| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 35 |
| Tarih: | 18.12.2013 |
BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün ben cezaevinde bulunan Şırnak Milletvekilimiz Sayın Faysal Sarıyıldız'ın göndermiş olduğu metni sizlere okuyacağım.
Konuşmama başlamadan önce, tutuklu milletvekillerimiz Hatip Dicle, Gülser Yıldırım, Selma Irmak, Faysal Sarıyıldız, Kemal Aktaş ve İbrahim Ayhan'ı saygıyla selamlıyorum.
İkinci olarak da vekillerimizin tahliye edilmemeleri gerekçesiyle bu kararı protesto etmek amacıyla Halkların Demokratik Partisinin başlatmış olduğu bu açlık grevini de selamlıyorum ve bu anlamda da bütün siyasi partileri göreve çağırıyorum.
"Bütçe kanun tasarısı dâhil, kamunun huzuru ve demokratik yaşamını temin etme iddiasıyla başlatılan hiçbir faaliyetin onsuz yapılamayacağı çatışmasızlık, diyalog ve müzakere süreci, meselenin esasına dair kayda değer bir adım atılmadan yaklaşık bir yıldır sürüyor ise bu topraklara gençlerimizin kanının artık dökülmüyor olmasının huyu suyu hatırınadır.
Şüphesiz, insanların artık eskisi kadar ölmüyor olması, ocaklara ateş düşmüyor, ölümlerden bitap düşen yüreklerin yanmıyor olması çok değerlidir.
Halk iradesinin kurumsallaşmış mekânlarından biri olan Millet Meclisinin en kutsal görevi, bu ortamı daim kılacak bir yasama faaliyetinde bulunmaktır. Tekinsiz bir rehavete emanet edilmeyecek kadar ehemmiyetli olan bu sürecin ağırlığına denk bir çabanın içerisinde olmak, her şeyden önce samimi ve gerçekçi olmayı icap ediyor.
Siyasal iktidar, henüz görev ve sorumluluklarını yerine getirmemiştir. Egemenlik kibri, üslubu ve diliyle zehirlenen siyasal ortam, her hakkın ancak siyasal iktidar tarafından baş edilebileceğine inanan ferasetin aşılmasıyla değişebilir. Bu anlamda, özünde tarafların her türlü egemenlik duygusundan arınarak karşılıklı saygı temelinde gelişen müzakere, tüm zamanların olduğu gibi günümüzün de yegâne çözüm yöntemidir.
Bir kapitalist uygarlık imalatı olan ulus devletçiliğin milliyetçi ideolojisiyle temiz Anadolu insanının yüreğine bir asırdır korku salınıyor. Tüm bir toplum paranoyak hâline getirilmeye çalışılıyor. Şu an ne zaman insani, demokratik hak ve talepler ifade edilmeye çalışılırsa aynı retoriğe kodlanan siyasal iktidar, halkın henüz hazır olmadığı klişesine sarılır.
İktidar yapılarının biçimlendirilmiş kitle algılarına göre popülist bir siyasete sarılmalara anlaşılırdır. Ancak, gün geçtikçe gerilen sürecin, Hükûmetin mevcut yaklaşımı ile fazla gelişme kaydedemeyeceğini, aksine, arzu etmediğimiz bir mecraya sürükleneceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yok.
Kürt siyasal hareketi bu ülkenin en kadim sorununun çözümünün bir süreç işi olduğunun farkındadır. Ancak, halkımız, gerçek barışı getireceğine inandığı bir sürecin başladığına dair bir emare, bir iyi niyet yaklaşımını görmek istemektedir. Siyasal iktidar, çözüm niyeti taşıdığına dair halkımızın güvenini almak durumundadır. Ancak, Hükûmet, şu ana kadarki politik yaklaşımı ile güven telkin etmek bir yana sürece dair ilk başlarda oluşan iyimser havayı da pervasızca dağıtmaktadır.
İçinde bulunduğumuz süreç, her şeyden önce, tarafların birbirine karşı insani, ahlaki ve vicdani bir yaklaşım geliştirmesini gerektirmektedir. İster Yaradan'ın sesi olarak algılansın ister ahlaki bir yeti ya da duygusal olarak algılansın, şayet vicdan kaskatı kesilmemişse bir halka ve çocuklarına karşı eldeki tüm kurumlarla düşmanlık beslemeye, had bildirmeye devam edilirse güvenilirlik testinden geçmek mümkün değil. Bu durum da süreç, başından itibaren kadük kalır.
Şu an cezaevlerindeki gerçeklik büyük bir insanlık ayıbı durumundadır. Yıllar önce uygulanan işkenceler ve cezaevi koşulları nedeniyle bedenleri çürüyen insanlara insanca bir ölümü dahi çok gören, vicdan eksikliğiyle malul zihniyet, halkımızın yüzüne karşı pişkince ve âdeta öç duygusuyla sırıtmaktadır. Anlamlı bir barışı amaçlayan diyalog ve müzakere süreçleri tarafların karşılıklı atacakları iyi niyet adımlarıyla insani jestlerle ruh kazanır, yüreklerde biriken öfkeler yumuşar, insana uzunca bir gerilim iklimiyle oluşan yargılarını gözden geçirme imkânı sağlar. Tarihte de hep böyle olmuştur, siyasi pazarlık niteliği olmasa da insani, ahlaki yönü olan adımlar büyük barışlara ortam sunmuştur. Oysa, bu ülkenin en temel sorununu çözme iddiasıyla başlatılan bu süreçte, sözünü ettiğimiz duyarlılığı sergilemek bir yana, mevcut yasalar dahi uygulanmamakta, aynı millî tornadan geçmiş devlet kurumları, siyasal iktidardan cesaret alarak, el birliği etmişçesine cezaevlerinde siyasi tutsaklara karşı düşmanca bir tutum almaya devam etmektedir.
5275 sayılı İnfaz Kanunu'nun 16'ncı maddesinin (3)'üncü fıkrasında ölümcül hastalığı olan ya da cezaevinde tedavi imkânı bulunmayan hayati nitelikteki hastalıkları olan tutuklu ve hükümlülerin infazına ara verilmesini yani mahkûmların cezaevlerinden bırakılması gerektiğini söylüyor. Oysa, Adalet Bakanlığının verilerine göre, sadece şimdiki Hükûmet döneminde 2 binden fazla insan cezaevlerinde yaşamını yitirmiştir. Bakanlığın aynı raporunda cezaevlerindeki sürekli hastalığı olan mahkûm sayısı 264 olarak belirtilse de gerçek rakam bunun daha çok fazlasıdır.
Mesela, şu an Adalet Bakanlığının hasta tutsaklar listesinde olmayanlardan biri de hemen yanı başımdaki ranzada baygın hâlde yatan Gıyasettin Sevmiş'tir. Gıyasettin Sevmiş'in Wilson hastalığı, kuru bakır birikimi nedeniyle böbrek, karaciğer ve beyninde tahribat başlayınca durumu giderek ağırlaşmaya başladı. Ağır siroz hastası olan Sevmiş, bir ay kadar önce Van F tipi cezaevinden Dicle Üniversitesine sevk edildi. Ancak kuru bakır ölçüm cihazının bozuk olduğu belirtilerek hasta tekrar Van F Tipi Cezaevine gönderilmek üzere şu an Diyarbakır F Tipi Cezaevinde tutuluyor yani ölüme terk edilmiş durumda. Şahsım olarak, her gün dirhem dirhem eriyen bir arkadaşımın ölüme giderek yaklaştığına şahit oluyorum.
Şu anda ülkemizin dört bir yanındaki cezaevlerinde ölümün eşiğinde olan yüzlerce insan bulunmaktadır. Önemli bir kısmı için araştırma, devlet ve üniversite hastanelerinin kurullarınca verilen 'cezaevi koşullarında kalamaz' raporlarına rağmen içeride tutulmaya devam ediliyor. Alınan söz konusu raporlara rağmen hastalar, ölümün kıyısına varınca ancak adli tıp kurumlarına yönlendirilmekte, buradaki görevlilerin ideolojik yaklaşımları nedeniyle de ancak hastaların az bir kısmına tahliye edilmeleri yönünde rapor düzenlenmektedir. Buradan alınacak olası tahliye yönündeki raporlara rağmen, bu kez devletin savcıları devreye girmekte, rahatlıkla 'Toplumun güvenliği için tehlike arz ediyor.' diyebilmektedirler.
Sizinle paylaşacağım, yine bizzat tanık olduğum başka bir hikâye, büyük bir dram olmakla birlikte bu ülkenin savcısının ve güvenlik birimlerinin adalet, vicdan, barış ve hukukla hiçbir ilgisi olmayan garazi yaklaşımlarını ele vermek açısından uygun bir örnek. Ramazan Özalp, yaklaşık yirmi yıldır cezaevinde, birçok hastalığın yanı sıra iki yıl kadar önce felç geçirdi, o günden beri bir et ve kemik yığını olarak yatağında duruyor. Özalp'a uzunca bir zamandan sonra Adli Tıp Kurumu tarafından 'cezaevinde yaşayamaz' raporu verildi. Tahliye beklenirken bu kez ülkenin savcı ve polisi devreye girerek 'Özalp çıkamaz.' dediler. Ramazan Özalp için TEM'in hazırladığı raporda 'Her ne kadar kişinin serbest bırakılması kendisinin bu hâliyle toplum güvenliği için tehlike arz etmiyorsa da serbest bırakılması hâlinde örgüt tarafından kullanılacak olması ve örgütün propagandasını yapacağı yönünde istihbari bilgilere ulaşılmıştır.' denildiği için serbest bırakılmıyor.
Kemik kanseri olan Halil Güneş de şu anda benimle aynı cezaevinde olan, solunum cihazına bağlı başka bir hasta. Ameliyat sonrası cezaevinde enfeksiyon kaptığı için açık yarasından dışarı taşmış kaburgalarıyla yirmi dört saat acı içerisinde kıvranıyor, her gün ancak morfin kullanarak yatıştırılabiliyor.
Mehmet Emin Özkan'ın da durumu aynı şekildedir."
Zaman yetmediği için kısa kesmek zorunda kalacağım.
"Balzac'ın belirttiği üzere, 'Vicdanımız yanılmaz bir yargıçtır biz onu öldürmedikçe.' Ancak Kürtler, demokratlar, muhalifler ve sosyalistler söz konusu olduğunda muktedirdirler. Acımasızca vicdanı yerle yeksan ettikleri için mevcut hukuk ve adalet sistemi de yanılan bir teraziye dönüşmüştür. Bir halka ve çocuklarına böyle rüsva bir yaşamı reva görmek yazıktır, günahtır. Barışa bağışlamak istediğimiz öfkemizi bastırmakta inanın çok zorlanıyoruz. Ölmekte olan arkadaşlarımızı bilhassa böyle bir süreçte şantaj konusu yapmayın.
Faysal Sarıyıldız. Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi."
Tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)