| Konu: | ADLİ SİCİL KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 91 |
| Tarih: | 05.04.2012 |
BDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 215 sıra sayılı Adli Sicil Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; genellikle darbe sonrası sıkıyönetim komutanlarının emirleri ve yasalara aykırı birtakım genelgeler yüzünden sabıka kaydı getirilmesi işlemleri yaygınlaşmış, gece ortaokulu ve lisesine kaydolmak isteyenlerden üniversite giriş sınavını kazananlara, resmî ve hatta özel kurumlara işçi olarak girmek isteyenlere ya da pasaport talebinde bulunanlara kadar genişletilmiştir. Bu işlemin yasal gereklilik olmayan alanlara kadar genişletilmesi, özel hayatın gizliliği ve kamu idare ilkelerine aykırıdır.
Konuların özelliğinden doğan birtakım istisnalar dışında, kişinin cezasını çektiği davranışının yaşamının çeşitli alanlarında önüne engel olarak çıkarılması ya da sürekli gündemde tutulması kanuni cezadan apayrı yeni bir cezalandırmadır. Yasalarla getirilecek istisnalar da bu sakıncayı doğurmayacak ve özel hayatın gizliliğini zedelemeyecek nitelikte olmalıdır.
Yasa ve yönetmeliklerle, tüm kamu görevlileri ve kimi işçiler için sabıka kaydı araştırması yapılması zorunluluğu öngörülmektedir. Bu durumun hukuksal bir yapısının olmadığı bilinmektedir. Her kurum, her iş yeri gayet normalmiş gibi sabıka kaydı istemektedir.
Şu anda bildiğiniz üzere, Türk mahkemeleri veya yabancı ülke mahkemeleri tarafından kesinleşmiş ve Türk hukukuna göre tanınan mahkûmiyet kararı bulunan Türk vatandaşları ile Türkiye'de suç işlemiş olan yabancıların kayıtları da dâhil tüm adli sicil bilgileri Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğündeki merkezi adli sicilde tutulmaktadır.
Adli sicil bankasında hâlen 5 milyon 495 bin 46 kişiye ait 6 milyon 843 bin 133 suç kaydı bulunmaktadır. Kanun teklifinin yasalaşmasıyla birlikte bunlardan 1 milyon 826 bin 992 suç kaydı silinecektir. Bu kapsamda, 129 bin suç kaydı otuz yılı geçtiği için, 542 bin suç kaydı mahkemeler hakları geri verdiği için kayıtlardan düşecek. Silinecek 769 bin suç kaydı ise erteli olup karar tarihi 2007 öncesinde olanları kapsayacaktır.
Hatırlayacağınız üzere, Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 76'ncı maddesinde sayılan zimmet, hırsızlık, rüşvet, sahtecilik gibi yüz kızartıcı suçlarla terör eylemlerine katılma gibi suçlar ve özel kanunlardaki suçlardan kaynaklanan adli sicil arşiv kayıtlarının da silinmesine vize vermişti. Adli Sicil Kanunu'nun geçici 2'nci maddesinde bu konuda getirilen istisnayı iptal eden Yüksek Mahkeme, adli sicil kaydından silinse bile arşiv bilgilerinin kişinin ölümü ve her hâlde kaydın getirildiği tarihten itibaren seksen yılın geçmesiyle silinmesine ilişkin Adli Sicil Kanunu'nun 12'nci maddesindeki hükmünü de "Ömür boyu hak yoksunluğu olmaz." diye iptal etmişti. Kararda, mahkemelerce verilen mahkûmiyet kararlarının arşiv kaydına alınmasının gerekçesini oluşturan durumlar, bazı istisnalar dışında kişi hakkında ömür boyu hak yoksunluğunu getirmediği, ceza kanunlarında ömür boyu hak yoksunluğu durumuna yer verilmediği ve hak yoksunluğunun belli bir süreyle sınırlandırıldığı belirtilmişti.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yasa teklifi içinde sakıncalı durumlar barındırsa da Anayasa Mahkemesinin adli sicil kayıtlarıyla ilgili olarak geçtiğimiz yıl verdiği iptal kararlarıyla uyumlu olduğunu düşünmekteyiz. Ancak asliye mahkemelerinin bulunmadığı yerlerde kaymakamlıklara da adli sicil kaydı verme hakkı tanınmış olması, adliyelerin bulunmadığı ilçelerde yaşayan yurttaşlarımız için anlamlı bir karardı, istisnai bir kolaylık sağlanmak amacıyla getirilen düzenleme bu çerçevede hakikaten birçok yurttaş için sabıka kaydı alma çilesinden kurtulmak demekti. Tasarının önümüzde duran son hâli ise bu istisnai durumu ortadan kaldırdığı için kanaatimizce sorunlu hâle getirilmiştir. Adli sicil kaydının kaymakamlıklar tarafından da verilebilecek olması vatandaşlarımıza kolaylık sağlamak olarak algılanabilir ancak bu durumda kişiye ait özel bilgilerin savcılık makamları dışında başka kurumlarca da bilinmesi hak ihlali anlamına gelebilecektir. Adli sicil kaydının özelliği dikkate alındığında, bu belgeyi veren asıl kurumun cumhuriyet başsavcılıkları olması ve diğer kurumların bu işlevi yerine getirmede zorunluluğa bağlı olarak asgari düzeyde tutulması gerekmektedir.
Adli sicil belgesinin kişiye özel olduğu, Adli Sicil Yasası'nın 11'inci maddesinde adli sicil ve arşiv bilgilerinin gizli olduğu, görevlilerce açıklanamayacağı ve amacı dışında kullanılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Öte yandan, aynı yasanın 13'üncü maddesinde de bir soruşturma ve kovuşturma kapsamında sorgulama yapma yetkisi sadece hâkim ve savcılara tanınmış ve diğer kurumların sorgulama yapabilmeleri Adalet Bakanının onayına bağlanmıştır. Devletin bir birimi olduğunu kabul ediyoruz ancak kişiye ait özel bilgilerin bilinmesinde devlete ait kurum sayısının artmasının sakıncalı olduğunu düşünüyoruz. Kişisel verilerin korunmasına dair Anayasa'mızın 20'nci maddesi sarihtir. Dolayısıyla, böyle bir değişiklik Anayasa'nın ilgili maddesinin de ihlali anlamına gelecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; zaman zaman gündeme gelen ancak genel olarak kanun çıkarma telaşı içinde göz ardı edilen son derece yakıcı bir konuya değinmek istiyorum. Geçtiğimiz genel seçimler, gerek katılım oranı gerekse seçimlerin şeffaflığı konusunda ve yine seçim sonuçlarında millî iradenin, yüzde 10 barajına rağmen, Meclise olumlu yansıması konusunda tüm dünyada ve ülkemizde örnek olarak gösterilmişti. Ancak seçimlerin hemen ardından tutuklu vekillerin durumu ülke gündemini işgal etti. Üzülerek ifade etmek istiyorum ki Türkiye'de adalet mekanizması haklar ve özgürlükler lehine çalışmamaktadır. Bunun en basit örneğini işkenceye dönüşen tutukluluk hâllerinde gözlemlemekteyiz. Şu an 8 vekil arkadaşımız içeridedir ve aldıkları oylarla halkın teveccühünü kazandıkları hâlde özgür olacakları günü beklemektedirler. Peki, bu arkadaşlarımızın davaları ne zaman sonlandırılacaktır?
Bugün burada önemle vurgulamak istediğim nokta şudur ki tutuklamaların her şeyden önce iç hukuka ve Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uygun olması gerekliliğidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarında öne çıkan vurgulardan biri, demokratik bir toplumda kişilerin yetkililer tarafından keyfî olarak tutuklanmalarının önüne geçilebilmesi için 5'inci madde içerisindeki güvencelerin önemidir. Mahkeme bu vurguyu "Özgürlük kısıtlamasının sadece ulusal hukuka içerik ve usul olarak uygun olması yeterli değildir, bu kısıtlamanın aynı zamanda kişiyi keyfî tutuklamalara karşı korumayı amaçlayan sözleşmenin 5'inci maddesinin amacına da uygun olması gerekir." diyerek yapmaktadır. Bu önemli ilke, kişi özgürlüğünün ihlali olan bir eylemin öncelikle iç hukuka uyumlu olması gerektiğini ancak bunun tek başına yeterli olmadığını, eylemin sözleşmeye uygun olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Mahkemenin birçok kararında bu karar tekrarlanmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu tespitini şu ifadelerle somut hâle getirmiştir: "Sözleşmenin 5'inci maddesinde olduğu gibi, sözleşmenin doğrudan iç hukuka atıfta bulunduğu durumlarda sözleşmeci devletlerin iç hukuka uygun davranmaları sözleşmeden doğan yükümlülüklerinin bütünleyici bir parçasıdır. Bu nedenle mahkeme bu tür bir uygunluğun bulunup bulunmadığını denetlemeye yetkilidir. Dolayısıyla sözleşmeye taraf olan bir devlet, `vatandaş', `vatansız', `yabancı' ayrımı ve başkaca herhangi bir ayrıma tabi tutmaksızın herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını korumak ve geliştirmekle yükümlüdür." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarının tutukluluk hâlleri üzerine temel saptaması "Özgürlükten yoksun bırakma ile özgürlüğün kısıtlanması arasındaki fark, sadece bir derece ve yoğunluk farkı olup nitelik ve öz farkı değildir." olarak kayıtlara düşmüştür. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, özgürlük kısıtlamasının niteliği çok açık değilse kararlarında ayrıntılı bir tartışma yolu izlemekte ve bu özgürlük kısıtlamasının, özgürlükten yoksun kalma olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini tartışmaktadır.
Sayın milletvekilleri, bu bağlamda düşündüğümüzde, adalet mekanizması, tutukluluk hâlini bir tedbir olarak görmelidir, bir cezalandırma aracı olarak değil. Şu anda hapiste bulunan milletvekili arkadaşlarımız topluma suçlu olarak yansıtılmaktadır. Ünlü hukukçulardan Beccaria, masumiyet karinesini, hemen hemen herkesin hemfikir olacağı şekilde özetlemektedir: Yargıcın kararından önce bir kimse suçlu olarak adlandırılamaz. Toplum da daha önce üzerinde uzlaşılan toplumsal sözleşmeleri, kamu düzenini çiğnediği yolunda karar vermedikçe, o kişi hakkındaki kamusal korumasını kaldıramaz.
Masumiyet karinesi, maddi gerçeğin araştırılmasını esas alan muhakeme amacı açısından, kaçma ve delillerin karartılması tehlikesi gerekçesiyle uygulanan tutuklama süresinin katlanabilirliği üzerindeki tartışmaları etkilemektedir. Çünkü tutuklama ne kadar uzun sürerse, o ölçüde, itham altındaki kişinin suçunun ispatlandığı düşüncesini doğurma ve önceden infaz edilen bir cezaya dönüşme tehlikesi de o ölçüde artmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tutuklama süresi amaca uygun kriterler ışığında belirlenmelidir ancak bununla birlikte, şüphelinin insani yararları gözetilerek, tüm haklı sebeplere rağmen, mutlak bir üst sınır olmalıdır. Şu an içeride bulunan vekil arkadaşlarımızın tutukluluk süreleri bir tedbir olmaktan çıkmış ve infaza dönüşmüş durumdadır. Âdeta bir kanun fabrikasına dönüşmüş, gece yarılarına kadar kanun çıkarmakla uğraşan Meclis için, vekil arkadaşlarımız ve onların pozisyonlarında olan yüzlerce siyasi dava hükümlüsü için kanun çıkarmak çok mu zordur?
Ayrıca, Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 109'uncu maddesine göre adli kontrol sistemi mekanizmasının işletilmesi de mümkündür. İçeride bulunan vekillerin hangisi yurt dışına kaçacaktır? Eğer böyle bir düşünceniz varsa, yurt dışına çıkış yasağı konularak adli kontrol mekanizması işletilebilir. Deniz Feneri davası sanıklarını adli kontrol sistemi uyarınca serbest bırakan yargının, tutuklu vekiller için aynı şeyi yapması gerekmez mi?
Milletvekilliğine hak kazanmış tutuklu vekillerin tahliye edilmemesi, halkın kendilerini temsil etme yetkisi verdiği vekillerin görevlerini yapamaması ve halkın iradesinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilmemesi sonucunu beraberinde getirmektedir.
Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç, tutuklu vekillerin durumuyla ilgili olarak, milletvekili seçilmiş ve mazbatalarını almış oldukları hâlde Meclise gelerek yemin edip görevlerine başlayamayan tutuklu vekillerin durumuna üzüldüğünü söyledi. Tutuklu vekillerin durumu hakkında, onların içeride tutuklu kalmalarının millî iradeye saygısızlık olduğunu ifade etti. Tutuklu vekillerin durumunu ilgilendiren terörle mücadeleyle ilgili yasa maddelerinin gözden geçirilmesi gerektiğini söyleyen Sayın Arınç, tutuklu vekiller kimler diye bakılmadan, ilgili maddelerin tekrar düzenlenmesi gerektiğini vurguladı. Gazetelere bu şekilde demeç veren Sayın Hükûmet üyesi neyi beklemektedir? Unutmayalım ki tutuklu vekillerimiz içerideyken Meclisimizin meşruiyeti de giderek daha fazla sorgulanmaya başlayacaktır.
Ayrıca, Avrupa Birliğiyle müzakere sürecini aktif bir şekilde sürdürmek üzere görev almış bir partinin iktidar olduğu dönemde tutuklu vekillerin olması anlaşılır bir durum değildir. Değil demokratik ülkelerde, dünyanın hiçbir ülkesinde bizdekine benzer bir durum yoktur.
Ülkemiz açısından bu durumu, Anayasa'mızın ilgili ilkeleriyle de taraf olduğumuz uluslararası hukuk sözleşmeleriyle de izah etmek mümkün değildir.
Yargının siyasallaştığı üzerine eleştiriler uzun zamandır yapılmakta ve Hükûmeti zan altında bırakmaktadır. Toplumun gözünde "Siyasal iktidarla ilişkili davalarda karar çıkmaz, yargının bağımsız karar vermesi söz konusu değil." anlayışı artık yerleşmiş bulunmaktadır. Bu bağlamda, toplumun endişelerini gidermek Hükûmetin öncelikli görevleri olmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hiçbir hukuk düzeni kusursuz değildir. Her hukuk düzeninde hatalı işlemler yapılabilir. Bu hatalı işlemleri düzeltmesi gereken gene devletin kendisidir. Kamu vicdanını derin bir şekilde yaraladığı herkesin kabulü olan tutuklu vekillerin durumu burada, Meclis çatısı altında bir an önce çözüme kavuşturulmalıdır.
Bu konuda Mecliste bulunan bütün siyasi partileri göreve çağırıyor, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Dora.