GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BÖLGEMİZDEKİ GELİŞMELER VE SURİYE KONUSU HAKKINDA
Yasama Yılı:2
Birleşim:100
Tarih:26.04.2012

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...

MUHARREM VARLI (Adana) - Böyle muhterem bir bakana kim sataşmış? Dilini kopartırım.

BAŞKAN - Efendim, o sizin yüksek takdirleriniz.

MUHARREM VARLI (Adana) - Sağ olun Başkanım, teşekkür ederim.

OKTAY VURAL (İzmir) - Sataşsa sataşsa Clinton sataşmıştır.

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (İstanbul) - Diğer vekillere olduğu gibi bana da beş dakika ek konuşma hakkı vereceksiniz zannediyorum.

Sözlerime başlıyorum.

Evet, burada Hükûmet adına ve AK PARTİ Grubu adına konuşmacıların heyecanlı söylemlerini işittik. Açıkçası benim ülkemiz adına, bölge halkları adına kaygım daha fazla arttı. Şimdi, Sayın Dışişleri Bakanı "Dış politikada ne yapılmak isteniyor, anlaşılmıyor." diyerek bizi de âciz olmakla itham etti ama biz tabii ki âciz değiliz, ne yapılmak istendiğini gayet iyi anlıyoruz ama ne yazık ki bu politikalar Türkiye Hükûmetini, Türkiye halklarını zora ve âciz bir pozisyona sokacaktır.

Şimdi, bir defa, öncelikle şunun bilinmesini istiyoruz ki Türkiye halkları, emekçileri bölge halklarıyla, Suriye, Irak, İran halklarıyla bir kapışmaya, bir çatışmaya kesinlikle izin vermeyecektir. AKP Hükûmeti o 2003 yılından bu yana izlediği politikanın adını "aktif dış politika" olarak koydu ve bu politikanın adı da emperyalist, yayılmacı, âdeta Amerika'nın atına binip Osmanlı'nın kılıcını sallamak diye tabir edeceğimiz bir politika ama bu politikada hayır yok, bu politikada Orta Doğu'ya özgürlükler getirmek, barış getirmek, kanı durdurmak falan yok, öyle olsaydı çoktan olurdu. Yani Dışişleri Bakanının burada büyük bir hezeyanla ve heyecanla "Yeni Orta Doğu oluşuyor, doğuyor ve biz bunun öncüsü olacağız." sözlerini duymak, çok açıkça, bu politika burada söylenmekten çekinilse de emperyalist bir politikadır, taşeron bir politikadır, maceracı bir politikadır, çok açık bir şekilde yayılmacılıktır. Bu yeni Orta Doğu'da yani mezhep çatışmaları üzerinden buraların kışkırtılarak burada yeni sınırlar ve ülkeler belirlemek adına oluşacak bir dizayn ve biçim verme şeklinde Türkiye'nin rol oynaması çok açıkça burada bölge halklarına, ülkemiz halklarına da kötülük yapmak anlamına gelecektir.

Şimdi, Irak'a barış ve eşitlik geldi mi, özgürlük geldi mi? En son Libya'ya yapılan müdahaleden sonra burada kaos gitti, yerine düzen mi geldi, istikrar mı geldi? Şimdi, bütün bunları gören komşu ülke yöneticileri de haklı olarak kaygı duymakta ve -biraz önce adı geçti yine- Başbakan Maliki en son konuşmasında "Türkiye bölgede herkese düşman ülke hâline geliyor." demektedir.

Şimdi, Dışişleri Bakanına da, Başbakana da, AKP Grubuna da, değerli milletvekillerine sormak gerekiyor, madem bu kadar insan haklarından yana bu kadar bu gelişmelerden kaygı duyuluyor, halkların derdine düşülüyor, neden Bahreyn'deki halk ayaklanmasının bastırılmasına, hem de Suudi askerlerce bastırılmasına karşı çıkmıyorsunuz? Bakın, gelişmeler son derece tehlikelidir. Türkiye devleti bölgede yalnızlaşmaya devam etmektedir. Göz konulan topraklar ve ülke yönetimleri, onlar Suriye, Irak, İran birbirlerine yakınlaşmakta ama Türkiye'ye uzaklaşmaktadırlar.

Şimdi burada değerli konuşmacı diyor ki: "Suriye halkına borcumuz; ahlaken, dinen, vicdanen, kardeşlik adına borcumuzdur, bütün bunlar bunun adına yapılmaktadır." Yani "Özgür Suriye Ordusu" adı altındaki halktan destek görmeyen çeteci bir oluşuma yapılan destek bunun adına mıdır ya da Irak'ta çok açık suçlanan, aranan bir Sünni lider Haşimi'ye sahip çıkmak bunun adına mıdır? Ya da Başbakanın, Şam'ı, Bağdat'ı zorba rejimler olarak ilan etmesi; bu nasıl olabilir? Bunu, burada ben ya da herhangi bir milletvekili söyleyebilir, nihayetinde bu bir görüştür ama bu ülkeyi yöneten Başbakan söylediğinde, bu çok açık bir şekilde dış politikada "O ülkeleri hedef göstermek, o ülkelere savaşacağını söylemek." demektir. Buna ne Başbakanın ne de hiçbir Hükûmet yetkilisinin hakkı yoktur. Dolayısıyla, bunlar son derece tehlikeli, zararlı, çok açık maceracı politikalardır. Başbakan, âdeta ayakları yerden kesilmişçesine halkları tehdit etmekte, komşu ülkeleri ha bire tehdit etmektedir; NATO'yla, 5'inci maddeyle, güçlü silahlı kuvvetleriyle ha bire tehdit etmekte ama ondan sonra biz şunu da hatırlıyoruz: Başbakan bu ülkede yönetime başladığında ne dedi, hep önümüze neyle çıktı? "Biz dinsel, bölgesel, etnik -milliyetçilik- ayrımcılık yapmayacağız." dedi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Tüzel, buyurun.

ABDULLAH LEVENT TÜZEL (Devamla) - Peki, Suriye'de, Irak'ta Sünni tabanı, halkı desteklemek adına, onlara yönetimde pay biçmek adına buradaki mezhepsel gerginlikler üzerinden dış politikasını inşa etmek. Bu nasıl bir çelişkidir? Bunu nasıl izah edecek Hükûmet, Başbakan ve Dışişleri Bakanı? Dolayısıyla, sizin yürüttüğünüz dış politikanın adı, çok iyi biliyoruz ki bu mezhep çatışmaları üzerinden buraların bölünmesine, yeniden şekillenmesine ortak olmak demektir.

Ha, bir de tabii ki şu var ki, bütün bunlar ne için yapılıyor? Sadece Amerika'nın, NATO'nun isteklerini yerine getirmek, emperyalist planlara bağlanmak da değil, ülkemizin hayli birikmiş sorunlarını, halkımızın ezilmişliğini, sömürülmüşlüğünü, açlığını, yoksulluğunu, bütün peş peşe gelen zamları, her gün iş cinayetlerini, kadın cinayetlerini, istismarı, ayrımcılığı, bütün bunların üzerini örtmek içindir. Evet, şimdi o komşu ülke halklarının yöneticileri diyorlar ki, bugüne kadar söyledikleri şey: "Sizin bu yaptığınız açıktan iç işlerimize karışmaktır. Bunu yapmayın." diyorlar ama yarın bu devam ettiği sürece diyecekler ki: "Dönün, kendinize bakın." Evet, Suriye'de, Irak'ta, bu bölgede, Orta Doğu'da, insan hakları ihlallerini hatırlıyoruz, vicdanen ızdırap duyuyoruz. Peki, Roboski'ye ne diyeceksiniz? Üzerinden tam yüz yirmi gün geçti ve şimdi, orada ölen çocuklardan, on üç yaşında Encü'nün annesi bize geldi, burada söyledi: "Türkiye devleti benim çocuğuma Türkçe kitap verdi, nüfus kâğıdı verdi, kimlik verdi ama adalet vermedi, hâlâ adalet vermedi." O nedenle, Hükûmet, Başbakan önce kendi ülkesinde adaleti, özgürlükleri, eşitliği, insan haklarını tesis edecek. Önce kendi topraklarımıza, kendi halklarımıza dönüp bakacağız; komşu ülke halklarıyla, topraklarıyla uğraşıp durmayacağız.

O nedenle, değerli milletvekilleri, çok açıkça, bu izlenen dış politika ve özellikle bugün Dışişleri Bakanının ağzından ilan edilmiş yeni birtakım iddialar ve hedefler ülkemizin adım adım daha tehlikeli bir sürece sokulduğunun işaretidir. Bu açık bir saldırgan politikadır ve biz buna izin vermemeliyiz. Biz istiyorduk ki Mecliste açık bir genel görüşmenin yapılması. Ama Dışişleri Bakanı aynı şekilde Hükûmetin izlediği politikayı burada dikte etmiştir. O nedenle, biz, önce, Meclisimiz de, Hükûmet de, Başbakan da kendi ülkemizin sorunlarına gözümüzü dönmek ve kendi ülkemizdeki yangına çözüm üretmek durumundayız.

Şimdi, bildiğiniz gibi 1 Mayısa çok az bir zaman kaldı ve 1 Mayısta sadece işten atmalara, kıdem tazminatının gaspına, iş cinayetlerine, düşük ücretlere, bölgesel ücretlere, ayrımcılığa gibi işçi sınıfının talepleri değil ama aynı zamanda emekçisi, üretici köylüsü, kamu emekçisi, kadını, genci, üniversite hocası, sağlıkçısı, eğitimcisi bütün halkımızın, bütün halklarımızın talebi hâline gelmiş, barış içinde, hem ülkemiz içerisindeki barış içinde hem de komşu ülke halklarıyla barış içinde 1 Mayısta alanlara çıkmak, özellikle bu Hükûmetin uygulamalarından, politikalarından mağdur olmuş, muzdarip olmuş ve talepkâr olmuş bütün halkımızın görevidir diyorum. Savaşı durdurmak -tıpkı 1 Mart tezkeresini engellemek döneminde olduğu gibi 1 Mayısta alanlara çıkarak, bizim kardeşlik çağrılarımızı ifade ederek- Türkiye'de yaşayan Türk'ü, Kürt'ü, Çerkez'i, Arap'ı eşitlik temelinde, anayasal güvence temelinde, kardeşlik temelinde birlikte, bir arada yaşama irademizi en güçlü şekilde bir kez daha Hükûmete duyurmak ama aynı zamanda Amerika'nın taşeronu olmayacağımızı, emperyalist güçlerin isteği doğrultusunda bölgede savaşa koşmayacağımızı da en güçlü şekilde ilan edeceğiz.

Bizim bir sloganımız var. Halkların demokratik kardeşliği olarak her yerde söylüyoruz: "İşçiler birlik olacak, halklar da kardeş olacak." Türkiye'nin geleceği buradadır. Eğer gerçekten Türkiye bölgede örnek bir ülke olacaksa, model ülke olacaksa, komşu ülke halklarıyla barış içerisinde yaşayacaksa tek çözüm yolumuz, tek izleyeceğimiz dış politika, onurlu, insan haklarına saygılı, haysiyetli politikanın adı budur. Barıştır, kardeşliktir, ortak yaşamdır.

Teşekkür ediyorum. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tüzel.