| Konu: | TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN GELİŞTİRİLMESİ AMACIYLA ÇEŞİTLİ KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI VE TEKLİFLERİ |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 71 |
| Tarih: | 01.03.2014 |
BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 559 sıra sayılı Temel Hak ve Hürriyetlerin Geliştirilmesi Hakkında Kanun Tasarısı'nın birinci bölümü üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Tasarının 1'inci maddesinde "Siyasi partiler ve adaylar tarafından yapılacak her türlü propaganda, Türkçenin yanı sıra farklı dil ve lehçelerde de yapılabilir." biçiminde bir değişiklik öngörülmektedir. Özetle, bu maddede denilmektedir ki: "Ey halkımız, sen dört yılda bir genel seçimlerde ve beş yılda bir yerel seçimlerde senden oy istemeye gelen milletvekili ya da belediye başkan adaylarının miting konuşmalarını Türkçe haricinde başka dillerde de dinleyebileceksin." Bu maddeyle, ikinci olarak, partilerin muhtemelen seçimlerde bastıracakları yazılı afiş, broşür ve kitapçıklarda da Türkçe haricinde Kürtçe, Lazca, Arapça, Çerkezce gibi dillerde yazılı beyanlarda bulunmalarının önü açılacaktır. Ancak şöyle bir trajik durum var ki, seçmenlerin çok büyük bir kısmı bu dillerde basılacak yazılı metinleri okuyamayacaklardır. Neden mi? Çünkü halkın çoğunluğu bu dillerde ancak konuşabilmekte, konuşulanları anlayabilmekte fakat bu dillerde okuyup yazma, eğitim alabilme imkânları devletçe yasaklanmış olduğundan, yurttaşların çoğunluğu, kendi ana dillerinde okuma yazma bilmemektedirler. Dolayısıyla, düzenlemenin fiilî bir karşılığı olmayacaktır. Bir dil, ancak o dilde eğitim, öğretim, kısaca her türlü bilimsel ve edebî faaliyetler yapılmasının önü açılabildiğinde özgürleşebilir. Bir dilde seçim propagandası izni vermeye lütufta bulunmanın o dile doğrudan bir katkısından söz edilemez.
Değerli milletvekilleri, tasarının 2'nci maddesiyle, hâlihazırda partimizin zaten yıllardır uygulamakta olduğu eş başkanlık sistemi yasal hâle getirilmektedir. Demokrasilerde temsiliyetin en önemli göstergelerinden biri de, hiç şüphesiz, cinsiyetlere tanınan fırsat eşitliğidir. Hepinizin takip ettiği gibi, partimiz, eş başkanlık uygulamasını sadece parti genel başkanlığı düzeyinde değil, partinin diğer tüm yönetim organlarında başarılı bir biçimde uygulamaktadır. Son olarak, gerek Barış ve Demokrasi Partisi gerek Halkların Demokratik Partisi, önümüzdeki yerel seçimlerde tüm belediye başkanlıklarında eş belediye başkanlığı uygulamasını hayata geçirmektedir. Dolayısıyla, demokratikleşme paketi adıyla sunulan bu kanun tasarısının, eş başkanlık uygulamasını sadece parti genel başkanlığına hapsetmesini, bizim kadın hakları konusundaki ilkelerimiz ve evrensel demokrasi ilkeleri açısından olumlu, ancak oldukça yetersiz bir düzenleme olarak görmekteyiz. Siyaseti hâlâ bir erkek işi olarak algılayan bu ve benzer yaklaşımlar, demokrasiden söz eden ama kadına yönetme hakkı tanımayan anlayışların devam ettiğinin de göstergesidir. Oysa sadece partiler düzeyinde değil, devletin bütün yönetim organlarında eş başkanlık sistemi uygulanmalıdır.
Değerli milletvekilleri, tasarının 4'üncü maddesi, siyasi partilerin hazineden alacakları yardımları düzenleyen bir maddedir. "Milletvekili genel seçimlerinde toplam geçerli oyların yüzde 3'ünden fazlasını alan siyasi partilere de devlet yardımı yapılır." şeklinde bir düzenlemeye gidilmektedir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, partilere yapılacak hazine yardımı için genel seçimlerde yüzde 3 gibi bir oran, parti olarak destekleyebileceğimiz bir standart değildir. Bu tasarıyla yüzde 3'ün altında oy alan partiler âdeta cezalandırılmak istenmektedir. Dolayısıyla, bu partilerin seçmenleri de cezalandırılmak istenmektedir. Doğru olan yöntem, seçimlere giren partilere adaletli biçimde hazine yardımlarının yapılmasıdır.
Tasarıda seçimlere bağımsız girip de seçim sonrası bir siyasi parti çatısı altında birleşen ve Mecliste grubu bulunan siyasi partiler açısından bir düzenleme de bulunmamaktadır. Seçimlere bir parti çatısı altında girmeyi koşul olarak sunan bir düzenlemenin, demokrasi açısından olumlu bir katkı sunmadığı açıktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; genel seçimlerde uygulanan seçim barajının bir örneği de hazine yardımlarında uygulanmaktadır. Hazin, tüm toplumun ortak birikimiyse ve bu birikim, tüm toplumların katkılarıyla oluşturuluyor ise, siyaseten temsil eden partilere hazine yardımı için yüksek barajlar konulması adil bir yöntem değildir.
Değerli milletvekilleri, tasarının 5, 6, 7, 8, 9 ve 10'uncu maddelerinde Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na dair kimi değişikler öngörülmektedir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü hakkı, demokratik hukuk devletinin en temel unsurlarından birisini teşkil etmektedir. Bu hak, aynı zamanda düşünceyi açıklama özgürlüğü hakkının en önemli araçlarından biri olma özelliğini taşımaktadır. Bütün demokratik ve hukuk ülkelerinde bir düşünceyi açıklamak, yaymak, duyurmak veya tepki göstermek için gösteri ve yürüyüş hakkının kullanılabilmesi güvence altına alınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da bu hakla ilgili bir düzenlemeye sahiptir.
Anayasa'ya göre, herkes önceden izin almaksızın silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Gösteri ve yürüyüş hakkı en temel insan haklarından biri olmasına rağmen, Türkiye'de bu hak, Anayasa ve evrensel hukuka aykırılık teşkil eden kimi kanun, kararname ve yönetmelikler doğrultusunda çoğu zaman siyasi irade tarafından yasaklanmakta ve kolluk güçleri aracılığıyla da sık sık engellenmektedir.
Değerli milletvekilleri, tasarıda, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde bir iki saatlik uzatmalar yapılabileceğiyle ilgili düzenlemelerden söz edilmektedir. Toplantı ve gösterilerin saatleri istenirse sınırsız da tutulabilir. Ancak, meselenin bizce asıl önemli olan kısmı bu değildir. Önemli olan, bireyler ve kolektif topluluklar bir konuyla ilgili tepkilerini görünür kılmak istediklerinde devletin kolluk kuvvetlerinin bu gösteriler karşısında nasıl konumlandığıdır. Örneğin, süresi çok kısa olan on beş dakikalık bir basın açıklamasında kolluk güçleri nasıl davranmaktadır? Öncelikle bunu gözden geçirmek gereklidir. Dolayısıyla, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin sorunlara yol açması, süresinin kısalığıyla ilgili değil, polisin şiddet ve silah kullanma yetkisinin genişliğiyle ilgilidir. Söz konusu yetkiyi düzenleyen başlıca kanunlar ise, 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'dur.
Değerli milletvekilleri, uluslararası hukuk, meşru gösteri hakkının kullanımı konusunda devletlerin negatif yükümlülüğü bulunduğunu, üçüncü kişilere saldırı, zarar verme, cebir ve şiddet unsuru içermedikçe, kamu düzenini açık bir biçimde ihlal etmedikçe, şiddet içermeyen, barışçıl protesto eylemlerinin devletlerce hiçbir şekilde engellenemeyeceğini, bu tür gösterilere kolluk güçleriyle doğrudan müdahale edilemeyeceğini vurgular. Türkiye'de ise, kolluk güçlerinin barışçıl gösterilerde basınçlı su, plastik mermi, kimyasal silah, gösteri kontrol ajanları kullanarak şiddete başvurması önceki yıllara oranla büyük bir artış göstermektedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin toplanma ve gösteri hakkı ile güvenlik güçlerinin müdahalesiyle ilgili yasalar ve bunların uygulanması konusunda Avrupa standartlarının gerisinde olduğu 2013 Avrupa Birliği Türkiye İlerleme Raporu'nda da açıkça belirtilmiştir. Polisin silah kullanma yetkisinin genişliği, yaşam hakkı ihlali olasılığını son derece artırmaktadır; bu nedenle sınırlandırılması gereken bir yetkidir. Kaldı ki bu uygulama Birleşmiş Milletlerin 1990 yılında kabul ettiği Kolluk Kuvvetlerinin Zor ve Silah Kullanımına Dair Temel Prensipleri'nin 9'uncu maddesine de aykırıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; polise isnat edilen suçların ya hiç kovuşturmaya uğramaması ya da yeterli kovuşturulmaması da insan hakları ihlallerinin tekrarlanmasında etkili olan unsurlardan biridir. Kanun tasarısı, bu mevcut, can yakmaya devam eden sorunları da görmezden gelerek hazırlanmıştır. Unutmamak gerekir ki, eğer bireylerin ve halkların her türlü özerkliği ve özgürlüğü gerçekleşiyor ise, gerçekten halk kendi kendini yönetebiliyor ve kendi kaderine sahip çıkabiliyor ise, velhasıl, bireysel ve kolektif haklar özgürce kullanılabiliyor ise, ancak o zaman bir rejimin gerçek anlamda demokratik olduğundan söz edilebilir.
Gerçekten, bu yapılan son düzenlemelerde kısmi düzenlemeler vardır ama Türkiye'nin gerçek anlamda demokratikleşmesi ve özgürleşmesi noktasında atılması gereken daha çok adım olduğunu belirtiyor, bu duygularla tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)