GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MHP GRUBUNUN, 5/6/2014 TARİH VE 6044 SAYIYLA MERSİN MİLLETVEKİLİ MEHMET ŞANDIR VE ARKADAŞLARI TARAFINDAN, SURİYELİ SIĞINMACILARIN DURUMLARININ VE TOPLUMSAL ETKİLERİNİN ARAŞTIRILARAK ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA VERİLMİŞ OLAN MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN, GENEL KURULUN 17 TEMMUZ 2014 PERŞEMBE GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE SUNUŞLARDA OKUNMASINA VE ÖN GÖRÜŞMELERİNİN AYNI TARİHLİ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASINA İLİŞKİN
Yasama Yılı:4
Birleşim:118
Tarih:17.07.2014

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisinin Suriye'yle, mültecilerle ilgili Meclis araştırması önergesi üzerine söz aldım.

Sorun, her geçen gün daha acılı bir hâl almakta, daha çok büyümekte, mülteci sayısı arttıkça "insan hakları ihlalleri" diyeceğimiz boyut daha da derinleşmekte. Üç yılı geride bıraktık. Suriye'deki rejimi değiştirmenin peşindeki büyük güçler ve onun arkasına takılan AKP Hükûmeti, bugün bu yaşanan insanlık dramının birinci dereceden sorumlusu elbette ve bu nedenle de acil olarak bir çözüm üretilmesi gerekiyor. Evet, bir Meclis araştırılması yapılmalı ama Türkiye'nin her yerinde, hayatın her alanında çocuğundan ihtiyarına, kadınından erkeğine Suriyeli mülteci gerçeğiyle her alanda karşılaşmaktayız; durum artık tahammül gösterilecek bir boyutta değildir. Her gün gazetelerde, bir yerde bir esnafın, bir yerleşik halkın Suriyeli aileyle kavgası, linç haberleri yer almaktadır. İşte, Maraş'ta, ondan önce Antep'te benzer şiddet eylemleri, Suriyeli mülteciler üzerindeki bu haberler ciddi bir şekilde bu konuya el atılmasını gerektirmektedir. Bütün bunlardan önce, sorunu bir hak ihlali olarak ifade ettik, bir insan hakları sorunu olarak ifade ettik.

İnsan hakları deyince, öncelikle, bugün 17 Temmuz. 17 Temmuz 1986, Türkiye'de İnsan Hakları Derneğinin kuruluş günüdür. Yirmi sekiz yıldır, 12 Eylül darbecilerinin yarattığı tahribattan sonra, çocukları cezaevinde olan aileler başta olmak üzere, Türkiye'nin aydın ve onurlu insanları bir araya gelerek Türkiye'deki darbeyle birlikte artan insan hakları ihlallerine karşı mücadele etmek üzere -98 insan bir araya geldi- bu derneği kurdu. Büyük bedeller ödeyerek, ardında 22 ölüm, onlarca sakat kalmış insan, kaçırılmış insan, cezaevlerinde ve hayatın değişik alanlarında yaşam mücadelesi verenlerin yanında oldular. Antidemokratik uygulamalara karşı, işkencelere karşı, kaçırmalara, faili meçhullere karşı, hak ihlallerine karşı mücadele ederek bugüne kadar geldiler. Vakıf kurucusu oldular, uluslararası alanda çalışan, diğer örgütlerle işbirliği içerisinde Türkiye'de insan haklarının varlığının ve bunun kavgasının mücadelesini verdiler. Bu alanda emeği geçenleri buradan bir kez daha saygıyla selamlıyorum.

Suriyeli mülteciler sorununda da İnsan Hakları Derneği ve Vakfı, bu alanda elbette çalışmalar yapmakta, raporlar yayınlamakta. Ama söylediğim gibi, bu konu çok daha acil, ciddi bir sorun hâline gelmiştir. Bakın, sadece Maraş'ta, Antep'te, Türkiye'nin değişik yerlerinde değil, Ankara'nın göbeğinde, Sincan'da, bir mahallede 42 kişilik Suriyeli bir aile bir eve sığınmış durumda ve çevresindeki insanlar, orada barınma hakkını bile sağlıklı bir şekilde yaşayamayan bu aileyi kendileri için bir tehlike kaynağı olarak görmekte ve oranın boşaltılmasını istemekte. "Bu bilgileri nereden alıyoruz?" derseniz, bu bilgileri o bölgede sağlık hizmeti vermek durumunda olan ve o Suriyeli aileye de aşı yapmak zorunda olan ama aşı bulamayan halk sağlığı, aile sağlığından sorumlu hekimlerden duymaktayız. Türk Tabipleri Birliği, tıpkı İnsan Hakları Derneği gibi, bu konudaki görevlerin ve sorumlulukların yerine getirilmesi için âdeta çağırmakta, çığlık atmakta ama Hükûmet, işte 200 binlerle başlayan bu mülteci akınını "Zamanında kamplara yerleştirdik." diyerek bir ölçüde görevini yaptığı zannı içerisinde. Ama bakıyoruz bugün, yıl sonuna doğru bunların sayısı 1,5 milyonu bulacak ve her yerde, dediğimiz gibi, sokakta dilenen çocuklar, alışverişini ne yazık ki gayriahlaki bir şekilde, çalışabildiği, geçinebildiği bir iş bulamadığı için bedenini sunarak karnını doyurmak zorunda kalan genç yaşta kadınlar, kızlar, çocuklar, çocuk yaşta gelinler, satılan bedenler, bunun karşısında ayağa kalkmış kadın örgütleri, buna işaret eden ve Hükûmeti göreve çağıran kadın aktivistler söz konusu.

Nereden geldik bu noktaya? Aktif dış politikadan geldik, büyük devlet olma hevesleriyle, hayalleriyle geldik. Sözde, bölgede barış gücü olacaktık ama baktık ki dinleme kayıtlarından, gizli kayıtlardan, bu ülkenin karar alıcılarının, istihbarat teşkilatının başındaki insanların, dış politikanın sorumlularının, oradaki, Suriye'de Esad rejimine karşı savaşan güçleri desteklemek adına tırlar dolusu silahı "insani yardım" adı altında, insan hakları dayanışma örgütleri görevlileri eliyle buralara taşıdıklarını anlıyoruz. Buradaki çatışmanın... Paralel kavgasının uzantısı olarak bu bilgiler karşımıza çıkıyor. 1,5 milyona dayanmış bu mültecilerin yaşadığı acılardan, evet, birinci derecede bu iktidar, bu siyasi anlayış, bu dış politikadaki yanlış tutum o nedenle sorumludur diyoruz. Barış taşımak ne kelime, kan taşınmıştır, barut taşınmıştır ve sonuç itibarıyla, bu ülkeye, açlık çeken, işsizlikle karşı karşıya bırakılmış, kafasını sokacak bir barınma sağlanamamış ve her gün sağlık problemleri yaşayan mülteci sorunu taşınmıştır.

En son haberlerden bir tanesi: Ortalıkta yaşayan bu mülteciler, Eminönü'nden Kadıköy'e vapura bindirilerek iki belediye arasında git gel şeklinde, bir sokakta yaşama terk edilmiş durumdadır. Kamplar yetersizdir. Parası olan, nüfuzu olan ve bir şekilde yolunu bulan kendisine ev bark edinebilmiştir ama öbür taraftan, çok daha büyük bir sorun karşımıza çıkmıştır. Başta, Türkiye işçileri, emekçileri ucuz iş gücü durumundaki bu mültecilerle karşı karşıya kalmıştır. Kendilerine geçici çalışma izni verilmeyen bu insanlar, bu aç açıkta, vatan topraklarından uzak düşmüş, iç savaşın yarattığı tahribatla canını kurtarma pahasına buralara sığınmış bu yardım bekleyen zavallı insanlar, günlük 10 lira, 20 lira yevmiyeyle bedenlerini, iş güçlerini, alın terlerini kaçak işçi olarak satmak durumunda kalmışlar; bunun karşısında, çok daha ağır koşullarda çalışan, her gün işten atılan, her gün kölece çalıştırılan, düşük ücretle çalıştırılan Türkiyeli işçilerle karşı karşıya gelmek noktasında, Türkiye'deki esnaf ve küçük üreticiyle karşı karşıya gelmek durumunda olmuşlardır. Antep'te, Maraş'ta, başkaca yerlerde yaşanan kavgalar ve geçimsizlikler, bu acıyı yaşayan insanları bir ölçüde sindirememek, kabul edememek ve bir düşman olarak algılamak, işte, bu boyuta getirmiştir.

O nedenle, Hükûmet sorumlu olduğu bu noktada... "Neden sorumludur?" derseniz; bakın, yine, çocuklardan al haberi. Yani, soruluyor: "Siz niye toprağınızı terk edip geldiniz?", "Bizi Başbakan çağırdı." diye o küçük aklıyla bu türden bilgiler veren çocukların beyanları yine gazete haberlerine düşmekte. Evet, Suriye'deki iç karışıklığı ve savaşı pompalar tarzda bir politikayla o insanlara burada iyi bir yaşam vadederek çağırdılar ama işte, sokakta el elde, baş başta kaldılar. Bu, insan hakları dramı; bu, trajik yaşam. Elbette, o insanlara sahip çıkılmalı. Sahip çıkacak olan, bu siyasi iradeden, Hükûmetten öte öncelikle bizim insanımız; Türkiye yurttaşları, Türkiye işçileri, emekçileri. Bir dayanışma içerisinde sahip çıkmak, o insanlarla işini, aşını paylaşmaktan öte bir rekabete girmek değil ama Suriyeli mültecilerin yaşadığı bu dramı yaşatanlara ve Türkiyeli emekçileri de işsizlikle, karın tokluğuna çalıştırmakla baş başa bırakan bu egemen zihniyete, bu kapitalist iktidara...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (Devamla) - ...bu emperyalist savaşçı politikalara karşı el birliği, güç birliği ve dayanışma içerisinde hareket etmek ve çocukların, genç kızların, kadınların fuhşa zorlandığı, çocuk gelinliğe dayalı satışa zorlandığı bu ahlaki çöküntüye karşı hep birlikte direnmek ve mücadele etmek zorundayız.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)