| Konu: | |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 27 |
| Tarih: | 09.12.2025 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA MEHMET AKALIN (Edirne) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insanın bazen ülke meselelerine bakarken içini tarif edilemez bir duygu kaplar; bazen öfke, bazen hüzün, bazen sorumluluk, tedirginlik, bazen de umut; hepsi bir anda çöker omuzlarınıza. Bugün bu kürsüye çıkarken de taşıdığım duygu tam olarak budur. Dış politikamızın ağırlaşan yükünü, sınırlarımızdaki kırılganlığın yarattığı baskıyı ve dünyada olup bitenin artık her bir vatandaşımızın evine kadar sızdığı gerçeğini görmezden gelerek bu bütçeyi konuşamayız. Bu yüzden cümlelerimi bir mali tabloyu değerlendirmenin ötesinde ülkemizin gidişatını dert edinen bir milletvekili, bir vatandaş olarak kuruyorum.
Bakın, şimdi, Suriye'nin kuzeyinde yıllardır süren kırılganlık artık alışageldiğimiz bir jeopolitik risk olmaktan çıkmıştır. Türkiye'nin nefesini daraltan, gündelik hayatımıza dokunan somut bir gerçekliğe dönüşmüştür. Esad rejiminin sarsılmasıyla doğan otorite boşluğunun nasıl bir labirente dönüştüğünü hepimiz biliyoruz ve hissediyoruz çünkü bu labirentin çıkışsız koridorları bizim sınırlarımızda başlıyor. Yıllardır ayakkabı numaralarına kadar bilindiği söylenen, "Tasfiye edildi." denilerek topluma sunulan PKK gerçeği bugün birkaç şov niteliğindeki silah yakma görüntüsünün ardına gizlenmeye çalışılıyor. O görüntüler sahadaki gerçeğin üzerini örtemiyor. PKK ve uzantıları bölgedeki yapılanmalarını daha da kökleştirmiş, siyasi ve askerî alanı adım adım derinleştirmiştir. Sözde tasfiye edilen örgüt fiiliyatta sınırlarımızın hemen ardında kurumsallaşmış bir yapıya dönüştürülmek istenmektedir ve Türkiye için artık yalnızca güvenlik tehdidi değil doğrudan beka meselesi hâline gelmiştir. Bir ülkenin dış politikası sınırlarının ötesindeki değişimi izlemekle değil o değişimin kendi topraklarına vuracak yansımalarını öngörmekle güç kazanır. Ne yazık ki Suriye'de bu öngörü kaybının bedelini hâlâ ödüyoruz. Bölgemizde bu kırılganlık sürerken Avrupa'dan yükselen bazı tonlar da dikkat çekiyor. Macaristan Başbakanı Viktor Orban'ın Cumhurbaşkanına yönelik övgü dolu ifadeleri diplomatik bir nezaket cümlesi gibi görünse de aslında daha karmaşık bir ilişki ağının parçasıdır. Avrupa'nın Türkiye söz konusu olduğunda geçmişte zaman zaman dostluk diliyle reel politika arasındaki makası nasıl aştığını hepimiz tecrübe ettik. Sıcak cümleler sahadaki gerçeklerin üzerini örten bir perde olmamalıdır. Avrupa Suriye meselesinde Cumhurbaşkanına teşekkür ederken maalesef bu teşekkürlerin faturasını Türk milleti ödemek zorunda kalmaktadır.
Bunun yanında, Cizre'de tanık olduğumuz ağır silahlı görüntüler ise bölgede kurulan yeni denklemin açık bir işareti niteliğindedir. Barzani'nin ziyareti sırasında sergilenen bu gövde gösterisi diplomatik bir temas yerine Türkiye'ye yönelik bir mesaj niteliğini taşımaktadır. Bölgedeki güç odaklarının her biri kendi konumunu sağlamlaştırmak için semboller kullanır, o fotoğraflar da işte bu sembollerden biridir. Sınırın hemen dibinde farklı faktörlerin kendi hesaplarını ağır silahların gölgesinde yürüttüğü bir atmosfer Türkiye'nin güvenlik alanını daraltmakta ve politik manevra sahasını giderek kısıtlamaktadır. Dün muhatap alınmayanlar bugün Türk sınırı içinde gövde gösterisi yapar hâle gelmişse orada diplomasi ya da dış politika söylemlerinin içi boşaltılmış demektir.
Ayrıca, yine, doğu Akdeniz'de yaşanan mesele artık netleşmiştir. Bu bölgede yürütülen tartışma bir deniz parçasının paylaşımı değil Türkiye'nin jeopolitik ağırlığını daraltma girişimidir. Gaz keşiflerinin ardından Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail ve Mısır Türkiye'yi yok sayarak kendi aralarında münhasır ekonomik bölge anlaşmalarını yaptılar, haritalar çizdiler, mutabakatlar imzaladılar. Meis gibi küçücük bir adaya devasa kıta sahanlığı verilmiş gibi davranılarak Türkiye neredeyse Antalya Körfezi'ne sıkıştırılmak istenmiştir. İsrail de enerji hatlarını Türkiye üzerinden değil Türkiye'yi devre dışı bırakan alternatif güzergâhlardan Avrupa'ya taşımayı tercih etmiştir. Bütün bu hamleler Türkiye'yi Doğu Akdeniz enerji denklemlerinden dışarıda bırakmayı amaçlayan sistemli bir stratejinin parçalarıdır. Buna karşı Hükûmet yıllarca söylem üretmekle yetinmiştir. Oysa masalar Türkiyesiz kurulurken sahada kaybedilen zaman ülkeye maliyet olarak geri dönmüştür. Bugün mesele hamasi sözler yerine uluslararası hukukta ısrar eden, bölgesel ittifakları gerçekçi biçimde güçlendiren ve masada etkin bir diplomasi ortaya koyan bir stratejiyle çözülmek zorundadır.
Değerli milletvekilleri, bazen öyle açıklamalar duyuyoruz ki bir büyükelçinin hangi ülkeyi temsil ettiğini değil, hangi ülkenin içişlerine karıştığını sorgulamak zorunda kalıyoruz. Geçtiğimiz günlerde Amerika Birleşik Devletleri'nin Ankara Büyükelçisi Türkiye Cumhuriyeti'nin yüz yıllık devlet düzenine yani bu Parlamentonun varlık sebebine dair aklına geleni diliyle konuşmayı kendine hak görmüştür; "Türkiye 1919 sonrasında yanlış bir modelle geçti." diyor, "Osmanlı'ya dönmeli." diyor, "Yeni bir idari sistem düşünmeli." diyor.
Büyükelçi Bey, bu ülkeyi Sevr'in vesayetçi zihniyeti veya manda ve himaye anlayışı içindekiler yönetmiyor, bu ülkeyi Malazgirt'ten beri kesintisiz bu toprağa mührünü vuran Türk milleti yönetiyor ve yönetmeye de devam edecektir. Türk devletinin bir cumhuriyeti vardır. Bu cumhuriyetin de etnik yapıya değil, liyakate dayalı bir düzeni, bir modeli, bir iradesi vardır. Cumhuriyet rejimi 1923'te kurulan devletin temelidir ve Türk milleti bu temele dönük hiçbir girişime müsaade etmeyecektir. Tabii ki dış temsilciliklerin görevi Türkiye'nin ulusal çıkarlarını korumaktır, bu çıkarları esnetmek ya da yeniden tanımlamak değildir. Biz ne geçmişimizi tartışmaya açarız ne gelecekle ilgili tasarruflarımızı başkalarından duyarız ve yine herkes bilsin ki bu ülkenin pusulasını da rotasını da tayin edecek tek irade Türk milletidir.
Değerli milletvekilleri, bu jeopolitik başlıkların arasında insani bir dramın yükü de omuzlarımızda duruyor. Karadağ'da bir haftayı aşkın süredir kayıp olan vatandaşımız Orhan Ordu'nun ailesi dün bize ulaştı, eşi Aslı Hanım kendi çabalarıyla Podgoritsa Büyükelçiliğimizle iletişime geçip yardım istemiş. Ben de dün Büyükelçilikle görüşme gerçekleştirdim, bu konuda Dışişlerimizden daha ivedi sonuçlar alınmasını, ailesinin bilgilendirilmesini, Orhan Ordu'nun en kısa sürede ailesine kavuşmasını temenni ediyorum.
Bu vesileyle, 2026 bütçesinin Türk milleti için hayırlara vesile olmasını diliyor, yüce Meclisi ve aziz Türk milletini saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)