GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TÜRK CEZA KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
Yasama Yılı:4
Birleşim:97
Tarih:04.06.2014

HDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 592 sıra sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın birinci bölümü üzerine Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Tasarının birinci bölümünde bölge idare mahkemelerinin çalışma usullerine ilişkin düzenlemelerin yanı sıra, dikkat çekici bir düzenleme, 2313 sayılı Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanun'un 23'üncü maddesinin beşinci fıkrasında değişikliğe gidilerek "Esrar elde etmek amacıyla kenevir ekimi yapan kişi dört yıldan on iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Münhasıran kendi kullanımı için ihtiyaç duyduğu esrarı elde etmek amacıyla kenevir ekimi yapan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." biçiminde uyuşturucu madde üretimi yapanlara dönük bir ceza artırımının öngörülmesidir.

Değerli milletvekilleri, burada suçla mücadelede sadece cezaların artırılmasının veya suç bedelinin ağırlaştırılmasının tek başına yeterli çözüm olmadığını belirtmek gerekmektedir. Aynı şekilde, sadece ceza tehdidine dayalı bir ceza sistemi de yeterli değildir çünkü sadece ceza tehdidi özellikle gençlerde suçluluk eğilimlerini pekiştiren bir işlev de görebilmektedir.

Burada suç işleyecek bir zeminin oluşmasında etkili olan işsizlik ve yoksulluk gibi sosyoekonomik dezavantajların yanında, neoliberal, kapitalist ekonominin ve onun doğurduğu yaşam, söylem, düşünme ve davranış biçimlerinin büyük oranda yol açtığı kısa yoldan zengin olma, insan sağlığına duyarsızlık, para kazanma uğruna her yolu mübah görme biçiminde ortaya çıkan çarpık ekonomik heveslerin nedenleri, kapsamları ve sonuçları üzerinde kafa yormak ve tedbir almak da öncelikli görevimiz olmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin uyuşturucu stratejilerinin hedefi, uyuşturucu kullanımının ve uyuşturucuların hem bunları kullananlarda hem de kullanan kişilerin içinde yaşadığı topluluklarda yol açabileceği hasarın hızla azaltılması yönünde olmalıdır.

Uyuşturucu üretiminin ve kullanımının çok yönlü ve karmaşık bir olgu olduğunu kabul ediyoruz. Ancak, bu alandaki politikaların etkisini güçlendirmeye yönelik her teşebbüs, her mevzuat düzenlemesi konunun bütüncül yapısıyla eş güdümlü, dengeli ve en önemlisi de nitelikli sonuçlar almayı öngörmelidir. Uyuşturucunun topluma faturasının değerlendirilmesi ve uyuşturucuya bağlı kamusal harcamalara ilişkin derinlikli çalışmalar yapılmalı ve kamuoyuyla aktif biçimde paylaşılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, uyuşturucu arzının azaltılması ile uyuşturucu talebinin azaltılmasına yönelik müdahalelerin birbiriyle bağlantılı ve daha kapsamlı yaklaşımlarla ele alınması zorunludur.

Sivil toplumun uyuşturucu politikasına katılımı, ayrıca oluşturulacak uyuşturucu önleme ve bilgilendirme programlarında aktif rol üstlenmesinin mümkün kılınması da başlıca hedeflerinden biri olmalıdır.

Değerli milletvekilleri, uyuşturucu üretimi, tüketimi ve ticareti konularında devletin ilgili birimlerinin yaşadıkları zafiyetler, cezaevlerinde bulunan çocuk ve genç tutsakların sayıları ve işledikleri suçlar incelendiğinde daha net biçimde görülebilecektir.

Oluşturulacak uyuşturucu programlarının genel hedefleri, uyuşturucu kullanımının etkilerine dair verileri bilimsel temele oturtmak ve uyuşturucu kullanımını, bağımlılığı ve uyuşturucuya bağlı hasarı önleyip azaltmak suretiyle Türkiye'nin özgür, güvenli ve adil bir ülke hâline gelmesine yardımcı olmalıdır. Özellikle Avrupa ülkelerinde uygulanan sosyal etki modeline dayanan interaktif programların okullarda etkin olduğu görülmüştür. Bu çerçevede, Türkiye'de de okullarda öğrencilere, eğitimcilere ve ebeveynlere dönük programların yoğunlaştırılması ve kalitelendirilmesi önemli bir zarurettir. Yerel yönetimlerin de söz konusu uyuşturucu üretimi ve tüketimine dönük özgün tedbirsel programlar geliştirebilmeleri konusunda yetkilerinin ve inisiyatif alabilme kabiliyetlerinin güçlendirilmesi ve teşvik edilmeleri gereklidir.

Değerli milletvekilleri, tasarının birinci bölümünde oldukça dikkat çeken bir diğer düzenleme konusu da 2577 sayılı Kanun'un 20'nci maddesinde öngörülen değişiklikle getirilen ivedi yargılama usulüdür. Tasarıda ivedi yargılama usulünün uygulanacağı uyuşmazlıklar listesine göz attığımızda; ihale işlemleri, acele kamulaştırma işlemleri, Özelleştirme Yüksek Kurulu kararları, Turizmi Teşvik Kanunu uyarınca yapılan satış, tahsis ve kiralama işlemleri, Çevre Kanunu uyarınca çevresel etki değerlendirmesi sonucu alınan kararlar, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca alınan Bakanlar Kurulu kararları biçiminde kamu mallarının ve doğanın talan edilmesinin önünde ne kadar yasal pürüz kaldıysa hepsini âdeta bir hamlede yok etme girişimi tüm çıplaklığıyla kendini göstermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ivedi yargılama usulüyle ilgili öngörülen düzenleme, Anayasa'nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36'ncı maddesi ile uluslararası anlaşmaların uygun bulunmasına dair hüküm içeren 90'ıncı maddesinin son fıkrasına da açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Zira, bireyin hak arama özgürlüğü hem Anayasa hem de imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi esaslarıyla güvence altına alınmış bir haktır. Bu noktada, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 20'nci maddesine getirilen ivedi yargılama yöntemi, idari yargının geleneksel işleyişini değiştirdiği gibi öngörülen sürelerin kısalığı nedeniyle de bireylerin hak arama imkânlarını daraltmaktadır. Tamamen "yangından mal kaçırma" deyimiyle özdeş bir düzenlemeden söz ediyoruz. Örneğin, hâlihazırda uygulaması kanuna aykırılık teşkil eden kamu ihaleleri, acele kamulaştırma, 6306 sayılı Kanun uygulamaları, çevre etki değerlendirme raporları, iptal davaları, özelleştirme uygulamaları, turizmi teşvik işlemleri oldubittiye getirilerek yargı bağından koparılma çabasıyla ivedi yargılama usulüne dâhil edilmiştir. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkı Kanunu uygulamalarına ilişkin iş ve işlemler, kamu görevlilerinin atanmasına ilişkin işlemler, öğrencilerin okuldan atılmaları, not işlemleri ve benzeri türden işlemler ise ivedi sayılmamaktadır. Netice itibarıyla, örneklerde de ifade ettiğimiz üzere, hazırlanan ve Komisyonca da kabul edilen bu düzenleme açıkça hak arama özgürlüğünün engellenmesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5 Haziran 1972'de Stockholm'de toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı'nın ünlü Dünya Çevre Bildirgesi'nin "İlkeler" bölümünde şöyle denilmektedir: "İnsanın, onurlu ve huzurlu bir hayata izin verecek kalitede bir çevrede özgürlük, eşitlik ve elverişli hayat şartları içinde yaşaması temel hakkıdır." Bu ilke "çevre hakkı" kavramının belirtildiği bir belge niteliğindedir. Dolayısıyla "ihale etme", "özelleştirme", "kamulaştırma", "turizm teşvikleri", "ÇED raporları" gibi başlıklar altında yer alan konularla ilgili ivedi yargılama usulünün öngörülüyor olması, Hükûmetin demokrasi ve ekoloji karnesi göz önüne alındığında doğa adına ve kamu mallarının sermayeye peşkeş çekilmesi adına çok daha vahim sonuçların ortaya çıkacağının göstergesidir.

Değerli milletvekilleri, ÇED Yönetmeliği, yatırım ve enerji sektörünün baskılarıyla ortaya çıktığını düşündüğümüz değişikliklerle her geçen yıl biraz daha çevre koruması amacından uzaklaşmıştır. Her yapılan değişiklik biraz daha yatırımcıların önünü açmaya meyletmiştir. 1997 yılından sonra yapılan değişikliklerle ÇED Yönetmeliği'nin Çevre Kanunu'nda yer alan amaçtan giderek uzaklaştığı açıkça görülmektedir.

İvedi yargılama usulünün ilgili komisyonlarda yeterince tartışılmadan bir an önce geçirilmesinin bir sebebi de Hükûmetin ÇED sürecini yatırımcının önünde bir engel olmaktan çıkaran politikalarının sonucudur.

Bu tasarıyla yürürlüğe sokulmak istenen ivedi yargılama usulüyle kamu malları ve doğa zenginliklerinin kullanım amacı ve yöntemleri konusunda toplumun karar süreçlerinin dışına itilmesi amaçlanmaktadır. Etkin bir toplumsal katılım ve denetleme sağlanmadan "demokrasi" kavramı ancak bir iddia düzeyinde kalır. Öyle ki kaynaklarının kullanımında söz sahibi olamayan bir toplumun diğer karar süreçlerinde de etkin olması beklenemez.

Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son veriyor, Genel Kurulu tekrar saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)