel dağınıklığı da gerekçe alarak eski merkeziyetçi düzenini devam ettirmektedir. Bu bağlamda yasa tasarısı turizm rehberlerinin sorunlarını çözmekten uzaktır.
Yasa tasarısında turist rehberlerinin bir odaya kayıtlı olması gerektiği ifade edilmekte ancak bu odaların Bakanlık tekelinde faaliyet göstermek zorunda bırakılması kurulacak olan odaların siyasallaşacağı endişelerini doğurmaktadır. Odaların yetki alanlarının daraltılması da aynı şekilde siyasallaşma endişelerini beraberinde getirmektedir. Bu kaygıları azaltmak için yasa tasarısında geçen, odaya üyelik kayıtları Bakanlık tarafından değil Turist Rehberleri Odaları Birliği tarafından yapılmalıdır. Birlik üye kaydını zaten ilgili bakanlığa arz edeceğinden sorun ortadan kalkmış olacaktır. Turist rehber olabilmek için gerekli olan sınav ve mülakatların odalar tarafından yapılması gerekmektedir. Bu sınavın içeriği net bir şekilde ortaya konmalıdır ve bu aşamadan sonra mülakatların bu işe ehil olan odalar tarafından yapılması gerekmektedir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı uygun gördüğü hâllerde birliğe yetki devri yapabilmelidir. Yetki devriyle meslekle ilgili deneyim ve birikim sahibi, mesleki kuruluş çalışmalarında etkin ve hızlı işleyiş sağlayacak, gerekli konuları Bakanlığa sunacak, Bakanlıktan görüş ve onay alacaktır.
Yine, kanun tasarısının 3'üncü maddesinin (3)'üncü fıkrasında meslekten çıkarmanın Bakanlık kararıyla olacağı öngörülmektedir. Oysa mesleğe kabulde olduğu gibi çıkarma da birlik kararı ve Bakanlık onayıyla gerçekleştirilmelidir. Yasa tasarısında geçen, oda başkanlarının yanı sıra bölgesel oda başkanlarının da birlik genel kurulunda delege olarak yer almaları gerektiğini düşünüyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa tartışmalarının yoğun olarak yaşandığı ülkemizde ortak vatanda halkların ve inanç gruplarının haklarını teminat altına alan, gerçekten demokratik, sivil bir anayasanın beklentisi içinde olanlardan biriyim. Burada asıl işimizin bu olduğunu unutmamak gerekiyor. Sivil, demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi bir anayasa; bugün Türkiye'de yaşayan Kürtlerin ve diğer halkların ve inanç gruplarının ortak talebi budur.
Barış ve Demokrasi Partisi olarak bizler de bu ülkenin ortak vatan çatısı altında her halkın ve her kesimin kendisini özgürce ifade edebileceği bir Türkiye yaratmanın siyasetini yürütmekteyiz. Türkiye'nin temel sorununun Kürt sorunu olduğu bilincinden hareketle temel siyasetimiz, Türkiye'deki bütün ezilenlerin, bütün ötekilerin sesi olmaya çalışmaktır. Bizim siyasetimiz kırmızı çizgiler ve tekçi politikalar üzerinden ilerleyen bir siyaset değildir.
Eğer, kırmızı çizgilerden bahsedeceksek partimizin insani hassasiyetlerinden söz etmek gerekir. İnsanlık onurunu yok sayan herhangi bir siyaset bizim kırmızı çizgimize takılacaktır. Bu coğrafyada yaşayan halkların ve inanç gruplarının karşısında olan, onları yok sayan, evrensel insan hakları temelli siyaset üzerinde şekillenmeyen bir siyasetin karşısındayız ve karşısında olmaya devam edeceğiz.
Halkların farklı kimliklerini, kültürlerini kabul etmeyen, bütün farklılıkları kucaklayacak anayasal vatandaşlık tanımını içermeyen, ana dilde eğitimi kabul etmeyen, örgütlenme özgürlüğünü garanti altına almayan bir anayasanın yeni bir anayasa olması mümkün değildir. Aynı şekilde başörtülülerin çalışma hakkını, Alevilerin, Yezidilerin ve diğer farklı kültürlerin inanç hakkını, çalışanların, kadınların hakkını güvence altına almayan bir anayasanın halk tarafından kabul görmesi mümkün olmayacaktır. Bu bağlamdan hareketle yeni anayasa çalışmalarından umutlu olmamız gerektiğini düşünüyorum. Gerçekten demokratik, eşitlikçi, katılımcı ve içinde kırmızı çizgileri barındırmayan özgürlükçü bir anayasaya ülke olarak hepimizin ihtiyacı vardır.
Bu ülke özgürlükler ve temel haklar konusunda 12 Eylül Anayasası'ndan çok çekmiştir, Anayasa'dan kaynaklı mağduriyetler hâlâ devam etmektedir. Özgürlükleri sonuna kadar savunan "ancak" bağlacıyla bir önceki cümlede söylenen özgürlüklerin hepsini geri alan bir anayasa bizim anayasamız olmamalı. Anayasa tartışmalarında gözden kaçırılmaması gereken en önemli husus anayasanın sihirli bir değnek olmadığını idrak etmekten geçmektedir. Burada önemli olan zihinlerin değişimidir. Devlet zihinsel dönüşümlerde demokratik bir hukuk devletine yaraşır bir şekilde rol almasını bilmelidir. Hepimizin bildiği gibi, örneğin İngiltere'nin yazılı bir anayasası yoktur ancak ileri bir demokrasiyle yönetilmekte, temel hak ve özgürlükler konusunda çağdaş kriterlere uygun davranmaktadır. Bu açıdan bakıldığında aynı zamanda bir zihniyet devrimi içermesi beklenen anayasa yazım çalışmaları önündeki bütün engeller kaldırılmalı ve özgürlüklerin önü açılmalıdır.
Ülkemizde birçok gazeteci, aydın ve öğrencinin tutukluluğu devam etmektedir. Bu insanlar sadece düşüncelerini ifade ettikleri için, demokratik zeminde muhalif siyaset yürüttükleri için içeride tutulmaya devam edilmektedirler. Aynı şekilde 7 binin üzerinde, siyaset yapan vatandaşımız tutukludur ve özgür kalacakları günü beklemektedirler. Tutukluluğun istisna hâli olması gerekirken binlerce tutuklunun cezaevinde tutulması, cezaevlerinin kapasitelerinin çok üstünde tutuklu ve hükümlü barındırması anlaşılır bir durum değildir. Bu bağlamda temel hak ve özgürlükler konusunda yol temizliği yapılmadığı takdirde yeni anayasa çalışmalarının umut vaat eden ruhunun kaybolacağı endişesini taşımaktayız. Gelin, hep birlikte evrensel insan haklarına saygılı, gerçekten sivil, demokratik, katılımcı ve özgürlükçü bir anayasa yapım sürecine samimi bir şekilde katkıda bulunalım ve yapım süreci önündeki bütün engelleri kaldırıp, geleceğimizi hep beraber inşa edelim.
Değerli milletvekilleri, geçtiğimiz haftalarda Meclis Başkanı Sayın Cemil Çiçek muhalefet partilerinin grup başkan vekilleriyle bir araya gelerek, tutuklu vekillerin serbest bırakılmasıyla ilgili olarak olumlu sinyaller verdi. Çalışma arkadaşlarımızın Meclise gelip çalışmalarına başlayacakları yönünde bir beklentimiz vardı. Grup başkan vekillerimiz görüşmelerin olumlu geçtiğini ifade ettiler, ancak daha birkaç hafta geçmeden Başbakan Yardımcısı Sayın Hüseyin Çelik bu işin yargının meselesi olduğunu söyledi.
"Muhalif partilerin önerdiği tarzda bir değişikliğin olması hâlinde bunun çok farklı ve olumsuz hukuki sonuçlar doğurabileceği ve böyle bir düzenlemenin suistimale son derece müsait olabileceği sonucu çıkarılmıştır." dedi. Oysa sayın grup başkan vekillerinin önerdikleri düzenlemede uzlaşmacı davrandıklarını, olumsuz hukuki sonuçlar doğurmaması için çaba harcadıklarını, son derece iyi niyetli davrandıklarını biliyoruz.
Şunu sormak gerekiyor: Muhalefet partilerinin önerilerini eğer tasvip etmiyorsanız sizin öneriniz nedir? Ne yapmak gerekiyor? "Tutuklu vekiller sorunu muhalefetin sorunudur." demek doğru bir yaklaşım değildir. Bu vekiller Türkiye'nin vekilleridir. Onlara oy verenler bu ülkenin vatandaşlarıdır ve bu mesele muhalefet partilerinin olduğu kadar bu ülkeyi yöneten Hükûmetin de sorunudur. Açıkça ifade etmek gerekiyor ki Sayın Meclis Başkanının iyi niyetli girişimleri ikinci defadır boşa çıkarılmaktadır.
Bu meselenin basit bir yargı işi olmadığı, siyasi bir mesele olduğunu ve siyasetin çözmesi gerektiğini artık herkes biliyor. Yargı sisteminin bu kadar geç çalıştığı bir ülkede, yasama döneminin sonuna mı bırakılacak tutuklu vekiller?
MİT krizinde Sayın Başbakanın bile yargıya güvenmediği açıkça ortadayken, tutuklu vekiller konusunda yargıya güvenmemizin, yargının karar vereceği günü beklememizin bir anlamı var mıdır? Eğer yargıya güvenilseydi bir gecede yasa çıkarılmaz, şeriatın kestiği parmak acımaz şiarıyla hareket etmesi beklenen Sayın Başbakanın, MİT personellerini yargıya teslim etmesi gerekirdi.
Dünyanın neresinde "tutuklu vekil" kavramı vardır? Halkın verdiği binlerce oyla Meclise gelip çalışma yapması gereken vekiller neden hâlâ içeridedir?
Mardin Cezaevinde tutuklu bulunan Şırnak Milletvekilimiz Faysal Sarıyıldız ve Mardin Milletvekilimiz Gülser Yıldırım daha geçenlerde cezaevinin verdiği yemeklerden zehirlenme tehlikesi geçirdiler. Kapasitesinin 3 katı kadar tutuklu ve hükümlü barındıran bir cezaevinde kalan vekillerimiz dışarıda dönen siyasi hesapların kurbanı durumuna düşmüşlerdir.
Daha önceki konuşmalarımda da ifade ettiğim gibi, tutuklu vekillerin durumu siyasi bir meseledir ve Meclis çatısı altında çözümlenmesi gereken bir konudur. Bu konu üzerinde söz söyleyen hiç kimse yargının işine müdahale etme gibi bir amaç gütmemektedir. Tutuklu yargılanan vekillerle ilgili bizim ortak talebimiz, 12 Eylül'ün kötü bir mirası olan seçim barajına rağmen, temsiliyetin yüksek oranda olduğu son genel seçimlerde ortaya çıkan halk iradesinin Meclise tam olarak yansıtılmasıdır.
Parlamenter sistemlerde milletvekilleri halkın iradesiyle seçilirler. Bu bağlamda, şu an cezaevinde olan, yüz binlerce oy alarak halkın teveccühünü kazanmış olan 8 milletvekili değil halkın iradesinin bizzat kendisidir.
Özgürlük kısıtlamasının keyfî olmaması gerektiği yönündeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ortadayken, tutuklu vekiller sorununun âdeta bir kangren hâline gelmiş olması bizim açımızdan kabul edilemez. AİHM içtihatları, kişi özgürlüğünün ihlali olan bir eylemin öncelikle iç hukuka uyumlu olması gerektiğini, ancak bunun tek başına yeterli olmadığını, bu eylemin sözleşmeye uygun olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmenin iç hukukun üzerinde olduğunu ve sözleşme kararlarının iç hukuk tarafından uygulanması gerektiğini düşünmekteyiz. Unutulmaması gerekiyor ki, sözleşmeye taraf olan bir devlet vatandaş, vatansız, yabancı ayrımı veya başka herhangi bir ayrıma tabi tutmaksızın herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını korumak ve geliştirmekle yükümlüdür.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündemde olan bir başka konu da Cumhuriyet Halk Partisinin Kürt sorununun çözümüne yönelik başlatmış olduğu yeni girişimdir. Bizler bu türden girişimleri olumlu karşıladığımızı en başından belirtmiştik. Kürt sorunu bu Meclisin çözmesi gereken siyasi bir sorundur. Çözüm sürecini Mecliste bulunan partilerin el ele vererek ilerletmesi gerekmektedir. Bu sorunun çözümünde başta Mecliste bulunan siyasi partiler olmak üzere bütün siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin elini taşın altına koyup sürece katkı vermek zorunda olduklarını düşünüyoruz.
Bu ülkenin birlik ve beraberliğini savunmak ve sağlamak hepimizin boynumuzun borcu olmalıdır. Otuz yıl süren çatışmalı ortamda yeterince kan dökülmedi mi? Güvenlik konseptinde ısrarcı olmak, barışın elini geri çevirmek halkımıza hiçbir şey kazandırmayacaktır.
Yasa tasarısıyla ilgili olarak da, sözünü ettiğimiz eksiklerin giderilmesi koşuluyla yasayı desteklediğimizi belirtiyor, bu vesileyle hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Dora.