| Konu: | BAZI KANUNLAR İLE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 98 |
| Tarih: | 24.04.2012 |
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bir kez daha AKP Hükûmetinin kendi ihtiyacına binaen bir düzenlemeyle karşı karşıyayız ve bu ilk defa olmuyor. Ne yazık ki bir kez daha memleketimizin, ülkemizin, halklarımızın gerçek meseleleri, sorunları konuşulmuyor ama Hükûmete bağlı bir kurumun yönetim kademesinde bir düzenleme, görev uzatılması konuşuluyor. Bunu tabii, savunmak mümkün değil ama yasanın bir diğer maddesi, son maddesi özellikle özelleştirmeyle ilgili -biraz önce konuşan milletvekili arkadaşımız da değindi- çiftçilerin özelleştirme kapsamındaki şeker fabrikasına olan borçlarının ertelenmesi. Yani burada yine çiftçiyi korumak adına getirilen bir düzenleme var gibi görünüyor ama aslında ülkemizin birçok sanayi kuruluşu, birçok devlet işletmesi özelleştirildiği gibi şeker fabrikaları özelleştirilerek, başta şeker üreticisi, tarım üreticileri, çiftçiler olmak üzere, o fabrikada çalışan işçilerin, o yörede çalışan, hayatını sürdüren esnafların bir şekilde hayatları, gelecekleri riskle karşı karşıya.
Özelleştirmelerin, değil işsizliği önlemek, yeni işsizlikler yarattığı ve ülkemizin tarımını tahrip ettiği, birçok birikmiş değerlerini ortadan kaldırdığı, büyük sermaye gruplarına, uluslararası firmalara peşkeş çekildiği çok açık, ortada. Eğer çiftçi korunmak isteniyorsa öncelikle özelleştirmeden vazgeçmek gerekir, yani afet nedeniyle mağdur olmuş çiftçinin korunmasının yolu bu değil. Ama AKP Hükümeti, her zaman olduğu gibi, tam bir fırsat siyasetini, tam bir kazan kazan siyasetini bu yasa düzenlemesinde de karşımıza çıkarıyor; bir taşla birkaç kuş birden vuruyor.
"Ülkemizin asıl meseleleri görüşülmelidir." dedik. Yani bakıyoruz, Hükûmetin böyle bir şeye niyeti var mı? Hayır. Başbakan bugün yapmış olduğu grup toplantısında, yine, bir kez daha ana muhalefeti ezme? Bu ezme de özellikle -her zaman yapıldığı gibi- halkımızın inançları üzerinden, din politikası üzerinden, istismarı üzerinden yapılıyor. Cumhuriyetin bir tarihindeki camiler, hayratlar, çeşmeler satılmış, ahır yapılmış; bunlar kayıtlara geçmiş. Başbakan bunun belgelerini sunarak âdeta ana muhalefeti buradan sıkıştırmak ve böyle bir politik arenaya çekmek istiyor ki memleketimizin derdi bu değil.
Bakın, geçtiğimiz günlerde, biliyorsunuz, bir 2/B Yasası çıkarıldı Parlamentodan. Ama asıl, herhâlde 2/B Yasası değil ama 3/B diyebileceğimiz bir konuda Meclisimizin gerçekten ciddi bir görüşme yapması gerekiyor. Nedir bu 3/B dediğimiz? Önce barış, önce beslenme, önce barınma. Yani 75 milyon yurttaşın özellikle talebi bunlar ama bakıyoruz, Başbakan bu konulara değinmek yerine, kendince çok daha kolay, manevra, oyalama ve halkı bir ölçüde kandırmanın, aldatmanın konularını özellikle grup konuşması yapıyor. Şimdi, Başbakan konuştuğu sırada ajanslara bir haber düşüyor. O haber nedir biliyor musunuz değerli milletvekilleri? Geçtiğimiz günlerde Erzurum'da gölde boğulan TEDAŞ işçilerinden birisinin evinin üç gündür elektriği kesilmiş. Neden? 30 küsur lira borcunu ödemediği için ve bugün, uyarılar üzerine ve o borç, elektrik açma bedeli de ödenerek ölen işçinin evine yeniden elektrik bağlanıyor. İşte ülkenin gerçek manzarası budur. 75 milyonun açlığı, açıklığı, işsizliği, istismarı ve ne yazık ki demokrasiye, barışa duyduğu özlemler.
İş cinayetleri devam ediyor, işte yarın görüşülecek. En son iş cinayetlerinden bir tanesi, Antep'te Doktor Ersin Arslan'ın öldürülmesidir ve 2011 yılında 1.500 işçi, emekçi bu şekilde hayatını kaybetmiş durumdadır.
Dün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'ydı, Mecliste törenler yapıldı ve bakıyoruz aslında ülkemizde çocuklar aç, eğitimsiz. Çocuk yaşta işçilik ne yazık ki bizim gerçekliğimiz ve ana dilini konuşamayan çocuklar, üstüne üstlük bir de tutuklu hâldeler, tutuklu çocuklar.
Şimdi, basında birkaç gündür, eski bakanlardan ve Susurluk soruşturmasında ceza almış Mehmet Ağar'ın hangi cezaevinde yatacağı ve Adalet Bakanlığının güvenlik nedeniyle ona uygun bir cezaevi arayışı haberleriyle dolu. Nihayetinde Aydın'da bir kapalı cezaevi bulunmuş.
Şimdi, Anayasa'nın başlangıç hükümlerinde yazar ki; işte, demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti. Yani hukuk, herkes için eşit, ayrımsız bir şekilde uygulanacak ve biz habire Hükûmetten, Hükûmet sözcülerinden dinliyoruz ki: "Cinayet şebekeleriyle hesaplaşılacak, darbecilerle hesaplaşılacak, cinayetler aydınlatılacak." Ama daha Susurluk soruşturması, Susurluk'ta olan bitenlerin arkasında sis perdesinde kalanlar aydınlatılmış değil, hesaplaşılmış değil. "Devlet sırları" kavramı arkasına sığınılıyor. Özellikle Mumcu suikastinde soru sorulduğunda "İşte, o tuğla çekildiğinde altında kalınır." deniliyor. Örtülü ödeneklerin nereye harcandığı söylenmiyor ve alınan silahlar ve Mehmet Ağar tarafından kendi imzasıyla verilmiş ruhsatlar, bunların arkası kovalanmıyor. Nerede yüzleşme? Nerede darbecilerle hesaplaşma? Nerede çetelerin ipini çekme? Nerede Türkiye'nin tarihini aydınlatmak? Bütün bunlar olurken gerçekten adalette, hukukta çifte standart. 2 Temmuzda Sivas katliamını geçtiğimiz yıl protesto edenler bir yıl cezaya çarptırılıyor, aradan bir yıl geçtikten sonra. Niçin? Çünkü Madımak Oteli, orada canı yanmış Alevi yurttaşların isteğine ters bir şekilde bir kamu binasına dönüştürüldüğü için ve bu kamu binası önünde izinsiz toplantı, gösteri yürüyüşleri yapıldığı için bu cezayı alıyor. İşte bizim ülkemizdeki adalette çifte standardın durumu budur.
Yine aynı şekilde ülkemizin sorunları, gerçeklikleri açısından baktığımızda işçiler, emekçiler, engelliler, özellikle de emekliler? Emeklilere insanca yaşayabileceği bir gelecek, bir hayat sunamayan bu ülke yönetimi, üstüne üstlük bu yetmezmiş gibi yeniden çalışmak durumunda kalan emeklilere istisnasız bu ikinci işlerinden dolayı da vergi kesintisi yapabilmekte. Böyle bir izansızlık, böyle bir insafsızlık ama ötesinde büyük sermayeye, sermaye gruplarına teşvikler, stopaj indirimleri, KDV muafiyetleri, gümrük muafiyetleri, ucuz arsalar? Bütün bunlar, bu teşvikler yapılırken işçiden, asgari ücretliden, emekliden yine vergi kesintisi devam ediyor.
Şimdi, bugün gündem dışı söz aldı vekil arkadaşlarımız ve 24 Nisan önemli bir tarih tabii ama sözü alan "Asılsız Ermeni iddiaları" diye sözü aldı ve devam etti. Bir yüzleşme, bir tarihle hesaplaşma, bizim kardeşlerimiz, bu ülkenin yurttaşları, bu ülkenin kadim halklarından Ermenilerin duygusunu, tarihte yaşadıkları acıyı, dramı, trajediyi konuşmak, buradan ders çıkartmak, unutulmaması gereken bir gün. Burada Ermeni halkına, Ermeni yurttaşlara seslenmemiz gerekirken ha bire onların duygularını daha çok rencide edecek, daha çok hırpalayacak konuşmalar buradan yapılıyor. Gerçekten 24 Nisan 1915'te İstanbul'da tam 235 Ermeni aydını, gazetecisi, yazarı, şairi trene bindirilip nereye doğru gönderildi? Bu tehcir, bu sürgün, bunun arkası sıra gelen, kimimizin "büyük felaket" dediği, kimilerimizin "soykırım" dediği ama hiç kabul etmek istemediğimiz bu görüntüler neden yaşandı, niçin yaşandı? Bunları aydınlatmak ve işte geçtiğimiz bir yıl önce yine bu duyguların kışkırttığı bir eser olarak karşımıza çıkan Ermeni Er Sevag Balıkçı'nın bir asker arkadaşı tarafından öldürülmesi, muhtemelen değil midir ki bu düşmanlaştırıcı propagandanın eseri değil midir? Aynı söylem Hocalı'yı telin mitinginde bizzat Bakanın ağzından ve onun karşısında bu pankartlar açılmışken yapılmadı mı?
Dolayısıyla, Ermeni halkı, bu topraklarda yaşayan Ermeniler kendilerini güvende hissetmiyorlar. Biz 24 Nisanları bu şekilde konuşup ya da konuşmayıp bu şekilde üzerinden geçtiğimiz sürece hiçbir Ermeni kendisini ne yazık ki güvende hissetmeyecektir.
Şimdi bakıyoruz, Genelkurmay, Dersim katliamının belgelerini Meclise sunmuş; iyi, güzel. Bunlar araştırılsın ve üzerine gidilsin. Aynı belgeler yine bu konuda da karşımıza getirilsin.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tüzel.