| Konu: | CHP GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 96 |
| Tarih: | 18.04.2012 |
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bağımsız vekil olmanın bir kaderi, aslında desteklediğimiz bir önerinin aleyhinde usulen söz alıyoruz ama elbette Suriye'ye dönük emperyalist planlar, müdahale hazırlıkları, Türkiye'ye biçilen rol ve bu konuda elbette Meclis iradesi, halk iradesi ve buralarda bu konunun konuşulması, bir genel görüşme konusu yapılması mutlaka gerekiyor.
Bir yıldan bu yana Suriye konuşuluyor. Kuzey Afrika'dan bu tarafa halk hareketlerinin gelip Suriye'de bir özgürlük ve demokrasi arayışına dayandığı hepimizin bildiği bir gerçek. Ancak bölgede yerleşmek isteyen emperyalist güçlerin peşine takılan bir Türkiye yönetimi, AKP Hükûmetinin buradaki politikaları, son derece, halkımızın, ülkemizin çıkarlarına ters ve bu tersliği her geçen gün görüyoruz. Annan Planı'na dahi razı olmayan, buna karşı çıkan Hükûmet dış politikada tökezlemiştir ve yalnız kalmıştır ama bütün buna rağmen iddialarından, ısrarlarından, mevcut rejimi benimsemediğini? Ve çok açık bir şekilde, en son Çin gezisinde Sayın Başbakan'ın NATO'yu göreve davet ederek bir müdahale çağırısında bulunması büyük bir aymazlıktır diye düşünüyorum.
Önceki gün Hatay'da halkla bir toplantı yaptım ve oradakilerin gözlemlerini de paylaştığımızda, aslında büyük bir kaygı yaşamaktalar; oradaki hısımları, dostları, ilişki içerisinde olduklarıyla geleceklerinden endişe etmekteler. Ortada bir manipülasyon olduğu çok açık bir gerçek. Psikolojik bir harekâtın yaratıldığı ve gerçeklerin bizlere doğru yansıtılmadığı konusunda ciddi kaygılar ve şüpheler var. En son, mülteci kampında gazeteci Tayfun Talipoğlu'nun yapmış olduğu röportaj çok çarpıcı bilgiler vermiştir bizlere, yani oraya gelen büyük bir çoğunluğun gerçekte çatışmalardan kaçmadığı, bir şekilde Türkiye devletinin onlara iş, vatandaşlık, daha iyi bir yaşam alanı sunmak vaatleriyle, âdeta kandırılarak o alana getirildikleri söylenmektedir, bu iddialar vardır.
Daha da vahimi, önceki gün yine -Vatan gazetesinde bir haber olan ve İngiliz Times gazetesinden yapılan bir alıntı- Türkiye'nin sınırında, Asi Nehri'nin bu tarafında, Kızılay çadırları içerisinde, adı "Özgür Suriye Ordusu" olan birtakım gruplarla, halkın desteğini alıp almadığı belli olmayan ve her an için karışıklık ve müdahale niyetleri besleyen bu gruplarla yapılan röportajlar, çekilen görüntüler ve bunların ateşkes kararına kafası bozularak gidip Suriye'de sınır karakollarına ateş açtıkları bilgileri gazeteye yansımıştır ve Türkiye devleti, Hükûmeti bu şekilde, Suriye muhaliflerine destek olmak adına böylesi tehlikeli, emperyalist diplomasiyi çağrıştıran ama uluslararası hukukla da bağdaşmayacak çok açık bir uluslararası suç teşkil eden bir siyaset tarzı izlemektedir. Ne adına? Bölge devleti olmak adına, büyük devlet olmak adına. Biz artık butik devlet olmayacakmışız, her yerde namımız, adımız yürüyecekmiş.
Sayın Başbakan Suriye'deki bu görüntüleri gördüğünde insanlık ve birtakım vicdan duygularına sahip oluyor ama bu görüntüleri arayıp bulmak için oralara gitmeye gerek yok, Türkiye'nin sınırları içerisinde yaşanan görüntülere? Örneğin yeni yıla iki gün kala yaşanmış Roboski köyündeki bir katliam hâlâ aydınlatılmış, hâlâ açıklanmış, hâlâ devlet adına, Hükûmet adına bir yanıt verilmiş, açıklama getirilmiş durumda değil. Dolayısıyla, bunlar inandırıcı değil. Türkiye halkından birtakım şeyleri gizlemek, saklamak doğru değil. Suriye'ye, orada yaşayan Suriye halklarının geleceğine müdahale etmek, onların kaderlerini belirleme hakkına, kendi yönetimlerini belirleme hakkına müdahale etmek, onaylanabilecek, kabul edilebilecek bir şey değil. Asıl tehlikeli olanı tabii ki bölgede Kürt halkının orada yeni statü edinmiş olmasını -yeni statüler anayasal vatandaşlık, benzeri gibi şeyler- Türkiye'nin, kendi meselesi gibi görmesi, kendisi için bir tehdit sayması, bunlar son derece yanlış politikalar, bunlardan vazgeçilmeli ve tabii ki Meclisimiz, Hükûmet ne yapmak istiyor, bunu çok iyi bir şekilde görmeli ve anlamalı.
Ben bu meseleye değindikten sonra bir başka konuya değinmek istiyorum. Dün burada yaşadığımız manzaralar, bir zihniyetin, bir hükûmet politikasının, aslında, İçişleri Bakanı üzerinden bizlere, kamuoyuna, vekillere yansımasıdır.
Şimdi, ne konuşuldu dün? "Nevroz" kutlamalarındaki yaşanan kargaşa ve burada İçişleri Bakanlığının sorumluluğu, bir diğer taraftan da, Ankara'da gösteri yapmak isteyen, eğitim yasasına, sendikalar yasasına karşı sesini duyurmak isteyen sendikaların yürüyüşüne izin verilmemesi ve işte, bildik görüntüler; gaz bombaları, coplamalar, gözaltılar, tutuklamalar. Diyor ki İçişleri Bakanı: "Bütün bunlardan biz mesul değiliz. Asıl bu manzaralara sebebiyet verenler gensoru önergesini ? bulunan, düşüncede olan insanlar." diye çok açık, vekiller de hedef gösterildi.
Şimdi, toplantı, gösteri yürüyüşleri hakkı anayasal bir hak, yasal düzenlemeleri var ama bu gösteri hakkı, AKP Hükûmeti ve Bakanın keyfiyetine göre -AKP eleştirisi varsa, AKP binalarına dönük bir ses duyurma varsa- bu kesinlikle kabul edilmemekte ve yasakla karşılaşmakta ve hiç utanmadan, sıkılmadan da kamu emekçilerine, işçi sendikalarına "Meclisi işgal edecekler." diyerek bu yasaklama kararı veriliyor.
Diğer taraftan "nevroz" görüntüleri açısından da, çok açık o manzaraların -yani ağaç yakıldı, otobüsler yakıldı, işte şuralar?- bütün bu manzaraların nedeni, aslında, İçişleri Bakanının, yasal bir hakkı, bir bayram hakkını fiilen, kendi elindeki yetkileri kötüye kullanarak, bir genelgeyle, valiliklere gönderdiği genelgeyle yasaklaması, halkı provoke etmesidir.
Ben Kazlıçeşme'deydim, kimse zorla, bir baskıyla, Bakanın iddia ettiği gibi bir dayatmayla oraya gitmiş değildir, herkes kendi ulusal kıyafetlerini giymiş, kendi gönlünce dileklerini, duygularını paylaşmak üzere oraya gitmişti, böyle bir görüntü kesinlikle yoktu ama bizim gördüğümüz bir şey vardı ve basında da yer aldı, polis araçlarından halka ateş eden manzaralar vardı. Dolayısıyla, bu istenmeyen manzaraların, bütün bu tabloların sorumlusu bu yasaklama kararını veren Bakanın bizatihi kendisiydi. Şimdi, Bakan, bütün bunlardan sonra hâlâ "Gaz bombası zararsızdır." diyebiliyor. Oysaki, o gün, Hacı Zengin, daha önceki 10 yurttaş gibi benzer şekilde gaz bombasından etkilenerek kalp krizi geçirmiş ve hayatını yitirmiştir. Dolayısıyla, onun ölümünde olduğu gibi, aynı şekilde polis memurunun ölümünde de bu ortamı yaratan, bu sorumsuzluğu gösteren aslında Hükûmettir.
Şimdi, burada milletvekillerinin "nevroz" kutlamalarına dönük halk toplantılarını, yapmış oldukları halk toplantılarını halkı kışkırtıcı birtakım toplantılar olarak sunması Sayın Bakanın son derece büyük bir aymazlıktır. Yani Bakan istiyor ki buradaki milletvekilleri kendi istediği tarzda konuşsun ve istediği tarzda konuştuğu ölçüde siyaset yapma hakkı olsun, bu kabul edilemez.
Biz, dün, ne yazık ki, yine, Hocalı katliamını kınama mitinginde konuşulan türden bir konuşma yaptığını gördük ki bu kafa, aslında, polis kafası. Bu kafayla siyaset yapmak, devlet yönetmek? İşte, gördüğümüz manzara ortada, halkın duyguları, inancı, kültürü, ibadeti, kutsal saydığı ne değer varsa hepsi yerle bir edildi.
Değerli milletvekilleri, bu ülke laik bir ülke mi değil mi, buna karar verelim. Ben bu ülkenin laik bir ülke olduğuna inanıyor idim ya da bize böyle söyleniyordu ama burada, Sayın Bakan, kim inanç sahibi, kim inançsız, kim hangi dinden, bunları sorgulama hakkını ve bunları aşağılama hakkını kendinde gördü, bu kabul edilemez.
Bunların yapıldığı zaman nedir? Sizce son derece değerli olan Kutlu Doğum Haftası. Ana teması nedir bunun da? Kardeşliktir. Böyle mi kardeşlik hukuku sağlanacak, böyle mi vatandaşın hakkı, hukuku korunacak? Bunlar kabul edilebilecek bir şey değildir. Dolayısıyla, yani Sayın Bakan "Kürt'ün cebinde para, tarlasında ürün, yaylasında hayvan, şehrinde fabrika olmamışsa, bütün bunların sorumlusu -bugünkü BDP milletvekillerini, siyasetçilerini işaret ederek- sizlersiniz." diyor. Gerçekten insanın inanası gelmiyor. Bütün bunların olmamasının nedeni "özgürlük" diyen, "ana dilim" diyen, "siyaset yapma hakkı" diyen Kürt'ün karşısına savaşla, topla, tüfekle çıkmaktır. Bütün bu kayıpların arkasında bu politika vardır. Dolayısıyla, bugün oralara verilecek teşviklerle bunları gidermek mümkün değildir, bunları yerine getirmek, sağlamak mümkün değildir. Bu tablonun neden olduğunu hep birlikte sorgulamalıyız. Böyle bir zihniyetin, böyle bir politika anlayışının?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Ama hiç böyle bir usulümüz yok Sayın Tüzel, gerçekten.
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (Devamla) - Verebilirsiniz aslında, diğer başkan vekili verebiliyor.
BAŞKAN - Ama veremem işte.
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (Devamla) - Sözümün son cümleleri?
BAŞKAN - Anladım da?
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (Devamla) - Tamamlayayım.
BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum. Yapmayın? Yani öyle bir sistemimiz yok.
ABDULLAH LEVENT TÜZEL (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Size teşekkür ederim, sağ olun.