GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu:
Yasama Yılı:3
Birleşim:76
Tarih:11.04.2025

DEM PARTİ GRUBU ADINA TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve ekranı başında bizleri izleyen değerli Türkiye halkları; hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum ve sözlerime başlarken haksız ve hukuksuz şekilde cezaevinde tutulan sevgili Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, Leyla Güven ve Ayşe Gökkan şahsında bütün siyasi tutuklu arkadaşlarımızı buradan sevgiyle selamlıyorum. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, 2026 bütçesinin Komisyon aşaması bitti, Genel Kurulda yoğun bir mesai olacak, Komisyonda da çok yoğun bir mesai oldu. Ben partim adına bütçe sürecinde gerek Komisyon aşamasında emek verenler gerekse Genel Kurulda emek verecek olan bütün milletvekillerine ve Meclis çalışanlarına partimiz adına teşekkürlerimizi sunuyorum.

Değerli Türkiye halkları, dünya bir belirsizlik çağı yaşıyor, âdeta araftayız, 20'nci yüzyılın düzeni çöktü ama yenisi kurulamadı. Belirsizlik çağında eşitsizlikler, iklim krizi, yoksulluk, yolsuzluk, cinsiyetçilik, kutuplaştırma, şiddet her yere yayılıyor. Bu kızılca kıyametin içinde de dünya ölçeğinde silahlanma yoğun bir şekilde artıyor. Geçtiğimiz yaz ayında Lahey'de NATO'nun yaptığı toplantıda her üye ülkenin gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 5'inin NATO'ya verilmesi yani silahlanma için harcanması kararı alındı. Benzer bir karar 2014'te yine alınmıştı, yüzde 2'ye çıkarılmıştı ama ne yazık ki dünyaya baktığımızda ne sulh var ne de güvenlik var; bilakis savaşlar artmış durumda. Barış ve güvenlik silahla değil, barış ve güvenlik, özgürlük ve demokratik bir düzenle sağlanır. Bakın, yapay zekâ, teknolojik gelişmeler, iletişim ve ulaşımdaki hızlanma insanlığın önüne doğayla barışık bir şekilde müthiş bir yaşam alanı sunabilir fakat yine aynı köhne kapitalist sistem bu imkânları sadece bir grup sermayedara ve savaş baronlarına, silah tüccarlarına seferber ediyor ve ne yazık ki insanlık için kullanılması gereken olumluluklar bu kesimlere insanlık ve doğa karşıtı bir şekilde kullanılıyor ve yine kapitalist merkezler bu eşitsizliğin yarattığı göç dalgalarına karşı duvarlarını gittikçe kalınlaştırıyor. Ancak bu eşitsizliklere karşı direniş hareketleri de mevcuttur bütün dünyada, Seattle'dan Tunus'a, Kahire'ye; Gezi Parkı'ndan Yunanistan'daki Sintagma Meydanı'na kadar çok geniş bir direniş ağı ve şimdi de Z kuşağı isyanları olarak Nepal'de, Fas'ta, Sri Lanka'da, Sırbistan'da ve Bulgaristan'da büyümeye devam ediyor.

Küresel düzeydeki savaş ve çatışmalardan, ticaret ve enerji koridorları savaşlarından bölgemizin çok etkilendiğinin hepimiz farkındayız. Rusya-Ukrayna savaşı, İran-İsrail savaşı, İsrail eliyle bölgenin yeniden dizayn edilmeye çalışılması hamleleri ve Doğu Akdeniz dolayısıyla da Kıbrıs sorunu bu Parlamentonun gündemine ehemmiyetle alması gereken konulardır.

Orta Doğu ve Afrika'daki savaşlar Batı'nın yüksek teknolojili silahlarıyla yürütülüyor ama ne yazık ki bu silahların finansmanı da bölgedeki petrodolardan sağlanıyor. Emperyalist güçler âdeta bir savaş filmi yazıyorlar ve bu savaş filmi Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da oynanıyor, bizler birbirimizi öldürüyoruz, onlarsa senaryosunu kendi yazdıkları filmi büyük bir keyifle izliyorlar. Bizler artık bunlara "Dur." demeliyiz.

Bölgemizin trajedisi bitmiyor. Bakın, Gazze halkı, Gazze iki seneyi aşkındır yoğun bir işgal altında. Ateşkes olmasına rağmen ateşkesin fiilen hayata geçmediğine hepimiz tanıklık ediyoruz. Bir kez daha bu kürsüden ifade ediyoruz ki Filistin halkı yalnız değildir, Filistin mazlum halkı ile bizler dayanışmaya devam edeceğiz. (DEM PARTİ ve YENİ YOL sıralarından alkışlar)

Değerli Türkiye yurttaşları, Suriye'de rejim değişikliğinin üzerinden bugün itibarıyla tam bir yıl geçti ama orada sular durulmuyor. Süveyda'da Dürziler, sahil bölgesinde Alevilerin yaşadığı katliamlar büyük bir insanlık dramı ve hâlâ devam ediyor. Bu baskılar Hıristiyanlar üzerinde de Sünni seküler Araplar üzerinde de devam ediyor. Suriye'de çözümün yolu karmaşık ya da dolambaçlı değil, bütün halkların kimliklerinin siyasi ve hukuki düzlemde özgürce var olabileceği bir model pekâlâ Suriye'de hayata geçirilebilir. Suriye'nin çoğulcu yapısı göz önünde bulundurulduğunda oranın tek çaresi ademimerkeziyetçiliktir. 10 Mart mutabakatında da ifadesini bulduğu gibi Kürtlerin, Arapların, Türkmenlerin, Ermenilerin, Alevilerin, Hristiyanların, ezcümle Suriye'deki bütün farklı halkların ve inançların eşit yurttaşlık hakkı temelinde yazılmış olan demokratik bir Suriye anayasası Suriye'nin çözümüdür ve reçetesidir. Türkiye'ye bu anlamıyla çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Türkiye'de bu Parlamentoya bu konuda da çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Şunu gerçekten artık aklımızdan çıkarmamalıyız: 914 kilometrelik Suriye sınırımızda Kürt kardeşlerimizle kuracağımız ittifak, Kürt kardeşlerimizle kuracağımız barışçıl ilişki bizim sınırlarımızın güvenliğinin teminatıdır. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Dolayısıyla Türkiye'nin Suriye stratejisi tam anlamıyla buraya odaklanmalıdır. Suriye'de çözümün ve demokratik entegrasyonun da yolu adil, eşit, seküler, kadın özgürlükçü ve yerinden yönetim, demokratik bir Suriye'nin kurulmasının önünü açacaktır.

Evet, değerli halklarımız, bakın, cumhuriyet, yalnızca bir yönetim biçimi değil, ortak ve kamusal yaşamı koruma iradesiyle müştereklerin ortak bileşkesidir. Eğer cumhuriyet bir toplumsal sözleşmeyse bu sözleşmenin en temel eksikliklerinden biri, Kürt kardeşlerimize burada yer verilmemiş olmasıdır. Kürt meselesi, cumhuriyetin kurucu hukuk sözleşmesinin eksik bırakılmış yanıdır ve mutlaka tamamlanmalıdır. Türkiye, çoğulculuğu asla bir tehdit ve tehlike olarak görmemelidir. Farklı halklardan ve inançlardan, 72 milletten insanlar olarak bizler, Türkiye coğrafyasının her birimiz bir zenginliği, her birimiz kıymetlisiyiz; buradan hareket edilmelidir ve cumhuriyet 2'nci yüzyılında bütün bu zenginlikleri sahiplenen bir yerde durmalıdır. Bakın, Sayın Öcalan'ın şu vurgusunu hatırlatmak isterim: "Bu süreç, Kürtlerin cumhuriyete hukuk yoluyla katılımını sağlama ve demokratik cumhuriyeti en geniş toplumsal birliktelikle inşa etme sürecidir."

DEM PARTİ olarak biz bu ülkenin yararına olacak olan asgari demokratik programı kısaca özetlemek isteriz: Binicisi barış ve demokratik çözümün sağlanmasıdır. Bu ülke artık çatışma düzeninin yükünü taşımak istemiyor. Barış bu toprakların en insani talebidir, hayata geçmelidir. Kürt sorununun demokratik çözümü, hakların ve özgürlüklerin anayasal güvenceye kavuşması hepimizin ortak çıkarınadır.

İkincisi, demokratik cumhuriyet ve eşit yurttaşlıktır. Türkiye'nin ihtiyacı çatışma, kutuplaşma ve ayırımcılık değil, eşit yurttaşlık hakkının anayasal güvence altına alınmasıdır.

Üçüncüsü, toplumsal cinsiyet eşitliği ve özgürlükçü yaşamdır. Kadınların, LGBTİ+'ların, gençlerin, çocukların yaşam haklarını ve özgürlüklerini yok sayan bir bütçe, hiçbir politika demokratik olamaz. Toplumsal cinsiyet, özgür ve demokratik yaşamın kuruluş ilkesi olmalıdır.

Dördüncüsü, adil bölüşüm ve emekçi odaklı ekonomidir. Emekçiler yoksullaşırken sermayeyi koruyan her bütçe toplumsal adaletsizliği daha da derinleştirir. Çözüm çok açık ve çok net: Üretenlerin söz ve karar sahibi olduğu, emek, eşitlik, adalet odaklı bir ekonomi.

Beşincisi, ekolojik yaşam ve iklim adaletidir. Türkiye'nin doğası, toprağı, suyu, ormanları beton ve rant politikalarıyla yok ediliyor. Özellikle AKP iktidarı hem Türkiye'nin varlıklarını hem bütçesini yandaşa peşkeş çekiyor; bunun için en acımasız yöntemler kullanılıyor. Doğayı koruyan, iklim adaletini esas alan enerji ve tarım politikalarını, ekolojik dengeyi gözeterek yeniden kuran bir yaklaşım zorunludur, mecburidir.

Altıncısı, yerelden başlayan demokratik dönüşümdür. Belediyelere kayyum atayan, belediye başkanlarını ve eş başkanlarını tutuklayan, yerel inisiyatifi bastıran, yereli yok sayan, yurttaşın seçme ve seçilme hakkını fiilen elinden alan uygulamalardan derhâl vazgeçilmelidir. Kayyum, 21'inci yüzyılda bu iktidarın kendi eliyle alnına yapıştırdığı bir utanç vesikasıdır. Yerel demokrasi, yerinden yönetim, halkın katılımını merkezine alan bir toplumsal dönüşüm şarttır. Güçlendirilmiş yerel yönetimler olmadan kentlerimiz nefes alamaz, yerel demokrasiden asla bahsedilemez. Bizler bu demokratik dönüşüm zeminini DEM PARTİ fikriyle hayata geçireceğiz.

Evet, değerli yurttaşlarımız, bu 6 başlık yalnızca DEM PARTİ'nin değil bu ülkede eşit, özgür, adil ve onurlu bir yaşam sürmek isteyen herkesin ortak paydası olabilecek 6 maddedir. Bu ülke çok ağır bedeller ödedi. Hepimizin ama hepimizin kalıcı bir barışı bu topraklarda tesis etmesi lazım ve Sayın Öcalan'ın yaptığı çağrı sadece Kürt halkına ya da DEM PARTİ'ye değil bütün Türkiye halklarına yapılmış bir çağrıdır. Ve şunun özellikle altını çizmek isterim ki: PKK bu çağrıya icabet etti, gereklilikleri yerine getirdi ve geçmiş dönem deneyimleriyle kıyasladığımızda atılmış en somut adımların bu dönem atıldığının altını çizmemiz lazım. Dolayısıyla, burada hem devlet hem muhalefet hem iktidar, herkes bu süreci çok doğru bir şekilde okumalı, çok doğru bir şekilde değerlendirmelidir. Her kim ki bunu araçsallaştırmaya kalkışırsa kendi kaybeder, Türkiye'ye de ciddi anlamda kaybettirir. Bu yasalar, hukuk, hukuka dayalı barış yasası ve demokratik entegrasyon yasaları; bu yasaların bir an önce çıkması lazım. Bu yasalar asla bir pazarlık konusu değil, bunlar sürecin doğası gereği olması gereken, yapılması gereken şeylerdir.

Değerli Türkiye yurttaşları, biz bütçeyi konuşuyoruz şimdi ve benim aklıma -hazırlığı yaparken- Aziz Nesin'in bize bıraktığı, çok güzel eserlerinden biri olan "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz" geliyor. Romanın baş kahramanı Yaşar; çalışmak ister, evlenmek ister, memur olmak ister ama devlet der ki: "Hele sen dur, sen yaşamıyorsun ki!" Ama aynı devlet Yaşar'a vergi borcu çıkarır, "asker kaçağı" diye arar, mahkemeye çağırır. Türkiye'de herkes ama herkes Yaşar gibi, hikâyesi Yaşar gibi; söz konusu zalimce vergi almaksa bu iktidar ölüyü diriltip vergi alabiliyor, söz konusu hizmetse "Yaşar yaşamıyor ki!" diyor. Yurttaşın taleplerine, ihtiyaçlarına "yok" çeken devlet, sıra yurttaştan vergi almaya gelince de kepçe kepçe almasını biliyor. Asgari ücretle çalışanlar, memurlar, emekliler insanca yaşayabilecekleri bir maaş ister ama devlet "yok" çeker; fakat aldıkları sakızdan, ekmekten, undan, sudan bol bol vergi alır. Öğrenciler ve aileleri okullara temizlik malzemesi ya da temizlik görevlisi ister, devlet yok çeker ama öğrencinin kullandığı silgiden bile vergi alır. Çiftçi yasal hakkı olan millî gelirin yüzde 1'ini almak ister, iktidar yok çeker ama çiftçiden aldığı mazotun vergisi neredeyse mazotun fiyatını geçer. KHK'liler hak, hukuk ve görevine iade talep eder, öğretmenler atama bekler, iktidar "Yok." der ama onların soluduğu havadan da vergi alır. Küçük esnaf "Bu kadar vergi veriyorum. Bütçe gelirinden bir tas su ben içeyim." der, iktidar yok çeker ama söz konusu vergi, stopaj, SGK olunca küçük esnafın gözünün yaşına bakmaz.

Ve bu arada deprem bölgesindeki esnafımız -Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı burada, ben kendilerine de bizzat iletmek istiyorum- ve mükellefler ve ayrıca muhasebeciler mücbir sebebin yeniden deprem bölgesinde uygulanmasını talep ediyorlar. Sizler de biliyorsunuz ki özellikle belli başlı kentlerimiz, Hatay, Maraş, Adıyaman gibi kentlerimiz hâlâ deprem yaraları ağır, sarılamamış ve insanlar konteynerlerde, iş yerlerini kurmuş konteynerlerde yaşıyor. Bu nedenle, en insani görevlerden biri olan mücbir sebebin yerine getirilmesi konusunda Meclisi göreve davet ediyorum.

Ve devamla, fatura ödemeyenin, vergi ödeyemeyenin vergi ödediği çok az bir örneğiz biz Türkiye olarak. Doğal gazını açamıyor, üşüyor, elektrik faturasını ödeyemiyor ve bunlar kesiliyor ama kesildiği hâlde yani fatura ödemediği hâlde vergi ödeyen tek ülke burası; insanlık tarihinde böyle bir haksızlık, böyle bir hukuksuzluk, böyle bir adaletsizlik gerçekten çok az duyuldu. Bu sebeple bu bütçe AKP'nin iddia ettiği gibi istikrar ve refah bütçesi değil, bu bütçenin bir avuç yandaşın faiz lobilerinin ve savaş baronlarının bütçesi olduğunun altını çiziyoruz ve emin olun ki bugün yok çektikleriniz ilk fırsatta sizlere yok çekecek.

Değerli yurttaşlarımız, değerli milletvekilleri; Yaşar Yaşamaz'ın hikâyesi bugün Türkiye'de iktidarın hazırladığı 2026 bütçesinde yeniden vücut buluyor ve hepimiz biliyoruz ki ekonomi politikaları teknik meseleler değil. Bütçe soğuk rakamlardan oluşan bir şey hiç değil politik tercihlerin yansımasıdır bütün bunlar. AKP yirmi üç yıldır Meclise aynı bütçeyi getiriyor. Muhalefet hiçbir önerisini kabul ettiremiyor, AKP hepsine kapalı ama "Çok mesai harcadık." diyor. Mesai harcamaya da gerek olmayabilir yani bu hâliyle belki Komisyonu bile çalıştırmaya gerek kalmayabilecek şekilde bir anlayışa sahip ne yazık ki ama yirmi üç yıllık süre boyunca istikrarlı oldukları bir tek şey var onları da bu istikrarından dolayı kutluyoruz. Beytülmali milyonlarca yurttaşa pay etmeleri gerekirken bir avuç yandaşa peşkeş çekme konusunda son derece istikrarlı davranıyorlar. 2026 bütçe teklifini incelediğimizde yarıya yakın kısmı faiz ödemelerine, savunma, güvenlik harcamalarına ve sermayeye kıyak çekildiği için onlardan alınmayan vergilerin yurttaşın sırtına yüklenen kısmında görüyoruz. Bakın, bütçe açlık ve sefaletle boğuşan, faturasını ödeyemeyen yurttaşın derdine deva değil, tam tersine bu bütçe, açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşayan birçok insana cehennemi yaşatıyor ve Filistinli Şair Mahmut Derviş der ki: "..."(*) "Yoksulluğu özlemiyoruz, cenneti özlüyoruz, insanlığımızı bize ait bir yerde yaşamayı özlüyoruz." diyor Mahmut Derviş. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar) Evet, insanlık bunu özlüyor.

Değerli Türkiye halkları, bakın, bugün tarım, bu ülkenin can damarı, AKP iktidarı bu damarı kesti ve bizi tarım ürünlerinde ihracatçı bir ülkeyken ithalatçı bir ülke pozisyonuna çekmiş durumda. Çukurova, Konya, Harran, Muş ovaları başta olmak üzere Türkiye'nin kuzeyi, güneyi, doğusu, batısı tarım ve hayvancılığa en elverişli ülkelerden birisiyiz. Bu ülkeye yapılacak en büyük kötülük gerçekten tarımı bitirmekti ve bunu yaptınız. Bu ülkenin temel gıda ürünlerine muhtaç hâle gelmesi asla kabul edilemez ve ayrıca, pandemi bize hatırlatmıştır ki, sanayisi gelişmiş olan ülkeler pandemi döneminde aç kaldı, tarımı gelişmiş ülkelerse karnını doyurabildi. Bu nedenle bizler bir kez daha diyoruz ki: Bu tarım politikasıyla asla olmaz, tarım bu ülkede yeniden ayağa kaldırılmalıdır. İktidar ve sermaye şunu çok iyi bilmeli: Yurttaşın açlığıyla doymanıza, yoksulluğuyla giyinmenize, yurttaşın sefaleti üzerinden Karun gibi yaşamanıza izin vermeyeceğiz. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli Türkiye halkları, bakın, halkımız direksiyonu bize teslim ettiğinde ilk işimiz gerçekten enflasyonu sıfırlamak ve bitirmek; işçilerin, emekçilerin, köylülerin alın teriyle oluşan bütçeyi rant ve sermaye için değil halk için kullanmak. Bağlantısı ve torpili ne olursa olsun mülakatı kaldıracağız, liyakati esas alacağız. Eğitim sistemini komple değiştireceğiz, bilimin otoritesini hâkim kılacağız. Bizler eğitim, sağlık, barınma hakkını zorunlu kamusal hizmetler olarak görüyoruz ve bu hizmeti kesinlikle yerine getireceğiz. Siyasi etik yasasını çıkaracağız, para ile siyaset arasındaki ilişkiyi ortadan kaldıracağız. Yurttaşlarımıza temel gelir desteği sağlayacağız. TOKİ'lerde depremzedeleri müşteri olarak gören iktidar ve Bakanlık anlayışını kökten değiştirecek, Türkiye'yi gerçekten depreme dayanıklı bir ülke hâline getireceğiz. Yaklaşık dörtte 3'ü fay hattı üzerinde kurulmuş olan bir ülke Japonya'nın başardığını niye başarmasın? Ama TOKİ'nin aklı, Bakanlığın aklı sadece "Ben depremzedeye yapabildiğim kadar ev yapıp yüzde 100 kârla satmaya çalışayım." Bunu düşünüyorlar. Engelli istihdamını sağlayacağız. Bu ülkede yaşayan 10 milyon engelliyi yok sayan, ayrımcılığı besleyen tüm kurum ve yaklaşımları kesinlikle değiştireceğiz. Hazine garantilerini ödemeyeceğiz. Esnafın, öğrencinin, emeklinin, emekçinin faiz lobilerine, bankalara olan faiz borçlarını . tamamen sileceğiz. Bunlar eşit, özgür ve demokratik bir toplum düzeni için sosyalizme giden doğru işleyişin ilk adımlarıdır. Bu yürüyüşü sonuna kadar sürdürmenin kolay olmadığının farkındayız, zor bir görev olduğunun da farkındayız ama 86 milyon insanın yararına olan bu doğruları hayata geçirmek konusunda DEM PARTİ olarak çalışmaya, yoğunlaşmaya ve mücadele etmeye hep beraber devam edeceğiz. (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Sevgili kadınlar, Türkiye, son bir yılda biz kadınların yaşadığı tabloyu sadece böyle resmetmeye kalksa şiddetin âlâsını görecek. Toplumsal eşitsizlikler, erkek şiddeti, kadın cinayetleri, şüpheli kadın ölümleri hızla artıyor; yargı erkeği korumaya devam ediyor. İktidarın kadınların kazanımlarına dönük saldırıları devam ediyor. Kadınlar iş yerlerinde mobbinge maruz kalıyor. Kadın işsizliği ve kadınların evdeki bakım yükü gittikçe artıyor. Merdiven altı atölyelerde güvencesiz çalışan kadın sayısı gittikçe artıyor. Dilovası'nda parfüm atölyesinde yanarak can veriyor kadınlar. Toplumsal cinsiyet eşitliğini güçlendiren mekanizmalar zayıflatıldı. Kayyım uygulamalarıyla eş başkanlık ve eşit temsiliyet sistemi ve belediyelerimizin kadın odaklı hizmetleri özel olarak hedef alınıyor. İstanbul Sözleşmesi'nden çekildiler. Şimdi de 6284 sayılı Kanun'u etkin bir şekilde hayata geçirmemek için ellerinden gelen her türlü çabanın içindeler ama biz bütün bu karanlık tabloya karşı kadınlar olarak asla enseyi karartmıyoruz. Binlerce yıldır erkek egemen sisteme karşı nasıl mücadele ettiysek şimdi de aynı şekilde mücadele ediyoruz, etmeye de devam edeceğiz ve bu bütçeye baktığımızda, bu bütçede kadının adı yok. Kadın yoksulluğu ekonomik olduğu kadar politik bir meseledir, çözümü de politik kararlılıkla ve politik mücadeleyle olur. Bu mücadelenin en önemli başlıklarından biri toplumsal cinsiyete duyarlı bütçenin olmasıdır. Ortaya koyduğumuz bu çerçeve sanılmasın ki basitçe bir ekonomik taleptir; bu yaklaşım, aynı zamanda, erkek egemen düzene politik bir müdahale ve mücadeledir. Ve sevgili kadınlar, işte, tam da bu nedenle DEM PARTİ olarak sözümüzü net söylüyoruz: Kadını görmeyen bütçe bizim bütçemiz olamaz. Her şeyden önce acilen bir kadın bakanlığı kurulmalıdır, eşit işe eşit ücret verilmelidir; güvenceli çalışma hakkını, bakım hizmetlerinin kamusal sorumluluk taşımasını, ev içi emeğin hakkının savunulmasını, sonuna kadar bunun mücadelesini yürüteceğiz. Bunun için de emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz üzerinde tahakküm kurmak isteyen erkek egemenliğine karşı eşitlik ve özgürlük mücadelemizi ilmek ilmek örmeye devam edeceğiz. Mücadelemiz demokratik toplumun inşasında çok önemli bir yapı taşıdır. Demokratik bir toplumsal sözleşmede temel ayaklardan biri toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar üretmek ve aynı zamanda toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçenin oluşturulmasının sağlanmasıdır. Bu yüzden bizler ısrarla diyoruz ki bütçe masası aynı zamanda cinsiyet eşitlik mücadelesinin bir masasıdır. "Kadın, yaşam, özgürlük" şiarı bütün mücadele alanlarına olduğu gibi bütçe hakkı mücadelemize de ruh vermektedir, "..."(*) (DEM PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli işçi, emekçi, yoksul kardeşlerim; açlık, yoksulluk kader değildir, bu sistemin ve o sistemi koruyan iktidarların yurttaşlara, sizlere, Türkiye halklarına dayatmasıdır. Üreten biz, bütçenin kaynağını oluşturan sizlersiniz, işçilerdir, emekçilerdir; asıl güç sizsiniz, yeter ki ama yeter ki bu gücü görün, bu gücü hep beraber görelim. "Ne yapabiliriz ki? Bu düzen zaten böyle gelmiş, böyle gidecek." demeyin; bu düzen böyle gitmeyecek, gitmemeli, gitmesini engellemeliyiz. Çok daha örgütlü bir mücadele yürüterek Türkiye'de işçi sınıfı başta olmak üzere emek meslek örgütleriyle birlikte ve aynı zamanda emeğin bütün alanlarında ortak bir mücadeleyle biz pekâlâ bu bütçe anlayışını da değiştirebilir, pekâlâ komple bu sistemin bütün denklemlerini altüst edebiliriz.

Türkiye'de emekçilerin direniş tarihine bakın, birkaç örnek sadece: 63 Kavel direnişi, 66 Paşabahçe grevi, 77 1 Mayısı, 89 bahar direnişleri, Zonguldak madenci yürüyüşü, TEKEL direnişi ve daha nice mücadelelere imza attık; baskıyla ve -tırnak içinde- terör yaftasıyla. Bu hafızayı silmeye kalkıyorlar. Niye silmek istiyorlar? Sömürü sistemleri ve çarkları kendilerine göre ilerleyebilsin diye bu hafızayı silmek istiyorlar. Barışı konuştuğumuz bu süreçte, bizler, tam tersi, barışa ve emeğimize daha çok sahip çıkmamız gereken bir dönemdeyiz. Bugün bir işçi, emekçi kardeşimiz "Ben açım, yoksulum, ücretim bana yetmiyor, işsizim." dediğinde hemen karşısına kolluk kuvveti çıkıyor "Hop, sen terör suçu işliyorsun!" diyor. İşte, bizler barışı bu topraklarda inşa ederek bu ceberut iktidar anlayışlarına karşı, onların elinden bu terör parantezini gelin hep beraber alalım, gelin hep beraber emek mücadelesinin ve demokrasi mücadelesinin önünü açalım. Bu ülkede barış tesis edildikçe ölümler duracak; Kürt, Türk, ezcümle, bütün yurttaşlar için emek ve demokrasi mücadelesinin kapıları ardına kadar açılacak.

Sermayenin, iktidarın bu zalim bütçesine karşı biz DEM PARTİ olarak "Hayır." diyeceğiz. Sadece Mecliste olmayacağız, sadece Mecliste bu bütçeye muhalefet etmiyoruz, bizler başlattığımız kampanyamızla alanlarda, meydanlarda bu bütçeye muhalefet ediyoruz. Vekillerimiz bütçeye Mecliste müdahale ederken bizler DEM PARTİ olarak bileşenlerimizle, ittifaklarımızla, emekçilerle, yoksullarla alanlarda, meydanlarda olacağız "Ekmek ve barış için bütçe." diyeceğiz. 12 Aralıkta Türkiye'nin dört bir yanından Ankara'ya yürüyüşümüzü başlatıyoruz, 14 Aralıkta yürüyüş kollarımız Ankara'da birleşecek ve bir kez daha "Bu bütçeye hayır! Ekmek ve barış için bütçe." diyeceğiz.

Bizler ülkemizde yaşatılan bu kara kışı bahara çevirebiliriz değerli arkadaşlar; yeter ki bu konuda bir ortak irade sergilene bilsin ve şairin dediği gibi: "Yürüyoruz günün aydınlığında/ En zorlu iş, en ağır emek/ Ve çalışmak doğuştan mezara dek/ Ve böyle sürüp gitsin istemiyoruz/ Yaşamak için ekmek/ Ruhumuz için gül istiyoruz!" Herkes için barış istiyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DEM PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)